21 Nisan 2020 Salı

YAŞADIKLARIMIZDAN ÖĞRENDİĞİMİZ BİRŞEYLER OLMALI


Mimar AYŞE AYDOĞAN

“Acıları paylaşmak insana özgü bir davranıştır; herkese yaraşır, özellikle de başkalarının desteğine gereksinme duymuş ve bu desteği görmüş olanlara.”                                               Decameron Giovanni Boccacio



Karantina

Karantina sözcüğü Latince kökenli “quarantine” yani kırk sayısından geliyor. Salgınları önlemek için, ülke dışından gelenler, o zamanın uluslararası kabulü gereği 40 gün boyunca şehir merkezinden yalıtılmış bir yere kapatılıyorlardı. Özellikle 19. Yüzyılda buharlı taşımanın gelişimi ve kıtalar arası seyahatlerin kısalmasıyla salgınların dünya çapında yayılması yıkıcı bir şekilde artınca, Avrupa’nın kapısı olan Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde çeşitli karantina bölgeleri kurulmuştu. Kıtalar arası eşzamanlı dünya pandemileri dönemi yeni başlamıştı.
Karantina bölgesinden biri, Masmavi Ege Denizi ve yemyeşil çamlar içindeki Urla karantina adasıydı. Buraya, 2017 bahar döneminde İzmir Ekonomi Üniversitesi 4. Sınıf mimarlık öğrencileri ile birlikte mimari tasarım atölyesi çalışması için gelmiştik. Yalnızlığı, demir dökümden sterilize makinaları, yüzyıl öncesinin hijyenik karoları ve duş bataryalarıyla; zamanın durduğu karantina binasının tüylerimizi ürperten bir güzelliği vardı. Tabi o güzel bahar günü hiçbirimiz bundan tam 3 yıl sonra dünya nüfusunun yarısı olan 3,5 milyar insanın eşzamanlı karantinada olabileceğini ne öngörmüş ne de böyle bir olasılığı aklımıza getirmiştik.

Salgınlar

Decameron Giovanni Boccacio, 14. Yüzyıldan bize şöyle sesleniyor: “1348 yılında, İtalya’nın en güzel şehirlerinden birisi olan Floransa’da, veba salgını hüküm sürüyordu. Bu akibet, yaptığımız kötülükler yüzünden semavi kuvvetlerin veya haklı İlahi öfkenin bizi ıslah etmek için getirdiği bir afetti. İnsan zekâsı ve basireti ve bu afete bir çare bulabilen şahısların himmeti ile hastalığın şehre girmesi önlenmişti. Sağlığı korumak için birçok tedbirler alınmış, ayrıca Allah’ın lütfunu dilemek için tövbe ve dua günleri tertiplenmişti. Buna rağmen veba o yılın ilk baharında baş göstermiş ve feci tesirlerini yapmaya başlamıştı. Şehrimizin bu elemli durumunda İlahi ve beşerî kanunların rolleri hemen tamamen ortadan kalkmıştı. Memurlar da papazlar da hastalığa tutuluyor ve ölüyorlardı. Kimse kimseye yardım edecek halde değildi, herkes kendi başının çaresini arıyordu. Hiçbir komşu ve akraba ötekine el uzatamıyor. Birbirlerinin yanına yaklaşamıyorlardı. Kardeş kardeşi, karı, kocayı bırakmıştı, hatta ana baba, ziyaret ve bakım vazifelerini unutarak çocuklarından kaçıyorlardı.”
14. Yüzyılda 1347-1351 yılları arasında Avrupa’yı saran, nüfusunun üçte birini oluşturan 200 milyon insanın ölümüne yol açan veba salgını üzerine Giovanni Boccacio 100 öyküden oluşan eserinde yozlaşmış aşktan, İtalyan burjuvazisinden, ceplerini doldurmaktan başka bir şey düşünmeyen ikiyüzlü din adamlarından, işbirlikçi yargıçlardan, bakanlardan ve krallardan oluşan bir toplum manzarası seçkisi yazarak Ortaçağ feodal düzenin çöküşünün haberciliğini yapar.
Avrupa toplumunda vebanın sonuçları derin olmuştur. Birçok çileden çıkmış Avrupalı Hıristiyan, hastalıktan dolayı Yahudileri ve Müslümanları suçladı. ‘Kara Ölümü’ takip eden katliamlar, tarihteki en kötü anti-Semitik saldırılar arasında yerini aldı. Çoğu Avrupalı aynı zamanda Katolik Kilisesinin öğretilerini ve mevcut siyasi düzeni sorgulamaya başladı. Tanrı böylesine zalim bir hastalığa nasıl izin verebilmişti? Hayal kırıklığına uğramış bazı Avrupalılar, kendilerini kırbaçlayarak ibadet eden ‘kırbaççılar’ gibi radikal tarikatlara yöneldiler. Bunun bir sonucu olarak kiliseye duyulan saygı azaldı. Çoğu tarihçiye göre, veba Ortaçağ’ın feodal düzenini yıktı ve Rönesans’a giden yolu açtı.

21. Yüzyıl Salgını: Korona

Şu anda, dünya çapında 1,35 milyon insanın hastalandığı ve 75 bin insanın öldüğü Covid-19 böyle bir sonuç doğurur mu bilinmez ancak salgının başladığı tarihten itibaren hükümetleri, yöneticileri tarafından hayal kırıklığına uğratılmış milyonlarca insanın akıllarına, vicdanlarına, hatta dünya görüşlerine birtakım sorgulamaları getirdiği ve getireceği açıktır.
31 Aralık 2019 günü Çin’in Dünya Sağlık Örgütü’ne bilinmeyen nedenle gelişen şiddetli bir zatürrenin çıkışını duyurduğu gün ile şimdiye kadarki olaylar dizisine bakıldığında felaketin bağıra bağıra geldiği görülüyor: 31 Aralık 2019: Çin Hükümeti Dünya Sağlık Örgütü’nü bilinmeyen bir nedenle gelişen zatürre ile ilgili bilgilendiriyor. 7 Ocak 2020: Coronovirüs laboratuvar tarafından test ediliyor ve 8 Ocak’ta Çin’in Wuhan kentinde bulunan bir hayvan pazarı ile ilişkili olan bir kişi hayatını kaybediyor. 20 Ocak: Virüsün insandan insana bulaştığı bildiriliyor. Ancak virüsün tespiti ile insandan insana bulaşılıcığının ilanı arasındaki 3 haftalık kritik zaman diliminde Çin Yerel Hükümet’inin üstünü örtmeye çalıştığı Pandora’nın kutusu, en çok üstünü örtmek isteyenlere zarar vererek açılıyor.
Çalışma arkadaşlarına SARS’a benzer bulaşıcı bir virüs olduğu ve koruma tedbirlerinin alınması gerektiğini söyleyen Doktor Li Wenliang ve Ai Fei gibi sağlık çalışanları, yalan haber yaydıkları gerekçesiyle baskı altına alınıyorlar. Doktor Li Wenliang ve Ai Fei sonrasında Hükümet tarafından aklansalar da bulaşıcı salgına karşı korunamadıkları için örtbasın ve bilgi saklamanın hatasını Doktor Li Wenliang hayatıyla ödüyor.
23 Ocak günü 10 milyonluk Wuhan şehri, şehirlerarası tren, havayolu ulaşımına kapatılarak Dünya’da daha önce örneği görülmemiş kapsamlı bir karantinaya alınıyor. Şehir içi ulaşım sistemi iptal edilerek herkesin evinde kalması, zorunlu meslekler dışında kimsenin sokağa çıkmaması sağlanıyor. 30 Ocak’ta sona ermesi gereken Çin yeni yılı tatili 10 gün uzatılarak 2 Şubat tarihine alınıyor. Wuhan’da 10 gün içerisinde 1500 yataklı acil sahra hastanesi inşa ediliyor. Wuhan şehrini kapsayan önlemler tüm Hubei eyaletine yayılarak 60 milyonu etkileyen bir duruma geliyor.

Çin’deki Önlemler

Karantina önlemleri ülkenin tümüne yayılıyor; kısmı karantina önlemleri alınıyor. Okullar süresiz tatil ediliyor. Müzeler, sinemalar, toplanma yerleri, restaurantlar, eğlence yerleri kapatılıyor. Telefon üzerinden tek tek insanlar izlenerek, virüs ile ilişkisi olan herkes teker teker izole ediliyor. Wuhan Merkez Hastanesinde günde 1500 hasta tedavi ediliyor. İnsanların maskesiz dışarı çıkması yasaklanıyor. Ülke çapında her mahalleye hükümet tarafından atanmış gözlemciler yerleştiriliyor. Kurallara uymayanlara yaptırımlar getiriliyor. Neredeyse tek tek apartman bazında herkesin giriş çıkışları kontrol ediliyor. Dışarıdan misafir gelmesi yasaklanıyor. Çalışanlarına günde iki adet maske ve hijyen ofis kuralları sağlayamayan işyerlerinin işe başlamasına izin verilmiyor. Wechat ya da Alipay gibi telefon uygulamaları üzerinden indirilen günlük sağlık kodları taratılarak, bilim kurgu filmlerine taş çıkartacak kapsamlı bir izleme ve takip mekanizması uygulanıyor.
Çin Hükümeti’nin aldığı önlemler katı ve kişi özgürlüklerini kısıtlayıcı olarak eleştirilse de kamu sağlığını koruma açısından sonradan diğer dünya ülkelerinin örnek alacağı bir sistem haline geliyor. Çin Kültür’ünü “yarasa çorbası”na indirgeyenlerin böyle bir önlem beceresini anlamaları olanaksız. Çinliler kendi ülkelerine “Zhongguo” yani “Orta Ülke” derler. Ancak Çin, coğrafi konumu dolayısıyla Dünya’nın geri kalanından yalıtılmış “uçtaki ülke” sıfatını daha çok hak eder kanımca. Batısı ve Kuzeyi çöller, bozkırlar ile Dünya’nın çatısı olarak adlandırılan Himalaya dağları, Doğusu ise Dünya’nın en büyük okyanus engelleriyle Çin adeta yalıtılmış bir çember içine alınmıştır. Çin binlerce yılda inşa ettiği Çin Seddi ile kendi içine dönüp kapanabilme, kendi öz kaynaklarına dönerek “Tek Başına bir Dünya” gibi bağımsız hareket etme becerisine ve pratiğine sahiptir.

Virüs Dünyaya Yayılıyor

30 Ocak Dünya Sağlık Örgütü acil durum ilan ediyor.2 Şubat Çin dışında Filipinler’de ilk ölüm görülüyor. 10-15 Şubat arası uluslararası vakaların çıkışı gözlemleniyor. Başta komşu Asya ülkeleri olmak üzere virüse karşı önlemler alınıyor. 15 Şubat günü Fransa’da ilk ölüm gerçekleşiyor. 19 Şubat: Güney Kore’de sonradan tüm dünyanın tanıdığı 31 nolu hastaya kadar virüs vaka artışları normal seyrederken hastanın kaçması ve Daegu kentinde bir ayine katılmasıyla virüs birkaç gün içerisinde yüzlerce kere katlanarak kontrolden çıkmaya başlıyor. Ancak SARS ve MERS salgınlarından derslerini çıkarmış Güney Kore 17 gün içinde virüs tespit kiti geliştirip ülke çapında laboratuvar ağı kurarak günde 20 bin üzerinde test uyguluyor, enfekte vakaları teker teker gözlem altında tutarak virüs artış eğrisini tüm dünyaya örnek olacak şekilde aşağıya doğru kırmayı ve ölüm oranını binde 8’lerde tutmayı başarıyor. Azami test, hızlı izolasyon ve sıkı takip yöntemi tüm ülkenin karantinaya alınmasına gerek duyulmadan hayata geçirilerek salgın ile savaşta dünyaya Çin’in takip katılığından daha esnek, örnek bir mücadele yöntemi gösteriyor.
19 Şubat ve 21 Şubat günleri sırasıyla İran ve İtalya’da virüse bağlı ilk ölümler gerçekleşiyor. Ancak 24 Şubat İran için tarihi bir gün olacaktı. Kutsal Qum şehrini dini ziyaretlere kapamayan, bir yandan Çin’e bir milyon maske gönderirken, diğer yandan ülke içinde yeterli önlem almayan İranlı politikacılar, Sağlık Bakan yardımcısının virüse yakalandığı haberi ile tüm parlamento üyeleri test edilecek ve 20’ye yakın vekilin test sonucu pozitif çıkacak, Sağlık Bakanı Haririri’nin terleyen alnını mendiliyle sildiği basın toplantısı belleklere kazınacaktı. Sağlık önlemlerinin dinin ve politikanın boyunduruğundan çıkaramayan ülkede, virüs çok kısa bir sürede katlanarak artıyor. İran, virüsle savaşta kötü örnek dünya kamuoyunda yerini alıyor.. Tüm dünya bilim adamlarınca virüsün doğal evrimle geliştiği, laboratuvar virüsü olmadığı kanıtlansa da 23 Mart günü İran Dini Lider’i Ayetullah Hamenei virüsün biyolojik bir silah olduğu ve İran’ın düşmanı Amerika tarafından yaratıldığını söyleyecek, öte yandan Trump Hükümeti İran’a insani yardım kapsamında olsa dahi firmalara yaptığı ambargo baskısını geri çekmeyecekti. İki tarafta, Dünya çapında bir sağlık kıyameti koparken, kamu sağlığını politikaya kurban edeceklerdi.

İtalya

29 Şubat günü İran’da vaka sayısı 593, ölüm 43; İtalya’da vaka sayısı 1128, ölüm 29; Güney Kore vaka sayısı 3150, 17 ölüm; Çin’de ise vaka sayısı 80 bine yakınken ölüm 2835 olarak kaydedilecekti. 7-8 mart gecesi İtalya, kuzey bölgeleri Lombardiya başta olmak üzere 14 bölgeyi 16 milyonluk nüfusunu ile birlikte katı bir karantinaya alacaktı. Tüm ülke çapında okullar, sinemalar, müzeler, spor salonları kapatılarak, çalışanların evden çalışması kararı alınacaktı. Ancak Geç gelen önlemler yüzünden çığ gibi büyüyen hastaların tedavisi yapılayamayacak hatta cenazeleri kaldırılamayacaktı.
19 mart günü en ağır kayıpları veren Bergamo kentine asker sokularak, ölülerin cesetleri yedi farklı şehirdeki krematoryumlara taşınacaktı. Aynı gün Bergamo Belediye Başkanı Giorgio Gori şehrin ölüm kayıtlarını tutmakta zorlanıldığını, asıl rakamın açıklandığından daha da yüksek olabileceğini söyleyecekti. 21 Mart’ta lack-down “karantina” tüm ülkeyi kapsar duruma getirilecekti. Açık spor alanları, bahçeler, parklar gibi her türlü toplanma alanları kapatılacak, karantina kurallarına uymayanlar cezalandırılacaktı. İtalya’nın kaderini iki hafta geriden gelerek sırasıyla İspanya, Fransa, İngiltere ve Amerika izleyecekti. Almanya düşük ölüm istatistiği nedeniyle bu kaderi biraz da olsa değiştirmesini bilecekti. Alınan geç önlemler, artan ölümler, uzayan karantinanın yol açtığı ekonomik krizler olarak halka geri dönecekti. İlk ölümün vakasının 15 Şubat’ta kaydedildiği Fransa’da, 7 hafta sonra bugün hala koruyucu maske gibi tıbbı korunma malzemeleri sıkıntısı yaşanıyor. Sağlık çalışanlarına bir hafta için sadece 16 adet maske dağıtılabiliyor. Günlük test sayıları Güney Kore’nin yanına yaklaşamadı, askerin sahaya sokulması dahil alınan katı önlemler İtalya’da Çin disiplini ve kitleleri kontrol etme becerisinden kat ve kat zayıf kaldı. Çünkü, tüm ülkeyi karantinaya almak çok katmanlı ve karmaşık bir süreç ve Avrupa Ülkeleri’nin bu krizde üzülerek sınıfta kaldıklarını gördük. Dünyanın dört bir yanında milyarlarca insan yönetildiğimiz şu çarpık düzenden çok daha fazlasını hakkediyor.

Avantajını Kullanamayan Türkiye

Türkiye virüs salgınına geç yakalanma avantajını kullanamayarak virüsün en hızlı yayıldığı birinci ülke durumuna düştü. Savaş, doğal afet, salgın gibi olağanüstü durumlarda ülkenin ekonomik yıkımını önüne geçmek için her ülkenin ‘Yedek Akçe’si vardır. Başka bir kullanıma devredilemeyen Merkez Bankasında Türk Lirası olarak tutulan Yedek Akçe, 2019 yılında Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın hazırladığı bir kanunla bütçeye aktarıldı. Bankanın yıllık safi karının yüzde 20’sini Yedek Akçe’ye ayrıldığını belirten madde kaldırıldı. Bıçak sırtı giden ekonomik koşullarda, günlük geçimini zor sağlayan halk, yardım edilmeyi beklerken, kendisinden para istenilen İBAN numarası ile karşılaştı.
Decameron Giovanni Boccaio, burada da karşımıza çıkıyor ve bize 672 yıl önceden sesleniyor: “Din adamlarının yerlere sürünen bol cüppelerine, yüzlerinin yalancı solgunluğuna bakın. Bir şey istediklerinde alçalıp yumuşayan, kendilerinin de işledikleri kusurları işleyenleri azarladıklarında yükselip kükreyen seslerini dinleyin. Kendilerinin de, bizlerin de ruhlarımızın kurtuluşu için, onlara bağışta bulunmamız gerektiğini söylerler bize. Üstelik, cennet zaten onların malıdır, biz ölümlüler yaşarken yaptığımız bağışlarla orantılı olarak, cennette bir yer edinebiliriz kendimize. Elimdeki kanıtları açıklayacak olsam, bol cüppelerinin altında neler gizledikleri ortaya dökülecek.”
Bu deneyim bize çok şey gösterdi, öğretti ve öğretmeye de devam ediyor. Öncelikle, vatandaşlarının vergi birikimlerini, kendi yarattığı sonrasında da korumaya yemin ettiği nükleer, biyolojik, asimetrik bilumum savaşa ve teröre yatıran hükümetlerin, bu virüs savaşında vatandaşlarını korumakta ne kadar aciz olduğunu öğrendik. Kıyamet sonrası bilimkurgu senaryoların (Apokaliptik), komple teorilerinin, dini hurafelerin, İsa’nın geri dönüşü hikayelerinin, toplumların korkularıyla mücadelede hala ne kadar etkin olduğunu gördük. Buna bağlı olarak insanoğlu olarak bilincimizin 2020’de hala ne denli ilkel kaldığını anladık. Yaşam alışkanlıklarımızı değiştirmede nasıl zorlandığımızı, bazı şeylerin öneminin farkına varmada ne kadar gecikebileceğimizi öğrendik.Bunun faturasının ağırlığıyla karşılaştık.
Dünya üzerinde her insan, yaşamını sürdürmek için çalışır. Tüm eksiklere, kötü politikalara, uyarılarının dikkate alınmamasına rağmen, ağırbaşlı bir sessizlik içinde görevini yapan sağlık çalışanlarıyla tanıştık. Onların işinin, her iş gibi olmadığını öğrendik. Medya, para ve sömürü sarmalında pompalanan, sözümona mesleklerin yarattığı sahte ünlülerin anlamsızlığını anladık. Dışarıda kıyamet koparken, ekmeğimizi, suyumuzu, temel gıdalarımızı üreten, marketlere taşıyan, reyonlara yükleyen ‘görünmez’ insanların toplumun yaşamında ne kadar temel bir görevi yerine getirdiklerini kavradık. Çin’de, İran’da, Türkiye’de, İtalya’da, Newyork’ta; işlerine giden sağlık çalışanlarını evlerinin balkonlarından minnetle alkışlayan insanların varlığı bize umut verdi. Toplumsal dayanışmanın toplumun belkemiği olduğunu bir kez daha görerek, sevgimizi ve umudumuzu geleceğe taşıdık. Ve tabi bu fiziksel mesafenin her birimizi eve hapsettiği dönemde birlikteliğin, el ele yürümenin, sevdiklerimizle olabilmenin, yakınlığın değerini ve yoksunluğunun acısını da öğrendik.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder