1 Ekim 2018 Pazartesi

ÇİN DEVRİMİ



1 Ekim 1949 günü Çin Halk Cumhuriyeti kuruldu ve Çin’in bağımsızlığı ilan edildi. 10 milyon kilometrekare toprağı ve 1 milyar nüfusuyla bu büyük ülke emperyalizmin etki alanından çıkıyor ve sosyalist ülkeler arasına katılıyordu. 1 Ekim 1949’da silahlı mücadeleyi bitiren devrim, sürekli kılınan yenileşme atılımlarıyla bugün dünyayı bir başka alanda, ekonomi ve toplumsal kalkınma alanında sarsıyor. 20.Yüzyılın ilk yarısında, insanları kent sokaklarında açlıktan ölen, nüfusunun yüzde 90’nı kırlarda yoksulluk içinde yaşayan kalabalık nüfuslu bu ülke, başka bir ülkeyi sömürmeden nasıl oluyorda dünyanın en güçlü birkaç ülkesinden biri olabiliyor. Bunun yanıtını, özellikle kalkınmak isteyen ezilen ülke insanları vermeli, Çin Devrimi’ni dikkatlice incelemelidir.


Çin Devrimi’nin Özellikleri

Çin Devriminin birinci özelliği, ulusçu olmasıdır. Bu ulusçuluk, uzun süre yabancı düşmanlığına bürünmüş ve kendiliğinden gelme bir direnme içgüdüsü oluşturmuştur. Çinliler yabancılara karşı ilk tepkiyi, 1830 yılında Hıristiyanlaştırma çabalarını yoğunlaştıran misyonerleri sınır dışı ederek gösterdi. Tepkilerin, anti-sömürgeci ve anti-emperyalist bilince ulaşması ise yaklaşık yüz yıl sürdü. 1911 Demokratik Devrimi ile cumhuriyetçi eğilimlerin artması ve özellikle de Kuomintang’ın (Ulusal Halk Partisi) 1923’de yeniden yapılanmasıyla bu bilinç Çin’de yayılmaya başladı.
Çin Devrimi’nin ikinci özelliği, feodalizme karşı olmasıdır. Bağımsızlığın aynı zamanda bir iç mücadele içermesi gerektiği görülerek, emperyalizmin işbirlikçisi konumundaki feodallere karşı savaşım verilmiştir. Bu savaşım, demokratik devrimi tamamlayacak bir eylem olarak görülmüştür.
Çin Devrimi’nin üçüncü özelliği, bir köylü devrimi olmasıdır. Nüfusun yüzde 90’dan çoğu kırda yaşamaktadır. Sanayi yetersiz, işçi sınıfı güçsüzdür. Devrim, kendine komünist diyen partiyle yürütülmüştür ama bu parti ulusçu bir program uygulamış, köylülüğe dayanmıştır.

1899-1949: Çin’de İç Savaş ve Anti-Emperyalist Savaşım Dönemi

20.Yüzyıla girerken ortaya çıkan ve sömürgecileri ülkeden atmayı amaçlayan Boxer ayaklanması; Çin’i, çatışmalarla dolu yeni bir yüzyılın beklediğini göstermişti. Bu ayaklanmadan sonra, İmparator birtakım yenileşme girişimlerinde bulunmuş, anayasal iyileştirme girişimlerinde bulunulmuştu.
1908 yılında, parlamentoyu yalnızca bir danışma meclisi sayan bir anayasa çıkarıldı. Ancak bu tür cılız reform girişimleri, özellikle Güney Çin halkının nefretini üzerinde toplayan Mançu Hanedanı’ kurtarmaya yetmedi. Aynı yıl, İmparator, nedeni anlaşılamayan bir biçimde öldü. Ve yerine 3 yaşındaki Puyi imparator yapıldı. Saray varlığını sürdürmeye çalışırken, aydınların öncülük ettiği ve halkın katıldığı devrimci bir karşıtçılık yükseliyordu.
10 Ekim 1911’de Hankov’da genç subayların başını çektiği bir ayaklanma oldu. Kendiliğinden gelişen ve tekerkçi (monarşist) General Yüen Şikai’in başına getirildiği ayaklanmada, imparatorluğun ejderhalı bayrağı bütün büyük şehirlerde indirilmeye başlandı. 29 Aralık 1911’de ulusal önder Sun Yat Sen Cumhurbaşkanı seçildi. Saray 12 Şubat 1912’de, ünvanlarını korumak, sarayda oturmak ve yılda dört milyon dolar aylık almak koşuluyla imparatorluk haklarını bıraktı ve Cumhuriyet ilan edildi. Sun Yat Sen, 13 Şubat 1912’de Cumhurbaşkanlığından çekildi ve yerine General Yüen Şikai getirildi.
46 gün Cumhurbaşkanlığı yapan Sun Yat Sen, 1866 yılında Kanton da doğmuştu. Honolulu’da Amerikan Koleji’nde ve Hong Kong’da İngiliz üniversitesinde okudu. Hekim diploması aldıktan sonra Amerika ve İngiltere’de öğrenimini sürdürdü. 1900’de Ulusal Halk Partisi’ni (Kuomintang) kurdu. 1904-1910 arası birçok araştırma yayınladı ve konferanslar verdi. Kuomingtang’ı tanıttı. Girişimleri, ticaret ve sanayi kesiminde tutuldu. Partisinin üç temel ilkesi vardı. Ulusçuluk, demokrasi ve toplumsal adalet... Bu ilkelere, Sun Yat Sen’in ünlü Üç Halk İlkesi adı verildi.

Devrimci Dalga Yükseliyor

4 Mayıs 1919’da, hemen tüm büyük Çin kentlerinde büyük boyutlu öğrenci gösterileri başladı. Kendiliğinden gelişen kitle gösterileri, yeni bir devrimci yükselişin başlangıcı oldu. Ve gelecek dönem üzerine belirleyici bir etki oluşturdu. Özellikle Japonların 1915 yılında imza ettirdiği onur kırıcı 21 Dilek Anlaşması’na duyulan sessiz tepki açığa çıktı. Çin ulusçuluğu tüm ülkeye yayıldı.
1920’de Şanghay’da işçi ve aydınların oluşturduğu bir devrimci parti, bir yıl sonra da Çin Komünist Partisi kuruldu. Kuomintang 1923’de Sun Yat Sen tarafından yeniden açıldı. Ulusçu eğilimlerin yükselmesine, Sovyet yardım ve desteğiyle Türk Devrimi’nin yarattığı etki de eklenince, özgüvene sahip daha atak bir devrimci siyaset Çin’e yayıldı.
Az sayıdaki aydın ve öğrencinin bir araya gelerek, Komintern’in desteğiyle kurduğu, Komünist Partisi’nin Çin toplumuna yapacağı etkinin boyutunu o günlerde kimse düşünmemişti. Önceleri Şanghay’ın Fransız bölgesindeki bir kız okulunda, daha sonra bir Güney gölünde kiralanan gemide gizli olarak toplanan, sayıları az düşünceleri çok delegeler, 28 yıl sonra tek başına yönetime gelecek bir partinin çekirdeğini kuruyordu.
1921 Temmuz’undaki ilk parti kongresine elli üyeyi temsilen yalnızca oniki delege katılmış ve bunlar Pekin Üniversitesi profesörlerinden Çen Tu Şiu’yu, parti başkanı seçmişti. Kurucular arasında okumayı yazmayı seven ve üniversitede asistanlık yapan Mao Çe Tung adlı bir akademisyen de vardı.

Komünist Parti ve Çin

Çin Komünist Partisi’nin kurulmasını, birçok kimse siyasi düşlem (fantezi) olarak değerlendirdi. Sanayisi ve işçisi olmayan büyük bir köylü ülkesinde sosyalist siyasetin yürümeyeceği, partinin yaşamak için sosyalist değil demokratik bir program uygulamak zorunda kalacağı söyleniyordu.
Ayrıca, Sovyet desteğiyle kurulan bu partinin ister istemez desteği veren ülkenin etkisine gireceği bunun da siyasi bağımlılığa yol açacağı ileri sürülüyordu. Nitekim Sovyet desteği beraberinde siyasi istekleri de birlikte getirmişti. Rusya’daki siyasi çatışmalar (özellikle Troçki ve Stalin arasındaki) aynısıyla Çin’e yansıyor ve parti birliği açısından son derece zararlı oluyordu. Ayrıca Parti’nin kurulmasına destek veren Sovyetler, Kuomintang’ın önemine daha çok inanıyor, ulusçularla iyi ilişkiler kurmak için Komünist Partisi’ni “harcamaktan” çekinmiyordu.
İzlencesi (programı) ve erekleri ne olursa olsun bu parti, ağırlıklı olarak ulusçu bir savaşım yürüttü. Üyeleri, Kuomintang’a katıldı, kitle içinde örgütlendi. Öteki partilerden farklı olarak savaşım yeteneği yüksek, kararlı ve özverili kadrolar yetiştirdi, halkla kalıcı bağlar kurdu.
Atak ve eyleme dönük tutumu, köylülerce benimsendi. Komünist Parti, Kuomintang’ın programına benzer bir çalışma anlayışı ve strateji uygulayarak hızla güçlendi. Ancak, Marksizm’i temsil etme isteği, öznel (subjektif) bir anlayışın partiye egemen olmasına yol açarken, Sovyetler Birliği’ne bağlılık, politik yaratıcılığı uzun süre köreltti.
1923’den sonra, Sovyet danışman ve uzmanlar Çin’e gelmeğe, Kuomintang ve Komünist Parti üyeleri de, eğitilmek üzere Rusya’ya gönderilmeye başlandı. Moskova’ya giden ilk küme içinde Dr.Sun Yat Sen’in yardımcılarından, genç bir subay olan Çang Kay Şek’de vardı. Çang, örgütlenme tekniği okumuş hırslı bir ulusçuydu. Troçki dahil birçok bolşevik önderle tanıştı, Çin’e döndüğünde Askeri Akademiye atandı ve burada Komünist Parti üyesi Çu En Lai ile 1926’ya dek birlikte çalıştı.

Japon İşgali ve Mao

1931 yılında, Japonlar Mançurya’ elegeçirmeye başladı. Zengin doğal kaynaklara sahip bu bölgenin tümü Japonların eline geçti. Aynı yıl, Mao Çe Tung Güney eyaletlerinden Kiangsi’de bir Çin Sovyet Cumhuriyeti kurdu ve bu Cumhuriyetin ilk başkanı oldu. Avrupalı marksistlerin çalışma yöntemlerinden sıyrılarak köylü kitlesine dayanmaya karar vermişti. Sömürünün ve yoksulluğun beslediği hoşnutsuzluğu savaşçılığa, Çin köylüsünün başkaldırma gizilgücünü (potansiyelini) eyleme dönüştürmek istiyordu. İç savaş süresince bu isteğinde başarı sağladı ve öldüğü 1976 yılına dek tam 45 yıl Çin toplumu üzerine belirleyici düzeyde etkili oldu.
Mao, bir köylü çocuğuydu. Güney Çin’de bereketli toprakları olan bir köyde 1896 yılında doğdu. 1913-1918 arasındaki öğrencilik yılları, politik çalışmalara katıldığı yıllardı. 1918’de Pekin’e gitti. Üniversite Kütüphane yönetici yardımcılığına atandı. Önce Bakunin ve Kropotkin’in yapıtlarını okudu. Daha sonra Marksizme yöneldi. Marksizmi benimsediğinde 27 yaşındaydı. Mao’nun iki erkek ve bir kız kardeşi vardı; üçü de 1930-1943 yılları arasındaki devrimci savaşım içinde can verdi.

Çang Kay Şek ve İçsavaş

Çang Kay Şek, 1933’de Kiangsi’deki Çin Sovyet Cumhuriyeti’ne karşı saldırıya geçti. Ordusuna, Alman askeri uzmanlar danışmanlık yapıyordu. Kızıl Ordu ve köylü milisler geri çekilmek zorunda kaldı ve bu geri çekilme, 1934’deki on bin kilometrelik ünlü Uzun Yürüyüş’ün başlangıcı oldu. Daha sonra, zafere giden yolun bir simgesi olan Uzun Yürüyüş, tam bir yıl sürdü ve Kuzey’in yoksul bölgelerinde bulunan doğal barınaklarda sona erdi.
1936 yılında komünist güçler, Çang Kay Şek’ı ele geçirdi. Ancak, Stalin’in isteğiyle salıverildi. Çang Kay Şek, özeleştiri yaptı ve komünist güçlerle çarpışmayacağını açıkladı. Bu açıklama, Japon işgaline karşı ulusal birliğin başlangıcı oldu.
1937’de Japon ordusu Pekin’e girdi ve Güney’e doğru ilerledi, Şanghay’a çıkartma yaptı. Ancak, Komünistlerin gerilla savaşına başlaması nedeniyle ülke içlerine giremedi. İşgale karşı ulusal savaş, Japonların yenilgisi ile 1945 yılında sona erdi.
İşgalci birliklerin çekilmesi, Komünist Parti’yle Kuomintang’ı, yeniden karşı karşıya getirdi. ÇKP, 1946 yılında Çan Kay Şek güçlerine karşı Halk Savaşı başlattı. 1948’de Mançurya’, 1949 başında Şanghay’ı aldı. Buna karşın, yılın sonuna doğru iç savaşın sonu belli olmuştu. Egemen olduğu bölgelerde uyguladığı tarım politikasıyla köylülüğün desteğini alan Çin Komünist Partisi, 1 Ekim 1949’da ve kuruluşundan 28 yıl sonra yönetime gelerek Çin’in tümüne egemen oldu. Çan Kay Şek, Formoza (Tayvan) adasına çekilerek orada ABD destekli küçük bir devlet kurdu.





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder