Türkiye’de
1923 yılında, yönetim biçimi olarak Cumhuriyetin tarihsel evrimini, evrensel
boyutunu ve gerçek niteliğini kavramış, aydın
zümre yok gibidir. O güne dek, Türkiye’de, cumhuriyetçilik adına,
bir düşünce akımı gelişmemiş, herhangi bir örgütlü eylem gerçekleştirilmemişti.
Cumhuriyet sözcüğü, aynı şapka
gibi, 19.yüzyıldan beri sövgü ve aşağılama tanımı olarak kullanılıyordu;
tutuculuk dilinde karşılığı gavurluktu.
Ordu ona bağlıydı ve orduyu yenileşmenin örgütlü gücü haline getirmişti. Ancak,
bu büyük güvenceyle bile yetinmeyen önlemli (tedbirli) bir anlayışı vardı.
Giriştiği savaşımın doğruluğuna inanmakta, bilince dayalı bu inanç, ona
girişimleri için gerekli olan özgüveni vermektedir. Çok güvendiği ordu bile
kendisini bıraksa, “komutan ve subaylarına tümüyle bel bağladığı muhafız
alayına” dayanarak halka gidecek, “ülkeyi yeniden çevresine
toplayacaktır.” Bu kararlılık ve istenç gücüyle, “Meclis koridorlarının
kulaktan kulağa dolaşan fısıltıları, küçük oyun ve taktikler” elbette boy
ölçüşemeyecekti.
Doğru
Zaman
Mustafa Kemal Atatürk, zaferden sonraki bir yıllık yoğun çalışmasıyla,
Türkiye’yi, düşündüğü yenileşme yoluna sokmuştu. 11 ay içinde; saltanat
kaldırılmış, Hilafet varlığına “izin verilen” edilgen bir duruma
getirilmiş, Lozan imzalanmıştı. Artık elinde, Müdafaa-i Hukuk
örgütlerine dayanan Halk Fırkası, yenilenmiş bir Meclis,
önerilerini yapmaya hazır bir halk, güvenilir bir ordu ve dar ancak inanmış bir
kadro vardı. Çok önceden karar verdiği ve “vicdanında ulusal bir sır gibi”
sakladığı düşüncesini uygulayacak, Devlet’in yönetim biçimini belirleyecekti;
Cumhuriyet’i ilan etmenin zamanı gelmişti.
Tüm uğraşılara ve gerçekleştirilen yenileşmelere karşın, bu iş yine de kolay değildi. Halk egemenliğine dayanan yönetim biçiminin, 23 Nisan 1920'den beri eylemsel olarak gerçekleştirilmesine ve sorunun o günkü gerçek durumun ilanından ibaret başka bir şey olmamasına 1, geçmişten gelen tutucu alışkanlıklar ve eğitimsizlik, Cumhuriyet girişimini, hala çekince (risk) içeren bir eylem durumuna getiriyordu.
Ülkede; yönetim biçimi olarak Cumhuriyet'in tarihsel evrimini, evrensel boyutunu ve gerçek niteliğini kavramış, “aydın zümre yok gibidir.”2 O güne dek, Türkiye'de, cumhuriyetçilik adına, bir düşünce akımı gelişmemiş, herhangi bir örgütlü eylem gerçekleştirilmemişti. Cumhuriyet sözcüğü, aynı şapka gibi, 19.yüzyıldan beri sövgü ve aşağılama tanımı olarak kullanılıyordu; tutuculuk dilinde karşılığı “gavurluk”tu.3 Ünlü Hafız, İzmirli İsmail Hakkı Efendi o günlerde, Ayasofya'da, “İslam hükümdarsız olmaz, cumhuriyet olamaz” diyen vaazlar veriyordu.4
Batıdaki Cumhuriyet
Batıda cumhuriyet, Avrupa
aydınlanmasıyla bütünleşen uzun ve güçlüklerle dolu bir savaşımın birikimi
üzerinde gelişmişti. Fransız Devrimi’ne temel oluşturan bu birikim, cezaevleri
ve giyotinlerden geçerek toplum yaşamına girmişti.
J.J.Rousseau’yla başlayan Devrim’le
somutlaşan cumhuriyetçilik düşüncesi, sert savaşımlar ve 250 yıllık bir
evrimden geçerek bugün Fransa’da beşincisini yaşamaktadır. Soylulara
yakınlığıyla tanınan ünlü kimyacı Lavoisier, 1794’de, Devrim
Mahkemesi tarafından yargılanırken, yarım kalan deneylerini tamamlamak için
süre istediğinde, “Cumhuriyetin bilginlere gereksinimi yok” yanıtını
almış ve giyotinle idam edilmişti.5
Kararlılık ve İstenç
Batıda yoğun savaşımlarla birkaç yüzyılda getirilebilen yönetim biçimi, Türkiye'de birkaç hafta içinde gerçekleştirildi. Bu güç işi başarmak için eskiden gelen bir savaşım birikimi yoktu, ancak toplumsal dayanağı kuşkusuz vardı.
Yaşam süresini dolduran kişi egemenliği, çürümüşlüğüyle yönetim işleyişini bozmuş, Türk halkına büyük zarar vermişti. Halk, eskiden kurtulmak, gelişip gönencini arttırmak istiyor, isteğinin eski düzenle gerçekleşemeyeceğini duyumsuyordu. Durumunun düzelmesi için bir şeyler yapılması gerektiğini anlıyor, ancak bu eğilime bir ad koyamıyordu.
Güvendiği yerden gelen ve katılımcı geleneğiyle örtüşen cumhuriyet önerisine karşı çıkmadı, kabullenip sahiplendi. Devrim önderi ne derse yapacak, sonuna dek onunla birlikte olacaktı. Cumhuriyet'i ilan ederken dayandığı ana güç, Türk halkındaki bu inanç ve verdiği destekti.
Halka Güven
Ordu ona bağlıydı ve orduyu
yenileşmenin örgütlü gücü durumuna getirmişti. Ancak, bu büyük güvenceyle bile
yetinmeyen önlemli (tedbirli) bir anlayışı vardı. Giriştiği savaşımın doğruluğuna
inanmakta, bilince dayalı bu inanç, ona girişimleri için gerekli olan özgüveni
vermektedir.
Çok
güvendiği ordu bile kendisini bıraksa, “komutan ve subaylarına tümüyle bel
bağladığı muhafız alayına” dayanarak halka gidecek, “ülkeyi yeniden
çevresine toplayacaktır.” Bu kararlılık ve istenç gücüyle, “Meclis
koridorlarının kulaktan kulağa dolaşan fısıltıları, küçük oyun ve taktikler”
elbette boy ölçüşemeyecekti.6
Toplumcu Anlayış
1923 başlarında çıktığı
yurt gezilerinde, yönetim biçimi sorununu, cumhuriyet sözcüğünü
kullanmadan ancak onu anlatarak dile getirdi. Herkesin anlayacağı dilden
konuşuyor, halk egemenliğine dayanan yönetim biçimi konusunda; tarihsel,
toplumsal ve dinsel açıklamalarla halkı aydınlatıyordu. Eskişehir’de; “bugünkü
gücümüzün kaynağı, milletin ruhuna vicdanına, eğilimlerine dayanmamızdır...
İzlenmesi akla uygun siyaset, milletin doğal yeteneklerine ve ihtiyaçlarına
uyumlu olandır... Milletler, kendi vicdanlarının eğilimini yerine getirmek ve
uygulamak isterlerse, egemenliği elinde tutmak zorundadırlar... Egemenlik artık
kayıtsız şartsız milletindir ve milletin kalacaktır. Yönetim biçimi,
halkın kendisini bilfiil yönetmesi esasına dayanacaktır” dedi.7
Cumhuriyet ve İslamiyet
Yönetim sorununu
irdelemeyi, İslam hukukuna dek genişletti, Hz.Muhammet’in sözlerinden
aktarmalar yaparak İslamiyet’in konuyu nasıl ele aldığını anlattı. “Yüce Peygamber
devletlere gönderdiği peygamber bildirimlerinde, ‘Allah birdir, hak din,
İslam dinidir, onu kabul ediniz’ buyurmuşlar ve fakat hemen eklemişlerdir;
‘ben size hak dinini kabul ettirmekle sanmayınız ki, sizin milletinize, sizin
yönetiminize el koyacağım. Siz hangi yönetim biçimini koyuyorsanız, o hakkınız
saklıdır.’... Şimdi şunu açıklamalıyım ki, din esasında yönetimin şu ya da
bu biçimde olacağına dair, hiçbir ifade kesin olarak yoktur. Yalnız hükümetin
hangi esaslara dayanması gerektiği bellidir, bu açık ve kesindir. Bu esaslardan
biri şûrâdır (danışma organı). Danışma en kuvvetli esastır. Bu esas, Yaradan
tarafından doğrudan doğruya Muhammet Mustafa’ya da emrolunmuştur. Peygamber
olan yüce kişi bile, kendiliğinden iş yapamayacaktır. Danışarak (müşavere)
yapacaktır... Diğer bir esas adalet esasıdır. Şûrâ, insanlara ait işleri yerine
getirirken adil davranacaktır. Çünkü adaletsiz şûrâ, Allahın emrettiği şûrâ
olamaz; adalet dağıtmaya yetkili olabilmesi için de uzman olması, bilgili
(vâkıf) olması gerekir. Bilgili olan, uzman kişilerden oluşan bir yönetim,
ancak değerli ve saygın olur. Adalet dağıtımında, ancak böyle bir şûrâya
inanılır ve güvenilir.”8
İnceleme, Araştırma
Yurt gezilerinden her
dönüşünde, çalışma odasına çekilip araştırmalarını sürdürüyor, Türkiye’ye
uygulanacak cumhuriyet düşüncesini, kuramsal ve eylemsel boyutuyla olgunlaştırıyor,
uygulama hazırlıkları yapıyordu. Önce, kimseye açılmamıştı. Tasarımını bitirip,
davranış biçimini belirlediğinde, güvendiği kişilere açılmaya, görüşüp konuyu
birlikte irdelemeye başladı.
Oluşumu
ve doğurduğu sonuçlarıyla birlikte Fransız Devrimi’ni (bir kez daha)
inceledi. J.J. Rousseau’yu okudu. Çankaya’da akşam yemeklerinde, ‘seçilmiş’
konuklarıyla tartıştı, katılımcı yönetim biçiminin adının Türkiye ve
Türkçe’deki karşılığının ne olabileceğini araştırdı. Fransızca’da kamusal
varlık, toplum (la chose publique) anlamına gelen republique
sözcüğünün, Türkçedeki karşılığının cumhuriyet olabileceğini
düşünüyordu.9
Eyleme
geçeceği günlerin yakın olduğunu çevresindekiler anlamıştı. Uygun zaman ve
girişim gücünü arttıracak somut bir olay, bir gerekçe bekliyordu. Neve Freie
Presse yaptığı açıklamadan yaklaşık bir ay sonra böyle bir olay ortaya
çıktı. Meclis İkinci Başkanlığı ve Dahiliye vekilliği seçimiyle başlayıp,
hükümet bunalımına dönüşen siyasi gelişmeler, ona bu fırsatı verdi. Nutuk’ta,
“uygulamaya geçmek için uygun zamanın geldiğine karar verdim”10
dediği bu gelişmelere dayanarak harekete geçti.
Hükümet Bunalımı
Halk Fırkası, 25 Ekim’de
Meclis İkinci Başkanlığı için Rauf Bey’i, Dahiliye Vekili için de Sabit
Bey’i aday göstermişti. O ise bu seçimi uygun bulmuyordu. 26 Ekim’de,
Bakanlar Kurulu’nu Çankaya’da toplantıya çağırdı ve “istifa etmeleri
zamanının geldiğini, bunun gerekli olduğunu”11 belirten bir
öneri yaptı. Meclis yeni Bakanlar Kurulunu seçmeli, ancak çekilen (istifa eden)
bakanlar yeniden seçilirse, bunu kabul etmemeliydiler. Önerisi kabul gördü ve
Genel Kurmay Başkanı Fevzi Paşa dışında tüm Bakanlar Kurulu üyeleri hükümetten
çekildi.
Yeni
hükümeti kurma girişimleri, öngördüğü biçimde gelişti. Meclis’in karşıtçı (muhalif)
üyeleri, Meclis odalarında, evlerde toplanıyor, “Bakanlar Kurulu listeleri
düzenliyordu”. Ancak, hiçbir küme, “kamuoyunun güven duyacağı”
Meclis’ten onay alabilecek bir liste üzerinde anlaşamıyordu. Bakan olmak
isteyenler o denli çoktu ki, herkes kendini aday gösteriyor, bu nedenle ortak
bir liste oluşturulamıyordu. İstanbul basını, karşıtçıları birleştirmeye
çağıran destek yayınları yapıyor, ancak girişimleri bir işe yaramıyordu.
Bunalımdan Yengi Çıkarmak
Siyasi tıkanma, 28 Ekim’e
dek aşılamadı. “Kargaşa yayılarak sürüyor, içinden çıkılmaz tartışmalarla”12
hükümet kurma çalışmaları, sonuçsuz kalarak tümüyle tıkanıyordu. Halk
Fırkası Yönetim Kurulu’nun çağrısı üzerine, önce onlarla toplandı. Yönetim
Kurulu da tek başına liste oluşturamıyordu. Çalışmaların sürdürülmesini
önererek Çankaya’ya çıktı. Orada kendisini bekleyen arkadaşlarına
kararını açıkladı ve “yarın cumhuriyeti ilan ediyoruz” dedi.13
Arkadaşları
gittikten sonra, İsmet Paşa’yla birlikte, Cumhuriyet’in ilanı için 1921
Anayasası’nda yapılması gereken değişiklikleri saptadı. Birinci başlamda
(maddede), “Türkiye Devleti’nin yönetim biçimi cumhuriyettir”14
sözcüğünü eklediler ve değişiklik yaptıkları diğer üç maddede; kişisel
yönetimin tümüyle kalktığı, cumhuriyetin doğal sonucu olarak Meclis’in
cumhurbaşkanını seçeceği, cumhurbaşkanının ise başbakanı atayacağını
belirttiler.15
Halk
Fırkası
Meclis Kümesi (Gurubu), 29 Ekim sabah 10’da toplandı. Uzun tartışmalardan
sonra, “durumun çıkmaza girdiğini ve hükümet işlerinin yüzüstü kaldığını
gören birçok milletvekili”, Genel Başkan olarak onun, “soruna çözüm
bulmak için” çağrılmasına karar verdi.16 Toplantıya geldi ve
çözüm önerisini sunması için bir saat izin istedi. Uygun gördüğü ve kendi
deyimiyle, “gereken kişileri”17, Meclis’teki odasına çağırdı.
Onlara, önceki gece İsmet Paşa’yla birlikte yaptığı Anayasa değişiklik
önerisini göstererek, biraz sonra Genel Kurul’da yapacağı konuşma konusunda
bilgilendirdi.
“Bir
saat sonra”
kürsüye çıktı ve önerisini; “çözülmesinde güçlüğe uğradığımız sorun,
uygulamakta olduğumuz yöntem eksikliğindendir. Yürürlükteki Anayasamız
gereğince, bakanları ayrı ayrı seçmek zorunda kalıyoruz. Bu güçlüğün
giderilmesinin zamanı artık gelmiştir. Yüce kurulunuz bu sorunun çözülmesi için
beni görevlendirdi. Bilginize sunduğum görüşlerden esinlenerek, çözüm olacağını
düşündüğüm bir biçim saptadım. Onu önereceğim. Önerim kabul edilirse, güçlü ve
dayanışma içinde olan bir hükümet kurabiliriz” sözleriyle dile getirdi.
Hemen ardından hazırladığı dört başlamlık Anayasa değişikliğini okudu.18
Çözüm
Fırka toplantısı akşam
altıda bitti ve tartışmalardan sonra öneri kabul edildi. Yapılan konuşmalar
içinde, Abdürrahman Şeref Bey’in, “egemenlik sınırsız koşulsuz
milletindir dedikten sonra, kime sorarsanız sorunuz, bu cumhuriyettir. Doğan
çocuğun adı budur. Bu ad, kimilerinin hoşuna gitmezse, varsın gitmesin”19
sözleri, durumu açıklayan belki de en özlü yargıydı.
Meclis
Anayasa Komisyonu tasarıyı ivedi olarak ele aldı ve “Meclis’te hemen
görüşülmesini” önerdi. Görüşmeler, saat 20.30’da, “yaşasın cumhuriyet”
alkışlarıyla kabul edildi. On beş dakika sonra, 20.45’te Cumhurbaşkanlığı
seçimi yapıldı ve milletin ruhunda “zaten çoktan seçilmiş”20
olan Mustafa Kemal, oturuma katılan 158 milletvekilinin oybirliğiyle,
Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk cumhurbaşkanı oldu. 100 milletvekili oylamaya
katılmadı.21
Seçim
üzerine, teşekkür konuşması yapmak için kürsüye çıktı ve şunları söyledi: “Türkiye
Cumhuriyeti dünyadaki yerine yaraşır olduğunu, başaracağı işlerle
kanıtlayacaktır. Her zaman milletin güvenine dayanarak, hep birlikte ileriye
gideceğiz. Türkiye Cumhuriyeti mutlu, muvaffak ve muzaffer olacaktır.”22
Halkın Coşkusu
Türk halkı, Cumhuriyet’i ve
ilk Cumhurbaşkanını coşkuyla karşıladı. “Duyulan sevinç her yerde, parlak
gösterilerle açığa vuruldu”23 ve Cumhuriyet’in kabul
edilmesi, 29 Ekim gecesi ülkenin her yerinde, yüzbir top atışıyla
kutlandı. Halk sokaklara dökülmüş sevinç gösterileri yapıyor, Meclis’e ve
Cumhurbaşkanı’na telgraflar çekiyordu. 29 Ekim, daha o gece halk tarafından “milli
bayram durumuna getirilmişti.”24
Karşıtçılar Cephesi
Halkın sevincine karşın,
sayıları az, ancak etkileri az olmayan karşıtlar cephesi, açık ya da örtülü bir
hoşnutsuzluk içine girdi, savaşımı sertleştirdi. İstanbul basını ve tutucular
açıktan, eski düzen yanlıları ve kimi işbirlikçiler örtülü olarak, Cumhuriyet’e
karşı tavır aldı.
Bu,
beklenen bir sonuçtu. Beklenmeyen, Kurtuluş Savaşı’na en önde katılan ve
o günlerde hem milletvekili hem de orduda üst düzey görevlerde bulunan etkin
komutanların, cumhuriyetin ilanına tepki göstermeleriydi. Düşüncelerini
genellikle açıkça söylemiyorlar, dolaylı tepkilerini; “cumhuriyetin ilan
kararının kendilerine sorulmaması, kararın hızlı verilmesi ve cumhuriyetin ilanının
halifeliğin kaldırılmasına yol açacağı ” gibi gerekçelere dayandırıyorlardı.
25
Yazgı
birliği yaptığı silah arkadaşlarının karşı koyuşuna çok üzüldü.
Yaşamlarını ortaya koymuşlar ve ülkeyi birlikte kurtarmışlardı. Büyük bir
askeri zaferden sonra, bu zaferi tamamlayacak siyasi eylemde yolları
ayrılıyordu.
İstanbul Basını
İstanbul basını, “halkın
sevincine” katılmadı ve gizlemeye gerek görmediği sert bir karşıtlıkla
saldırıya geçti. Cumhuriyet ’in ilanına öncülük edenleri, doğal olarak en
başta onu, isim vermeden hedef almışlardı. “ Sıkboğaza getirilmiş bir durum ”,
“ birkaç saatlik Anayasa değişikliği ”, “ Meclis’te bir büyü yapıldı
ancak Cumhuriyet bir tılsım değildir” 26 gibi değerlendirmeler
yapılıyordu.
Gazetelerde,
Ankara’da yapılan iş, “ uygarlık dünyasını anlamış, okumuş, incelemiş,
devlet yönetiminde yeterlilik kazanmış kafaların ” 27 yapacağı
bir iş değildir; “ dün ilan edilen cumhuriyetin ileri gelenleri ve ona bağlı
olanlar, bunu yürütebileceklerine güveniyorlarsa, biz de onlara ‘ öyleyse
cumhuriyetiniz mübarek olsun baylar! ’ deriz ” diyerek alaycı yazılar yazılıyordu.
28 Cumhuriyeti ilan edenlere, “ balonu uçurdular, görünüşe
bakılırsa ucunu kaçırıyorlar ”, “ birbirine girdiler, dolaplar
döndürüyorlar ” biçimdeki “ çirkin ve bayağı ” 29
sözlerle saldırdılar; “ devlete ad koydunuz, işleri de düzeltebilecek
misiniz? ” 30 diye küçük gören sorular sordular.
Doğru Bildiği Yolda Yürümek
Suçlama içeren sözlere,
düzeysiz karamalara aldırmadı ve doğru bildiği yolda yürüdü. Giriştiği işi,
gelecek tepkileri ve alınacak önlemleri önceden düşünmüş, hazırlığını yapmıştı.
Gerek saldıranlar gerekse kendisi, gelecek adımın Hilafetin kaldırılması
olduğunu biliyordu. Cumhuriyet üzerinden yapılan tartışmanın merkezinde
yer alan bu olası girişim, tutucularla devrimcileri ister istemez karşı karşıya
getiriyordu.
Tutucular
neyi savunduklarının, o neyi kaldıracağının bilincindeydi. O günkü ortamı Nutuk’ta
şöyle anlatacaktır: “Bir ülkede, bir toplumda devrim yapıldığında, devrimin
gerekçesi elbette vardır. Ancak devrimi yapanlar, inanmak istemeyen inatçı (anut)
düşmanlarını ikna etmek zorunda mıdır? Cumhuriyet’in de taraftarı ve karşıtları
elbette vardır. Taraftarlar, Cumhuriyet’i hangi inanç ve düşüncelerle neden
kurduklarını, karşıtlarına anlatarak onlara yaptıkları işin doğruluğunu
anlatmak isteseler de, onları bağnaz inatçılıklarından vazgeçirmeleri mümkün
müdür? Cumhuriyetçiler elbette, güçleri yeterliyse inançlarını herhangi bir
yolla; ayaklanmayla, devrimle ya da toplumun onaylayacağı başka yollarla
gerçekleştirirler. Bu ülkü, devrimcilerin görevidir. Buna karşı direnmeler,
yaygaralar ve geriletici girişimler, karşıtların yapmaktan geri durmayacakları
hareketlerdir.”31
DİPNOTLAR
1
“Çankaya” Falih Rıfkı Atay,
BATEŞ A.Ş:, İst.-1980, sf. 374
2
“Tek Adam” Ş.S.Aydemir,
3.Cilt, Remzi Kit., 8.Baskı, İst.-1983, sf. 142
3
“Çankaya” Falih Rıfkı Atay,
BATEŞ A.Ş:, İst.-1980, sf. 376
4
“Devrim Hareketleri İçinde Atatürk ve
Atatürkçülük”, Prof.T.Z. Tunaya, Arba Yay., 3.Baskı,
İst.-1994, sf. 127
5
Büyük Larousse, İletişim Yay., 4.Cilt, sf.
2505
6
“Çankaya” Falih Rıfkı Atay,
BATEŞ A.Ş:, İst.-1980, sf. 377
7
“Mustafa Kemal Eskişehir İzmit Konuşmaları”
Kaynak Y., sf. 59-65
8
a.g.e.
sf. 201-203
9
“Atatürk” Lord Kinross,
Altın Kit, 12 Baskı, İst.-1994, sf. 444
10
“Nutuk” M.K.Atatürk,
II.Cilt, TTK 4.Baskı, Ank.-1999, sf. 1063
11
a.g.e.
sf. 1065
12
“Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri IV”
Kaynak Y., 3.Bas., 2001, sf.151
13
“Nutuk” M.K.Atatürk,
II.Cilt, TTK 4.Baskı, Ank.-1999, sf. 1069
14
a.g.e. , II.Cilt, Sf. 1069
15
“Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri IV” Kaynak
Y., 3.Bas., 2001, sf.151
16
a.g.e.
sf. 151
17
“Nutuk” M.K.Atatürk,
II.Cilt, TTK 4.Baskı, Ank.-1999, sf. 1077
18
a.g.e., II.Cilt, sf. 1077
19
a.g.e., II.Cilt, sf.1081
20
“Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri IV”
Kaynak Y., 3.Bas., 2001, sf.153
21
“Atatürk” P.Paruşev, Cem
Yay., İst.-1981, sf.277
22
“Nutuk” M.K.Atatürk,
II.Cilt, TTK 4.Baskı, Ank.-1999, sf. 1085
23
a.g.e. , II.Cilt, sf.1085
24
“Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri IV”
Kaynak Y., 3.Bas., 2001, sf.154
25
a.g.e.
sf. 154
26
“Nutuk” M.K.Atatürk,
II.Cilt, TTK 4.Baskı, Ank.-1999, sf. 1087
27
a.g.e.
sf. 1087
28
a.g.e.
sf. 1089
29
a.g.e.
sf. 1089
30
a.g.e. sf. 1089
31
“Nutuk” M.K.Atatürk,
II.Cilt, TTK 4.Baskı, Ank.-1999, sf. 1087
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder