31 Ekim 2017 Salı

HARF DEVRİMİ


1 Kasım 1928’de kabul edilen yasayla, Arap harflerine dayanan Osmanlı alfabesine son verildi ve Türkçe’ye uyumlu Latin harflerine geçildi. Ulusal kültürün, bağlı olarak uluslaşmanın güçlenip yerleşmesi için, bireylerin kolayca anlayıp yazabileceği bir yazı olmalıydı. Arap harfleriyle okuyup yazmak, Türk insanı için aşılması güç bir engel durumundaydı. Karmaşık bir yapıya sahip Arapçada, harfler sözcüklerin başına, ortasına ya da sonuna geldiğinde ayrı seslerle okunuyordu. Bu durum, okuma yazma yaşına gelmiş Türk çocukları için büyük sıkıntı kaynağıydı. Arapçanın gerekli kıldığı ses eşitliğini sağlamak için getirilen; nokta, çizgi ve işaretler, aynı harften farklı ses elde etmede kullanılıyordu. Türkçeye uymayan ve Türkler için gerçek bir dil karmaşası yaratan bu durum, okuma ve yazmayı öğrenme önünde ciddi bir engeldi. Çocuklar, daha önce herhangi bir sözcüğü öğrenmemiş ya da ezberlememişse, o sözcüğü yazamazdı. Bu da, okuma yazmada ezberciliği gerekli kılıyordu.


Yeni Atılım

Atatürk, 5 Haziran 1928’de, yeni ve köklü bir devrimci atılımı başlatmak için İstanbul’a geldi. Tutuculuğun simgesi durumuna gelen ve Türkçeye uyumsuz Arapça harf kullanımına son verecek, yeni Türk alfabesini açıklayacaktı. Hazırlıklarını yapmıştı, uygulamaya geçmek üzere geliyordu. Türk alfabesi ve Türk dili hareketini başlatacaktı.1

Çalışma Yöntemi

Yazı değişimi konusunda yoğun bir çalışma içine girmişti. Büyük bir titizlikle, değişik dillerin abecelerini (alfabelerini) ve Latin harflerini inceledi. Yerli yabancı dil uzmanlarıyla tartıştı. Harflerin kullanışı, verdiği sesler, bu seslerin Türkçeye uygunluğu üzerinde uzmanlaşıncaya dek, her gün saatlerce çalıştı.2 Yeni bir abece oluşturmak üzere bir Alfabe Komisyonu kurdu; bu komisyonun toplantılarına katıldı.3
Dolmabahçe Sarayı, yapılışından beri hiç görmediği bir devrimi yaşıyordu. Burası, bir Osmanlı Sarayı olmaktan çıkmış, içinde gece gündüz coşkuyla çalışılan; açık oturumlar, paneller, konferanslar düzenlenen bir kültür merkezi ya da bir bilim akademisi durumuna gelmişti. Saray salonlarını artık, cariyeler, lalalar ya da hizmetçiler değil; dilciler, tarihçiler, şair ve yazarlar, devlet görevlileri, bilim adamları, milletvekilleri dolduruyordu.4

Yoğun Uğraş

Asya’daki Türk devletleri, 1926’da Latin harflerini kabul etmişti. Bu gelişmeye büyük önem verdi ve uygulamayı ayrıntılarıyla inceledi. Orta Asya Türklerinin Latin harflerine geçmesinin, Arap harflerini kullanan Türkiye’yle ilişkisini güçleştireceğini ve Türk dünyasını ‘birbirinin dilini okumayacak duruma getireceğini’; bu durumun yazı değişimini daha da zorunlu kıldığını gördü5 ve bu yöndeki çalışmalarını yoğunlaştırdı. (Türkiye, 1929’da Latin harflerini kullanmaya geçince Sovyetler Birliği Orta Asya’daki değişimi durdurdu ve bölgesel Kiril alfabesine geri döndü)6
Altı aylık yoğun çalışmadan sonra, altı haftada yeni abeceyi hazırlattı.7 Dil biliminin temel kurallarını kavramış; Türkçe’de Latin harflerini kullanma biçimi, Arapça-Osmanlıca-Türkçe ilişkisi ve yeni harflerle Türkçenin ses uyumu konusunda, neredeyse yetkin bir uzman haline gelmişti.
Çalışmaları ilerledikçe, çözülmesi gereken sorunların büyüklüğünü görüyor, çok güç bir işe giriştiğini anlıyordu. Güçlüklerin üzerine gitmekten çekinmeyen yapısı nedeniyle yılmıyor, güçlükleri aşmak için daha çok zaman ayırıp, daha yoğun çalışıyordu.

Eyleme Geçiliyor

1928 başında, uygulamaya dönük ilk girişimler ortaya çıkmaya başlamıştı. Adalet Bakanı Mahmut Esat (Bozkurt), 8 Ocak’ta Ankara Türk Ocağı’nda, Türk harfleri üzerine bir konferans verdi. Aynı günlerde, harf hareketiyle dilin özleştirilmesi  konusu ele alınıp incelendi.
8 Şubat’ta İstanbul’da ilk Türkçe hutbe okundu. 24 Mayıs’ta, Latin rakamları kabul edildi. 27 Haziran’da, Dil Encümeni kuruldu. 28 Haziran’da, halkın okuma yazma öğreneceği Millet Mektepleri’nin açılması kararlaştırıldı. Aynı gün, Halk Dersaneleri ve Konferansları Yönetmeliği yayımlandı.8
Uzun ve yoğun bir çalışma döneminden sonra, hazırlıklarını tamamladı ve konuyu artık halka duyurmaya karar verdi. Bunu, İstanbul’da yapacaktı. 9 Ağustos 1928 akşamı, Cumhuriyet Halk Fırkasının Sarayburnu Halk Gazinosu’nda düzenlediği geceye katıldı. Burada yaptığı ünlü konuşmasıyla, yazı yenileşmesini halka duyurdu.

Gordion Düğümü

1850’lerden beri sözü edilen ancak somut bir sonuca ulaştırılamayan yazı sorunu, 1928’de, ‘Gardion düğümünü kesen bir kesinlikle’ onun tarafından çözüldü.9
Gerçekleştirilmesi güç bu işi, Türk abecesine geri dönme olarak görüyordu. Harf yenileşmesini, Türkçeye zarar vermeyen; tersine, ona uygun biçimsel değişim olarak görüyor, yeni harfleri, ‘Latin harfleri diye anılmakta olan şekiller’ diye tanımlıyordu.10
Önemli olan, biçim değil, kullanım kuralları ve Türkçeyi geliştirecek yöntemlerdi. Latin harflerini Türkçeye o denli uyumlu kılmıştı ki, bu harfleri, ‘Yeni Türk harfleri’ olarak tanımladı.11

Sorunlar

Yazı yenileşmesinin başarılıp topluma yerleştirilmesi için, dil bilgisi kurallarıyla ilgisi olmayan ve çözülmesi gereken birçok sorun vardı. Tüm resmi evrak, basımevi harfleri, telgraf işaretleri, daktilolar, zaman cetvelleri, okul araç gereçleri, sözlükler, kitaplar, damgalar, her türden tabela, ilanlar, tren ve tramvay tarifeleri, durak ve istasyon adları, biletler... değiştirielecekti.
Bu yalnızca yoğun bir çaba değil, onunla birlikte para ve örgütlenmeyle ilgili bir sorundu. Üstelik, bu işler kısa bir zaman içinde başarılmalı, bunun için de toplumun her kesiminin onay ve desteği alınmalıydı.

Arap Alfabesi ve Türkçe

Arap alfabesi, yapısı gereği Türk yazım kurallarını kendi ses yapısına uydurmaya çalışan, bu yönde zorlayan bir özelliğe sahipti. Bu durum, sözcük yazımında sorun yaratıyor, öğrenme güçlüğüne neden oluyordu. Türk ve Arap abeceleri arasında, ‘kaynağını dillerin toplumsal ayrılığından alan çelişkiler’ ve ses boşlukları vardı.12
Osmanlı Türkleri, eğitim görmüş de olsa, çok kere yazım (imla) yanlışı yapmaktan kurtulamazdı. Toplumda, iki tür dil oluşmuştu. Bir yanda, ‘enderun devşirmelerinin kullandığı, yazılan ancak konuşulmayan saray dili’ öbür yanda ‘kitlelerin kullandığı, konuşulan ancak yazılamayan halk dili’.13
Halkı yazılı edebiyata uzak kılan bu durum, halkla aydınları da birbirinden uzaklaştırmış, Türkiye, aydını olmayan bir halktan ya da halksız aydınlardan oluşan, düşünsel çoraklık içinde bir ülke durumuna gelmişti.
Bu durum kaçınılmaz olarak, uluslaşmanın temel koşullarından biri olan dil birliğinin gerçekleştirilememesine yol açıyor, azınlıklar kendi içlerinde uluslaşırken, Osmanlı İmparatorluğu ümmet toplumu olarak kalıyordu.

Yazı Değil Din Sorunu

Arap alfabesinin aynı zamanda Kuran dili olması nedeniyle, Arapça dinsel bir dokunulmazlık kazanmıştı ve yazı sorunu, din sorunu olarak ele alınıyordu. Bu durum, ulusal dil ve kültürün gelişimini engelliyor, Türk ulusçuluğu düşüncesinin gelişmesine uygun bir ortam oluşmuyordu.
Yeni yazı, yarattığı değişimle, uluslaşmanın koşulu olan kültür birliğinin temelini oluşturdu; dil ve tarih çalışmalarıyla birlikte, ulusal kimliğe biçim verdi.14 Arapça’nın, dinsel bir anlam verilerek kutsanması, dilbilimiyle olduğu kadar dinle de ilgisi olmayan bir bilgisizlik sorunuydu. Oysa, Prof.Cahit Tanyol’un söylediği gibi, “bütün abeceler gibi Arap abecesi de dinden bağımsızdı; harflerde kutsallık aramanın bir anlamı yoktu”.15

“Cumhuriyet’in Başöğretmeni”

Sarayburnu Konuşması’ndan sonra, kurslar, seminerler, tartışmalı toplantılar düzenledi. Ülkeyi bir baştan bir başa gezerek her gün, uzun saatler boyunca ve şaşırtıcı bir enerjiyle halkına abece öğretti. Sıradan insanları yıpratacak bu yoğun çaba, onu ne yoruyor, ne gevşetiyordu.16 Karatahta genç Türk Cumhuriyetinin simgesi olmuştu.17
Köy ya da kentlerde halkın arasına giriyor, gündüz ya da gece her sınıf ve meslekten insanı çevresine topluyor, kimi zaman bir köy okulunda ve isli bir lambanın solgun ışığında18, kimi zaman açık havada, ya da köy kahvelerinde herkese yeni yazıyı öğretiyordu. H.C.Armstrong’un deyişiyle, “doğuştan pedagog (eğitbilimci); açık, kesin, inandırıcı, üstünlüğünün ayırdında, harika bir öğretmendi”.19 Önce halk, daha sonra Meclis, ona çok sevdiği yeni bir san olan ‘Cumhuriyetin Başöğretmeni’ adını vermişti.20
Ona göre, yazıyla başlayan değişim, bilimsel felsefeyi, düşünce yöntemlerini ve yaşam biçimini değiştirecek, toplumun yazgısına yeni bir yön verecekti. Georges Duhamel’in söylemiyle “geçmişteki hiçbir devrimci, Cromwell, Robespierre ya da Lenin, bu kadar uzağa gitmeye cesaret edememişti”.21

Yasa Çıkıyor

Harf yenileşmesinde, önceki devrim atılımlarında yaşanan türden karşıtlıklar pek görülmedi. Halkın yoğun ilgi ve desteği, yasal süreci hızlandırdı ve Meclis 1 Kasım 1928’de, 3153 sayılı Yeni Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkında Kanun’la, harf değişimini zorunlu duruma getirdi.
On bir maddeden oluşan yasaya göre, devlet kuruluşları, 1 Ocak 1929’da yeni uygulamaya geçecek; ancak, basılı kağıt ve yazılı donanımların değiştirilmesi için, 1929 Haziran’ına dek altı aylık ek süre verilecekti. Bu süre sonunda, yeni yazıya geçiş tümüyle bitirilecekti.

Eleştiriler

Değişik gerekçeler ileri sürerek, yazı değişimine karşı çıkanlar, en çok zaman konusunu işlediler. ‘Kesinlikle olmaz’ diyenler küçük bir azınlıktı. Bunların dışında kalan bir küme eleştirici; değişimin, ‘20 ya da 30 yılda adım adım uygulanması’ gerektiğini ileri sürüyor, hızlı değişimin ‘zaten yüzde 10’un altında olan okur yazarları, okumaz yazmaz duruma getireceğini’ ya da ‘öğretmenleri iş yapamaz duruma sokacağını’ söylüyordu.22 Bir başka eleştirici küme, ‘tümüyle Arap harfleriyle basılan gazeteler, okur yitirecek’; gazeteler belki de, ‘böyle bir keşmekeş ve masrafa dayanamayacağı için’ batacak diyordu.23
O ise böyle düşünmüyor, uzun bir geçiş döneminin, bu işin başarılmasını önleyeceğini söylüyordu. Kimileri 10-15 yıla inmişti. En kısa öneri ise beş yıldı. Uygulayıcı konumdaki Başbakan İnönü, ‘en az yedi yıl gerekli’ diyordu.24
Gazetelerin hiç olmazsa bir süre, iki tür yazıyla çıkması önerisini hemen reddetti. “Herkes alıştığı Arapça yazıyı okur, yeni yazı öğrenilmez” demiş ve “bu iş, ya üç ayda olur ya da olmaz” diye eklemişti.25 Somut ve şaşırtıcı bir gerçektir ki, Harf Devrimi üç ay içinde amacına ulaşmış26, değişim bu kısa süre içinde tümüyle gerçekleştirilmişti.

Millet Mektepleri

23 Aralık 1928’de, Millet Mekteplerine kayıtlar başladı. Kurslara, 16-45 yaş arasındaki kadın ve erkeklerden, yalnızca yeni yazıyı öğrenecek okur yazarlar değil, okuma yazma bilmeyenler de katılacaktı. Kurslar okuma yazma bilmeyenler için dört, diğerleri için iki ay sürecek; kadınlar haftada iki, erkekler dört gün ders alacaktı.
Millet Mektepleri’nden, 1936’ya değin, 2 546 051 kişi diploma aldı. 1929’daki dersane sayısı 20 489’du.27 İlk bir yıl içinde diploma alanların sayısı, 1 milyondu. İlginçtir ki, yeni yazıyla okuma yazmayı en kolay öğrenenler, eski yazıyla okur yazarlar değil, okuma yazmayı hiç bilmeyenler ve çocuklardı. Bunlar yeni yazıyla okuma yazmayı kısa süre içinde öğreniyor ve kursa gidemeyen ana babalarıyla aile büyüklerine öğretmenlik yapmaya başlıyordu.28

Meclis Konuşması

Yeni abeceyi kabul eden yasanın görüşüldüğü gün (1 Kasım 1928), Meclis’te yaptığı konuşma, yazı yenileşmesine verdiği önemi ve bu konudaki coşkusunu yansıtan tümcelerle doluydu. Şöyle söylüyordu: “Efendiler! Bu milletin yüzyıllardan beri çözümlenmemiş olan ihtiyacını, birkaç yıl içinde tümüyle sağlamak, gözlerimizi kamaştıran bir başarı güneşidir. Kazanılan hiçbir zaferle kıyaslanamayacak bu başarının, heyecanı içindeyiz. Yurttaşlarımızı cehaletten kurtaracak, sade bir öğretmenliğin vicdani kıvancı, ruh varlığımızı doyurmuştur. Aziz arkadaşlarım; yüksek ve sonsuz armağanınızla, Büyük Türk Milleti, yeni bir aydınlık dünyaya girecektir”.29

 

DİPNOTLAR

1                       “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, III.C., Remzi Kit. 8.Bas. İst.-1983, sf.313
2                       “Atatürk” Lord Kinros, Altın Kitaplar Yay., 12.Bas. İst.-1994, sf.511
3                       “Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri” Kaynak Y., 3.Baskı, İst.-2001, sf.255
4                       “Bozkurt” H.C.Armstrong, Arba Yay., İst.-1996, sf.220
5                       “Atatürk” Lord Kinros, Altın Kitaplar Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.511
6                       “Mustafa Kemal ve Uyanan Doğu” P.Gentizon, Bilgi Yay., 2.Bas., sf.153
7                       “Atatürk” Lord Kinros, Altın Kitaplar Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.511
8                       “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, III.Cilt, Remzi Kit., 8.Baskı, İst.-1983, sf.
9                       a.g.e. sf.11
10                  “Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri-IV” Kaynak Y., 3.Bas., 2001, sf.254
11                  a.g.e. sf.255
12                  “Atatürk ve Halkçılık” Prof.Cahit Tanyol, İs.B.Y., tarihsiz, sf.117-118
13                  “Atatürk” Lord Kinross, Altın Kitaplar Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.510
14                  “Atatürkçü Düşüncede Ulusal Eğitim” Dr.Şerafettin Yamaner, Top. Dön.Yay., İst.-1999, sf.103
15                  “Atatürk ve Halkçılık” Prof.Cahit Tanyol, İs Bank Yay., tarihsiz, sf.124
16                  “Bozkurt” H.C.Armstrong, Arba Yay., İst.-1996, sf.222
17                  “Atatürk” Lord Kinross, Altın Kitaplar Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.513
18                  “Mustafa Kemal ve Uyanan Doğu” P.Gentizon, Bilgi Yay., 2.Bas., sf.153
19                  “Mustafa Kemal” Benoit Méchin, Bilgi Yay., Ank.-1997, sf.300
20                  a.g.e. sf.301
21          "La Turquie, Puissance d'Occident"  Le Figaro, 13.07.1954; ak. Benoit Machin "Mustafa Kemal" sf.299
22                  “Ömer Sami Coşar’ın Derlemeleri” 1928; ak. a.g.e. sf.91
23                  a.g.e. sf.92
24                  “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, III.Cilt, Remzi Kit., 8.Baskı, İst.-1983, sf.
25                  “Çankaya” Falih Rıfkı Atay, Bateş A.Ş. İst.-1980, sf.440
26                  “Yazı Devriminin Öyküsü” S.N.Özerdem, Cumhuriyet Kitap, 1998, sf.96
27                  a.g.e. sf.45
28                  “Atatürk” Lord Kinross, Altın Kitap.Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.514
29                  Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri” Atatürk Araştırma Merkezi, I.Cilt, 5.Baskı, Ankara-1997, sf.377-378





2 yorum:

  1. Türklerin yazin dili hangi dönemden itibaren Arapca ya da Farsca ya dönmüstür? Orhun Yazitlarini üretmis olan bir toplum kilic zoru ile islamlastirildiktan sonra mi yukarida bahsettigim yazin dillerine gecmistir? yoksa sorun göcebe toplum olma dolayisiyla bir eser verememekten kaynaklanan bir üretkensizlik midir? (eser verememek konusunda sosyal bilim acisindan bilgi sahibi degiliz, sadece popüler bilim/tarih baglaminda bildiklerimiz dolayisiyla bu kaniya vardik). Yazilarinizi, kitaplarinizi memleketten uzakta olmamiza ragmen büyük bir heyecan ile takip
    ediyoruz. Avusturya dan Saygilarimizla.

    YanıtlaSil
  2. Sorularına yanıt olabilecek bilgiler, "Antik Çağ'da Küreselleşmye Yönetim Gelenekler ve Türkiye" kitabım ile bu sitedeki yazılarımda var Sevgili Adsız.İzmir'den sevgiler.

    YanıtlaSil