11 Eylül 2018 Salı

12 EYLÜL NEDİR, NE YAPMIŞTIR



1980 yılı Türkiye için, ekonomi ve siyaset başta olmak üzere, toplumsal yaşamın her alanında büyük bir çöküşün yaşandığı bir kırılma yılıdır. 1980’den söz edilince herkesin aklına doğal ve haklı olarak, silahlı bir hareket yani darbe gelir. Bu, olayın gerçek boyutunu ortaya koymayan eksik bir yaklaşımdır. 12 Eylül sabahı uygulamaya sokulan eylem, sanıldığıya da uygulayıcılarının söylediği gibi; yalnızca terör olaylarının’ zorunlu kıldığı bir sonuçdeğildir. Ülkeyi küresel isteklere sınırsızca açarak, ulus-devlet varlığını ortadan kaldırmaya yönelendış kaynaklı bir tasarımdır. 12 Eylül’le gerçek darbe; Türkiye’nin ekonomisine, siyasetine, aydınlarına ve anlamını Atatürkçülükte bulan ulusal bağımsızlık geleneklerine yapılmıştır. Darbe’nin başlangıcını, 12 Eylül’den değil, 24 Ocak 1980’den başlatmak yanlış olmaz. 12 Eylül, darbenin askeri ayağıdır.


‘Parçalanma’

Kenan Evren, 12 Eylül için, 1983’de kaleme aldığı anılarında şu saptamayı yapıyor: “12 Eylül harekatının başarılı olmaması demek, bir iç savaş sonucu Türkiye’nin parçalanması ve bin seneye yakın bir zamandır bizim olan bu toprakların değişik ellere geçmesi, başka bir deyişle Türklüğün ve Türklerin, Asya’daki diğer Türkler’in durumuna düşmesi demekti”.1
Bunları söyleyen Kenan Evren, darbeyi yerleştirip anayasal düzene bağlayınca ilk işi, Türkiye’yi parçalanmaya götürecek bir çalışma başlatmak oldu. Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etütler Başkanlığı’na bir yazanak (rapor) hazırlattı. Başkan olarak Tümgeneral Mahmut Boğuşlu’nun imzaladığı yazanakta şunlar söyleniyordu: Türkiyemiz bugün tek merkezden idare edilebilme imkanlarını yitirme sınırına gelmiştir... Her il merkezi; yasama, yürütme ve yargı yetkileriyle donatarak, 67 il merkezimizde millet meclisleri kurulmalıdır... Yunanlılar eski Osmanlı vatandaşlarıdır, Yunanistan ile de bir federasyon kurulmalıdır”.2
Tekçi (üniter) devlet yapısını federasyonculuğa dönüştürmek isteyen darbeciler, yönetime el koyarken, ülkenin ‘kan gölüne’ döndüğünü söylemişlerdir. 1980’de, siyasi çatışmanın Türkiye’yi kan gölüne döndürdüğü doğrudur. Darbe’nin amacının, “kardeş kanının akmasını ve terörü önlemek” olarak açıklandığı da doğrudur. Doğru olmayan, 12 Eylül’ü Türkiye’ye yönelik küresel politikadan bağımsız, yerel bir sorunmuş gibi ele alınmasıdır.

24 Ocak Kararlarının Önemi

1979 yılında Başbakan olan Süleyman Demirel, Başbakanlık Müsteşarlığına getirdiği Turgut Özal’a, yeni bir ekonomik istikrar programı hazırlama görevi verdi. Program hazırlandı ancak hazırlayan Özal değil, IMF’ydi. Kısa süre içinde devreye sokuldu ve 24 Ocak 1980’de kamuoyuna açıklandı.
Açıklandığı günlerde uygulanamayan program; daha sonra darbeciler tarafından eksiksiz uygulandı. Bu program; Türkiye’yi tek taraflı olarak yabancı sermayeye açıyor, tarım, ticaret ve sanayide ulusal hedeflerden vazgeçiyor ve günlük kur uygulamasına geçilerek Türk lirasındaki değer yitimi sürekli hale getiriyordu. Milli kambiyo rejimi bırakılıyor, dışalım serbest kılınıyor, kotalar kaldırılıyor ve kamu yatırımları kısılıyordu. KİT’lerin özelleştirileceği, temel ürünlerde destek fiyatlarının kaldırılacağı, ücret artışlarının düşük tutulacağı, tarım ürünlerindeki taban fiyatlarının sınırlanacağıaçıklanıyordu.3
24 Ocak Kararları ancak 12 Eylül gibi, bir diktatörlükle uygulanabilirdi. Emek örgütleri başta olmak üzere mesleki kuruluşlar, dernekler ve partiler kapatılmalı, yasama ve yürütme gücü, sınırsız yetkiyle donatılmış bir yönetime verilmeliydi.
ABD başta olmak üzere Avrupa Birliği’nin demokratik!’ desteği altında; beş kişilik Milli Güvenlik Konseyi’nin her kararı yasa sayıldı. Tüm siyasi partiler, dernekler, meslek örgütleri kapatıldı, yüzbinlerce insan gözaltına alındı, binlercesi tutuklandı, 50 kişi idam edildi.
12 Eylül’ün hedefi, bu iki uygulamada somutlaşan girişimde saklıydı. Cumhuriyet’le kurulan devlet yapısı, bu yapıya biçim veren yönetim anlayışı ve tümünü içine alan siyasi işleyiş, sönüme götürülecek, ulus devlet yapılanması dağıtılacaktı. ‘Tererü önleme’, adıyla ileri sürülen yapay gerekçe, halkı kandırmaya yönelikti. Terör, terörü önleme savıyla yönetime el koyanları oraya getiren küresel güç tarafından yaratılmıştı. Bağımsız iç ve dış politika, sosyal devlet ve ulusal hakları koruma istenci yok edilecekti. Darbenin amacı buydu.

ABD ve Darbe

Amerikan Silahlı Kuvvetleri, yayın organı U.S. Armed Forces, Evren’in yazdığı bu nottan bir hafta sonra çıkan Haziran 1980 sayısında şunları yazıyordu: “Türkiye’deki gelişmeler, öyle bir noktaya gelmiştir ki, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin müdahalesinden başka bir çıkış yolu görülmemektedir”.4
Ulusal değerlerin yaşatılmasında öncülük edecek aydınlar ayırımsız bir biçimde ve benzeri az görülen bir şiddetle ezildiler. Ülkeyi ve ulusu sevmek, onun için bir şeyler yapmaya çalışmak, bağımsızlıktan yana olmak, örgütlenip halka öncülük etmek, en ağır suç olarak görüldü. Sonuçta ortada, ulusal hakları savunan, ülke sorunlarına duyarlı insan kalmadı. Çıkarcılar, işbirlikçiler ve vatan satıcılar, köşe başlarına yerleştiler. Türkiye, Cumhuriyet tarihinin en karanlık ve en sahipsiz dönemine girdi.
ABD Türkiye sorumlusu Paul Henze, 11 Eylül gecesi, yani darbeden bir gün önce, dünyadaki önemli gelişmelerin anında bildirildiği The White House Station adlı birim tarafından arandı ve kendisine Türkiye’de beklenen darbenin o gece yapılacağı bildirildi.5 Bir gün sonra ABD Dışişleri Bakanı Muskie, Başkan Carter’a, “herhangi bir kaygıya gerek olmadığını, Türkiye’de müdahale yapması gerekenlerin müdahale ettiğini” haber verdi.6

12 Eylül ve Aydın Kırımı

Pek çok aydın, 12 Eylül döneminde yaşamını yitirdi, pek çoğu bedensel ya da tinsel olarak sakat kaldı. Türkiye, yalnızca aydınlarını değil, geleceğini de yitirdi. Bağımsızlıktan yana olan bilim adamları, yazarlar, gazeteciler sürekli olarak tehdit altındaydılar. Aydınlar azalıyor, toplumsal değerler yıpranıyor ve herşeyden önemlisi, ülkenin temel dayanağı orduyla aydınlar arasında köklü bir yabancılaşma yaşanıyordu. 1960’da “ordu-millet elele” diyerek eyleme geçen genç aydınlar, artık çok ayrı şeyler söylüyor, ülke eğitimsiz ve duyarsız insanların yaşadığı bir yer oluyordu.
12 Eylül uygulamalarıyla 650 bin kişi gözaltına alındı ve bunların hemen hepsine işkence yapıldı. İşkenceler, yalnızca konuşturmak, bilgi sağlamak amacıyla değil, kişilikleri ezmek, direnme gücünü yok etmek için yapılıyordu. 1 milyon 683 bin kişi fişlendi, fişlenenler kamusal alanlar başta olmak üzere birçok haktan yoksun kılındı. Açılan 21 bin davada 230 bin kişi yargılandı, 7 bin kişinin idamı istendi, 517 kişiye idam cezası verildi, 259 idam dosyası Meclis’e gönderildi. Devrimci ve ülkücüleri içeren 50 kişi idam edildi.7
Halkevleri, mühendis ve tabip odaları, sendikalar başta olmak üzere çalışanlara ait tüm kitle örgütleri kapatıldı; yöneticileri tutuklandı. 98 bin 404 kişi “örgüt üyesi olmak”, 71 bin kişi örgüt yönetmek suçlarından yargılandı. 23 bin 677 dernek kapatıldı. 388 bin kişiye pasaport verilmedi, 30 bin kişi “sakıncalı” olduğu için işten atıldı. 14 bin kişi yurttaşlıktan çıkarıldı, 30 bin kişi mülteci olarak yurtdışına kaçtı. 300 kişi kuşkulu biçimde öldü, 171 kişinin sorgu sırasında “işkenceden öldüğü” belgelendi.  43 kişi “intihar” etti.8
Öğretmen örgütlenmesinde görev alan, önder konumdaki 5 bin 854 öğretmenin işine birkaç ay içinde son verildi. Üniversitelerde 120 profesör ve doçent, Adalet Bakanlığı’ndan 47 hakim atıldı. 400 gazeteci için toplam 4 bin yıl hapis cezası istendi ve bunlara 315 yıl 6 ay hapis cezası verildi. 300 gazeteci saldırıya uğradı, üçü silahla öldürüldü. Zararlı görülen gazeteler, toplam 300 gün yayın yapamadı. 39 ton kitap ve dergi imha edildi. 937 film sakıncalı bulunduğu için yasaklandı.9
Cumhuriyet’in biçim verdiği okullar ve üniversiteler, geleneksel yurtsever çizgisinden uzaklaştırılırken, eğitim açık ve yoğun biçimde dinselleştirildi. Kenan Evren, “imam-hatip okullarında iyi eğitim veriliyor. O çocuklardan zarar gelmez. Türkiye laikliği dinsizlik olarakanlamış, yanlış tatbikatlar yapmıştır. 1930’lardaki laiklik anlayışını yanlış olarak görüyorum” diyordu.10

Darbe’ye Avrupa Birliği Desteği

12 Eylül Darbesi’yle yalnızca Amerikalılar ilgilenmediler. Başta Almanya olmak üzere Avrupa Topluluğu (Avrupa Birliği’nin o zamanki adı) ve Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) içindeki gelişmiş ülkelerin tümü, Türkiye’deki gelişmelerle yakından ilgileniyordu. Birleştikleri nokta, yönetim yapısının değiştirilmesi ve Türkiye’nin küresel güçlerin kullanımına açılmasıydı. Batı başkentlerinde, “Türkiye’nin çok tehlikeli bir yere doğru, hızlı adımlarla” gittiği konuşuluyor, “gidişi durduracak kesin çözümlerin gerektiğinden” söz ediliyordu. Avrupa’nın kararlı ‘demokratları’, konu Türkiye olduğunda darbe destekleyen ‘demokratlar’ haline gelmişti.11
Türkiye’nin Bonn Büyükelçisi olan Vahit Halefoğlu, o günlerdeki siyasi yaklaşımlar konusunda şöyle söyler: “Türkiye’deki olaylar o kadar çığrından çıkmıştı ki, Almanya’daki insanlar dahi bunun bir müdahale ile halledilmesinin doğru olacağına inanıyordu... Türkiye’yi düştüğü badireden kurtarmanın, Batılıların yararına bir hareket olacağına karar verdiler. OECD içinde bir konsorsiyum kurarak, Türkiye’ye her yıl 1 milyar dolardan fazla bir yardım yapma kararı aldılar. Yardım işini yürütmek için de Almanya’yı görevlendirdiler...”12
Dönemin Almanya Başbakanı Helmut Schmidt, darbenin üzerinden henüz 48 saat bile geçmeden bir açıklama yapıyor, “Türkiye artık dipsiz kuyu değil”13 diyerek duyduğu mutluluğu dile getiriyordu.
Schmidt’in açıklamasından bir gün sonra, 15 Eylül’de Avrupa Topluluğu, Türkiye ile “normal ilişkilerin sürdürüleceği”ni açıklıyor, aynı gün Frankfurter Allgemeine Zeitung, Bonn’un Türkiye’ye açık destek vereceğini birinci sayfadan duyuruyordu. Gazetede yer alan haber-yorumda; “Almanya’nın tutumunun her durumda Türkiye’nin iç işlerine etki yapacağı” söyleniyor, “yapılacak mali yardım ödemeleri, generalleri güçlendirecektir” deniyordu.14 Almanya’nın en etkili gazetelerinden Die Zeit’in başyazarlığını yapan Theo Sommer, “Boğaziçi’nde reform şansına yatırım yapıyoruz” diyor, açıksözlü bu yaklaşımıyla, 12 Eylül’ün ekonomiye dayanan ana hedefinin ne olduğunu, belki de en iyi anlatan Batılı oluyordu.15
Almanya, 12 Eylül’ün sıkı biçimde uygulamaya soktuğu 24 Ocak Kararları’nı, büyük bir dikkatle izledi, uygulamaları yönlendirdi. Turgut Özal sık sık Almanya’ya gidiyor, Alman hükümetiyle “garantisiz ticari borçlar, kredi ertelemesi ve yeni ödeme kuralları” ve AB üyeliği gibi konularda görüşmeler yapıyordu. Turgut Özal, 1988 yılında verdiği AB başvuru dilekçesine eklediği kitapcıkta şunları söylüyordu: “Bizi Türk sanarak dışlıyorsanız, bilin ki Türk denecek bir yanımız yoktur. Uygarlık adına neyimiz varsa hepsini Yunanlılardan aldık. Bizim kültürümüz Yunan kültürüdür... Biz, başımızda Türk olmayan yöneticiler bulunmasını yadırgayan bir toplum değiliz. Örneğin, ben Kürt kökenliyim”.16

Son Ve Kesin Vuruş

12 Eylül’le başlayan ekonomik uygulamalar, ulusal pazarı küresel sermayenin kullanımına tümüyle açan süreci başlattı. Silahla kazanılan ve tarihin her döneminde her ülkede gerektiğinde silahla korunan ulusal haklar, küreselleşme ya da serbest ticaret adına ve hemen hiçbir sınır konmadan yabancılara devredildi. Türkiye, Osmanlı’nın son döneminde olduğu gibi bir açık pazar, bir yarı-sömürge durumuna getirildi. Temelinde Kurtuluş Savaşı bulunan ulusal bağımsızlık, savaşsız ve çatışmasız bir biçimde yitirildi. Türkiye, silah gücüyle değil, ekonomi ve siyaset yoluyla egemenlik altına alınarak, silahlı işgalin yapacağı hemen tüm işler, işbirlikçiler aracılığıyla ‘barış içinde’ gerçekleştirildi. Türkiye gizli işgal olgusuyla karşı karşıya kaldı.

DİPNOTLAR

1       “Kenan Evren’in Anıları” Kenan Evren, Milliyet Yay., 1.Cilt, 4.Bas., 1990, sf.19
2       Belgelerle Türk Tarih Dergisi, Şubat 1997, ak.Mehmet Birol Şahin, blog.milliyet.com.tr
3       Büyük Larousse, Gelişim Yayınları, 19.Cilt,  sf.11 827
4       “12 Eylül Saat 04:00” Mehmet Ali Birand, Karacan Yay. 1984,  sf.33
5       “Ülkücü Hareket – I” Hakkı Öznur, Akik, Ankara–1996,  sf.267
6       “12 Eylül Saat 04:00” Mehmet Ali Birand, Karacan Yay., 1984,  sf.34
7       Darbenin Bilançosu, Cumhuriyet 12.09.2000
8       a.g.g. 12.09.2000
9       a.g.g. 12.09.2000
10     “Haftaya Bakış” Ahmet Taner Kışlalı, Cumhuriyet 03.03.1986
11     “Almanya Bize Yardımcı Oldu” Osman Çutsay, Cumhuriyet 17.09.2000
12     “Almanya Bize Yardımcı Oldu” Osman Çutsay, Cumhuriyet 17.09.2000
13     “Darbeye Sosyal Demokrat Destek” Osman Çutsay, Cumhuriyet 20.09.2000
14     a.g.g. 20.09.2000
15     “Darbeye Sosyal Demokrat Destek” Osman Çutsay, Cumhuriyet 20.09.2000
16     a.g.d. 1 Mart 2007





1 yorum:


  1. Amerika Dışişleri Bakanlığı'nın doğrudan müdahalesi doğrultusunda son 20 yılda 20 ülkede renkli devrim ve darbeler yaşandı. Sözgelimi Yugoslavya'da Miloseviçin devrilmesiyle sonuçlanan Buldozer Devrimi, Ukrayna'da Turuncu Devrim, Gürcistan'da Gül Devrimi, Lübnan'da Sedir Devrimi, Kırgızistan'da Lale Devrimi, Kuveyt'te Mavi Devrim, Burma'da Safran Devrimi ve daha niceleri Amerikan devletinin bizzat müdahalesiyle yaşanmış Amerikancı devrim ve darbeleriydi. Bu darbeleri her ülkenin beyinleri yıkanmış ve mankurtlaştırılmış ciğeri dışarıda olan işbirlikleri ile yapmıştı.

    Amerika ve aynı kendisi gibi insanlık düşmanı kültürü içinde olan Batası Batı, kendisi için stratejik veya iktisadi olarak tehdit olarak gördüğü devleti veya bölgeye o devletin içinden kendisi için çalışan adamlarıyla kuşatıyor, darbeler düzenliyor, ülkeleri bu yöntemler ile eline alıyordu.

    Ülkemizde de bugüne kadar yaşanan tüm darbelerin ve darbe teşebbüslerin arkasında Birleşik Amerika Devleti olmuştu. Sözgelimi 12 Eylül 1980 darbesinin mimari ve mihenk taşı da İnsanlık düşmanı Amerika''ydı, 15 Temmuz'un da...

    Sözgelimi 12 Eylül...
    Darbenin olduğu 12 Eylül gecesi, Türkiye'de askerin köşebaşlarını tuttuğu dakikalarda, Amerikan Başkanı Carter, Kennedy Center'daki "Damdaki Kemancı" müzikalini izlemektedir. ABD Türkiye sorumlusu Paul Henze, Beyaz Saray'ın içindeki dünyadaki önemli gelişmelerin anında bildirildiği "The White House Station" adlı birim tarafından aranır ve Kendisine Türkiye’de beklenen darbenin yapılmakta olduğu bildirilir. P. Henza da durumu hemen Başkan'a iletmesi için ABD Dışişleri Bakanı Muskie'e telofon açar.

    Başkan Carter, locanın yanındaki sinyal sesi üzerine telefonu alır. Dışişleri Bakanı Muskie'den: "Türk ordusunun komuta heyeti Ankara'da yönetime el koydu. Herhangi bir kuşkuya ve kaygıya gerek yok, Türkiye’de müdahale etmesi gerekenler müdahale etti.” haberini alır ve Bakanına teşekkür eder. "İyi geceler" der, "Damdaki Kemancıyı izlemeyi sürdürür.

    O dakikalarda Ankara'da saat 03.30, Vaşington'da ise 20.00'dır. Bu olaydan hemen sonra da Başkanla yüz yüze görüşme fırsatı bulan İstihbaratcı P. Henza Başkan Carter'a:" Bizim çocuklar başarılı oldu" diyerek sevincini paylaşır. 12 Eylül'ün perde arkası her şeyi açıklamıştır.

    Tarih böyle bir şeydir. Geçmişi bilmek geleceği algılamaktı. Aynı tuzaklara düşmemekti.

    YanıtlaSil