24 Kasım 2019 Pazar

ŞAPKANIN DEVRİMİ OLUR MU


Atatürk, 29 Ekim 1933 günü şunları söylemişti; “İdeal ele geçince, ideal olmaktan çıkar, yaşanır bir şey olur... Bazı şeyler, kanunla, emirle, milletçe omuz omuza boğuştuğunuz halde düzelmezler. Adam fesi atar, şapkayı giyer ama alnında fesin izi vardır. Siz sarıkla gezmeyi yasaklarsınız, kimse sarıkla dolaşmaz. Ama bazı insanlardaki görünmeyen sarıkları yok edemezsiniz. Çünkü onlar zihniyetin içindedir. Zihniyet binlerce yılın birikimidir. O birikimi bir anda yok edemezsiniz, onunla boğuşursunuz. Yeni bir zihniyet, yeni bir ahlak yerleştirinceye kadar boğuşursunuz ve sonunda başarılı olursunuz. Önemli olan boğuşmaktan yorulmamak, umutsuzluğa düşmemektir. Milletler böyle ilerler. Yorulan, umutsuzluğa kapılan yenilir. Biz biliyoruz ki, inandığımız şey doğrudur, yenidir, ileridir. Öyleyse; eskiyi, geriyi, işe yaramazı mutlaka yeneceğiz demektir. Çünkü ilerlemenin başka çaresi yoktur. Yaşamak kanunu budur”.x
  
Şapka Devrimi

TBMM, 25 Kasım 1925’te, 671 sayılı ‘Şapka İktisası Hakkında Kanun’u kabul etti. Üç maddelik bu yasa, şapka giyilmesini meclis üyeleri ve kamu görevlileri için zorunlu kılıyor, öbür erkek nüfus için ‘Türk halkının genel serpuşu şapkadır’ diyerek karşıt davranışları konusunu hükümetin yetkisine bırakıyordu. İki hafta sonra, 15 Aralık’ta Ceza Yasası’nda yapılan bir değişiklikle, din görevlileri için bir düzenleme getiriliyor ve sarık ancak cami ve mescitlerde görevli kişilerce giyilebilen bir baş giysisi haline getiriliyordu.1
Yasayı ve bu yöndeki uygulamaları, kimi kesimler ‘şapka devrimi’ olarak tanımladı. Bir kesim, ‘şapkanın da devrimimi olur’ diyerek bu tanımlamayla alay etti. Oysa, bu konu baş giysisi sorunu olarak, Türk toplumunu yüzlerce yıl meşgul etmiş, ayaklanmalara varan çatışmaların nedeni olmuştu. Erkeğin baş giysisi, kadının örtünmesi gibi yenilikçi girişimlere karşı çıkmanın aracı yapılmış, dinci tutuculuğun simgesi olmuştu.

Osmanlı’da Baş Giysisi

Baş giysisi konusunun Osmanlı toplumunda nasıl ele alındığı bilinmeden, ‘Şapka Devrimi’ olarak tanımlanan girişimin gerçek boyutuyla kavranamaz. Baş giysisi, yalnızca Türkiye’de değil İslam dünyasının tümünde, sanılandan ve bilinenden daha önemli bir sorun olmuştur. Baş giysisi, Müslümanlar için din inancıyla bağlantılı, siyasi boyutu olan toplumsal bir olaydı.
Baş giysisi, Osmanlı İmparatorluğu’nda yalnızca giyenin ırkını, dinini, mezhebini değil, mesleğini, sınıfını ve görevini de ortaya koyan bir simgeydi. Toplumsal ilişiklerde önemli yere sahipti. Yalnızca kadınlar değil erkekler de toplum içine başı açık çıkamazdı. İnanç biçimiyle bütünleştirilmişti ve tartışılmaz kurallara bağlıydı.
Padişahın uyruğu olan her birey, ‘toplumsal geleneklere uygun’ bir başlık giymek zorundaydı. Başlığın biçim ve rengini ‘inceden inceye belirleyip’ giyilmesini sağlamak, yerine getirilmesi gereken bir din ve devlet görevi olmuştu.2

Karmaşa

İlk Osmanlı Hükümdarları başlarına yalnızca bal renginde, alt kısmına tülbentten sarık sarılan bir takke giyerdi. Saraya yakın çevreler, külâh adı verilen sivri uçlu başlıklar; Türkmen halk, basit keçe başlıklar kullanırdı.
Her meslek ve toplumsal kesim için ayrı baş giysisi belirlenmişti. Zanaatkarlar, memurlar, dervişler, hekimler, yabancı okul öğrencileri, ozanlar, kadılar, su taşıyıcılar, hamallar, kayıkçılar... ayrı ayrı baş giysisi giyerler, kimin hangi meslekten olduğu, baş giysilerinden anlaşılırdı.
Başlıklardaki renk farkları, Müslümanlarla öbür dinlerden olan uyrukları birbirinden ayırt etmeye yarardı. Hıristiyan ve Musevilere yeşilin her tonu yasaktı; bunların baş giysileri genellikle siyahtı.3
Müslümanlar baş giysisine o denli önem verirlerdi ki, Müslüman mezarlıklarında erkeklerin mezar taşına ölenin mesleğini gösteren baş giysisi işlenirdi. Bu nedenle, hangi ölünün erkek, hangilerinin kadın olduğu ve erkeklerin mesleklerinin ne olduğu mezar taşından anlaşılırdı.
Padişahların baş giysileri, İmparatorluk güçlendikçe gösterişli bir duruma geldi. Taç biçiminde değerli taşlarla süslü, sorguçlu kavuku ilk kez, 1520’de I.Selim (Yavuz) giydi. Kavuk, bir baş giysisi olduğu kadar, gösterişli süsleriyle, Padişahın yüksek konumunun ve devlet gücünün bir göstergesiydi. Batı’daki kral taçlarına karşılık geliyordu.
Kavukun kullanılmasıyla birlikte padişahın kendine bağlı saray subayları arasında, kılıç taşıyıcılar ve arkalıksız sandalye taşıyıcılardan sonra, bir de, selamlık törenlerine üçayaklı ahşap bir sehpayla kavuk götüren, “kavuk taşıyıcılar” ortaya çıkmıştı.4

Ayaklanmalar

Yenilikçi Padişah II.Mahmut, kavuğu kaldırarak baş giysisi konusunda yeni bir düzenleme getirdiğinde, önyargılarla dolu şiddetli bir karşı koyuşla karşılaştı. Hiç kimse, kavuğu çıkarıp fes’i giymek istemedi. Tutucular için kavuk ve sarık, ‘Peygamber’den beri gelen’ bir simgeydi.
Yobaz hocalar, ’sarığımız kefenimizin bir parçasıdır, biz fes giymeyiz’ diyerek, halkı ayaklanmaya çağırdılar. Arnavutluk, Makedonya, Bosna ve Bağdat’ta ayaklanmalar çıktı. İstanbul’daki ayaklanmada, II.Mahmut ‘Gavur Padişah’ denilerek taşlandı. Beyoğlu’nda on bin ev yakıldı.
1829’da ‘kavuğu çıkarmayız, fes giymeyiz’ diyenler, yüz yıl sonra 1925’te, ‘fesi çıkarmayız, şapka giymeyiz’ diye, aynı gerici tepkiyi gösterdiler.5
‘II.Mahmut’un fesinden, Atatürk’ün şapkasına dek’ geçen yüz yılda bir iki küçük yenileşme girişiminde daha bulunulmuş, bu girişimler de benzer tepkilerle karşılaşmıştı. II.Abdülhamit, 1903’te süvari ve topçu birliklerine kalpak giydirdi ancak ulemadan ‘fes, din ve iman göstergesidir’ diye tepki gördü. Enver Paşa, I.Dünya Savaşı’nda özellikle çöl bölgelerinde savaşan askerler için, güneşi biraz önleyen kabalak adı verilen bir baş giysisi geliştirdi, bu girişim de tepki gördü.6
Şapka, 20.yüzyıl başında değil giymek, ağıza alınması bile hoş karşılanmayan bir küfür sözcüğü olarak kullanılıyordu. “Müslümanlar Hıristiyanların iyisine makbul kefere, kötüsüne gavur, en beterine şapkalı gavur“ derdi.7

Yasallaşma

Atatürk’ün şapkayı tanıttığı Ağustostaki Kastamonu gezisinden Kasım sonuna dek geçen üç ay içinde, baş giysisi konusunda yasal bir zorunluluk getirilmedi. Bu süre içinde, halkın büyük bölümü onun şapka önerisini benimsenmişti. Yapılacak yasal düzenleme, önemli oranda kabul gören uygulamayı, Meclis’in onaylamasından başka bir şey değildi.
25 Kasım 1925’te, 671 sayılı ‘Şapka İktisası Hakkında Kanun’ kabul edildi. Yasa, şapka giyilmesini, meclis üyeleri ve kamu görevlileri başta olmak üzere, tüm erkek nüfus için zorunlu kılıyordu. 15 Aralık’ta Ceza Yasasında yapılan değişiklikle, din görevlileri için bir düzenleme yapıldı ve sarık, ancak ‘cami ve mescitlerde görevli kişilerce giyilebilen bir baş giysisi haline getirildi’.8

İslam Dünyası ve Yerel Tepki

İslam dünyası, Türkiye’deki köklü baş giysisi değişimini, genellikle sakin karşıladı. Mekke’de toplanan bir İslam kongresine, Ankara, ‘redingotlu ve şapkalı delegeler gönderdiğinde’, entarili ve sarıklı delegeler, bu davranışı ‘nezaketle’ karşıladılar.9
Dünya Müslümanlarından ses çıkmazken, Türkiye’nin Doğusu’nda sayıları az da olsa kimi kesimler, bu değişime, ‘rejim karşıtı gösterilere yönelerek’ karşı çıktılar. Birkaç Doğu kentinde, hükümet binaları önünde toplanan küçük gruplar gösteri yaptılar; devlet görevlileri için ‘gavur memur istemeyiz’ diye bağırarak halkı ‘din yolunda’ ayaklanmaya çağırdılar.
Sivas’ta, Meclis’te kabul edilen yasayı yeren ve ‘Türk halkının dinsel duygularına seslenen’ duvar ilanları yapıştırıldı, Müslümanlar bu ‘din dışı’ uygulamaya karşı direnmeye çağrıldı. Erzurum’da ayaklanan bir grup, esnafı dükkan kapatmaya zorlayarak ve ‘kahrolsun gavurlar’ diye bağırarak Vali Konağı’na yürüdü. Maraş’ta, göstericiler Merkez Camisi’ndeki ‘yeşil sancağı ele geçirerek’ yürüyüşe geçtiler, sancağı “Hükümet Konağı’na astılar”.10
Rize’de, ayaklanmacılar ‘Jandarma karakolunu basarak’ kente yayıldılar. “Ey Ahali, Ankara’da Mustafa Kemal üç yerinden yaralı olarak doktorlar elindedir. İsmet Paşa ortadan kaldırılmıştır. Dindar paşalarımız hükümeti ellerine aldılar. Şeriatı kurtarıyorlar. Korkacak bir şey kalmamıştır. Erzurum yapacağını yaptı, biz de yapalım” diye bağırıyorlardı.11 Rize ayaklanması Trabzon, Of ve Giresun’a sıçradı. Nakşibendî tarikatına bağlı gericiler, tepkilerini silahlı gösteriye dönüştürdü.12
Doğu bölgelerinde birkaç kentle sınırlı kalan bu tür girişimler, fazla bir etkisi olmadan, ‘başladığı yerde hemen söndürüldü’. İstiklal Mahkemeleri görevlendirilerek, Takrir-i Sükûn yasasına göre yargılamalar yapıldı. Sivas’ta, elebaşı durumundaki Çil Mehmet adlı imam, devlete isyan suçlamasıyla idam edildi; 12 kişi, 3 yılla 15 yıl arasında hapis cezasına çarptırıldı. Olayları teşvik eden, Belediye Başkanı Abbas ve üç yardımcısına 7,5 yıl hapis verildi.
Erzurum’da, üç kişiye idam, iki kişiye onar yıl hapis; Maraş’ta, beş kişiye idam 13 kişiye 3-15 yıl hapis; Rize’de, sekiz kişi idam, elli beş kişiye de 5-15 yıl hapis cezası verildi.13 Hamidiye kruvazörü gözdağı vermek için Rize’ye gönderildi ve kent karşısına demirledi.14

DİPNOTLAR

x       “Atatürk’ün Sofrası” İsmet Bozdağ, Emre Yay., İst.-1994, sf.22-23

1     “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, 3.Cilt, Remzi Yay., 8.Basım, İst.-1983, sf.247-248
2     “Mustafa Kemal ve Uyanan Doğu” P.Gentizon, Bilgi Yay., 2.Bas., sf.83
3     a.g.e. sf.86
4  “Voyage en Turquie et en Grece”, R.P. Robert de Dreux Société d’Edition “Les Belles Lettres”; ak. P.Gentizon “Uyanan Doğu” Bilgi Yay., 2. Bas., Ank.-1994, sf.84
5     a.g.e. sf.88-89 ve 93
6     “Çankaya” Falih Rıfkı Atay, Bateş A.Ş. İst.-1980, sf.431
7      a.g.e. sf.430
8      “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, 3.Cilt, Remzi Yay., 8.Basım, İst.-1983, sf.247-248
9      “Atatürk” Lord Kinross, Altın Kit., 12.Baskı, İst.-1994, sf.485
10    “Mustafa Kemal ve Uyanan Doğu” P.Gentizon, Bilgi Yay., 2.Bas., sf.106
11   “Türkiye Cumhuriyetinde Tek Parti Rejiminin Kurulması 1923-1931” Mete Tuncay, Tarih Vakfı Yurt Yay., 3.Baskı, İst.-1999, sf.160
12   “Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi” İletişim Yay., 5.Cilt, sf.1366
13   “Türkiye Cumhuriyetinde Tek Parti Rejiminin Kurulması 1923-1931” Mete Tuncay, Tarih Vakfı Yurt Yay., 3.Baskı, İst.-1999, sf.158-163
14   “Mustafa Kemal ve Uyanan Doğu” P.Gentizon, Bilgi Yay., 2.Bas., sf.108

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder