16 Haziran 2018 Cumartesi

AVRUPA KÜLTÜRÜNDE TÜRK İMGESİ


Avrupa kültüründe gelenek haline gelen Türk karşıtlığı, Aydınlanma döneminden sonra yoğunlaşmış ve sistemli duruma gelmiştir. Karşıtlık, yalnızca politikacılar içinde değil; sanatçılar, yazarlar, düşünürler ve bilim adamları arasında da yaygındır. Türkiye’de övgü ve hayranlıkla sözü edilen; Ronsard, Voltaire, Diderot, Kant, Hegel, Marks, Engels, Victor Hugo, Pascal, Thomes Moore, Delacroix, George Byron, Edgar Allan Poe gibi farklı nitelikteki düşünür ve yazarlar, aralarındaki ayrılıkları bir kenara bırakarak Türk karşıtlığında birleşmişlerdir. Aydınlanmacılara göre, “uygarlıktan yoksun” Türkler, Avrupa kültürünün “baş düşmanıdır” ve Avrupa’nın “en güzel” topraklarını “kanlı yönetimleri” altına almışlardır. Buraların kurtarılması ve Türklerin “ait oldukları yere sürülmesi” gerekir.

Avrupa Kültürü

Avrupa aydınlanmasında Türk karşıtlığı, kaba bir politikaya dönüştürülmüş; yazarlar, şairler, bilim adamları, aydınlar, diplomat ya da politikacılar tarafından sürekli gündemde tutulmuştur.
16. Yüzyıl’da dönemin önde gelen isimleri; diplomat François Savary de Brêves (Fransa’nın İstanbul elçisi) aydınlanmacı yazarların kitaplarını basan yayıncı Henri Estienne, devlet adamı Baron Maximilien de Sully, Jacques Esprinchard, Jean-Aimes de Chavigny, yeni insancılığın kurucusu yazar François Rabelais (1494-1553), Don Quijote’un yazarı Saavedra Cervantes (1547-1616), ünlü William Shakespeare (1564-1616), Türk karşıtlığının 16. Yüzyıldaki önde gelen isimleriydi.1

Avrupalı ‘Hümanistler’

Aeneas Sylvius, Pope Puis II ve Joannes Bessarion; Batı’da, 16. Yüzyıl aydınlanmasının oluşumunda yeri olan, insancı (hümanist) ve ilahiyatçı düşünürler olarak tanıtılır. Oysa bu ‘düşünürlerin’ insancıllığı, yalnızca Avrupalıları ve Hıristiyanları kapsar. Başka insanları, özellikle de Türkleri dışarda tutar, tutmakla kalmaz kalıcı bir düşmanlığa dönüştürür. Bu üç ‘düşünür’, okullarda verdikleri serbest tartışma derslerinde, Türk karşıtlığı ve Türklere karşı savaş kışkırtıcılığını, sürekli dile getirmiş, bu tutumla ortaya “yeni bir serbest tartışma türü (münazara) çıkarmışlardı”.2
Fransızların büyük değer verdiği, Pierre de Ronsard (1524-1585), 16. Yüzyıl Fransa’sında La Brigade adlı şiir akımını başlatan önemli bir şairdir. Şairin görevinin, “halklara ve krallara yol göstermek” olduğunu söyleyen Ronsard bu yolu, benzerlerinde olduğu gibi, “yeni bir Yunan miti (düş gücüne göre biçim değiştiren düşünce) yaratmaya çalışarak sürekli Türk karşıtlığı olarak göstermiştir”.3
Bir şiirinde şunları söyler: “Tüm bilimlerin ve felsefenin anası, besleyicisi bu büyük şanlı uygarlığın (Yunanistan), böylesine barbar bir milletin (Türklerin) eline düşmesi ne kötü bir talihsizliktir!... Ah! Ne söyleyebilirim ki!... Ah! Olayların sürekli değişimi!... Ah! Işık saçan, asil yüce varlık şimdi karanlıklar içinde kör edilmiş!...”4

Alman “Din Adamı”; Martin Luther

Alman Papaz Martin Luther (1483-1576), Türk karşıtlığını düşünce ve eyleminin temeline yerleştirerek dizgeleştiren Batılıların öncülerinden biridir. Ortaçağ düşüncesine karşı çıkarak dinde reform hareketini başlatan kişi diye tanıtılmıştır. Ancak Hıristiyanlık dinini feodal egemenliğin bir aracı olmaktan çıkararak kentsoyluluğun (burjuvazinin) egemenlik aracı haline getirmeye çalışmıştır.
Bu Alman ilahiyatçısının, Türklere yönelik yargıları şöyledir: “Türkler, Tanrı’nın öfkeli kırbacı, yakıp yıkan Şeytan’ın uşağıdır. Onları yenmek için önce efendisi Şeytan’ı yenmek ve Türkleri tek başına bırakmak gerekir. Türk’ün tanrısı olan Şeytan’ı yenmeden Türk’ü yenmek, kolay olmayacaktır. Şeytan ise bir ruhtur; topla, tüfekle, at ve insanla yenilmez… Bir Türkü öldüren vicdan azabı duymamalı, tersine Hıristiyanlığın düşmanını yok ettiği için vicdanı rahatlamalıdır... Eğer Samson gibi güçlü olsaydım, çaresini bulur hergün bir Türk öldürürdüm...”5

‘Hümanizmin Sözcüsü’ Voltaire

‘Aydınlanma felsefesinin ve yeni insancılığın sözcüsü’ olarak tanıtılan François Voltaire (1694-1778), Avrupa’da yaygın olan Türk karşıtlığının bilgisizliğe dayanan abartılar içerdiğini ileri sürer ancak bunu yaparken karalamayı aşan daha ‘bilinçli’ karşıtlıklar ortaya çıkarır. ‘Fatih’in Ölümünden Sonra Yunanistan’ adlı yazısında; Türklerin ‘yağmacı ve cahil’ olduğunu, ‘güzel sanatları ve tarımı bilmediklerini’, ‘kadınlara kötü davrandıklarını’ söyleyerek, Avrupa’daki Türk karşıtlarına şu öğüdü verir: “Türkler dünyanın en güzel, en büyük topraklarına hakimdirler. Küfür savurmak yerine o yerleri geri almaya çalışmak daha yararlı olmaz mı?”6
Volter’in Rus Çariçesi II. Katerina’ya 1773’de yazdığı mektup yazar ve o sırada Osmanlı İmparatorluğu ile savaşmakta olan Çariçe’ye şunları söyler: “Umarım bundan sonra bombalarınız Türklerin kafalarını patlatır/ezer (crever: gebertmek, oymak, patlamak, ezmek). Umarım Prens Orlof yalnızca buzun üstüne değil, İstanbul’da Atmeydanı’na da zafer takları inşa eder ve böylece Yunanistan’da Milttade’lar, Pheidias’lar (antik çağ yontucuları) yeniden var olur...”7

Ansiklopedist Diderot

Batı aydınlanmasının temel yapıtlarından biri sayılan Ansiklopedi’yi (Encyclopédie) hazırlayan Voltaire’in çağcılı Fransız düşünür ve yazarı Denis Diderot (1713-1784), Türk karşıtlığında benzerlerinin gerisinde kalmaz. Yalnızca bilime, özgür düşünceye ve gerçeğe önem verdiğini söyler ancak konu Türkiye ve Türkler olduğunda, gerçek dışı savlar ileri sürmekten çekinmez.
“Türkler’in Gelenekleri, Hükümetleri, Kanunları ve Dinleri Üzerine Gözlemler” adlı yazısında, Osmanlı İmparatorluğu için şunları söyler: “Oralarda yaşamaya gitmeyelim arkadaşım!... Ey kötülükler ülkesi!... Orada tüm yaratıkları yiyip yutan, yırtıcı bir hayvan var. Bu hayvan, İlerliyor ve yanına yaklaşanları, yakınında olanları parçalıyor. Orası herşeyin yenilip yutulduğu bir ülkedir”.8

Matematikçi Filozof; Kant

Alman aydınlanmasının temelini atan matematikçi, filozof Immanuel Kant (1724-1804) ‘Antropoloji Üzerine Yazılar’, ‘Tarih Felsefesi, Siyaset ve Eğitim Bilimi’ adlı yapıtında Avrupalılarla Türkleri, toplumsal gelenek ve ulusal kimlik açısından kıyaslar ve bilim dışı görüşler ileri sürer.
Kant’a göre, Almanlar, ‘din ve dil birliğini öne çıkaran, çabuk örgütlenen, çalışkan, temiz ve tutumlu’;  Fransızlar, ‘konuşkan, yabancılara karşı nazik, sevimli, yaşam sevinci ve özgürlük istenci yüksek; İngilizler, ‘becerikli, inatçı ve saygınlığa düşkün’ insanlardır. Türkler ise; “doğal gelişim için gerekli olan niteliklerden yoksun, ulus karakteri edinebilme yeteneğine sahip olmayan ve bundan sonra da olamayacak olan, Araplar ve İranlılar gibi çirkin” insanlardır.9

Johann Gottfriend Herder

Alman kültüründe ‘iz bırakanlardan’ bir başka düşünür Johann Gottfriend Herder (1774-1803) “en hoyrat despotizmin egemen olduğu yer” olarak tanımladığı Doğu toplumlarıyla yoğun olarak ilgilenir ve kendine özgü sonuçlar çıkarır. Herder’e göre, “Doğu, hiçbir Batılının tümüyle anlayamıyacağı kadar korkunç etkiler yaratan, sanatı, bilimi ve insanlığı yakıp yıkan kavimlerden oluşur. Hunlar, Cengiz Han komutasında gelerek Avrupa’yı kılıç ve ateşle yakmıştır. Hunlar, Peçenekler ve Türklerin öncülü olan Moğollar ise Asyalı vahşi kurtlar ve dünyanın yıkıcılarıdır”.10
Herder, ‘İnsanlık Tarihinin Felsefesine İlişkin Görüşler’ adlı yapıtında, Türkler için şu görüşleri ileri sürer: “Türkler, yaptıkları saldırılarla Avrupalı devletleri denetim altına aldılar. Avrupa’nın en güzel ülkelerini çölleştirdiler. Bu cahiller, binlerce sanat yapıtını yok ettiler. İçinde yaşayan Avrupalılar için büyük bir zindan olan Türk İmparatorluğu, zamanı gelince çökecektir. Binlerce yıldan beri hala Asyalı barbarlar olan bu yabancıların Avrupa’da ne işi var”.11

‘Diyalektik Düşüncenin Babası’; Hegel

Wilhelm Friedrich Hegel (1770-1831) bilimsel gelişime temel oluşturan diyalektik düşünce yöntemini felsefi kuram haline getiren bir ‘öke (dâhi)’ ve Avrupa aydınlanmasında ‘en az Fransız devrimi kadar etkili’ 12 olan bir bilge olarak değerlendirilir.
Bu düşünür de aynı Kant ve Herder gibi, çeşitli yapıtlarında Doğu ve Türkler için karalama amaçlı yargılarda bulunmuştur. Hegel’e göre, “kaba saba olan Türkler, buluntu bir akla sahiptir. Kendi akılları olmadığı için, başkalarının aklına muhtaçtır”.13
Hegel ‘Tarih Felsefesi’ adlı yapıtında, Avrupa sömürgeciliğini açıktan savunur ve yalnızca Türklerin sahip olduğu toprakların değil, dünyanın tümünün ‘Avrupalıları ilgilendirdiğini’ söyler; Türklerden ‘korkunç güç’ olarak söz eder.14

Karl Marks

Karl Marks (1818-1883) ve Friedrich Engels’in (1820-1895), Batı aydınlanması içinde ayrı bir yerleri vardır. Bu düşünürler, inceleme ve araştırmalarında, kendilerinden önceki düşünürlerden farklı olarak, kentsoylu egemenliğine dayanan kurulu düzeni değil, bu düzenin ‘yıkılmasını’ savunmuşlardır. İşçi sınıfı üzerindeki sömürüye karşı çıkarken eşitlik, özgürlük ve demokrasi gibi tanımları çağdaşlarından değişik yorumlamışlar ve kuramlarını bu yorum üzerine oturtmuşlardır.
Ancak, aydınlanma ve Batı uygarlığı konusundaki bakış açıları, öteki aydınlanmacılardan pek de farklı olamamıştır. Karl Marks, 1853 yılında kaleme aldığı ‘Rus Sorunu’ adlı yazısında; ‘Doğu barbarlığının temsilcisi’ olan Türklerin, Batı uygarlığıyla, kendilerine başkent yaptıkları İstanbul’da karşılaştığını, bu nedenle “Batı uygarlığıyla Doğu barbarlığının İstanbul’da birbirine karıştığını”  ileri sürer.
Ona göre, Bizans İmparatorluğu ‘Batı uygarlığını’, Türk İmparatorluğu ise ‘Doğu barbarlığını’ temsil eder. ‘Türkiye’nin Batı için taşıdığı jeo-stratejik önemi yüksektir’ der ve ilave eder; “İstanbul Doğu ile Batı arasında altın bir köprüdür. Batı uygarlığı aynı güneş gibi, bu köprüden geçmeden, dünya çevresinde dönemez… Sultan, İstanbul’u yalnızca devrim için emaneten elinde tutmaktadır... Batı’nın Roması’nı (kapitalizmi) yıkacak olan devrim, Doğu’nun Roması’nın da (Türk egemenliği) şeytani etkisinin üstesinden gelecektir”.15

Friedrich Engels

Friedrich Engels’in Türk kimliği ile ilgili görüşleri, Karl Marks’ın görüşlerinin farklı değildir ve kimi zaman daha da sertleşerek Herder’in yargılarıyla örtüşür duruma gelmektedir. Avrupa’daki Türk varlığı için ‘ayaktakımının egemenliği’ tanımını kullanan Engels, “Bu varlığın er ya da geç son bulacağını ve Avrupa’nın en güzel topraklarının bu ayaktakımının egemenliğinden kurtulacağını” söyler.
1853 yılında yazdığı ‘Türk Sorunu’ (Die Türkische Frage) adlı yazısında, Türk ve Arnavutları, “uzun süreden beri her türlü ilerlemeye sert biçimde karşı koyan Yunan karşıtı barbarlar” olarak tanımlar ve şunları söyler: “Avrupa Türkiyesi’nde Yunan ve Slav kentsoyluluğunun etki ve varsıllığı sürekli artmakta, Türkler ise her geçen gün biraz daha gerilere itilmektedir. Eğer Türkler, devlet ve asker gücü tekelini ellerinde tutmasalar, kısa sürede yok olup giderlerdi. Türklerin sahip oldukları bu tekel ve uygarlık önünde engel oluşturan güçleri, artık güçsüzlüğe dönüşecektir. Gerçek şu ki, Türkler ortadan kaldırılmalıdır...”16

Fizikçi Pascal

Türk ve Türkiye karşıtlığına, düşünürlerden ayrı olarak, teknik bilimlerle uğraşan bilim adamları da, uzmanlık alanları olmamasına karşın Türk karşıtlığı kampanyasına katılmışlardır.
Örneğin, akışkanlar mekaniğinde kendi adını taşıyan Pascal Yasasını bulan ve teknik işlerle uğraşan Fransız fizikçi Blaise Pascal (1623-1662), Türklerle ilgili hiçbir somut bilgisi olmamasına karşın; “Atalarından aldığı gelenekleri uygulayan bu kadar çok, inançsız kafir Türk’le karşılaşmak ne kadar elem verici” diye yazılar yazmıştır.17

Yunanistan Hamiliği

Türk karşıtlığı özellikle 19. Yüzyıl’da, her alanda ve her zaman, önce Yunan hayranlığıyla başlatılıyor, oradan siyasi alana taşınıyordu. Avrupa’da yerleşik bir politika haline getirilen bu yöntem, 1821 Yunan ayaklanmasının başlatılmasında, propaganda aracı olarak başarıyla kullanıldı.
Victor Hugo, “En Grêce, ô mes amis! Venqeance! Liberte!”(Yunanistan’a arkadaşlar! Öc Alma! Özgürlük) diye şiirler yazıyor, İngiliz şairler Thomas Moore, Laila Rookh benzer şeyler söylüyor, gezginci ozan Corsaize du Hiaour ve Chalde Harold köy köy dolaşıp ‘tutsak’ Yunanistan’a ağıtlar yakıyordu.18 Fransız Ressam Delacroix, ‘Mora’da Yunanlılar’ı öldüren Türkler’in vahşi uygulamalarını’ işleyen tablolar yapıyordu; Delacroix’nın, Yunanlı ‘Chio’nun Öldürülmesi’ tablosu o dönemde çok ünlenmişti. Oysa, Mora’da, Batı kışkırtmasıyla ayaklanan Yunanlılar, sıradışı bir vahşet uygulamış ve binlerce Türkü katletmişlerdi.19

‘Evrenselliğin Dahi Yazarı’; Victor Hugo

1876 yılında Fransa’da kurulan ‘Helen Dostları Derneği’nin kurucularından olan Victor Hugo (1802-1885), Yunanistan’a yaşamı boyunca hiç gitmedi ancak orada yaşadığı izlenimi veren şiirler yazdı. Şiirlerinde işlediği Türk karşıtlığı, ‘hocası’ Chateubriand’ı da aşıyor ve daha sert yargılar içeriyordu.
Davranışını ölene dek sürdüren Hugo, ‘Navarin’ adını verdiği uzun şiirinde, Osmanlı donanmasının 1827 yılında Mora’nın Navarin limanında İngiliz, Fransız ve Rus donanmalarının ortak girişimiyle yok edilmesinden duyduğu mutluluğu dile getirir ve ‘Artık Yunanistan kurtuldu, Byron mezarında Navarin’i alkışladı’ der. ‘Türk Marşı’ adlı şiirinde, Türklerin askeri gücünün acımasızlığından söz ederek Türkleri ‘korkunç’ ve ‘vahşi’ insanlar olarak gösterir; ‘Çocuk’ adlı şiirine ‘Türkler oradan geçtiler’ dizesiyle başlar ve “Türkler oradan geçtiler/Herşey yıkılmış ve yas içinde” dizesiyle bitirir.20

Hugo’nun Barışçılığı

Victor Hugo, yalnızca 19. Yüzyıl’da ve yalnızca Avrupa’da değil, Türkiye’de de; ‘Barışın, özgürlüğün ve kardeşliğin yılmaz savaşçısı’ ve ‘ezilen halkların dostu’, ‘evrenselliğin dahi yazarı’ olarak tanıtılmaktadır. Oysa, Hugo, Türklere ve başka dünya halklarına karşı Avrupalıların, Avrupalılara karşı da Fransızların haklarını savunmaktan asla ödün vermemiştir. Avrupa’yla sınırlı kalan ‘evrenselliği’, Fransa’nın çıkarları gündeme geldiğinde hemen koyu bir milliyetçiliğe dönüşür.
Victor Hugo’nun yaşadığı dönem, Fransız sömürgeciliğinin dünyaya yayılıp yerleştiği bir dönemdir. 1827’den başlayarak 1870 yılına dek, Fransa Cezayir’e yerleşmesini tamamlamıştır. 1881’de Tunus ele geçirilmiş, 1883’te Fransız birlikleri Hindi-Çini’de Annam’ı (Orta Vietnam) ele geçirmiş ve Tankin’i (Kuzey Vietnam) elde etmek için Çin’le savaşa tutuşmuştur.
Hugo, bu gelişmelerle ‘ilgilenmez’ ve yapıtlarında bu konulara eğilmez. Ancak 1876 yılında Osmanlı yönetimine karşı başlayan Sırp ayaklanmasında, büyük bir istek ve coşkuyla Sırpların yanında yer alır. ‘Türklerin uyguladığı baskı ve şiddete’ karşı çıkar ve tam bir ‘özgürlük savaşçısı!’ olur. 1876 Ağustos’unda şunları yazar: “Bu kahraman küçük ulusun (Sırpların) çırpınışı ne zaman sona erecek? Sırbistan’da olanlar, Avrupa Birleşik Devletlerinin gerekliliğini gösteriyor. Katil İmparatorluktan (Osmanlı İmparatorluğu) yakamızı sıyıralım. Bağnazlığı ve despotizmi susturalım! Elde kılıç dolaşan boş inançların ve dogmaların silahlarını kıralım”.21

İngiliz Şair; George Gordon Byron

Batı’da ‘açıklık, neşe, hoşgörü ve özgürlüğün ozanı’ olarak tanımlanan22 İngiliz şair George Gordon Byron (1788-1824), Türk karşıtlığını neredeyse bir yaşam biçimi durumuna getirmişti. Karşıtlığını yalnızca yapıtlarına değil, sahip olduğu büyük serveti kullanarak eylemlerine de yansıtıyordu.
Türk düşmanlığında o denli kararlı ve hırslıydı ki, dengesiz yaşamını bu uğurda harcamıştı. Türklere karşı savaşan Rum çeteleri arasındaki ayrılıkları gidermek ve onları tek bir çatı altında toplamak için Yunanistan’a gelmiş ve 1824 yılında burada ölmüştü. Byron’dan ayrı olarak Amerikalı yazar Edgar Allan Poe’da (1809-1849) aynı duygularla, Türk-Yunan savaşına gönüllü olarak katılmış, ancak o ölmeden ülkesine dönmüştü.

DİPNOTLAR

1        “Crusading Commonplaces : La Nove Lucinge and Rhetoric Against the Turks” Michael J.Heath, Genevre, Droz, sf.9
2         a.g.e. sf.10-11
3         a.g.e. sf.31
4         a.g.e. sf.31
5       “Alman Kültüründe Türk İmgesi” Prof. Onur Bilge Kula, Gündoğan Yay.,  992 ak, Deniz Som Cumhuriyet 15.12.2002
6         “Türkler Müslümanlar ve Ötekiler” Voltaire, derleyen Osman  Yenseni, İş.Bank Yay., 2.Baskı, sf.87-93
7         “Lettres Choisies de Voltaire” Librainie Garnier Freres–Paris-VII., sf.150
8         “Sur les observations sur la religion, les lois, le gouvernemet et les moeurs des Turcs” M.Porter; ak. http: www. teteturc. com /prejuges /prejuges.htm
9         “Batı Düşünde Türk ve İslam İmgesi” Prof.O.B.Kula, Büke Yay., sf.37-42
10      a.g.e. sf.63-76
11      a.g.e. sf.76 ve 77
12      “Felsefenin Temel İlkesi” G.Politzer, Sol Yay., 3.Bas., 1971, sf.39
13     “Batı Düşününde Türk ve İslam İmgesi” Prof. O.B.Kula, Büke Yay., sf.13
14      a.g.e. sf.95, 107 ve 116
15      a.g.e. sf.117
16     a.g.e. sf.145 ve 149
17      “Türkler” Stephane Yerasimos, Doruk Yay.-2002, sf.32
18      “Doğulular için Önsöz” Victor Hugo, Le Livre de Poche Yay., sf.6
19      http : // www. tetedeturc . com /prejudes /prejudes.htm
20      “Çağdaşımız Victor Hugo” Server Tanilli, Adam Yay., 2002, sf.76
21       a.g.e. sf. 232, 233
22      "Büyük Larousse” Gelişim Yay., 4.Cilt, sf.2103






2 yorum:

  1. 10.dipnotta bu bölüm yanlış. "Hunlar, Cengiz Han komutasında gelerek Avrupa’yı kılıç ve ateşle yakmıştır. Hunlar, Peçenekler ve Türklerin öncülü olan Moğollar ise Asyalı vahşi kurtlar ve dünyanın yıkıcılarıdır”.

    YanıtlaSil
  2. Yanlışlık, bana değil Herder’e ait Sevgili Ulvi.

    YanıtlaSil