13 Eylül, Kurtuluş Savaşı’nın dönüm noktasını oluşturan Sakarya
Zaferi’nin yıldönümüdür. Sıradışı yoksulluk içinde kazanılan bu savaşın,
günümüzde ders çıkarılacak birçok yönü vardır. Savaşan askerler üniformasızdır
ve paçavraya dönen giysiler içindedir. Yüzde yirmi beşinin ayakları çıplaktır.
Silah donanımı eksiktir. Açlığını gidermek için doğadan ot toplayıp yemektedir.
Ön safta çarpışan subayların yüzde sekseni, erlerin yüzde altımışı ya şehit
olmuş ya da yaralanmıştır. Kurtuluş Savaşı’nın önderine ve savaşı kazanan orduya saldırmanın
moda olduğu günümüzün ihanet ortamında Sakarya’yı anımsatmak istedik.
Sakarya’nın Önemi
Eskişehir ve Kütahya
savaşları sonunda Yunanlılar, “strateji ve taktik bakımından” başarı
sağlamış görünüyordu. Kral Constantine, “Türklerin işini bitirdik”
diye açıklamalar yapıyor, Yunanistan’da şenlikler düzenleniyordu. Ancak, önlerinde kutlanacak bir yengiyle sonuçlanması çok güç bir savaş vardı. Türk
Ordusu’nun “ne tümünü ne de bir parçasını” yok edebilmişlerdi. Koskoca
ordu “çabucak gözden kaybolmuş” Anadolu yaylasının “uzun ve yorucu
yollarında ülkenin canevine”, Ankara’ya doğru çekilmişti.1 Türk
Ordusu, yengi almış görünen Yunanlılar’dan daha az yitik vererek, hemen
tümüyle, “Ankara’nın 80
kilometre önünde, Sakarya dirseğine” yerleşmişti.
Burası, “Mustafa Kemal’in durulmasını istediği yerdi.” 2
Meclis’te Durum ve
Olağanüstü Yetki
Meclis’te, geri çekilmenin
yarattığı üzüntülü bir hoşnutsuzluk vardı. Kimi milletvekilleri, onun
Başkomutanlığı üzerine almasını ve savaşı cepheden yönetmesini istiyordu. Hem
kendine yakın olanlar, hem de eleştirenler aynı kanıdaydı. Milletvekillerinin
tam desteğini alarak Başkomutanlığı kabul etti. Ancak, Meclis’in sahip olduğu
yetkinin tümünü, “üç aylık geçici bir süre için” üzerine almak ve
kullanmak istiyordu. Orduyu “savaşın bundan sonraki dönemine”, gereken
hızla ancak böyle hazırlayabilirdi.3
Önerisi,
kimi karşı çıkışlara karşın kabul edildi ve “Başkomutan, ordunun maddi ve
manevi gücünü büyük ölçüde arttırmak ve yönetimini bir kat daha sağlamlaştırmak
için, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin bununla ilgili yetkisini Meclis adına
eylemli olarak kullanabilir” denilerek yasalaştırıldı.4 Vereceği
buyruklar, artık yasa sayılacaktı. Bir meclis, hiçbir zorlama altında kalmadan,
kendi özgür iradesiyle, üstelik oybirliğiyle, yetkisini tek bir kişiye
devrediyordu. Bu, örneği olmayan bir yetki devriydi. Kendi deyimiyle, “bu
onurlanmadan dolayı” teşekkür etmek için kürsüye çıktı ve “Meclis’in
bana gösterdiği güvene yaraşır olduğumu az zamanda göstermeyi başaracağım”
diyerek şunları söyledi: “Efendiler, zavallı ulusumuzu tutsak etmek isteyen
düşmanları, ne olursa olsun yeneceğimize olan iman ve güvenim, bir dakika olsun
sarsılmamıştır. Şu anda, bu inancımı yüce kurulunuza, bütün ulusa ve bütün
dünyaya karşı ilan ederim.”5
Halktan İstenenler
Başkomutanlığı üzerine
aldıktan sonra, birkaç gün Ankara’da çalıştı. Genel Kurmay ve Milli Savunma
Bakanlığı’nın çalışmalarını Başkomutanlık katında birleştirdi ve öbür bakanlıklarla eşgüdümü sağlayacak yeni bir bürokratik yapılanmaya gitti.
Ordunun; insan, taşıt, yiyecek, giyecek gereksinimlerini karşılamak için; 7
Ağustos’ta, Ulusal Vergi Buyruğu’nu
(Tekalif-i Milliye Emri) yayınladı; 8 Ağustos’ta, Ulusal Vergi Kurulu’nun (Tekalif-i Milliye Komisyonu)
kurulduğunu açıkladı. On ayrı buyrukla, halktan, elinde ordunun işine yarayacak
ne varsa, vergi olarak kurula teslim etmesini istedi.
İki
sayılı buyruğa göre, tüm yurtta her aile, birer kat çamaşır, birer çift çorap
ve birer çift çarık hazırlayıp kurula verecekti. Üç sayılı buyrukla, tüccarın
ve halkın elindeki; “bez, kaput bezi, pamuk, yıkanmış yıkanmamış yün,
tiftik, kumaş, kösele, sarı ve siyah meşin, dikilmiş ya da dikilmemiş çarık,
potin, kundura çivisi, tel çivi, saraç ipliği, nallık demir ve nal, mıh, yem
torbası, yular, belleme, kolan, kaşağı, semer, un, arpa, fasulye, bulgur,
nohut, mercimek, kasaplık hayvan, şeker, gaz, pirinç, sabun, yağ, tuz,
zeytinyağı, çay ve mum” stoklarının yine yüzde kırkı, parası sonra ödenmek
üzere alınıyordu. Yedi ve sekizinci buyrukta, ordunun silah ve donanım
gereksinimlerini karşılayacak maddeler isteniyordu. “Savaşa elverişli bütün
silah ve cephane, benzin, vazelin, gres yağı, makine yağı, kamyon ve otomobil
lastiği, lastik yapıştırıcı, buji, soğuk tutkal, telefon makinesi, kablo, pil,
çıplak tel, yalıtkanların” yüzde kırkı, Ulusal Vergi Kurulu’na verilecekti.
Dokuzuncu buyrukta ise; “demirci, marangoz, dökümcü, tesviyeci, saraç ve
arabacılarla bunların imalathaneleri, iş çıkarma güçleri; kasatura, kılıç,
mızrak, eyer yapabilecek ustaların adlarıyla sayılarının durumlarının
saptanması” isteniyordu. Onuncu buyruk, halkın elindeki “dört tekerlekli
yaylı araba, dört tekerlekli at ya da öküz arabası ve kağnı ile bunların
donanım ve hayvanları, binek ya da top çeker hayvanlar olan katırlar, deve ve
eşeklerin” yüzde yirmisini istiyordu.6
Kırık
Kemikle Savaş Yönetmek
12 Ağustos 1921, Kurban
Bayramı’nın ilk gününde Mustafa Kemal, Hacı Bayram Camisinin çevresine
taşan “beş bin kişiyle birlikte Bayram namazını kıldı” ve o günlerde
Ankara’da bulunan ünlü Amerikalı gazeteci Laurence Show Moore’un
saptamasıyla, “halkın görülmemiş sevgi gösterileri arasında” cepheye
hareket etti.7 Aynı gün, Genel Kurmay Başkanı Fevzi Paşa’yla (Çakmak) birlikte
Polatlı’da kurduğu cephe karargahına geldi. O gece, “düşmanın izlemesi olası hücum yönünü görmek için”, çevreye hakim bir tepe olan Karadağ’a
çıktı. Atının, sigarasını yakmak için çaktığı kibritten ürkmesi üzerine, yere
düştü. Kaburga kemiklerinden biri kırılmıştı. Sağaltım (tedavi) için gittiği Ankara’da,
hekimler kesin olarak yatması gerektiğini söylediler. “Çalışmayı
sürdürürseniz yaşamınız tehlikeye girer” diyorlardı. “Savaş bitsin o
zaman iyileşirim”8
diyerek onlarla şakalaşıyor, önerileri umursamıyordu. Yirmi dört saat sonra
cepheye geri döndü. Savaşı, bir trenden sökülen yolcu koltuğunu kullanarak
yönetti. Kırık göğüs kemiği, “yeniden depreşen eski böbrek hastalığı”9 ona acı veriyor, güçlükle
yürüyebiliyor, çoğu kez, “bir masaya dayanarak dinlenmek zorunda kalıyordu.”10
“İskender’in Doğu Seferi”
Yunan Ordusu, 23 Ağustos
1921 günü sabaha karşı saldırıya geçti. Constantine, savaş parolasını “Ankaraya”
diye belirlemiş ve “İngiliz istihbarat subaylarını daha şimdiden, Mustafa
Kemal’in şehrinde, Ankara’da, zafer yemeğine çağırmıştı.”11 Atina basınında, “Büyük
İskender’in Doğu seferinden” söz eden yazılar çıkıyordu. Constantine,
Helen ordusuyla birlikte, onun 2300 yıl önce yaptığını 20.yüzyılda yapacak, “bir
kez daha Gordion düğümünü keserek Asya’da yeni bir imparatorluk” kuracaktı.12
Gelişkin silahlarına, mükemmel donanımına ve arkasındaki “büyük güce”,
İngiltere’ye güveniyordu.
İnanç ve Yoksulluk
Mustafa Kemal ise; sayısı az, donanımı
eksik ve esas gücünü inanç ve kararlılığın oluşturduğu ‘yoksul’ ordusuyla,
düşmanını bekliyordu. Karargah olarak kullandığı bina, Alagöz Köyü’nde Ali
Çavuş adlı köylüye ait, yarım kalmış kerpiç bir evdi.13 “Kara
giysili Karadenizli koruyucularını” bile cepheye sürmüştü. Rütbelerini
Erzurum’da çıkardığı ve Meclis de kendisine “resmi bir rütbe vermediği için”
sırtında bir er üniforması vardı.14 Akciğeri için, sakıncalı
olmasına karşın, göğsünü sargılatmış, cepheden ayrılmıyordu. Savaşı, “geceli
gündüzlü hiç ara vermeden bizzat yönetti ve 22 gün boyunca hiçbir gece düzenli
uyumadı.”15
Sakarya
Savaş’ında ordunun içinde bulunduğu koşullar, bugün birçok insana inanılmaz
gibi gelebilir. Silah, yiyecek, giyecek gereksinimi en alt düzeyde bile
karşılanamamıştı. Askere yemek olarak, çoğu kez yalnızca kuru ekmek verilebiliyordu. Açlığa karşı doğadan ot toplayan erler,
kimi zaman zehirli otları yiyor bu da hastalanmalara, hatta ölümlere yol
açıyordu. “Askeri otlamaya çıkardım”
tümcesi, komutanların günlük dillerine yerleşmiş ve beslenmeyle ilgili bir
eylemi ifade ediyordu.
Askerin
yüzde yirmi beşinin ayağı tümüyle çıplaktı, bir o kadarının ise, bir ayağında eski
bir ayakkabı öbür ayağında çarık bulunuyordu. Sakarya Savaşı’nda, askerin
yalnızca yüzde beşi üniformalıydı. Mustafa Kemal, Meclis’te,
askerin iyi donatılmadığı yönündeki eleştiriler üzerine söz almış ve şunları
söylemişti: “Askerlerimizin biraz çıplak ve yırtık elbise içinde bulunması
bizim için ayıp sayılmaması gerekir... Fransızlar bana, elbisesiz askerlerin
çete olduğunu söylediklerinde onlara, hayır çete değildir, bizim
askerlerimizdir’ dedim. Üzerinde üniforma yok dediler. ‘Üzerindeki elbise onların
üniformasıdır’ dedim. Bu Fransızlar için yeterli yanıt olmuştu. Elbiseli olsun,
köylü elbiseli olsun (ne fark eder y.n.) yeter ki onları yerinde
kullanalım, kutsal amacımıza ulaşalım”16
Sakarya
Savaşı,
100 kilometrelik bir cephe üzerinde gelişen, sözcüğün gerçek anlamıyla tam bir meydan
savaşıydı. Başladığı 23 Ağustos’tan 13 Eylül’e dek, 22 gün sıradışı bir yeğinlikle (şiddetle) sürdürüldü. Yunanlılar, Türklere karşı duydukları kinle ve varsıl bir
ülkeyi ele geçirmek için; Türklerse, yüzyıllarca uyruk yapıp içlerinde
yaşattıkları Rum ihanetine duydukları öfkeyle, vatanlarını savunmak için
savaşıyordu. Yunan Ordusu’nun önemli bir bölümünü oluşturan Osmanlı uyruğu
‘yerli’ Rumlar, savaşı yitirdiklerinde “vatan haini” sayılacaklarını ve “Helen
İmparatorluğu” kurmak yerine, varsıllıklarını borçlu oldukları Anadolu’yu
tümden yitireceklerini biliyordu. Bu nedenle, büyük bir dirençle
savaşıyorlardı.17
Mustafa
Kemal, Sakarya
Savaşı’nı Nutuk’ta, “dünya tarihinde örneği pek az olan, Büyük ve
Kanlı Sakarya Savaşı (Sakarya Melhamei Kübrası)” diye tanımlar. Savaşın
Anadolu’daki Türk varlığı için yaşamsal önemini bildiğinden, orduyu olduğu
kadar halkı da savaşa hazırlamıştı. Çatışmaların başlamasından birkaç gün önce,
“Orduya ve Millete” başlığıyla yayınladığı bildiride; “Ordumuzun fedakar
subaylarına ve kahraman erlerine, atalarından miras kalan özellikleriyle
kendini gösteren bütün millete sesleniyorum” diyerek18; Türk
milletinin bütün bireylerini, “köyde, kentte, evinde, tarlasında”
bulunan herkesi, “kendini silahla vuruşan savaşçı gibi görevli bilerek ve
bütün varlığıyla” savaşmaya çağırdı.19 “Türkiye ölüm
tehlikesindedir, ama batmayacaktır”20; “Düşman ordusunu, Anayurdumuz’un harimi ismetinde
(kutsal bağrında y.n.) boğarak istiklalimize kavuşacağız” diyordu.21
“Hatt-ı Müdafaa” Değil
“Satt-ı Müdafaa”
Anadolu’yu kurtaramazsa, “herkesle
beraber ölecekti.”22
Ölümü en başından göze almıştı ve onu umursamıyordu. Önemli olanın ölmek değil,
ülkeyi kurtarmak olduğunu biliyordu. Bireysel ölüm, ancak düşmanı yenme olasılığı
ortadan kalktığında sözkonusu olabilirdi. Sakarya Savaşı önemliydi,
ancak yitirilse bile son değildi. Savaşım (mücadele), her koşul altında, yeni yöntem ve
araçlarla sürdürülecek, düşman tümüyle yok edilinceye dek savaşılacaktı. “Her
parça toprak, üzerine basılan her yer savunulacaktır” diyordu. Ordularına
verdiği ve savaş tarihinde örneği olmayan kesin buyruk şuydu: “Hatt-ı müdafaa
yoktur, sath-ı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış
toprağı yurttaş kanıyla ıslanmadıkça terkedilemez. Onun için, küçük
büyük her birlik bulunduğu mevziden atılabilir, fakat büyük küçük her birlik
durabildiği ilk noktada, düşmana karşı yeniden cephe kurup savaşmaya devam
eder. Yanındaki birliğin çekilmek zorunda olduğunu gören birlikler ona uymaz.
Bulunduğu mevzide sonuna kadar direnmekle yükümlüdür.”23
Yirmi İki Gün Yirmi İki
Gece
Yirmi iki gün, yirmi iki
gece süren Sakarya Savaşı, “bir gün farkla” dünyanın gördüğü “en
uzun” meydan savaşıydı.24 Yalnız uzun değil, “vahşi ve
öldürücü bir savaştı bu.”25
İki yüz bin insan, yakıcı bir güneş altında, “susuz, günlük yiyeceği bir
avuç mısıra”26
ya da bir parça ekmeğe indirgenmiş olarak, durmadan birbirlerine saldırdılar.
Ankara’ya açılan Haymana Ovası’na hakim büyük-küçük tüm tepeler, sıkça el
değiştiriyor, her el değiştirmede yüzlerce insan ölüyordu. Mustafa Kemal’in
elindeki asker, silah ve cephane kısıtlıydı. Sınırlı sayıda dağıtılan mermiler
çabuk bitiyor ve askerler “birbirinden mermi alıyordu” Topçu
tümenlerinde mermi eksikliği çok fazlaydı. Subay ağırlıklı olmak üzere çok
yitik veriliyordu. Ancak, her olanaksızlık, ona “yeni askeri taktikler”
geliştirtiyordu.27
Subay Savaşı
Mustafa Kemal Sakarya Savaşı’nı “subay
savaşı” olarak tanımlar. Yengiden altı gün sonra, 19 Eylül 1921’de,
Meclis’te yaptığı uzun konuşmanın sonunda, “subaylarımızın kahramanlığı
hakkında söyleyecek söz bulamam. Ancak, doğru ifade edebilmek için diyebilirim
ki, bu savaş bir subay savaşı olmuştur”der.28 Sakarya Savaşı’na
“ön safta katılan subayların yüzde 80’i, erlerin yüzde 60’ı ya şehit olmuş
ya da yaralanmıştı.”29
42.Alayın “bütün rütbeli subayları şehit olduğu için”, Alay’ın
komutasını bir yedek subay üstlenmişti. 4.Tümen’in hücum taburunda “bir tek
subay kalmıştı.”30
Yalnızca Çal Dağı çarpışmalarında; “3 alay komutanı, 5 tabur
komutanı, 82 subay ve 900 er şehit olmuştu.”31 Çevresine hakim Karadağ tepesini almak için, “yarım
tümen” şehit verilmişti.32 8 tümen komutanı, süngü savaşında
şehit olmuştu.33
Subaylar, ona, başkomutanlık sınırlarını aşan bir
sevgi ve güvenle bağlıydılar. Güçlü kişiliği herşeye egemendi. Varlığı
askerlere güven veriyor, “onlara dişlerini sıkarak, her kayaya, her karış
toprağa yapışarak direnme cesareti” ve “en güç anda, Kemal Paşa yeni bir
taktik ve cesur bir atılımla müdahale eder, durumu düzeltir” duygusu
veriyordu.34 Subayları, buyruklarının doğruluğuna o denli
inanıyorlardı ki, bunları yerine getirmeyi, vatan savunmasının gerekli kıldığı
kutsal bir görev sayıyorlardı.
Sakarya
Meydan Savaşı
13 Eylül’de sona erdiğinde, birkaç gün içinde Ankara’ya gireceği söylenen Yunan
Ordusu çökertilmişti. Bitkin durumda “Anadolu yaylasının başlangıcındaki
harekat noktalarına doğru tersyüzü” geri çekiliyor, çekilirken “geçtikleri
her yeri yakıp yıkıyordu.”35
Sayısının azlığına ve olanaksızlıklara karşın, “muazzam bir çabayla”
olağanüstü bir direnç gösteren Türk Ordusu, dayanma sınırının sonuna geldiği
için; “Sakarya Nehri’ni zorlayarak”, Yunan Ordusu’nu izlemedi, onu
tümüyle yok edemedi. Bunu yapmak için, daha bir yıla gereksinimi vardı.36
Yunan
Ordusu Sakarya’da yok edilemedi, ama büyük darbe vuruldu. “Azaltılmış
rakamlarla ve yalnızca ölü olarak subay-er 18 bin” yitik vermişti.37
Silah ve donanım yitikleri hesaplanamıyordu.
Ankara’yı Kurtarmak
Ankara kurtarılmış, parlak
bir zafer kazanılmıştı. Türkiye coşku, dünya şaşkınlık içinde, Sakarya’daki
Türk başarısını konuşuyordu. Ezilen ulusların “özgürlüksever halkları”,
Türk halkına duyduğu yakınlığı, Ankara’ya gönderdikleri kutlama telgraflarıyla
gösteriyordu.38 Rusya ve Afganistan’dan, Hindistan ve Güney
Amerika’dan, hatta Fransa ve İtalya’dan bile kutlama geliyordu.39
Ankara
halkı, “büyük bir sevinç içindeydi.” Eşyalarını toplamış, “top
seslerini duyarak” doğuya göçmeye hazırlanmıştı. Artık güvende ve Mustafa
Kemal’e “sonsuz bir şükran duygusu içindeydi.”40 O da, aynı duyguları, Türk
halkı için taşıyordu. 14 Eylül’de “Millete Beyanname” adıyla, orduyu ve
Türk halkını kutlayan bir teşekkür bildirisi yayınladı. Düşmanı tümüyle ülkeden
atıp özgürlüğü sağlayana ve “milli sınırlar içinde her türlü yabancı
müdahalesine son verene kadar, silahlarımızı bırakmayacağız” diye bitirdiği
bildiride şöyle söylüyordu: “Kutsal topraklarımızı çiğneyerek Ankara’ya
girmek ve istiklalimizin fedakar koruyucusu ordumuzu yok etmek isteyen Yunan
birlikleri, yirmi iki gün süren kanlı savaşlardan sonra, Tanrı’nın yardımıyla
yenilmiştir... Sakarya’yı geçerek, şaşkın ve dağınık kısımlarının arkasını
bırakmayarak, günahsız Türk milletinin hayat ve istiklaline canavarca tecavüz
edenlere layık olan cezayı vermek için, ordumuz sönmez bir azim ve
kahramanlıkla vazifesini yapmayı sürdürecektir... İnönü ve Dumlupınar’da Türk
azim ve imanı karşısında ezilerek mağlup edilen, ancak bu yenilgilerden ders
almayan ve hiçbir hakka dayanmadığı halde, kutsal vatanımıza tecavüz etmekte
ısrar eden Yunanlılar, bu defa Kral Constantine’in saltanat hırsını tatmin için
ülkelerinin bütün kaynaklarını açtılar. Para, asker, malzeme konusunda hiçbir
fedakarlıktan kaçınmayarak aylarca hazırlandılar. Ayrıca, Doğudaki siyasi
çıkarlarını korumak için masum kanların dökülmesini isteyen bazı yabancı dostlarının
gizli ve açık yardımlarına, kışkırtmalarına dayandılar. Bu yolla meydana
getirdikleri düzenli ve donanımlı büyük bir orduyla, pervasızca Anadolu
içlerine saldırdılar. Düşünmediler ki, Türkler’in vatan sevgisiyle dolu olan
göğüsleri, lanetli ihtiraslarına karşı daima demirden bir duvar gibi
yükselecektir. Ordumuz, Avrupa’nın en mükemmel araçlarıyla donatılmış
Constantine birliklerinin hakkından gelebiliyorsa, bu inanılmaz mucizeyi
Anadolu halkının gösterdiği fedakarlık duygusuna borçluyuz. Ulus bireylerinin,
milli amaç uğrunda özel yararlarını değersiz sayma konusunda gösterdikleri
olağanüstü davranış, kuşaktan kuşağa aktarılan şerefli bir övünç kaynağı
olacaktır. Bu gayretler sayesindedir ki, ordumuz, ölümü hiçe saymak için
bir an bile tereddüt etmeden, yüksek bir manevi güçle düşmanın üzerine
atıldı. Canımızı ve namusumuzu almak üzere, Haymana Ovası’na kadar gelen
Yunan askerlerinin, esir düştüklerinde yüce gönüllü askerlerimizden ilk istek
olarak bir parça ekmek istemeleri, mağrur düşmanın ne hale geldiğini gösteren
‘anlamlı’ bir görüntüdür. Yüksek bir azim ve fedakarlık duygusuyla topraklarını
savunan milletimiz, ne kadar övünse haklıdır... Biz hiç kimsenin hakkına el
uzatmadık. Bizim tek isteğimiz her türlü tecavüze karşı çıkarak, hayat ve
istiklalimizi sağlamak ve korumaktır. Her medeni millet gibi, özgürce
yaşamaktan başka amacımız yoktur. Milli sınırlar içinde her türlü yabancı
müdahalesine son verinceye kadar, silahlarımızı bırakmayacağız...”41
Siyasi Sonuçlar
Sakarya
Meydan Savaşı, içte ve dışta önemli politik gelişmelere yol açtı, Mustafa Kemal’in güç ve saygınlığını
arttırdı. Büyük Millet Meclisi O’na, 19 Eylül’de “Gazi” ünvanıyla “Türk askeri
rütbelerinin en yükseği” olan Mareşal rütbesini verdi. Oysa, daha bir yıl
önce Vahdettin, ondan “Mustafa Kemal Efendi” diye söz ederek
rütbelerini almış ve idam kararını imzalamıştı.42
Sakarya’dan
30 gün sonra, 13 Ekim 1921’de Sovyetler Birliği’nin aracılığıyla artık birer
sosyalist cumhuriyet durumuna gelen Kafkasya Devletleri; Azerbeycan, Ermenistan
ve Gürcistanla, Kars Anlaşması
imzalandı. Hemen bir hafta sonra 20 Ekim 1921’de Fransa’yla Ankara Anlaşması, 3 gün sonra 23 Ekim’de
İngiltere’yle “Tutsak Değişim”
anlaşması yapıldı. Bu anlaşmalarla Ankara, savaş galibi emperyalist ülkeler
tarafından tanınmış oldu. 2 Ocak 1922’de Ukrayna Halk Cumhuriyeti ile Dostluk Anlaşması imzalandı. İtilaf
Devletleri 22 Mart 1922’de Ankara’ya bırakışma (mütareke) önerisinde bulundu.43
Sovyetler
Birliği’nden para ve silah sağlandı. Alınan parayla, “Fransa’dan, İtalya’dan, Bulgaristan’dan, Amerika’dan silah satın
alındı.”44
Fransızlarla
yaptığı Ankara Anlaşması’yla Güney
cephesinde serbest kalan 80 bin asker kullanılabilir duruma geldi, bunların 40
binini “Fransa’dan satın aldığı
silahlarla donattı.”45
Fransızlarla
kurduğu ilişkiler, paylaşım çelişkisi yaşayan Bağlaşma (İtilaf) Devletleri arasında
gerilim yarattı. İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon, “adeta dehşetle
karışık bir şaşkınlık” içindeydi.46 Büyükelçilik görevlisi Rumbold İstanbul’dan Curzon’a gönderdiği yazıda, “Fransızlar şerefsizce davrandılar, bağlaşıkların ilişkisi kökünden sarsıldı” diyordu.47
DİPNOTLAR
1 “Atatürk” L.Kinross, Altın Kit. Yay., 12.Bas.,
İst.-1994, sf.322
2 a.g.e.
sf.322
3 “Nutuk” M.K.Atatürk, II.C., Türk Tarih
Kurumu Yay., 4.Bas., 1989, sf.817
4 a.g.e.
II.Cilt, sf.821
5 a.g.e.
sf.821
6 a.g.e.
sf.823 ve 825
7 “Mustafa Kemal Anıları” Metin Ergin,
Cumhuriyet, 16.11.2004
8 “Atatürk” L. Kinross, Altın Kit. Yay.,
12.Bas., İst.-1994, sf.325
9 “Bozkurt” H.C. Armstrong,
Arba Yay., İstanbul-1996, sf.126
10 “Atatürk” L. Kinross, Altın Kit. Yay.,
12.Bas., İst.-1994, sf.325 ve 327
11 a.g.e.
sf.326
12 a.g.e.
sf.326
13 “Mustafa
Kemal” B.Méchin,
Bilgi Kit., Ankara-1997, sf.213
14 “Atatürk” L.Kinross, Altın Kit. Yay.,
12.Bas., İst.-1994, sf.327
15 “Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri-IV”
Kaynak Yay, 3.Bas.,2001, sf.101
16 “Kuvayı Milliye Ruhu” Samet Ağaoğlu,
Kültür Bakanlığı Yay., 1981, sf.118
17 “Mustafa Kemal” B.Méchin,
Bilgi Kit., Ankara-1997, sf.213
18 “Anadolu İhtilali” S.Selek,
II.Cilt, Kastaş A.Ş. Yay., 8.Bas., 1987, sf.653
19 “Nutuk” M.K.Atatürk, II.Cilt, Türk Tarih Kurumu
Yay., 4.Bas., 1989, sf.827-829
20 “Mustafa Kemal” B.Méchin, Bilgi Kit., Ankara-1997,
sf.211
21 “Anadolu İhtilali” S.Selek,
II.Cilt, Kastaş A.Ş. Yay., 8.Bas., 1987, sf.654
22 “Türkün Ateşle İmtihanı” H.E.Adıvar,
ak. L.Kinross “Atatürk”, Altın Kit. Yay., 12. Bas., İstanbul-1994,
sf.328
23 “Nutuk” M.K.Atatürk, II.Cilt, Türk Tarih Kurumu
Yay., 4.Bas., 1989, sf.827
24 “Atatürk” L.Kinross, Altın Kit. Yay.,
12.Bas., İst.-1994, sf.329
25 a.g.e.
sf.329
26 “Mustafa Kemal” B.Méchin, Bilgi Kit.,
Ankara-1997, sf.213
27 “Atatürk” L.Kinross, Altın Kit. Yay.,
12.Bas., İst.-1994, sf.329
28 “Anadolu İhtilali” S.Selek,
II.Cilt, Kastaş A.Ş. Yay., 8.Bas.,1987, sf.670
29 “İstiklal Savaşı Nasıl Oldu?” Şevki Yazman,
sf.99; ak.Ş.S. Aydemir “Tek Adam”, II.Cilt, Remzi Kit., 8.Bas.,
İst.-1981, sf.503
30 a.g.e.
sf.503
31 “Anadolu İhtilali” S.Selek,
II.Cilt, Kastaş A.Ş. Yay., 8.Bas., 1987, sf.661
32 “Atatürk” L.Kinross, Altın Kit. Yay.,
12.Bas., İst.-1994, sf.334
33 “Bozkurt” H.C. Armstrong, Arba Yay.,
İst.-1996, sf.127
34 a.g.e.
sf.335
35 “Mustafa Kemal” B.Méchin, Bilgi Kit.,
Ankara-1997, sf. 214
36 “Türkiye
Ulusal Kurtuluş Savaşı Tarihi 1918-1923” A.M. Şamsutdinov, Doğan Kitap,
İst.-1999, sf.260
37 “Türkiye Ulusal Kurtuluş Savaşı Tarihi 1918-1923” A.M. Şamsutdinov,
Doğan Kitap, İst.-1999, sf.260
38 “Hakimiyeti Milliye” 19.11.1921; ak. A.M.
Şamsutdinov, Doğan Kitap, İstanbul-1999, sf.260
39 “Bozkurt” H.C. Armstrong, Arba Yay.,
İst.-1996, sf.131
40 a.g.e.
sf.131
41 “Atatürk’ün Bütün Eserleri” 11.Cilt,
Kaynak Yay., İstanbul-2003, sf. 390-391 ve “Çankaya Akşamları” B.G.Gaulis,
II.Cilt, Cumhuriyet Kit., Aydınlanma Dizisi 188, İst.-2001, sf.19-20
42 "Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri-IV" Kaynak Yay., 3.Bas., 2001, sf.101
43 "Anadolu İhtilali" S.Selek, II.Cilt, Karataş A.ş. Yay., 8. Baskı, 1987, sf.685
44 "Mustafa Kemal" B.Méchin, Bilgi Kit., Ankara-1997, sf. 217
45 a.g.e. sf. 217
46 “Atatürk” L.Kinross, Altın Kit. Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.338
47 a.g.e. sf.338
Eskişehir ve Kütahya
savaşları sonunda Yunanlılar, “strateji ve taktik bakımından” başarı
sağlamış görünüyordu. Kral Constantine, “Türklerin işini bitirdik”
diye açıklamalar yapıyor, Yunanistan’da şenlikler düzenleniyordu. Ancak, önlerinde kutlanacak bir yengiyle sonuçlanması çok güç bir savaş vardı. Türk
Ordusu’nun “ne tümünü ne de bir parçasını” yok edebilmişlerdi. Koskoca
ordu “çabucak gözden kaybolmuş” Anadolu yaylasının “uzun ve yorucu
yollarında ülkenin canevine”, Ankara’ya doğru çekilmişti.1 Türk
Ordusu, yengi almış görünen Yunanlılar’dan daha az yitik vererek, hemen
tümüyle, “Ankara’nın 80
kilometre önünde, Sakarya dirseğine” yerleşmişti.
Burası, “Mustafa Kemal’in durulmasını istediği yerdi.” 2
Meclis’te, geri çekilmenin
yarattığı üzüntülü bir hoşnutsuzluk vardı. Kimi milletvekilleri, onun
Başkomutanlığı üzerine almasını ve savaşı cepheden yönetmesini istiyordu. Hem
kendine yakın olanlar, hem de eleştirenler aynı kanıdaydı. Milletvekillerinin
tam desteğini alarak Başkomutanlığı kabul etti. Ancak, Meclis’in sahip olduğu
yetkinin tümünü, “üç aylık geçici bir süre için” üzerine almak ve
kullanmak istiyordu. Orduyu “savaşın bundan sonraki dönemine”, gereken
hızla ancak böyle hazırlayabilirdi.3
Önerisi,
kimi karşı çıkışlara karşın kabul edildi ve “Başkomutan, ordunun maddi ve
manevi gücünü büyük ölçüde arttırmak ve yönetimini bir kat daha sağlamlaştırmak
için, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin bununla ilgili yetkisini Meclis adına
eylemli olarak kullanabilir” denilerek yasalaştırıldı.4 Vereceği
buyruklar, artık yasa sayılacaktı. Bir meclis, hiçbir zorlama altında kalmadan,
kendi özgür iradesiyle, üstelik oybirliğiyle, yetkisini tek bir kişiye
devrediyordu. Bu, örneği olmayan bir yetki devriydi. Kendi deyimiyle, “bu
onurlanmadan dolayı” teşekkür etmek için kürsüye çıktı ve “Meclis’in
bana gösterdiği güvene yaraşır olduğumu az zamanda göstermeyi başaracağım”
diyerek şunları söyledi: “Efendiler, zavallı ulusumuzu tutsak etmek isteyen
düşmanları, ne olursa olsun yeneceğimize olan iman ve güvenim, bir dakika olsun
sarsılmamıştır. Şu anda, bu inancımı yüce kurulunuza, bütün ulusa ve bütün
dünyaya karşı ilan ederim.”5
Başkomutanlığı üzerine
aldıktan sonra, birkaç gün Ankara’da çalıştı. Genel Kurmay ve Milli Savunma
Bakanlığı’nın çalışmalarını Başkomutanlık katında birleştirdi ve öbür bakanlıklarla eşgüdümü sağlayacak yeni bir bürokratik yapılanmaya gitti.
Ordunun; insan, taşıt, yiyecek, giyecek gereksinimlerini karşılamak için; 7
Ağustos’ta, Ulusal Vergi Buyruğu’nu
(Tekalif-i Milliye Emri) yayınladı; 8 Ağustos’ta, Ulusal Vergi Kurulu’nun (Tekalif-i Milliye Komisyonu)
kurulduğunu açıkladı. On ayrı buyrukla, halktan, elinde ordunun işine yarayacak
ne varsa, vergi olarak kurula teslim etmesini istedi.
İki
sayılı buyruğa göre, tüm yurtta her aile, birer kat çamaşır, birer çift çorap
ve birer çift çarık hazırlayıp kurula verecekti. Üç sayılı buyrukla, tüccarın
ve halkın elindeki; “bez, kaput bezi, pamuk, yıkanmış yıkanmamış yün,
tiftik, kumaş, kösele, sarı ve siyah meşin, dikilmiş ya da dikilmemiş çarık,
potin, kundura çivisi, tel çivi, saraç ipliği, nallık demir ve nal, mıh, yem
torbası, yular, belleme, kolan, kaşağı, semer, un, arpa, fasulye, bulgur,
nohut, mercimek, kasaplık hayvan, şeker, gaz, pirinç, sabun, yağ, tuz,
zeytinyağı, çay ve mum” stoklarının yine yüzde kırkı, parası sonra ödenmek
üzere alınıyordu. Yedi ve sekizinci buyrukta, ordunun silah ve donanım
gereksinimlerini karşılayacak maddeler isteniyordu. “Savaşa elverişli bütün
silah ve cephane, benzin, vazelin, gres yağı, makine yağı, kamyon ve otomobil
lastiği, lastik yapıştırıcı, buji, soğuk tutkal, telefon makinesi, kablo, pil,
çıplak tel, yalıtkanların” yüzde kırkı, Ulusal Vergi Kurulu’na verilecekti.
Dokuzuncu buyrukta ise; “demirci, marangoz, dökümcü, tesviyeci, saraç ve
arabacılarla bunların imalathaneleri, iş çıkarma güçleri; kasatura, kılıç,
mızrak, eyer yapabilecek ustaların adlarıyla sayılarının durumlarının
saptanması” isteniyordu. Onuncu buyruk, halkın elindeki “dört tekerlekli
yaylı araba, dört tekerlekli at ya da öküz arabası ve kağnı ile bunların
donanım ve hayvanları, binek ya da top çeker hayvanlar olan katırlar, deve ve
eşeklerin” yüzde yirmisini istiyordu.6
12 Ağustos 1921, Kurban
Bayramı’nın ilk gününde Mustafa Kemal, Hacı Bayram Camisinin çevresine
taşan “beş bin kişiyle birlikte Bayram namazını kıldı” ve o günlerde
Ankara’da bulunan ünlü Amerikalı gazeteci Laurence Show Moore’un
saptamasıyla, “halkın görülmemiş sevgi gösterileri arasında” cepheye
hareket etti.7 Aynı gün, Genel Kurmay Başkanı Fevzi Paşa’yla (Çakmak) birlikte
Polatlı’da kurduğu cephe karargahına geldi. O gece, “düşmanın izlemesi olası hücum yönünü görmek için”, çevreye hakim bir tepe olan Karadağ’a
çıktı. Atının, sigarasını yakmak için çaktığı kibritten ürkmesi üzerine, yere
düştü. Kaburga kemiklerinden biri kırılmıştı. Sağaltım (tedavi) için gittiği Ankara’da,
hekimler kesin olarak yatması gerektiğini söylediler. “Çalışmayı
sürdürürseniz yaşamınız tehlikeye girer” diyorlardı. “Savaş bitsin o
zaman iyileşirim”8
diyerek onlarla şakalaşıyor, önerileri umursamıyordu. Yirmi dört saat sonra
cepheye geri döndü. Savaşı, bir trenden sökülen yolcu koltuğunu kullanarak
yönetti. Kırık göğüs kemiği, “yeniden depreşen eski böbrek hastalığı”9 ona acı veriyor, güçlükle
yürüyebiliyor, çoğu kez, “bir masaya dayanarak dinlenmek zorunda kalıyordu.”10
Yunan Ordusu, 23 Ağustos
1921 günü sabaha karşı saldırıya geçti. Constantine, savaş parolasını “Ankaraya”
diye belirlemiş ve “İngiliz istihbarat subaylarını daha şimdiden, Mustafa
Kemal’in şehrinde, Ankara’da, zafer yemeğine çağırmıştı.”11 Atina basınında, “Büyük
İskender’in Doğu seferinden” söz eden yazılar çıkıyordu. Constantine,
Helen ordusuyla birlikte, onun 2300 yıl önce yaptığını 20.yüzyılda yapacak, “bir
kez daha Gordion düğümünü keserek Asya’da yeni bir imparatorluk” kuracaktı.12
Gelişkin silahlarına, mükemmel donanımına ve arkasındaki “büyük güce”,
İngiltere’ye güveniyordu.
Mustafa Kemal ise; sayısı az, donanımı
eksik ve esas gücünü inanç ve kararlılığın oluşturduğu ‘yoksul’ ordusuyla,
düşmanını bekliyordu. Karargah olarak kullandığı bina, Alagöz Köyü’nde Ali
Çavuş adlı köylüye ait, yarım kalmış kerpiç bir evdi.13 “Kara
giysili Karadenizli koruyucularını” bile cepheye sürmüştü. Rütbelerini
Erzurum’da çıkardığı ve Meclis de kendisine “resmi bir rütbe vermediği için”
sırtında bir er üniforması vardı.14 Akciğeri için, sakıncalı
olmasına karşın, göğsünü sargılatmış, cepheden ayrılmıyordu. Savaşı, “geceli
gündüzlü hiç ara vermeden bizzat yönetti ve 22 gün boyunca hiçbir gece düzenli
uyumadı.”15
Sakarya
Savaş’ında ordunun içinde bulunduğu koşullar, bugün birçok insana inanılmaz
gibi gelebilir. Silah, yiyecek, giyecek gereksinimi en alt düzeyde bile
karşılanamamıştı. Askere yemek olarak, çoğu kez yalnızca kuru ekmek verilebiliyordu. Açlığa karşı doğadan ot toplayan erler,
kimi zaman zehirli otları yiyor bu da hastalanmalara, hatta ölümlere yol
açıyordu. “Askeri otlamaya çıkardım”
tümcesi, komutanların günlük dillerine yerleşmiş ve beslenmeyle ilgili bir
eylemi ifade ediyordu.
Askerin
yüzde yirmi beşinin ayağı tümüyle çıplaktı, bir o kadarının ise, bir ayağında eski
bir ayakkabı öbür ayağında çarık bulunuyordu. Sakarya Savaşı’nda, askerin
yalnızca yüzde beşi üniformalıydı. Mustafa Kemal, Meclis’te,
askerin iyi donatılmadığı yönündeki eleştiriler üzerine söz almış ve şunları
söylemişti: “Askerlerimizin biraz çıplak ve yırtık elbise içinde bulunması
bizim için ayıp sayılmaması gerekir... Fransızlar bana, elbisesiz askerlerin
çete olduğunu söylediklerinde onlara, hayır çete değildir, bizim
askerlerimizdir’ dedim. Üzerinde üniforma yok dediler. ‘Üzerindeki elbise onların
üniformasıdır’ dedim. Bu Fransızlar için yeterli yanıt olmuştu. Elbiseli olsun,
köylü elbiseli olsun (ne fark eder y.n.) yeter ki onları yerinde
kullanalım, kutsal amacımıza ulaşalım”16
Sakarya
Savaşı,
100 kilometrelik bir cephe üzerinde gelişen, sözcüğün gerçek anlamıyla tam bir meydan
savaşıydı. Başladığı 23 Ağustos’tan 13 Eylül’e dek, 22 gün sıradışı bir yeğinlikle (şiddetle) sürdürüldü. Yunanlılar, Türklere karşı duydukları kinle ve varsıl bir
ülkeyi ele geçirmek için; Türklerse, yüzyıllarca uyruk yapıp içlerinde
yaşattıkları Rum ihanetine duydukları öfkeyle, vatanlarını savunmak için
savaşıyordu. Yunan Ordusu’nun önemli bir bölümünü oluşturan Osmanlı uyruğu
‘yerli’ Rumlar, savaşı yitirdiklerinde “vatan haini” sayılacaklarını ve “Helen
İmparatorluğu” kurmak yerine, varsıllıklarını borçlu oldukları Anadolu’yu
tümden yitireceklerini biliyordu. Bu nedenle, büyük bir dirençle
savaşıyorlardı.17
Mustafa
Kemal, Sakarya
Savaşı’nı Nutuk’ta, “dünya tarihinde örneği pek az olan, Büyük ve
Kanlı Sakarya Savaşı (Sakarya Melhamei Kübrası)” diye tanımlar. Savaşın
Anadolu’daki Türk varlığı için yaşamsal önemini bildiğinden, orduyu olduğu
kadar halkı da savaşa hazırlamıştı. Çatışmaların başlamasından birkaç gün önce,
“Orduya ve Millete” başlığıyla yayınladığı bildiride; “Ordumuzun fedakar
subaylarına ve kahraman erlerine, atalarından miras kalan özellikleriyle
kendini gösteren bütün millete sesleniyorum” diyerek18; Türk
milletinin bütün bireylerini, “köyde, kentte, evinde, tarlasında”
bulunan herkesi, “kendini silahla vuruşan savaşçı gibi görevli bilerek ve
bütün varlığıyla” savaşmaya çağırdı.19 “Türkiye ölüm
tehlikesindedir, ama batmayacaktır”20; “Düşman ordusunu, Anayurdumuz’un harimi ismetinde
(kutsal bağrında y.n.) boğarak istiklalimize kavuşacağız” diyordu.21
Anadolu’yu kurtaramazsa, “herkesle
beraber ölecekti.”22
Ölümü en başından göze almıştı ve onu umursamıyordu. Önemli olanın ölmek değil,
ülkeyi kurtarmak olduğunu biliyordu. Bireysel ölüm, ancak düşmanı yenme olasılığı
ortadan kalktığında sözkonusu olabilirdi. Sakarya Savaşı önemliydi,
ancak yitirilse bile son değildi. Savaşım (mücadele), her koşul altında, yeni yöntem ve
araçlarla sürdürülecek, düşman tümüyle yok edilinceye dek savaşılacaktı. “Her
parça toprak, üzerine basılan her yer savunulacaktır” diyordu. Ordularına
verdiği ve savaş tarihinde örneği olmayan kesin buyruk şuydu: “Hatt-ı müdafaa
yoktur, sath-ı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış
toprağı yurttaş kanıyla ıslanmadıkça terkedilemez. Onun için, küçük
büyük her birlik bulunduğu mevziden atılabilir, fakat büyük küçük her birlik
durabildiği ilk noktada, düşmana karşı yeniden cephe kurup savaşmaya devam
eder. Yanındaki birliğin çekilmek zorunda olduğunu gören birlikler ona uymaz.
Bulunduğu mevzide sonuna kadar direnmekle yükümlüdür.”23
Yirmi iki gün, yirmi iki
gece süren Sakarya Savaşı, “bir gün farkla” dünyanın gördüğü “en
uzun” meydan savaşıydı.24 Yalnız uzun değil, “vahşi ve
öldürücü bir savaştı bu.”25
İki yüz bin insan, yakıcı bir güneş altında, “susuz, günlük yiyeceği bir
avuç mısıra”26
ya da bir parça ekmeğe indirgenmiş olarak, durmadan birbirlerine saldırdılar.
Ankara’ya açılan Haymana Ovası’na hakim büyük-küçük tüm tepeler, sıkça el
değiştiriyor, her el değiştirmede yüzlerce insan ölüyordu. Mustafa Kemal’in
elindeki asker, silah ve cephane kısıtlıydı. Sınırlı sayıda dağıtılan mermiler
çabuk bitiyor ve askerler “birbirinden mermi alıyordu” Topçu
tümenlerinde mermi eksikliği çok fazlaydı. Subay ağırlıklı olmak üzere çok
yitik veriliyordu. Ancak, her olanaksızlık, ona “yeni askeri taktikler”
geliştirtiyordu.27
Mustafa Kemal Sakarya Savaşı’nı “subay
savaşı” olarak tanımlar. Yengiden altı gün sonra, 19 Eylül 1921’de,
Meclis’te yaptığı uzun konuşmanın sonunda, “subaylarımızın kahramanlığı
hakkında söyleyecek söz bulamam. Ancak, doğru ifade edebilmek için diyebilirim
ki, bu savaş bir subay savaşı olmuştur”der.28 Sakarya Savaşı’na
“ön safta katılan subayların yüzde 80’i, erlerin yüzde 60’ı ya şehit olmuş
ya da yaralanmıştı.”29
42.Alayın “bütün rütbeli subayları şehit olduğu için”, Alay’ın
komutasını bir yedek subay üstlenmişti. 4.Tümen’in hücum taburunda “bir tek
subay kalmıştı.”30
Yalnızca Çal Dağı çarpışmalarında; “3 alay komutanı, 5 tabur
komutanı, 82 subay ve 900 er şehit olmuştu.”31 Çevresine hakim Karadağ tepesini almak için, “yarım
tümen” şehit verilmişti.32 8 tümen komutanı, süngü savaşında
şehit olmuştu.33
Subaylar, ona, başkomutanlık sınırlarını aşan bir
sevgi ve güvenle bağlıydılar. Güçlü kişiliği herşeye egemendi. Varlığı
askerlere güven veriyor, “onlara dişlerini sıkarak, her kayaya, her karış
toprağa yapışarak direnme cesareti” ve “en güç anda, Kemal Paşa yeni bir
taktik ve cesur bir atılımla müdahale eder, durumu düzeltir” duygusu
veriyordu.34 Subayları, buyruklarının doğruluğuna o denli
inanıyorlardı ki, bunları yerine getirmeyi, vatan savunmasının gerekli kıldığı
kutsal bir görev sayıyorlardı.
Sakarya
Meydan Savaşı
13 Eylül’de sona erdiğinde, birkaç gün içinde Ankara’ya gireceği söylenen Yunan
Ordusu çökertilmişti. Bitkin durumda “Anadolu yaylasının başlangıcındaki
harekat noktalarına doğru tersyüzü” geri çekiliyor, çekilirken “geçtikleri
her yeri yakıp yıkıyordu.”35
Sayısının azlığına ve olanaksızlıklara karşın, “muazzam bir çabayla”
olağanüstü bir direnç gösteren Türk Ordusu, dayanma sınırının sonuna geldiği
için; “Sakarya Nehri’ni zorlayarak”, Yunan Ordusu’nu izlemedi, onu
tümüyle yok edemedi. Bunu yapmak için, daha bir yıla gereksinimi vardı.36
Yunan
Ordusu Sakarya’da yok edilemedi, ama büyük darbe vuruldu. “Azaltılmış
rakamlarla ve yalnızca ölü olarak subay-er 18 bin” yitik vermişti.37
Silah ve donanım yitikleri hesaplanamıyordu.
Ankara kurtarılmış, parlak
bir zafer kazanılmıştı. Türkiye coşku, dünya şaşkınlık içinde, Sakarya’daki
Türk başarısını konuşuyordu. Ezilen ulusların “özgürlüksever halkları”,
Türk halkına duyduğu yakınlığı, Ankara’ya gönderdikleri kutlama telgraflarıyla
gösteriyordu.38 Rusya ve Afganistan’dan, Hindistan ve Güney
Amerika’dan, hatta Fransa ve İtalya’dan bile kutlama geliyordu.39
Ankara
halkı, “büyük bir sevinç içindeydi.” Eşyalarını toplamış, “top
seslerini duyarak” doğuya göçmeye hazırlanmıştı. Artık güvende ve Mustafa
Kemal’e “sonsuz bir şükran duygusu içindeydi.”40 O da, aynı duyguları, Türk
halkı için taşıyordu. 14 Eylül’de “Millete Beyanname” adıyla, orduyu ve
Türk halkını kutlayan bir teşekkür bildirisi yayınladı. Düşmanı tümüyle ülkeden
atıp özgürlüğü sağlayana ve “milli sınırlar içinde her türlü yabancı
müdahalesine son verene kadar, silahlarımızı bırakmayacağız” diye bitirdiği
bildiride şöyle söylüyordu: “Kutsal topraklarımızı çiğneyerek Ankara’ya
girmek ve istiklalimizin fedakar koruyucusu ordumuzu yok etmek isteyen Yunan
birlikleri, yirmi iki gün süren kanlı savaşlardan sonra, Tanrı’nın yardımıyla
yenilmiştir... Sakarya’yı geçerek, şaşkın ve dağınık kısımlarının arkasını
bırakmayarak, günahsız Türk milletinin hayat ve istiklaline canavarca tecavüz
edenlere layık olan cezayı vermek için, ordumuz sönmez bir azim ve
kahramanlıkla vazifesini yapmayı sürdürecektir... İnönü ve Dumlupınar’da Türk
azim ve imanı karşısında ezilerek mağlup edilen, ancak bu yenilgilerden ders
almayan ve hiçbir hakka dayanmadığı halde, kutsal vatanımıza tecavüz etmekte
ısrar eden Yunanlılar, bu defa Kral Constantine’in saltanat hırsını tatmin için
ülkelerinin bütün kaynaklarını açtılar. Para, asker, malzeme konusunda hiçbir
fedakarlıktan kaçınmayarak aylarca hazırlandılar. Ayrıca, Doğudaki siyasi
çıkarlarını korumak için masum kanların dökülmesini isteyen bazı yabancı dostlarının
gizli ve açık yardımlarına, kışkırtmalarına dayandılar. Bu yolla meydana
getirdikleri düzenli ve donanımlı büyük bir orduyla, pervasızca Anadolu
içlerine saldırdılar. Düşünmediler ki, Türkler’in vatan sevgisiyle dolu olan
göğüsleri, lanetli ihtiraslarına karşı daima demirden bir duvar gibi
yükselecektir. Ordumuz, Avrupa’nın en mükemmel araçlarıyla donatılmış
Constantine birliklerinin hakkından gelebiliyorsa, bu inanılmaz mucizeyi
Anadolu halkının gösterdiği fedakarlık duygusuna borçluyuz. Ulus bireylerinin,
milli amaç uğrunda özel yararlarını değersiz sayma konusunda gösterdikleri
olağanüstü davranış, kuşaktan kuşağa aktarılan şerefli bir övünç kaynağı
olacaktır. Bu gayretler sayesindedir ki, ordumuz, ölümü hiçe saymak için
bir an bile tereddüt etmeden, yüksek bir manevi güçle düşmanın üzerine
atıldı. Canımızı ve namusumuzu almak üzere, Haymana Ovası’na kadar gelen
Yunan askerlerinin, esir düştüklerinde yüce gönüllü askerlerimizden ilk istek
olarak bir parça ekmek istemeleri, mağrur düşmanın ne hale geldiğini gösteren
‘anlamlı’ bir görüntüdür. Yüksek bir azim ve fedakarlık duygusuyla topraklarını
savunan milletimiz, ne kadar övünse haklıdır... Biz hiç kimsenin hakkına el
uzatmadık. Bizim tek isteğimiz her türlü tecavüze karşı çıkarak, hayat ve
istiklalimizi sağlamak ve korumaktır. Her medeni millet gibi, özgürce
yaşamaktan başka amacımız yoktur. Milli sınırlar içinde her türlü yabancı
müdahalesine son verinceye kadar, silahlarımızı bırakmayacağız...”41
Siyasi Sonuçlar
Sakarya
Meydan Savaşı, içte ve dışta önemli politik gelişmelere yol açtı, Mustafa Kemal’in güç ve saygınlığını
arttırdı. Büyük Millet Meclisi O’na, 19 Eylül’de “Gazi” ünvanıyla “Türk askeri
rütbelerinin en yükseği” olan Mareşal rütbesini verdi. Oysa, daha bir yıl
önce Vahdettin, ondan “Mustafa Kemal Efendi” diye söz ederek
rütbelerini almış ve idam kararını imzalamıştı.42
Sakarya’dan
30 gün sonra, 13 Ekim 1921’de Sovyetler Birliği’nin aracılığıyla artık birer
sosyalist cumhuriyet durumuna gelen Kafkasya Devletleri; Azerbeycan, Ermenistan
ve Gürcistanla, Kars Anlaşması
imzalandı. Hemen bir hafta sonra 20 Ekim 1921’de Fransa’yla Ankara Anlaşması, 3 gün sonra 23 Ekim’de
İngiltere’yle “Tutsak Değişim”
anlaşması yapıldı. Bu anlaşmalarla Ankara, savaş galibi emperyalist ülkeler
tarafından tanınmış oldu. 2 Ocak 1922’de Ukrayna Halk Cumhuriyeti ile Dostluk Anlaşması imzalandı. İtilaf
Devletleri 22 Mart 1922’de Ankara’ya bırakışma (mütareke) önerisinde bulundu.43
Sovyetler
Birliği’nden para ve silah sağlandı. Alınan parayla, “Fransa’dan, İtalya’dan, Bulgaristan’dan, Amerika’dan silah satın
alındı.”44
Fransızlarla
yaptığı Ankara Anlaşması’yla Güney
cephesinde serbest kalan 80 bin asker kullanılabilir duruma geldi, bunların 40
binini “Fransa’dan satın aldığı
silahlarla donattı.”45
Fransızlarla
kurduğu ilişkiler, paylaşım çelişkisi yaşayan Bağlaşma (İtilaf) Devletleri arasında
gerilim yarattı. İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon, “adeta dehşetle
karışık bir şaşkınlık” içindeydi.46 Büyükelçilik görevlisi Rumbold İstanbul’dan Curzon’a gönderdiği yazıda, “Fransızlar şerefsizce davrandılar, bağlaşıkların ilişkisi kökünden sarsıldı” diyordu.47
1 “Atatürk” L.Kinross, Altın Kit. Yay., 12.Bas.,
İst.-1994, sf.322
2 a.g.e.
sf.322
3 “Nutuk” M.K.Atatürk, II.C., Türk Tarih
Kurumu Yay., 4.Bas., 1989, sf.817
4 a.g.e.
II.Cilt, sf.821
5 a.g.e.
sf.821
6 a.g.e.
sf.823 ve 825
7 “Mustafa Kemal Anıları” Metin Ergin,
Cumhuriyet, 16.11.2004
8 “Atatürk” L. Kinross, Altın Kit. Yay.,
12.Bas., İst.-1994, sf.325
9 “Bozkurt” H.C. Armstrong,
Arba Yay., İstanbul-1996, sf.126
10 “Atatürk” L. Kinross, Altın Kit. Yay.,
12.Bas., İst.-1994, sf.325 ve 327
11 a.g.e.
sf.326
12 a.g.e.
sf.326
13 “Mustafa
Kemal” B.Méchin,
Bilgi Kit., Ankara-1997, sf.213
14 “Atatürk” L.Kinross, Altın Kit. Yay.,
12.Bas., İst.-1994, sf.327
15 “Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri-IV”
Kaynak Yay, 3.Bas.,2001, sf.101
16 “Kuvayı Milliye Ruhu” Samet Ağaoğlu,
Kültür Bakanlığı Yay., 1981, sf.118
17 “Mustafa Kemal” B.Méchin,
Bilgi Kit., Ankara-1997, sf.213
18 “Anadolu İhtilali” S.Selek,
II.Cilt, Kastaş A.Ş. Yay., 8.Bas., 1987, sf.653
19 “Nutuk” M.K.Atatürk, II.Cilt, Türk Tarih Kurumu
Yay., 4.Bas., 1989, sf.827-829
20 “Mustafa Kemal” B.Méchin, Bilgi Kit., Ankara-1997,
sf.211
21 “Anadolu İhtilali” S.Selek,
II.Cilt, Kastaş A.Ş. Yay., 8.Bas., 1987, sf.654
22 “Türkün Ateşle İmtihanı” H.E.Adıvar,
ak. L.Kinross “Atatürk”, Altın Kit. Yay., 12. Bas., İstanbul-1994,
sf.328
23 “Nutuk” M.K.Atatürk, II.Cilt, Türk Tarih Kurumu
Yay., 4.Bas., 1989, sf.827
24 “Atatürk” L.Kinross, Altın Kit. Yay.,
12.Bas., İst.-1994, sf.329
25 a.g.e.
sf.329
26 “Mustafa Kemal” B.Méchin, Bilgi Kit.,
Ankara-1997, sf.213
27 “Atatürk” L.Kinross, Altın Kit. Yay.,
12.Bas., İst.-1994, sf.329
28 “Anadolu İhtilali” S.Selek,
II.Cilt, Kastaş A.Ş. Yay., 8.Bas.,1987, sf.670
29 “İstiklal Savaşı Nasıl Oldu?” Şevki Yazman,
sf.99; ak.Ş.S. Aydemir “Tek Adam”, II.Cilt, Remzi Kit., 8.Bas.,
İst.-1981, sf.503
30 a.g.e.
sf.503
31 “Anadolu İhtilali” S.Selek,
II.Cilt, Kastaş A.Ş. Yay., 8.Bas., 1987, sf.661
32 “Atatürk” L.Kinross, Altın Kit. Yay.,
12.Bas., İst.-1994, sf.334
33 “Bozkurt” H.C. Armstrong, Arba Yay.,
İst.-1996, sf.127
34 a.g.e.
sf.335
35 “Mustafa Kemal” B.Méchin, Bilgi Kit.,
Ankara-1997, sf. 214
36 “Türkiye
Ulusal Kurtuluş Savaşı Tarihi 1918-1923” A.M. Şamsutdinov, Doğan Kitap,
İst.-1999, sf.260
37 “Türkiye Ulusal Kurtuluş Savaşı Tarihi 1918-1923” A.M. Şamsutdinov,
Doğan Kitap, İst.-1999, sf.260
38 “Hakimiyeti Milliye” 19.11.1921; ak. A.M.
Şamsutdinov, Doğan Kitap, İstanbul-1999, sf.260
39 “Bozkurt” H.C. Armstrong, Arba Yay.,
İst.-1996, sf.131
40 a.g.e.
sf.131
41 “Atatürk’ün Bütün Eserleri” 11.Cilt,
Kaynak Yay., İstanbul-2003, sf. 390-391 ve “Çankaya Akşamları” B.G.Gaulis,
II.Cilt, Cumhuriyet Kit., Aydınlanma Dizisi 188, İst.-2001, sf.19-20
42 "Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri-IV" Kaynak Yay., 3.Bas., 2001, sf.101
43 "Anadolu İhtilali" S.Selek, II.Cilt, Karataş A.ş. Yay., 8. Baskı, 1987, sf.685
44 "Mustafa Kemal" B.Méchin, Bilgi Kit., Ankara-1997, sf. 217
45 a.g.e. sf. 217
46 “Atatürk” L.Kinross, Altın Kit. Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.338
47 a.g.e. sf.338
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder