28 Şubat 2018 Çarşamba

20.YÜZYILIN SORGULANMASI



Dünya’nın bugünkü durumunu izlemek, yüz yıllık eski bir fotoğrafa bakmak gibidir. Etkinlik bölgeleri için çatışma, ülkeler ve bölgeler arası gerilim, askeri ve ekonomik savaşım, dün olduğu gibi bugün de yaşanıyor. Gücün belirleyiciliği, geçerli kural olmayı sürdürüyor. Yüzyıl başındaki İngiltere’nin yerini bugün ABD aldı. İngiltere–Fransa sömürgeciliğine karşı Alman tepkisinin yerinde şimdi, ABD–Japonya–Almanya çekişmesi var. Yüzyıl başında dünyanın temel paylaşım alanları ve çatışma bölgeleri, Ortadoğu ve Balkanlar (Türkiye) ile Uzak-Doğu (Çin) idi. Şimdi Çin’in yerini Batı Asya ülkeleri aldı. Türkiye kendisini Çin’den daha önce kurtarmıştı, ancak bugün aynı yere geri döndü.


Yeni Yüzyıl

20.Yüzyıl için birçok tanımlama yapılabilir. Yapılmıştır da. İnsanların yargılarındaki önceliğe dayalı her tanımın, gerçeği ne kadar yansıttığına kuşkusuz tarih karar verecek.
Değerlendirme ve saptamaların tümü, gerçeği değişik oranlarda içinde barındırıyor. Zaman içinde oluşan tarih, kesintisiz, yinelenmez ve değişken bir süreç. Tarih, yaşanır ve ders çıkarılır ancak yinelinemez. Öncesi tarafından belirlenen sonrasını belirleyen sonsuz bir süreçtir tarih.
Yaşamın sürekli akışı içinde, yüzer yıllık zaman dilimleri kuşkusuz herşeyi anlatmıyor. 21.Yüzyıl belki otuz yıl önce başladı ya da yirmi yıl daha sürecek. Önemli olan zaman dilimleri değil, süreçler ve etkileri. Köleci toplum bin, feodal toplum sekiz yüz yıl sürdü. Bu dönemlerde, bir değil birkaç yüzyıl, önemli bir toplumsal değişim olmadan geçti.
20.Yüzyıl kuşkusuz farklı. On ya da yirmi yılda ortaya çıkan gelişmeler, birçok kişinin kavrayamayacağı kadar hızlı. Teknolojik gelişmeler, ülkeler arası ilişkiler, toplumsal dönüşüm ya da çözülmeler olağanüstü hızlanmış durumda.
Kimilerine göre; insanlık, varsıllığı, eşitliği ve evrensel barışı gerçekleştirecek altın çağa girmek üzere. Üretilen değerlerin dolaşımında küresel bir devrim yaşanıyor. Sınırlar önemini yitiriyor, insanlar tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar birbirlerine yakınlaşıyor, evrensel bir uygarlık doğuyor.
Kimilerine göre ise; insanlar, yaşamsal gereksinimlerinin esiri olmadan, ruhlarının ezilmediği, özgür ve barışçı bir yaşam çevresini henüz yaratabilmiş değil. İçinde bulunduğu koşullardan hoşnut olmayanlar, gelecek umutlarını iyimser kılamıyor, geçmişe özleme yöneliyor. Dünyanın büyük bölümünde insanların yoksulluğu artıyor, az sayıdaki varsıl ülke, ayrıcalıklarını yitirmemek için her yolu deniyor.

20.Yüzyılı Anlamak

Geleceğin alacağı biçimi görebilmek için geçmişin doğru kavranması gerekiyor. 20.Yüzyılı anlamadan, günümüzde doğru adım atmak ve kendi geleceğine egemen olmak olası değil.
19.Yüzyıl sanayi devrimi ve nüfus patlaması, Batı Avrupa sömürgeciliğini yeni bir aşamaya getirmişti. Özellikle yüzyıl sonundaki üretim ve sermaye artışları, denizaşırı ülkelerin önemini daha da arttırdı. Tekelleşen büyük şirketler, mal yanında sermaye de ihraç etmeye başladılar. Başlı başına bir güç haline gelen mali sermaye, tekelleşme eğilimlerini hızlandırarak liberal dönemi sona erdirecek yeni bir süreci, emperyalizm dönemini başlattı. Sömürgelerin önemi artarken, ondan daha çok pay almak isteyenlerin sayısı arttı.
Almanya, ABD, Japonya ve İtalya, sahip oldukları toprakların gelişen sanayilerine yetmediğine inanıyorlardı. 19.Yüzyıl sonlarında, dünyanın 43 milyon kilometrekare toprağı, 4 büyük ülke tarafından sömürgeleştirilmişti. İngiltere’nin 27.2, Fransa’nın 11.3, Almanya’nın 2.6 ve ABD’nin 1.6 milyon kilometrekare sömürgesi vardı.1

19.Yüzyılın Mirası

Sömürgecilik yarışına en son katılan ABD, 1898’de İspanya’yı yenmiş, Küba ve Filipinler’i ele geçirmiş ve dünyaya yayılmaya başlamıştı. Amerikan yayılmacılığının kuramını oluşturan Amiral Alfred Thayer Mahan, 19.yüzyıl sona ererken ABD Hükümetine şu öğütleri veriyordu: “Tarihi dikkatle okuyunuz, uluslararası sorunları akıllıca değerlendiriniz. Denizlerde gerekli denetimi sağlamayla; ulusal ticaret, ulusal refah ve ulusal büyüme arasındaki açık ilişkiyi değerlendiriniz ve üzerinize düşen rolü uygulamaktan çekinmeyiniz. Hıristiyan uygarlığını Doğu Asya’nın şiddetli saldırılarına karşı savunmaya hazırlıklı olunuz”.2 Mahan bunları söylerken gelişmeleri yeterli görmeyen Amerikalı Henry Cabot Lodge; “Büyük ülkeler dünyayı paylaşıyorlar. Amerika bu gidişe ayak uydurmalıdır” diye telaşlanıyordu.3
ABD, Mahan’ın önerileri yönünde Deniz Kuvvetlerini güçlendirip dünyadan daha çok pay almaya hazırlanırken, aynı hazırlık Almanya ve Japonya’da da yapılıyordu. Alman generali Baron Walther Vori Lüttwitz şunları söylüyordu: “19.Yüzyılda genel paylaşıma katılmakta çok geciktik. Ancak ikinci bir paylaşım gelmek üzeredir. Bizi bekleyen kaynakların zenginliğini anlamak için; yalnızca Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşü, Uzakdoğu’nun yeni Hindistan’ı olan Çin’in tecridi ve birçok Güney Amerika ülkesinin içinde bulunduğu dengesiz koşullara eğilmemiz gerekir. Herkesi ürkütecek kadar güçlü olmalıyız. Bu konuda artık yitirilecek zamanımız kalmamıştır”.4
Baron Lüttwitz kendi açısından haklıydı. Çünkü Almanya, dünyanın yeniden paylaşılması için 30 yıldır hazırlanıyordu.
1887 yılında Almanya’yı ziyaret eden Amerikalı gözlemci Henry Adams; “Almanya dünya çapında şaşırtıcı bir güç olmuştur. Bu güç onu barut tozu deposu haline getirmiştir. Bütün komşuları onun patlayacağı düşüncesiyle dehşet içindedir ve bu patlama er ya da geç olacaktır”.5

Kıran Kırana Savaşım

20.yüzyıla girilirken, sömürgeler için kıran kırana bir savaşım vardı. Bu savaşımda, amaca yönelik başarı için her türlü girişim yapılıyor; tutucu alışkanlıklardan, inanç ayrımlarından ve yerel karşıtlıklardan yararlanılıyordu. Kabileler, cemaat toplumları ve despotik yönetimli geri ülkeler; kimi zaman askeri eyleme bile gerek duyulmadan, kolayca etki altına alınıyorlardı.
Ancak tüm baskı ve engellemelere karşın, sömürge ve yarı sömürge ülkelerde ulusçu devinim oluşmaya başlıyor ve bu devinimin öncüleri, hem sömürgecilerle ve hem de onların yerel işbirlikçileri olan gerici unsurlarla çatışıyorlardı.

Ulusçu Devinimler

20.Yüzyıl başlarında yayılmaya başlayan ulusçu hareketlerde iki temel eğilim egemendi; daha çok aydınların arasında yaygın olan mandacılık ve genellikle din adamlarının öncülük ettiği, yerel geleneklere dayalı dinsel tepki. Karşısında olduğu gücün niteliğini ve amacını kavrayamayan her iki eğilim de doğal olarak etkili olamadı. Tam bağımsızlık kavramı ise henüz sömürge dünyasının gündemine girmemişti.
Yüzyıl başında, 1898–1901 Çin–Boxer, 1899–1902 Güney Afrika Boer ve 1911–1916 Meksika–Zapata ayaklanmaları ulusal bağımsızlığa yönelen anti–emperyalist savaşımlar değil, yerel ölçekli çatışmalardı. Emperyalizme karşı ilk başarılı karşı çıkış Türk Devrimi’dir. 1919–1923 Türk Kurtuluş Savaşı’nın beklenmeyen başarısı ulusal bağımsızlık kavramını, sömürge ve yarı sömürgelerin gündemine kalıcı bir biçimde sokmuştur.

Petrol Ve Ortadoğu

Süveyş kanalının açılmasından sonra Mısır, petrol bulunduktan sonra da Ortadoğu özel önem kazanmıştı. Başta İngiltere olmak üzere Batılı devletler Süveyş Kanalı ile Uzakdoğu ulaşımını kısaltmışlar ve kolaylaştırmışlardı. Rusya, Trans–Sibiryan demiryolunu bitirmiş, Avrupa ovalarını Çin’e ve Hindistan’a bağlayan eski kervan yolunu canlandırarak Avrasya’da etkili olmaya başlamıştı.
Almanlar, Abdülhamit’den aldıkları imtiyazlarla Bağdat Demiryolu’nu yaparak kendilerine, Uzakdoğu yolunu açmışlardı. Çin merkezli Uzakdoğu, Türkiye merkezli Ortadoğu ve etnik karışıklıklar içindeki Balkanlar, emperyalist devletlerinin aktif mücadele alanları haline gelmişti. Bu alanlar için ortaya çıkan gerilim ve çatışmalar, 20. yüzyılda iki dünya savaşına yol açmıştı.

21.Yüzyıl Başlarken

21.Yüzyıl başlarken bu bölgeler hâlâ birinci derecede çatışma alanlarıdır. Çin, uğrunda çatışılan bir sömürge olmaktan kendini kurtardı ama şimdi petrol ve doğalgaz başta olmak üzere zengin yeraltı kaynaklarıyla Avrasya var. Japonya Uzakdoğu’yu “arka bahçesi” haline getirmek üzere ama özellikle ABD’nin Pasifik’ten vazgeçmesi mümkün değil. Çin, yükselen gücüyle bölgenin yeni oyuncusu.
Batılılar Sovyetler Birliği’nden 1990’a dek uzak durmak zorunda kaldılar ancak Rusya bugün “Çarlığa geri döndü.” Batılılar, Atatürk ve Tito’nun bölgeye yönelik bağımsız politikaları nedeniyle Balkanlar’da uzun süre etkili olamadılar ama Balkanlar şimdi yine “cadı kazanı”.
1938’e dek Türkiye’ye sokulamadılar ama Türkiye artık 30’lu yılların Türkiye’si değil. Ortadoğu’da oynanan “oyun”da, “oyuncular”da aynı. Değişen yalnızca zaman ve teknoloji.

DİPNOTLAR

1      “Dünya 1900” James Joll20. Yüzyıl Tarihi, Arkın Kit, Sayı:1 sf.3
2      “Mahan’a Göre Deniz Gücü”, William E. Livezey, Harp Akademileri Komutanlığı, Deniz Harp Akademisi Yay., 1979, sf.63
3      “Emperyalizme Tepki: Milliyetçilik” G. Barraclough, a.g.e. S:13, sf.243
4      a.g.e. sf.45
5      “The History of Germany Since 1789” Golo Mann,New York: Praeger 1968, sf. 65 aktaranJeffrey E. Garten “Soğuk Barış”Sarmal Yay., sf. 66





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder