25 Kasım 2016 Cuma

HİNT UYGARLIĞI



Hindistan; yaşamı ve insanı anlamaya çalışan düşüncelerin, insancıl inanç dizgelerinin (sistemlerinin) ve köklü bir tarihe dayanan düşünce akımlarının merkezi gibidir. Yaratılan düşünsel gelişkinlik ve olağanüstü kültür o denli kapsamlı ve derindir ki, bu kültür, dünya düşünce tarihinin en önemli aşamalarından birini oluşturmuştur. Varlığını sürdüren ya da yok olan yüzlerce düşünce akımı; binlerce yıl boyunca okul ya da inanç dizgelerinde, düşünce biçimleri ya da davranış geleneklerinde kendisini yaşatarak, günümüze dek gelmiştir. Doğuya özgü olan ve insana değer veren katılımcı, erdemli, yüksek toplumsal töreyi (ahlakı) içeren bu büyük uygarlık; yalnızca Hindistan’ı ya da yalnızca Güney Doğu Asya’yı değil, insanlık tarihinin tümünü derinden etkilemiştir.

 

Eski Tarih


Asya’nın Güney’inde doğal zenginliklerle dolu geniş bir alanı kapsayan Hint yarımadasında, tarih öncesi dönemlere dek giden; kendine özgü, yüksek bir uygarlık yaratılmıştır. İndus ve Ganj nehirlerinin bereketli topraklarında kurulmuş köylerin tarihi, günümüzden on bin yıl geriye dayanır. Üretim ekonomisinin Orta Asya’dan sonra ilk görüldüğü yer olan Hindistan, Yenitaş Devrimi adı verilen toplu üretim uygulamalarının görüldüğü en eski bölgelerden biridir.
Günümüzde Hindistan, Pakistan ve Bangladeş’in yer aldığı Hindistan alt kıtası, tam olarak çözülememiş olsa da son derece zengin tarih öncesi buluntulara sahiptir. Bu buluntular içinde yer alan taş aletlere (mikrolitler), yapılan sınıflandırma ve yaş saptamalarında onbir bin yıllık yaş verilmesi, bunların M.Ö.10 binlerde (Halosen Çağ) Hindistan’da bulunmadığını, bu nedenle mikrolitik sanayinin Hindistan’a dışardan getirildiğini göstermiştir. Tarihçilerin bugün artık tartıştığı konu, bu endüstrinin Hindistan’da oluşup oluşmadığı değil; Kuzey ya da Kuzey Batı’dan mı yoksa başka yerlerden mi geldiğidir.

Hint Uygarlığının Merkezleri

Ganj ve İndus (Sindh) vadilerinin yukarı bölümleri, Hint uygarlığının ortaya çıkıp geliştiği merkezlerdir. Toplu yerleşimler, ilkel tarım ve ilk kent oluşumları bu bölgede ortaya çıkmış, Hindistan’ın diğer bölümleri henüz avcılık ve toplayıcılık dönemini yaşarken burada ileri bir uygarlık oluşmaya başlamıştı.
Dicle ve Fırat ya da Nil’in Ortadoğu ve Mısır için anlamı ne ise, Ganj ve İndus’un Hindistan için anlamı da oydu. Ancak, Mezopotamya ve Mısır’da uygarlık, nehir deltalarına yakın alt bölgelerde gelişirken, bu gelişme Hindistan’da İndus’un yukarı bölgelerinde olmuştu. Çünkü buraya ilk uygarlık girişimleri dışardan getirilmişti. Hindistan’ı ele geçirmek isteyenler her zaman, Kuzey ya da Kuzeybatı’dan gelerek İndus’un yukarı bölümlerindeki Pencap’a girmişler ve bu yöre Hint uygarlığının gelişim merkezi olmuştur.1
M.Ö.4 binlerde gelişmeye başladığı sanılan İndus uygarlığıyla birlikte Tunç Çağı, yani Hindistan’ın ön tarihi başlar. M.Ö.2500-1750 arasında yüksek bir düzeye ulaşan bu uygarlık yazıyı biliyor, tarım ve el aletlerinde, dönemi için ileri ürünler veriyordu.

Orta Asya’dan Gelenler

M.Ö.900 dolaylarında Orta Asya’dan gelen silahlı topluluklar, Hindistan’a demirle birlikte eşitlikçi bir toplum anlayışı ve yeni tarım teknikleri getirdiler. Bunlar, kendilerinden önce aynı yöreden gelen Dravit adı verilen yerleşikleri de önlerine katarak Hindistan’ın Güney ve Doğusuna ilerlediler ve uygarlığın İndus’tan Ganj vadisine dek geniş bir alana yayılmasını sağladılar.
Kimi bölgelerde merkezi monarşiler ortaya çıkmaya başladı ve demirin Hint yaşamı üzerinde önemli etkisi oldu. Bu madenden yapılan ve “tarla açıcı ormancılar” kültürünü geliştiren araçlar, özellikle bol muson yağmurlarının beslediği, gür bitki örtüsü olan toprakların, ağaçlardan arındırarak görülmemiş verimlilikte tarım toprağına dönüşümünü sağlandı. Bu ise tarımsal üretimin çeşitlenip artmasına yol açtı. Güneydoğu Asya’nın bahçe tarımı yapan köylülerince yetiştirilen pirinç, Ganj vadisinin verimliliğine büyük bir katkıda bulundu.2

Ekonomik Canlılık

Kuzey akınları sürerken, Milattan önceki ve sonraki birinci yüzyılda, kıyı kesimlerinde Hindistan’ı olumlu yönde etkileyen, önemli gelişmeler ortaya çıktı. Bir zamanlar Finikeliler’in, Makedonlar’ın ve Mısırlılar’ın, Mezopotamya ve Hindistan arasında geliştirdikleri denizyolu ticareti; özellikle M.S.50 yıllarında olağanüstü canlandı ve Bengal Körfezi’ne, Ganj Deltası’na, daha Doğu’da Malaka, Sumatra, Cava ve Borneo’ya yayıldı; Hindiçine dek uzandı. Gemiciler, sürekli esen ve Hindistan’a giderken kullandıkları Güneybatı, dönerken kullandıkları Kuzeydoğu rüzgarlarını öğrenmişlerdi.3
Tecimsel (ticari) gelişmenin sağladığı ekonomik canlılık, kaçınılmaz olarak siyasi ve kültürel canlanmayı da birlikte getirdi. O güne dek Kuzey Hindistan’ın geri bir parçası gibi kalmış olan Güney Hindistan, önem kazandı. Deniz ticareti ile varsıllaşan kıyı kesimleri, ülkenin işlerini hızla geride bıraktı. Hindistan, Mısır, Ortadoğu ve daha sonra Avrupa’ya değerli mallar gönderen, varsıl bir ülke oldu. Ancak, varsıllık, uygarlık ve gönenç yanında, dış saldırıları özendiren bir çekinceyi de birlikte getirdi ve Hindistan’ı kolay gelir peşindeki güçlerin, özellikle Avrupa sömürgeciliğinin vazgeçilmez ereği durumuna getirdi; Kristof Kolomb, Hindistan’a gitmenin kolay yolunu bulayım derken, Amerikayı buldu.

İnsancı Düşüncenin Doruğu

Hindistan; yaşamı ve insanı anlamaya çalışan düşüncelerin, insancıl inanç dizgelerinin ve köklü bir tarihe dayanan düşünce akımlarının merkezi gibidir.
Varlığını sürdüren ya da yok olan yüzlerce düşünce akımı; binlerce yıl boyunca okul ya da inanç dizgelerinde, düşünce biçimleri ya da davranış geleneklerinde kendisini yaşatarak, günümüze dek gelmiştir.
Doğuya özgü olan ve insana değer veren katılımcı, erdemli, yüksek ahlakı içeren bu büyük uygarlık; yalnızca Hindistan’ı ya da yalnızca Güneydoğu Asya’yı değil, insanlık tarihinin tümünü derinden etkilemiştir.

Vedaların Önemi

Hindistan’ın en eski yazılı belgeleri olan vedalar, bir inanç belgesi olduğu kadar, çok eski söylencelerin (efsanelerin) dilden dile aktarılarak yaşatılmasını sağlayan tarihsel belgelerdir. M.Ö.6.yüzyılda yazıya dökülmüş ve Zerdüşt inancının kutsal kitabı Avesta’ya yakın bir dille yazılmıştır.
Çoğunlukla kurban törenlerinde okunan dualardan oluşan ve söylencelere dayanan veda’lar, Hint inancına yön veren dinsel düşüncelere kaynaklık etmiştir. Bu kaynaktan beslenen; Brahman ve Upanisad düşüncesi, Jenizm, Budizm ve Hindu Dini, Hint erekbiliminin (teolojisinin) temellerini oluşturmuştur.

Brahman ve Upanisad İnancı

Brahman ve Upanisad inancına göre; “Canlıların tümü, yeni biçimler alarak ‘ölümden’ sonra da varlıklarını sürdürürler. Ölüm olarak adlandırılan olgu, gerçekte, iyi ya da kötü davranışların belirlediği biçimlerle, yeniden ortaya çıkıştan başka birşey değildir. Canlılar ölümsüzdür. Ruhun temeli ile evrenin, yani tanrısallığın temeli aynıdır. Bu nedenle, kesin gerçeklik düzeyindeki tüm ayrımlar ortadan kalkmalıdır. Kişinin bireyselliği Brahman’ın tümlüğü içinde erimeli ve evrensel bir bütünlüğe kavuşmalıdır”.4

Jenizm

Budizmle hemen aynı dönemde ortaya çıkan Jenizm “kişinin her türlü kişisel zevkten arınmasına” ve “dinin yasak kıldığı şeylerden uzak durulmasına” dayanır. Bu inanca göre; “Kişinin mutluluğa ulaşabilmesi için, dünyanın kötülüklerinden kendini uzak tutması, bunun için de kendi içinde hesaplaşması gerekir... Evren sonsuzdur ve insanların hiçbir yöneticinin yardımı olmaksızın kendi yaşamlarını düzenleme gücü vardır”.5

Budizm

Budizm M.Ö.4.yüzyılda, Brahman düşüncesinin kimi dini uygulamalarına tepki olarak doğdu. Dinden çok, acıya ve güçlüklere dayanmayı yeğleyen duygusal bir düşüncedir. Budizm’in yasaya (dhama) ve topluma (sangha) uymayı öngören düşüncesi, daha dünyevidir. Ruhun varlığını yadsır ancak bencilliği de kabul etmez.
Buda’ya göre; “İnsan varlığı acılıdır ve bu acının kaynağı istektir (arzudur). Acı, isteği yenmekle giderilebilir. Bilgisizlik yıkımdır (felakettir). Doğayı ve toplumu tanımak gerekir. Her koşul bir başka koşuldan, o başka koşul da kendisinden önceki koşullardan doğar... Her kişi temiz yürekli, erdemli ve yüksek ahlaklı olmalı, insan kadar hayvanların da haklarına saygı göstermelidir. Kurban edilmek bir yana, en değersiz görülen hayvanın bile yaşam ortamına saygı gösterilmelidir... Temiz yaşamalı ve sadaka verilmelidir... Rahipler kesin olarak dürüst ve yoksul olmalıdır...”6
Budizm, M.Ö.3.yüzyıldan M.S.7.yüzyıla dek Hint uygarlığı ve sanatı üzerinde etkili oldu. Ancak, en etkili dönemlerinde bile, Hindistan’ın tümüne yayılamadı. Bu doğaldı, çünkü Hint tarihinin hiçbir döneminde, hiçbir dinsel akım ya da siyaset, Hindistan’ın tümüne egemen olamamış ve gerçek bir birlik sağlanamamıştı.

Kast Düzeni

Hint uygarlığının başka uygarlıklarda olmayan en belirgin özelliği, toplumun hemen tüm kesimlerine yayılmış olan kast kurumu ve Hint inancının çileci anlayışa verdiği sıradışı önemdir.
Hint tarihinin her döneminde varlığını koruyan ve toplum yaşamı üzerindeki etkisini günümüzde de sürdüren kast düzeni, dünyanın hiçbir yerinde ve hiçbir ülkesinde Hindistan kadar etkili olmamıştır. Bu etki, yalnızca toplumsal ilişkilerle sınırlı kalmamış, yönetim biçimini belirleyen siyasi düzene, hukuk ve eğitime, ekonomik yapılanmaya uzun süre yön vermiştir.
Kast’lar Hint kültüründe öylesine kökleşmiştir ki; kendisini ortadan kaldırmak isteyenlerin, kaldırmayı düşünenlerin ya da hesaba katmayanların hakkından gelmeyi, her zaman bilmiştir. Kast düzenini yadsıyan Budizm bile, bu tutumu nedeniyle, Hindistan’daki etkisini büyük oranda yitirmiştir.
Kast düzenini ortaya çıkaran ana neden, Hindistan’ın tarihi boyunca dışardan göç alması ve sürekli bir biçimde saldırıya uğramasıdır. Tarih boyunca hiç durmadan süren göçler ve fetihler içinde Hintliler, kendilerine yabancılaşmadan, yabancıları yabancılaştırmayı başardılar. Başarılarında kast düzeninin önemli payı vardı.
Her Kast, hem üyelerinin haklarını savunan kendi içine kapalı bir örgüt, hem de yabancılaşmayı önleyen bir tür kültür merkezi gibiydi. Son derece etkili ve yaygındılar. Fetih’le gelen yeni egemenler bile varlıklarını sürdürüp kimliklerini korumak için, sahip oldukları askeri üstünlükle yetinmeyip, hemen bir kast kuruyor ve ülkenin sayısız kast’ına bir yenisini daha eklemiş oluyordu. Bu davranış, Hindistan’da “yaşamın gereklerine uymak” ve kültürel varlığını koruyabilmek için gerekliydi.7
Kast üyeliği doğuma bağlıydı ve kesinlikle dışa kapalıydı. Kast dışı her evlilik, kişinin dışlanmasına ve parya (herkes tarafından hor görülen, aşağılanan alt kesimler) olarak değerlendirilmesine neden oluyordu. Bu davranış biçimi, toplumsal bir gelenek olarak varlığını bugün de sürdürmektedir. Hinduların, daha aşağı kast’tan saydıkları kimseleri sofralarına almaları ya da onlar tarafından hazırlanan yemekleri yemeleri yasaktı.8

“Hintlilik Ruhu”

Yaşamı kolay kılan bereketli topraklar üzerinde dingin bir yaşam süren Hint toplumu, yaşadığı koşulların doğal sonucu olarak, barışçı ve kendi içinde paylaşımcı bir ruh yapısına ulaşmış ve binlerce yılın ürünü olan Hintlilik kavramı, bu ruh yapısıyla birlikte oluşmuştur.
Oluşumun barışçı niteliği, hiç durmadan gelen yabancılara karşı korunmayı; silah ve asker gücüyle bir türlü başarılamamasına neden olmuştur. Belki bu nedenle korunma, kendi içine kapalı, kesin kuralları olan geleneklerle sağlamayı zorunlu kılmıştı. Gandi’nin İngiliz işgaline karşı yürüttüğü barışçı anti-sömürgeci eylemler, bu dayanışmanın yüzyılımızdaki bir örneğidir.

Yerleşik Yaşam

Yerleşik yaşamın çok eski dönemlerinde başlayan Hindistan’da kentleşme, kendi içinde bütünlüğü olan site devletleri biçiminde değil, birbirine yakın köylerin zaman içinde birleşmesiyle oluşmuştur.
Kent yönetiminde en yüksek yetkiliye raca (daha sonra mihrace) adı verilir. Yöneticilik olarak raca tanımı, küçük bir kent yöneticisinden, bölge ya da ülke yöneticisine dek her büyüklükteki yönetim birimini içine alır. Bu tanım, Hindistan’daki Türk egemenliği döneminde, tımar (hizmete karşı devletçe verilen bir yere bağlı gelir) verilen Müslüman Türkler için de kullanılmıştır.
Racalar, toplumsal ilişkilerde güvenliği sağlayan, gelenekleri ve hukuksal düzeni koruyan egemenlerdir. Gereksinim duydukları akçalı kaynağı, halkın gelirlerinin onda birini oluşturan vergilerle karşılarlar ve egemenlik alanlarını oluşturan il ya da bölgeyi yönetirler; bunlar bir tür Hint derebeyleridir (feodalleridir).
Aile, Hint toplumunun küçük bir örneğidir. Evlenen çocuklar babaevinden gitmez. Mal, kalıtım nedeniyle bölüştürülmez. Çokeşliliğe izin vardır; evlenen kadının ailesine toplumsal konumuna uygun tutarda para verilir. Aile içinde erkek çocuk önemlidir. Kızlar küçük yaşta evlendirilir ve kocası ölen kadın bir daha evlenmez. Yalnız yaşamak, sık sık “oruç” tutmak ve varsa kaynanasının emri altında yaşamak zorundadır.9

Dil ve Lehçe Bolluğu

İllere ve bölgelere göre ayrımlılık gösteren Hint toplumu, tarihinin hiçbir döneminde, tüm toplumu kapsayan ortak bir dile sahip olamamıştır. Varlığını sürdüren ve hala konuşulmakta olan dil sayısı o denli çoktur ki, bu denli çok dil dünyanın hiçbir ülkesinde görülmez. 1971 yılında yapılan nüfus sayımına göre, 1652 anadil ve 67 öğrenim dili saptanmıştır.
Hintli dilbilimciler Hint dillerini; Hintari, Dravit, Çin-Tibet ve Güney-Asya olarak dört ana kümede toplamışlardır. Bugün nüfusun yüzde 73,3’ünün kullanmakta olduğu ve 15 resmi dilden biri olan Hintari dilinin kökeni, Brahma kültürünün din ve edebiyat dili olarak kullandığı, köklü bir geçmişi olan Sanskritçe’ye dayanır.10

Hint Yazını (Edebiyatı)

Hint uygarlığının eski yazınsal yapıtları, önce sözlü aktarmalar, daha sonra Sanskritçe yazıtlarla (kitabelerle) günümüze dek ulaşmıştır. Yazınbiliminin (edebiyatın) her türünü bir araya toplayan ve günümüzden 3500 yıl geriye giden Hint yazını, tarihin en eski yazılı kültür belgeleridir.
Bilgi anlamına gelen ve veda adı verilen yazınsal yapıtlarda, ilahiler ve dualar temel alınmıştır. Ancak, bu yapıtlarda dilde ses uyumu (fonetik), dilbilgisi (gramer), yazım ölçüsü (vezin) ile başka bilim dallarını kapsayan görüşler de vardır.
Hint düşüncesi için tükenmez bir kaynak oluşturan vedalar, 20.yüzyılda yapılan, kimi dinsel, sosyal ve siyasal iyileştirmelere bile esin kaynağı olmuştur. Destansı (epik) şiir biçiminde yazılan ve tarihi bilinmeyen Ramayana ve Mahabbarata adlı iki Hint yapıtı, halk ozanlarınca dilden dile yaşatılarak günümüze dek ulaştırılmıştır. İlki 24 bin dörtlükten, ikincisi 200 bin dizeden oluşan halkın sevdiği bu iki yapıt, Hint yazın geleneği içinde bugün de etkili olan bir yazınsal ölçüt ve düşünce varsıllığı yaratmıştır.

Yontuculuk

Yukarı İndus havzasında yapılan kazılar, Hint yontuculuğunun (heykelciliğinin), Orta Yontma Taş dönemine dek gittiğini ve başlangıcını Kuzey’den getirilen mikrolitik sanayinin oluşturduğunu ortaya koymuştur. Hindistan’ın Orta-Üst bölgelerinde bulunan kaya resimleri ve taş oymalar, özellikle Madhyu Prades’te bulunanlar, Orta Asya’da daha önceki dönemlerde yapılmış olan resim ve yontularla büyük bir benzerlik içindeydi. Bu da Hint yontuculuğunu başlatan öncülerin Kuzey’den geldiğini gösteriyordu.
Başlangıçta kil, ağaç ya da fildişi gibi az dayanıklı malzemelerden yapılan yontularının çok azı bugüne gelebilmiştir. Daha sonra yapılan taş yontular, özellikle de M.Ö.3.yüzyıldan sonra yapılanlar, olağanüstü bir incelik, denge ve estetik içermektedir.
Grek anlayışından ayrımlı olarak sıradan insanlar değil tanrısal varlıklar işlenmiştir. Taş oymacılık ve kabartmacılık yanında tunç işlemeciliğine de önem verilmiştir. Kabartma tekniğinde Hintli yontucular, erişilmez bir ustalığa ulaşmışlar ve tartışmasız bir üstünlük sağlamışlardı. Kayalara oyularak yapılan yontular, tek bir betiyi (figürü) değil yontu kümelerini içeriyor ve betiyler arasında sağlanan denge, eşsiz bir duruş güzelliği oluşturuyordu.11

Hint Müziği

Genel olarak doğaçlamaya (hazırlanmadan duyguya bağlı olarak o anda söyleme) dayanan Hint müziği, kendine özgü ezgileriyle gelişkin bir anlatım biçimine ve etkileyici bir duygu yoğunluğuna sahiptir. Arap ve Türk müziğiyle akraba olan bu müzik, çok sayıdaki yerel topluluğun ölçü biçimleriyle beslenmiştir.
Kuzey Hindistan’da kullanılan notalar, bugüne dek belirlenebilen müzik yazıtlarının en eskilerindendir. Bir müzik parçasının solfej (ezginin uygulanışı) yoluyla çözülmesini sağlayan seslerin, değişik hecelerle belirtilmesini, yani gam’ı Hintliler geliştirdi. Hint Gamı (sa, ri, ga, ma, pa, dha, ni ) 8-14.yüzyıl Doğu aydınlanması döneminde Türkler ve Araplar tarafından kullanılıp geliştirildi; Avrupalılar gam’ı onlardan öğrendiler.
Makamsal olan Hint müziğinde nota, makamların ve ezgilerin basitleştirilmiş biçimlerini göstermeye yarar. En karmaşık ritm kalıplarının bile kağıda geçirilmesi olanaklıdır. Ezgileri yazmaya yarayan nota yanında, değişik hecelerden oluşan ve ritmlerin solfejini sağlayan bir biçim daha vardır. Bu biçimde heceler, çeşitli tekrar vuruşlarının niteliğini (uzun/kısa, kuvvetli/zayıf) belirtir ve müzik eğitimini sağlam bir temele oturtur.12

 Mimari

Ahşabın her zaman önemli rol oynadığı Hint mimarisi; doğrama ve geçme teknikleri, taş ya da tuğla malzemesiyle bütünleşme, iç-dış süsleme gibi konularda, özgün ve gelişkin çok sayıda yapı biçimi üretmiştir.
M.Ö.5.yüzyıldan sonra gelişen ve kutsal emanetlerin saklandığı ya da önemli bir olayın anısına dikilmiş anıtlar olan Stupalar, önceleri çok yalın olan ve yalnızca din görevlilerinin girdiği, zamanla boyutları büyüyerek görkemli yapılar durumuna gelen tapınaklardır. Tapınaklar, özellikle Türk egemenliği döneminde, benzeri olmayan bir incelik ve gösterişe ulaşarak tüm Hindistan’a yayılmıştır.

Hint Uygarlığı ve Avrupalılar

Hint uygarlığı, tarihinin en yıkıcı dönemini, Çin'de olduğu gibi, Avrupalıların 17.yüzyıldan sonra kurduğu sömürge egemenliği döneminde yaşadı. Hindistan'ın dillerden düşmeyen varsıllığı, altın ve değerli malları, dünyaya yayılan Batılıların ana ereğiydi.: her yolu deneyerek buraya gelmeye ve buradaki yeraltı-yerüstü varsıllığına ulaşmaya çalışıyorlardı. Avrupalı denizcilerin tüm amacı Hindistan'a ulaşacak deniz yolları bulmak ve oraya gidebilmekti. 
Hindistan’ı yüzyıllar boyunca sömürge olarak kullanan İngilizler, yalnızca ekonomik ve doğal değerlere değil, bununla birlikte kültürel yapıya da büyük zarar verdi. Hint halkının yoksullaşması yanında bilinçle uygulanan sömürge politikaları sonunda yaygın ve etkili bir kültürel bozulma yaşandı. Ancak, tarihte pek çok dış karışmayı alt eden Hint uygarlığı, İngilizlerle de baş etti ve içinde eritmese de onları Hindistan’dan atmasını bildi. Hindistan bugün, bağımsız olmanın verdiği güçle, ekonomik ve kültürel alanda yeniden bir yükseliş sürecine girmiştir.
İngilizler, Brahman kültürünün sağladığı birleştirici etkiden kurtulmak ve bu kültürün yarattığı ulusal bilinci yok etmek için; Batılılaşma ve uygarlaşma adına, kendine ve topluma yabancılaşmış yoz bir aydın türü yarattı. Bunlar, misyonerlerin ders verdiği İngiliz okullarında okuyor, yönetim organlarında göreve getiriliyordu. Ağır bir yoksulluk içine düşen halk ise, eğitim olanaklarını tümüyle yitiriyor, kültürel kimliğini korumak için kendi içine kapanarak, ülke yönetiminden uzak, bilgisiz ve bilinçsiz bir kalabalık durumuna geliyordu.
İngiliz sömürgeciliği, bir zamanlar dünyanın en ileri uygarlıklarından biri olan Hindistan’ı, 200 yıl içinde o denli yoksul ve umarsız (çaresiz) duruma getirdi ki, tarihinin her döneminde sürekli bir gelişme içinde olan Hint kültürü bu dönemde ağır bir darbe aldı. Batılılar gelene dek kendine özgü barışçı yaşam biçimiyle gönenç içinde yaşayan Hint halkı, büyük bir yoksulluk içine düştü. Kast’ların büyük çoğunluğu, yakın zamana dek hor gördükleri paryalar durumuna geldi. Dönemsel olarak ortaya çıkan kıtlıklar, Hindistan’ın yazgısı (kaderi) olmuştu. 1875’ten 1900’a dek yaşanan 18 kıtlık, 26 milyon insanın ölümüne yol açtı.13 Yalnızca 1943’teki Bengal kıtlığında 4 milyon kişi açlıktan öldü.14

DİPNOTLAR

1              “Büyük Larousse” Gelişim Yay., 9.Cilt, sf.5286
2              “Dünya Tarihi” William H.Mc Neill, İmge Yay., 5.Bas.-2001, sf.121
3              “Türk Tarihinin Ana Hatları” Kaynak Yay., 2.Basım 1996, sf.126-127
4              a.g.e. sf.133
5              a.g.e. sf.134
6              “Büyük Larousse” Gelişim Yay., 4.Cilt, sf.1968 ve “Türk Tarihinin Ana Hatları” Kaynak Yay., 2.Basım 1996, sf.135
7              “Dünya Tarihi” William H.Mc.Neill, İmge Yay., 5.Bas., 2001, sf.133
8              a.g.e. sf. 124 ve 133 ve Büyük Larousse, Gelişim yay.
9              “Türk Tarihinin Ana Hatları” Kaynak Yay., 2.Basım-1996, sf.138
10         “Büyük Larousse” Gelişim Yay., 9.Cilt, sf.5295
11         “Büyük larousse” Gelişim Yay., 9.Cilt, sf.5297
12         a.g.e. sf.5298
13         “L’Asia orientale au XIX e et XX e siecles” J.Chesneaux Paris, PUF, 1966, sf.189; ak.J.Suret-Conale, “Kapitalizmin Kara Kitabı” Evrensel Bas.Yay., 2.Bas., 2001, sf.33
14         a.g.e. sf.33







1 yorum:

  1. RAHMETLİ BÜLENT ECEVİTİN SANSKRİTÇE BÖLÜMÜ MEZUNU OLDUĞUNU DUYAR,KENDİMİZCE DALGA GEÇERDİK.YANİ BİLMEDEN GÜLERDİK AĞLANACAK HALİMİZE.YILLAR SONRA ÖĞRENDİK.HİNT BİZLERE O KADAR UZAKTI Kİ .O KADAR BİLİSİZ-CAHİL DİK Kİ.CEMİL MERİÇ YILLAR ÖNCE HİND İ KİTAPLAŞTIRMIŞ OKUYAN BULAMAMIŞTI.BİLİNÇ DÜZEYİMİZİN ACINACAK DURUMLARDA OLSUĞUNU BELİRTMEK İÇİN YAZDIM.HANGİMİZ HABERDARIZ HİNTTEN.DAHA İLERİ GİDEYİM DÜNYADAN.ATATÜRKLE BAŞLATILAN RÖNESANS HAMLEMİZDE ONUN ÖLÜMÜYLE SONLANDIRILDI.TEK BİR ŞEYE İHTİYACIMIZ VAR O DA ÇALIŞKAN OLMAK DİYEN ATAMIZIN YOLUNA TEKRAR GİREMEZSEK NE RÖNESANSIMIZ OLUR NEDE GELECEĞİMİZ....

    YanıtlaSil