13 Eylül 2013 Cuma

SAKARYA MEYDAN SAVAŞI'NIN ÖNEMİ





13 Eylül, Kurtuluş Savaşı’nın dönüm noktasını oluşturan Sakarya Zaferi’nin yıldönümüdür. Sıradışı yoksulluk içinde kazanılan bu savaşın, günümüzde ders çıkarılacak birçok yönü vardır. Savaşan askerler üniformasızdır ve paçavraya dönen giysiler içindedir. Yüzde yirmi beşinin ayakları çıplaktır. Silah donanımı eksiktir. Açlığını gidermek için doğadan ot toplayıp yemektedir. Ön safta çarpışan subayların yüzde sekseni, erlerin yüzde altımışı ya şehit olmuş ya da yaralanmıştır. Kurtuluş Savaşı’nın önderine ve savaşı kazanan orduya saldırmanın moda olduğu günümüzün ihanet ortamında Sakarya’yı anımsatmak istedik.


Sakarya’nın Önemi


Eskişehir ve Kütahya savaşları sonunda Yunanlılar, “strateji ve taktik bakımından” başarı sağlamış görünüyordu. Kral Constantine, “Türklerin işini bitirdik” diye açıklamalar yapıyor, Yunanistan’da şenlikler düzenleniyordu. Ancak, önlerinde kutlanacak bir yengiyle sonuçlanması çok güç bir savaş vardı. Türk Ordusu’nun “ne tümünü ne de bir parçasını” yok edebilmişlerdi. Koskoca ordu “çabucak gözden kaybolmuş” Anadolu yaylasının “uzun ve yorucu yollarında ülkenin canevine”, Ankara’ya doğru çekilmişti.1 Türk Ordusu, yengi almış görünen Yunanlılar’dan daha az yitik vererek, hemen tümüyle, “Ankara’nın 80 kilometre önünde, Sakarya dirseğine” yerleşmişti. Burası, “Mustafa Kemal’in durulmasını istediği yerdi.” 2

Meclis’te Durum ve Olağanüstü Yetki

Meclis’te, geri çekilmenin yarattığı üzüntülü bir hoşnutsuzluk vardı. Kimi milletvekilleri, onun Başkomutanlığı üzerine almasını ve savaşı cepheden yönetmesini istiyordu. Hem kendine yakın olanlar, hem de eleştirenler aynı kanıdaydı. Milletvekillerinin tam desteğini alarak Başkomutanlığı kabul etti. Ancak, Meclis’in sahip olduğu yetkinin tümünü, “üç aylık geçici bir süre için” üzerine almak ve kullanmak istiyordu. Orduyu “savaşın bundan sonraki dönemine”, gereken hızla ancak böyle hazırlayabilirdi.3
Önerisi, kimi karşı çıkışlara karşın kabul edildi ve “Başkomutan, ordunun maddi ve manevi gücünü büyük ölçüde arttırmak ve yönetimini bir kat daha sağlamlaştırmak için, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin bununla ilgili yetkisini Meclis adına eylemli olarak kullanabilir” denilerek yasalaştırıldı.4 Vereceği buyruklar, artık yasa sayılacaktı. Bir meclis, hiçbir zorlama altında kalmadan, kendi özgür iradesiyle, üstelik oybirliğiyle, yetkisini tek bir kişiye devrediyordu. Bu, örneği olmayan bir yetki devriydi. Kendi deyimiyle, “bu onurlanmadan dolayı” teşekkür etmek için kürsüye çıktı ve “Meclis’in bana gösterdiği güvene yaraşır olduğumu az zamanda göstermeyi başaracağım” diyerek şunları söyledi: “Efendiler, zavallı ulusumuzu tutsak etmek isteyen düşmanları, ne olursa olsun yeneceğimize olan iman ve güvenim, bir dakika olsun sarsılmamıştır. Şu anda, bu inancımı yüce kurulunuza, bütün ulusa ve bütün dünyaya karşı ilan ederim.”5

Halktan İstenenler

Başkomutanlığı üzerine aldıktan sonra, birkaç gün Ankara’da çalıştı. Genel Kurmay ve Milli Savunma Bakanlığı’nın çalışmalarını Başkomutanlık katında birleştirdi ve öbür bakanlıklarla eşgüdümü sağlayacak yeni bir bürokratik yapılanmaya gitti. Ordunun; insan, taşıt, yiyecek, giyecek gereksinimlerini karşılamak için; 7 Ağustos’ta, Ulusal Vergi Buyruğu’nu (Tekalif-i Milliye Emri) yayınladı; 8 Ağustos’ta, Ulusal Vergi Kurulu’nun (Tekalif-i Milliye Komisyonu) kurulduğunu açıkladı. On ayrı buyrukla, halktan, elinde ordunun işine yarayacak ne varsa, vergi olarak kurula teslim etmesini istedi.
İki sayılı buyruğa göre, tüm yurtta her aile, birer kat çamaşır, birer çift çorap ve birer çift çarık hazırlayıp kurula verecekti. Üç sayılı buyrukla, tüccarın ve halkın elindeki; “bez, kaput bezi, pamuk, yıkanmış yıkanmamış yün, tiftik, kumaş, kösele, sarı ve siyah meşin, dikilmiş ya da dikilmemiş çarık, potin, kundura çivisi, tel çivi, saraç ipliği, nallık demir ve nal, mıh, yem torbası, yular, belleme, kolan, kaşağı, semer, un, arpa, fasulye, bulgur, nohut, mercimek, kasaplık hayvan, şeker, gaz, pirinç, sabun, yağ, tuz, zeytinyağı, çay ve mum” stoklarının yine yüzde kırkı, parası sonra ödenmek üzere alınıyordu. Yedi ve sekizinci buyrukta, ordunun silah ve donanım gereksinimlerini karşılayacak maddeler isteniyordu. “Savaşa elverişli bütün silah ve cephane, benzin, vazelin, gres yağı, makine yağı, kamyon ve otomobil lastiği, lastik yapıştırıcı, buji, soğuk tutkal, telefon makinesi, kablo, pil, çıplak tel, yalıtkanların” yüzde kırkı, Ulusal Vergi Kurulu’na verilecekti. Dokuzuncu buyrukta ise; “demirci, marangoz, dökümcü, tesviyeci, saraç ve arabacılarla bunların imalathaneleri, iş çıkarma güçleri; kasatura, kılıç, mızrak, eyer yapabilecek ustaların adlarıyla sayılarının durumlarının saptanması” isteniyordu. Onuncu buyruk, halkın elindeki “dört tekerlekli yaylı araba, dört tekerlekli at ya da öküz arabası ve kağnı ile bunların donanım ve hayvanları, binek ya da top çeker hayvanlar olan katırlar, deve ve eşeklerin” yüzde yirmisini istiyordu.6

Kırık Kemikle Savaş Yönetmek

12 Ağustos 1921, Kurban Bayramı’nın ilk gününde Mustafa Kemal, Hacı Bayram Camisinin çevresine taşan “beş bin kişiyle birlikte Bayram namazını kıldı” ve o günlerde Ankara’da bulunan ünlü Amerikalı gazeteci Laurence Show Moore’un saptamasıyla, “halkın görülmemiş sevgi gösterileri arasında” cepheye hareket etti.7 Aynı gün, Genel Kurmay Başkanı Fevzi Paşa’yla (Çakmak) birlikte Polatlı’da kurduğu cephe karargahına geldi. O gece, “düşmanın izlemesi olası hücum yönünü görmek için”, çevreye hakim bir tepe olan Karadağ’a çıktı. Atının, sigarasını yakmak için çaktığı kibritten ürkmesi üzerine, yere düştü. Kaburga kemiklerinden biri kırılmıştı. Sağaltım (tedavi) için gittiği Ankara’da, hekimler kesin olarak yatması gerektiğini söylediler. “Çalışmayı sürdürürseniz yaşamınız tehlikeye girer” diyorlardı. “Savaş bitsin o zaman iyileşirim”8 diyerek onlarla şakalaşıyor, önerileri umursamıyordu. Yirmi dört saat sonra cepheye geri döndü. Savaşı, bir trenden sökülen yolcu koltuğunu kullanarak yönetti. Kırık göğüs kemiği, “yeniden depreşen eski böbrek hastalığı”9 ona acı veriyor, güçlükle yürüyebiliyor, çoğu kez, “bir masaya dayanarak dinlenmek zorunda kalıyordu.”10

“İskender’in Doğu Seferi”

Yunan Ordusu, 23 Ağustos 1921 günü sabaha karşı saldırıya geçti. Constantine, savaş parolasını “Ankaraya” diye belirlemiş ve “İngiliz istihbarat subaylarını daha şimdiden, Mustafa Kemal’in şehrinde, Ankara’da, zafer yemeğine çağırmıştı.”11 Atina basınında, “Büyük İskender’in Doğu seferinden” söz eden yazılar çıkıyordu. Constantine, Helen ordusuyla birlikte, onun 2300 yıl önce yaptığını 20.yüzyılda yapacak, “bir kez daha Gordion düğümünü keserek Asya’da yeni bir imparatorluk” kuracaktı.12 Gelişkin silahlarına, mükemmel donanımına ve arkasındaki “büyük güce”, İngiltere’ye güveniyordu.

İnanç ve Yoksulluk

Mustafa Kemal ise; sayısı az, donanımı eksik ve esas gücünü inanç ve kararlılığın oluşturduğu ‘yoksul’ ordusuyla, düşmanını bekliyordu. Karargah olarak kullandığı bina, Alagöz Köyü’nde Ali Çavuş adlı köylüye ait, yarım kalmış kerpiç bir evdi.13 “Kara giysili Karadenizli koruyucularını” bile cepheye sürmüştü. Rütbelerini Erzurum’da çıkardığı ve Meclis de kendisine “resmi bir rütbe vermediği için” sırtında bir er üniforması vardı.14 Akciğeri için, sakıncalı olmasına karşın, göğsünü sargılatmış, cepheden ayrılmıyordu. Savaşı, “geceli gündüzlü hiç ara vermeden bizzat yönetti ve 22 gün boyunca hiçbir gece düzenli uyumadı.”15
Sakarya Savaş’ında ordunun içinde bulunduğu koşullar, bugün birçok insana inanılmaz gibi gelebilir. Silah, yiyecek, giyecek gereksinimi en alt düzeyde bile karşılanamamıştı. Askere yemek olarak, çoğu kez yalnızca kuru ekmek verilebiliyordu. Açlığa karşı doğadan ot toplayan erler, kimi zaman zehirli otları yiyor bu da hastalanmalara, hatta ölümlere yol açıyordu. “Askeri otlamaya çıkardım” tümcesi, komutanların günlük dillerine yerleşmiş ve beslenmeyle ilgili bir eylemi ifade ediyordu.
Askerin yüzde yirmi beşinin ayağı tümüyle çıplaktı, bir o kadarının ise, bir ayağında eski bir ayakkabı öbür ayağında çarık bulunuyordu. Sakarya Savaşı’nda, askerin yalnızca yüzde beşi üniformalıydı. Mustafa Kemal, Meclis’te, askerin iyi donatılmadığı yönündeki eleştiriler üzerine söz almış ve şunları söylemişti: “Askerlerimizin biraz çıplak ve yırtık elbise içinde bulunması bizim için ayıp sayılmaması gerekir... Fransızlar bana, elbisesiz askerlerin çete olduğunu söylediklerinde onlara, hayır çete değildir, bizim askerlerimizdir’ dedim. Üzerinde üniforma yok dediler. ‘Üzerindeki elbise onların üniformasıdır’ dedim. Bu Fransızlar için yeterli yanıt olmuştu. Elbiseli olsun, köylü elbiseli olsun (ne fark eder y.n.) yeter ki onları yerinde kullanalım, kutsal amacımıza ulaşalım”16
Sakarya Savaşı, 100 kilometrelik bir cephe üzerinde gelişen, sözcüğün gerçek anlamıyla tam bir meydan savaşıydı. Başladığı 23 Ağustos’tan 13 Eylül’e dek, 22 gün sıradışı bir yeğinlikle (şiddetle) sürdürüldü. Yunanlılar, Türklere karşı duydukları kinle ve varsıl bir ülkeyi ele geçirmek için; Türklerse, yüzyıllarca uyruk yapıp içlerinde yaşattıkları Rum ihanetine duydukları öfkeyle, vatanlarını savunmak için savaşıyordu. Yunan Ordusu’nun önemli bir bölümünü oluşturan Osmanlı uyruğu ‘yerli’ Rumlar, savaşı yitirdiklerinde “vatan haini” sayılacaklarını ve “Helen İmparatorluğu” kurmak yerine, varsıllıklarını borçlu oldukları Anadolu’yu tümden yitireceklerini biliyordu. Bu nedenle, büyük bir dirençle savaşıyorlardı.17
Mustafa Kemal, Sakarya Savaşı’nı Nutuk’ta, “dünya tarihinde örneği pek az olan, Büyük ve Kanlı Sakarya Savaşı (Sakarya Melhamei Kübrası)” diye tanımlar. Savaşın Anadolu’daki Türk varlığı için yaşamsal önemini bildiğinden, orduyu olduğu kadar halkı da savaşa hazırlamıştı. Çatışmaların başlamasından birkaç gün önce, “Orduya ve Millete” başlığıyla yayınladığı bildiride; “Ordumuzun fedakar subaylarına ve kahraman erlerine, atalarından miras kalan özellikleriyle kendini gösteren bütün millete sesleniyorum” diyerek18; Türk milletinin bütün bireylerini, “köyde, kentte, evinde, tarlasında” bulunan herkesi, “kendini silahla vuruşan savaşçı gibi görevli bilerek ve bütün varlığıyla” savaşmaya çağırdı.19 “Türkiye ölüm tehlikesindedir, ama batmayacaktır”20; “Düşman ordusunu, Anayurdumuz’un harimi ismetinde (kutsal bağrında y.n.) boğarak istiklalimize kavuşacağız” diyordu.21

“Hatt-ı Müdafaa” Değil “Satt-ı Müdafaa”

Anadolu’yu kurtaramazsa, “herkesle beraber ölecekti.”22 Ölümü en başından göze almıştı ve onu umursamıyordu. Önemli olanın ölmek değil, ülkeyi kurtarmak olduğunu biliyordu. Bireysel ölüm, ancak düşmanı yenme olasılığı ortadan kalktığında sözkonusu olabilirdi. Sakarya Savaşı önemliydi, ancak yitirilse bile son değildi. Savaşım (mücadele), her koşul altında, yeni yöntem ve araçlarla sürdürülecek, düşman tümüyle yok edilinceye dek savaşılacaktı. “Her parça toprak, üzerine basılan her yer savunulacaktır” diyordu. Ordularına verdiği ve savaş tarihinde örneği olmayan kesin buyruk şuydu: “Hatt-ı müdafaa yoktur, sath-ı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı yurttaş kanıyla ıslanmadıkça terkedilemez. Onun için, küçük büyük her birlik bulunduğu mevziden atılabilir, fakat büyük küçük her birlik durabildiği ilk noktada, düşmana karşı yeniden cephe kurup savaşmaya devam eder. Yanındaki birliğin çekilmek zorunda olduğunu gören birlikler ona uymaz. Bulunduğu mevzide sonuna kadar direnmekle yükümlüdür.”23

Yirmi İki Gün Yirmi İki Gece

Yirmi iki gün, yirmi iki gece süren Sakarya Savaşı, “bir gün farkla” dünyanın gördüğü “en uzun” meydan savaşıydı.24 Yalnız uzun değil, “vahşi ve öldürücü bir savaştı bu.”25 İki yüz bin insan, yakıcı bir güneş altında, “susuz, günlük yiyeceği bir avuç mısıra”26 ya da bir parça ekmeğe indirgenmiş olarak, durmadan birbirlerine saldırdılar. Ankara’ya açılan Haymana Ovası’na hakim büyük-küçük tüm tepeler, sıkça el değiştiriyor, her el değiştirmede yüzlerce insan ölüyordu. Mustafa Kemal’in elindeki asker, silah ve cephane kısıtlıydı. Sınırlı sayıda dağıtılan mermiler çabuk bitiyor ve askerler “birbirinden mermi alıyordu” Topçu tümenlerinde mermi eksikliği çok fazlaydı. Subay ağırlıklı olmak üzere çok yitik veriliyordu. Ancak, her olanaksızlık, ona “yeni askeri taktikler” geliştirtiyordu.27

Subay Savaşı

Mustafa Kemal Sakarya Savaşı’nı “subay savaşı” olarak tanımlar. Yengiden altı gün sonra, 19 Eylül 1921’de, Meclis’te yaptığı uzun konuşmanın sonunda, “subaylarımızın kahramanlığı hakkında söyleyecek söz bulamam. Ancak, doğru ifade edebilmek için diyebilirim ki, bu savaş bir subay savaşı olmuştur”der.28 Sakarya Savaşı’na “ön safta katılan subayların yüzde 80’i, erlerin yüzde 60’ı ya şehit olmuş ya da yaralanmıştı.”29 42.Alayın “bütün rütbeli subayları şehit olduğu için”, Alay’ın komutasını bir yedek subay üstlenmişti. 4.Tümen’in hücum taburunda “bir tek subay kalmıştı.”30 Yalnızca Çal Dağı çarpışmalarında; “3 alay komutanı, 5 tabur komutanı, 82 subay ve 900 er şehit olmuştu.”31 Çevresine hakim Karadağ tepesini almak için, “yarım tümen” şehit verilmişti.32 8 tümen komutanı, süngü savaşında şehit olmuştu.33
Subaylar, ona, başkomutanlık sınırlarını aşan bir sevgi ve güvenle bağlıydılar. Güçlü kişiliği herşeye egemendi. Varlığı askerlere güven veriyor, “onlara dişlerini sıkarak, her kayaya, her karış toprağa yapışarak direnme cesareti” ve “en güç anda, Kemal Paşa yeni bir taktik ve cesur bir atılımla müdahale eder, durumu düzeltir” duygusu veriyordu.34 Subayları, buyruklarının doğruluğuna o denli inanıyorlardı ki, bunları yerine getirmeyi, vatan savunmasının gerekli kıldığı kutsal bir görev sayıyorlardı.
Sakarya Meydan Savaşı 13 Eylül’de sona erdiğinde, birkaç gün içinde Ankara’ya gireceği söylenen Yunan Ordusu çökertilmişti. Bitkin durumda “Anadolu yaylasının başlangıcındaki harekat noktalarına doğru tersyüzü” geri çekiliyor, çekilirken “geçtikleri her yeri yakıp yıkıyordu.”35 Sayısının azlığına ve olanaksızlıklara karşın, “muazzam bir çabayla” olağanüstü bir direnç gösteren Türk Ordusu, dayanma sınırının sonuna geldiği için; “Sakarya Nehri’ni zorlayarak”, Yunan Ordusu’nu izlemedi, onu tümüyle yok edemedi. Bunu yapmak için, daha bir yıla gereksinimi vardı.36
Yunan Ordusu Sakarya’da yok edilemedi, ama büyük darbe vuruldu. “Azaltılmış rakamlarla ve yalnızca ölü olarak subay-er 18 bin” yitik vermişti.37 Silah ve donanım yitikleri hesaplanamıyordu.

Ankara’yı Kurtarmak

Ankara kurtarılmış, parlak bir zafer kazanılmıştı. Türkiye coşku, dünya şaşkınlık içinde, Sakarya’daki Türk başarısını konuşuyordu. Ezilen ulusların “özgürlüksever halkları”, Türk halkına duyduğu yakınlığı, Ankara’ya gönderdikleri kutlama telgraflarıyla gösteriyordu.38 Rusya ve Afganistan’dan, Hindistan ve Güney Amerika’dan, hatta Fransa ve İtalya’dan bile kutlama geliyordu.39
Ankara halkı, “büyük bir sevinç içindeydi.” Eşyalarını toplamış, “top seslerini duyarak” doğuya göçmeye hazırlanmıştı. Artık güvende ve Mustafa Kemal’e “sonsuz bir şükran duygusu içindeydi.”40 O da, aynı duyguları, Türk halkı için taşıyordu. 14 Eylül’de “Millete Beyanname” adıyla, orduyu ve Türk halkını kutlayan bir teşekkür bildirisi yayınladı. Düşmanı tümüyle ülkeden atıp özgürlüğü sağlayana ve “milli sınırlar içinde her türlü yabancı müdahalesine son verene kadar, silahlarımızı bırakmayacağız” diye bitirdiği bildiride şöyle söylüyordu: “Kutsal topraklarımızı çiğneyerek Ankara’ya girmek ve istiklalimizin fedakar koruyucusu ordumuzu yok etmek isteyen Yunan birlikleri, yirmi iki gün süren kanlı savaşlardan sonra, Tanrı’nın yardımıyla yenilmiştir... Sakarya’yı geçerek, şaşkın ve dağınık kısımlarının arkasını bırakmayarak, günahsız Türk milletinin hayat ve istiklaline canavarca tecavüz edenlere layık olan cezayı vermek için, ordumuz sönmez bir azim ve kahramanlıkla vazifesini yapmayı sürdürecektir... İnönü ve Dumlupınar’da Türk azim ve imanı karşısında ezilerek mağlup edilen, ancak bu yenilgilerden ders almayan ve hiçbir hakka dayanmadığı halde, kutsal vatanımıza tecavüz etmekte ısrar eden Yunanlılar, bu defa Kral Constantine’in saltanat hırsını tatmin için ülkelerinin bütün kaynaklarını açtılar. Para, asker, malzeme konusunda hiçbir fedakarlıktan kaçınmayarak aylarca hazırlandılar. Ayrıca, Doğudaki siyasi çıkarlarını korumak için masum kanların dökülmesini isteyen bazı yabancı dostlarının gizli ve açık yardımlarına, kışkırtmalarına dayandılar. Bu yolla meydana getirdikleri düzenli ve donanımlı büyük bir orduyla, pervasızca Anadolu içlerine saldırdılar. Düşünmediler ki, Türkler’in vatan sevgisiyle dolu olan göğüsleri, lanetli ihtiraslarına karşı daima demirden bir duvar gibi yükselecektir. Ordumuz, Avrupa’nın en mükemmel araçlarıyla donatılmış Constantine birliklerinin hakkından gelebiliyorsa, bu inanılmaz mucizeyi Anadolu halkının gösterdiği fedakarlık duygusuna borçluyuz. Ulus bireylerinin, milli amaç uğrunda özel yararlarını değersiz sayma konusunda gösterdikleri olağanüstü davranış, kuşaktan kuşağa aktarılan şerefli bir övünç kaynağı olacaktır. Bu gayretler sayesindedir ki, ordumuz, ölümü hiçe saymak için bir an bile tereddüt etmeden, yüksek bir manevi güçle düşmanın üzerine atıldı. Canımızı ve namusumuzu almak üzere, Haymana Ovası’na kadar gelen Yunan askerlerinin, esir düştüklerinde yüce gönüllü askerlerimizden ilk istek olarak bir parça ekmek istemeleri, mağrur düşmanın ne hale geldiğini gösteren ‘anlamlı’ bir görüntüdür. Yüksek bir azim ve fedakarlık duygusuyla topraklarını savunan milletimiz, ne kadar övünse haklıdır... Biz hiç kimsenin hakkına el uzatmadık. Bizim tek isteğimiz her türlü tecavüze karşı çıkarak, hayat ve istiklalimizi sağlamak ve korumaktır. Her medeni millet gibi, özgürce yaşamaktan başka amacımız yoktur. Milli sınırlar içinde her türlü yabancı müdahalesine son verinceye kadar, silahlarımızı bırakmayacağız...”41

Siyasi Sonuçlar

Sakarya Meydan Savaşı, içte ve dışta önemli politik gelişmelere yol açtı, Mustafa Kemal’in güç ve saygınlığını arttırdı. Büyük Millet Meclisi O’na, 19 Eylül’de “Gazi” ünvanıyla “Türk askeri rütbelerinin en yükseği” olan Mareşal rütbesini verdi. Oysa, daha bir yıl önce Vahdettin, ondan “Mustafa Kemal Efendi” diye söz ederek rütbelerini almış ve idam kararını imzalamıştı.42
Sakarya’dan 30 gün sonra, 13 Ekim 1921’de Sovyetler Birliği’nin aracılığıyla artık birer sosyalist cumhuriyet durumuna gelen Kafkasya Devletleri; Azerbeycan, Ermenistan ve Gürcistanla, Kars Anlaşması imzalandı. Hemen bir hafta sonra 20 Ekim 1921’de Fransa’yla Ankara Anlaşması, 3 gün sonra 23 Ekim’de İngiltere’yle “Tutsak Değişim” anlaşması yapıldı. Bu anlaşmalarla Ankara, savaş galibi emperyalist ülkeler tarafından tanınmış oldu. 2 Ocak 1922’de Ukrayna Halk Cumhuriyeti ile Dostluk Anlaşması imzalandı. İtilaf Devletleri 22 Mart 1922’de Ankara’ya bırakışma (mütareke) önerisinde bulundu.43
Sovyetler Birliği’nden para ve silah sağlandı. Alınan parayla, “Fransa’dan, İtalya’dan, Bulgaristan’dan, Amerika’dan silah satın alındı.”44
Fransızlarla yaptığı Ankara Anlaşması’yla Güney cephesinde serbest kalan 80 bin asker kullanılabilir duruma geldi, bunların 40 binini “Fransa’dan satın aldığı silahlarla donattı.”45
Fransızlarla kurduğu ilişkiler, paylaşım çelişkisi yaşayan Bağlaşma (İtilaf) Devletleri arasında gerilim yarattı. İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon, “adeta dehşetle karışık bir şaşkınlık” içindeydi.46 Büyükelçilik görevlisi Rumbold İstanbul’dan Curzon’a gönderdiği yazıda, “Fransızlar şerefsizce davrandılar, bağlaşıkların ilişkisi kökünden sarsıldı” diyordu.47

DİPNOTLAR

1          “Atatürk” L.Kinross, Altın Kit. Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.322
2          a.g.e. sf.322
3          “Nutuk” M.K.Atatürk, II.C., Türk Tarih Kurumu Yay., 4.Bas., 1989, sf.817
4          a.g.e. II.Cilt, sf.821
5          a.g.e. sf.821
6          a.g.e. sf.823 ve 825
7          “Mustafa Kemal Anıları” Metin Ergin, Cumhuriyet, 16.11.2004
8          “Atatürk” L. Kinross, Altın Kit. Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.325
9          “Bozkurt” H.C. Armstrong, Arba Yay., İstanbul-1996, sf.126
10        “Atatürk” L. Kinross, Altın Kit. Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.325 ve 327
11        a.g.e. sf.326
12        a.g.e. sf.326
13        “Mustafa Kemal” B.Méchin, Bilgi Kit., Ankara-1997, sf.213
14        “Atatürk” L.Kinross, Altın Kit. Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.327
15        “Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri-IV” Kaynak Yay, 3.Bas.,2001, sf.101
16        “Kuvayı Milliye Ruhu” Samet Ağaoğlu, Kültür Bakanlığı Yay., 1981, sf.118
17        “Mustafa Kemal” B.Méchin, Bilgi Kit., Ankara-1997, sf.213
18        “Anadolu İhtilali” S.Selek, II.Cilt, Kastaş A.Ş. Yay., 8.Bas., 1987, sf.653
19        “Nutuk” M.K.Atatürk, II.Cilt, Türk Tarih Kurumu Yay., 4.Bas., 1989, sf.827-829
20        “Mustafa Kemal” B.Méchin, Bilgi Kit., Ankara-1997, sf.211
21        “Anadolu İhtilali” S.Selek, II.Cilt, Kastaş A.Ş. Yay., 8.Bas., 1987, sf.654
22        “Türkün Ateşle İmtihanı” H.E.Adıvar, ak. L.Kinross “Atatürk”, Altın Kit. Yay., 12. Bas., İstanbul-1994, sf.328
23        “Nutuk” M.K.Atatürk, II.Cilt, Türk Tarih Kurumu Yay., 4.Bas., 1989, sf.827
24        “Atatürk” L.Kinross, Altın Kit. Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.329
25        a.g.e. sf.329
26        “Mustafa Kemal” B.Méchin, Bilgi Kit., Ankara-1997, sf.213
27        “Atatürk” L.Kinross, Altın Kit. Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.329
28        “Anadolu İhtilali” S.Selek, II.Cilt, Kastaş A.Ş. Yay., 8.Bas.,1987, sf.670
29        “İstiklal Savaşı Nasıl Oldu?” Şevki Yazman, sf.99; ak.Ş.S. Aydemir “Tek Adam”, II.Cilt, Remzi Kit., 8.Bas., İst.-1981, sf.503
30        a.g.e. sf.503
31        “Anadolu İhtilali” S.Selek, II.Cilt, Kastaş A.Ş. Yay., 8.Bas., 1987, sf.661
32        “Atatürk” L.Kinross, Altın Kit. Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.334
33        “Bozkurt” H.C. Armstrong, Arba Yay., İst.-1996, sf.127
34        a.g.e. sf.335
35        “Mustafa Kemal” B.Méchin, Bilgi Kit., Ankara-1997, sf. 214
36        “Türkiye Ulusal Kurtuluş Savaşı Tarihi 1918-1923” A.M. Şamsutdinov, Doğan Kitap, İst.-1999, sf.260
37        “Türkiye Ulusal Kurtuluş Savaşı Tarihi 1918-1923” A.M. Şamsutdinov, Doğan Kitap, İst.-1999, sf.260
38        “Hakimiyeti Milliye” 19.11.1921; ak. A.M. Şamsutdinov, Doğan Kitap, İstanbul-1999, sf.260
39        “Bozkurt” H.C. Armstrong, Arba Yay., İst.-1996, sf.131
40        a.g.e. sf.131
41        “Atatürk’ün Bütün Eserleri” 11.Cilt, Kaynak Yay., İstanbul-2003, sf. 390-391 ve “Çankaya Akşamları” B.G.Gaulis, II.Cilt, Cumhuriyet Kit., Aydınlanma Dizisi 188, İst.-2001, sf.19-20
42       "Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri-IV" Kaynak Yay., 3.Bas., 2001, sf.101
43       "Anadolu İhtilali" S.Selek, II.Cilt, Karataş A.ş. Yay., 8. Baskı, 1987, sf.685
44       "Mustafa Kemal" B.Méchin, Bilgi Kit., Ankara-1997, sf. 217
45       a.g.e. sf. 217
46       “Atatürk” L.Kinross, Altın Kit. Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.338
47       a.g.e. sf.338

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder