12 Aralık 2013 Perşembe

BATILILAŞMA SERÜVENİ - 4 (GÜMRÜK BİRLİĞİ)






13 Aralık, Türkiye’nin Avrupa Birliği ile imzaladığı Gümrük Birliği Protokolü’nün yıldönümüdür. 18 yıl önce 1995’te bir bayram havasıyla kutlanan bu girişim, Türkiye’den çok şey götürmüştür. Üye olmadığımız söz ve oy hakkımızın bulunmadığı bir dış örgüt (AB) hiçbir yükümlülük üstlenmeden Türkiye’nin içişlerine karışmış; ekonomiden kültüre, yönetim işleyişinden dış siyasetine dek her alanda istemlerde bulunmuş ve istemini yaptırmıştır. Türkiye’nin 18 yıl içinde yalnızca parasal yitiği 221 milyar dolardır. Bu, AB ile yaptığımız ticarette verdiğimiz açıktır. Gümrük Birliği girişiminin sonuçları izlenmeli ve incelenmelidir. Yıkımı önlemek için önce onun boyut ve niteliğini bilmek gerek. 


13 Aralık 1995: Artık Avrupalıyız

Avrupa Parlamentosu 13 Aralık 1995 tarihinde Türkiye’nin Avrupa Gümrük Birliği’ne katılmasına karar verdi. Bu karar Türk kamuoyuna gerçek bir zafer gibi duyuruldu. Devlet ve hükümet yetkilileri, iş çevreleri, köşe yazarları bu kararla, “çağdaş uygarlık düzeyine ulaşıldığını, bunun için çok çaba harcandığını” söylediler. Gazeteler, “Artık Avrupalıyız”, “Kutlu Olsun” başlıklarıyla çıktı.
Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel: “Bu sonuç Atatürk’ün çağdaşlaşma reformlarıyla başlayan gelişmenin tabii bir sonucudur. 30 yıllık bir davadır. Bu neticenin alınmasında emeği geçen herkese teşekkür ediyorum”1 dedi.
Başbakan Tansu Çiller, “Bu bir başlangıçtır. Türklüğü çağa taşıyoruz. Kollarınızı herkese, doğuluya batılıya, kuzeyliye güneyliye; hangi düşünceye, inanca olursa olsun açın. Bu bir milli mücadeledir.. Haydi Türkiyem ileri”2 biçiminde açıklama yaptı.
Başbakan Yardımcısı ve CHP Genel Başkanı Deniz Baykal “Türkiye’nin işçisi, çiftçisi, esnafı, sanatkârı ve sanayicisi bundan böyle yalnızca 60 milyonluk Türkiye için değil, 400 milyonluk Avrupa için üretim yapacaktır. GB’nin siyasal istismar konusu yapılmasına üzülerek şahit oluyorum. Bu zafer şu ya da bu partinin değil milletin zaferidir. Bu zaferin sahipleri önce Gazi Mustafa Kemal Atatürk, İsmet İnönü, Adnan Menderes ve Turgut Özal’dır”3 dedi.

Almadan Vermek

Olayın Avrupa’dan görünüşü hiç de Türklerin “bayram” yapmasını gerektirecek gibi değildi. Avrupalılar, bir yandan kazançlarının muhasebesini yaparken, diğer yandan anlaşmanın kendilerine verdiği “haklara” dayanarak Türkiye’den isteyecekleri siyasi ödünleri belirliyorlardı. Uğruna savaşlar çıkarılan uluslararası pazar edinme gereksinimi Türkiye’de çok kolay giderilmiş, üstelik Türkler bunu “bayram” yaparak kabullenmişti.
Gümrük Birliği, Avrupa Birliğine üye olmak için verilen bir ödündü ve hiçbir AB üyesi ülke, tam üye olmadan Gümrük Birliği’ne girmemişti. Türkiye “nimet”i almadan “külfet”i kabul etmişti. Bu nedenle olacak, mutlu bir şaşkınlığa uğrayan AB, daha önce hiçbir üye ülkeye uygulamadığı bir yöntemle, Türkiye’nin Gümrük Birliğine katılımını Avrupa Parlamentosu’na da onaylattı. Avrupa Parlamentosu’ndaki görüşmeler sırasında söz alan bir parlamenter, şunları söylemişti: “Türkiye’yi fazla ucuza satın alıyoruz. Bu bizim yararımıza olmayacaktır.”4

Avrupalılar Ne Diyor

Avrupalılar o günlerde, arka arkaya açık sözlü açıklamalarda bulundular. AP sosyalist grup sözcüsü Anne Van Lencker; “GB, Türkiye’de orta ve küçük işletmeler düzeyinde iş kaybına neden olacak ve Türkiye kısa vadede sıkıntı yaşayacaktır”5, Avrupa Parlamentosu’nun Yunanlı üyesi Yannos Krranidiotis; “GB, ekonomi ve ticarette Türkiye’nin değil, Avrupa’nın yararına işleyecektir.”6 1968 gençlik hareketi liderlerinden AP üyesi Daniel John Bendit; “GB Türkiye için kötü bir hediye. Ekonomik alanda güçlük çekecek olan Türkiye, politik birliğin nimetlerinden de yararlanamayacak.”7
Türk Hükümeti, ülkesini açık pazar haline getiriyor ve bunu “bayram” gibi kutluyor; bu pazardan yarar sağlayacak olan Avrupalı Parlamenterler ise Türkiye açısından ortaya çıkacak zararları irdeliyorlardı. Bu işte, gerçekten bir gariplik vardı.

Asyalılar Ne Diyor

Garipliği fark edenler yalnızca Avrupalılar ve az sayıdaki yerli araştırmacılar değildi. Japonya’da iktidardaki Liberal Demokrat Parti Genel Sekreteri Kanezo Muraoka, Japon Hükümetinin, Türk-Japon ilişkilerine büyük önem verdiğini belirterek, Türkiye’nin GB macerasıyla ilgili olarak şunları söylüyordu: “Bayan Başbakanınıza coğrafya dersi vermek isterdim. Çünkü ona göre Ankara’nın doğusunda hiçbir ülke yok. Hep Batı hep Batı. Türkiye Batı’ya yaklaşmak için hep Batı’dan gitmek istiyor. Oysa Batı’ya Doğu’dan da gidilebilir. Örneğin Japonya, Çin gibi ülkelerle işbirliği yapıp, kendi ekonomik durumunu düzelttikten sonra ‘Avrupalı’ olmak için çaba göstermek daha iyi değil mi?”8
Türkiye’nin tek yanlı bağımlılık doğuran AB politikası konusunda bir başka açıklamayı Türkmenistan Devlet Başkanı Saparmurat Türkmenbaşı yaptı. Türkmenbaşı, 57.Hükümetin Dışişleri Bakanı İsmail Cem’e, 22 Ekim 2001 günü Türkmenistan’a yaptığı resmi gezide şunları söyledi: “Sürekli olarak Avrupa’ya yaranmaya çalışıyorsunuz. Orada itibarınızı sarsmayın. Siz gitmeyin onlar size gelsin. Sizin onlara değil, asıl onların size ihtiyacı var. Tamamen Avrupa’ya yöneldiniz. Sürekli Avrupa’ya gidiyorsunuz. Bir de Ortaasya’ya gelin.”9

İstekler Başlıyor

GB protokolüyle Türkiye’nin uğradığı kayıplar, çok çabuk ortaya çıktı. Siyasi istekler, GB oylamasıyla birlikte gelmişti. Avrupa Parlamentosunda aynı gün yapılan bir oylamada, Türkiye ile ilgili 9 maddelik bir karar oybirliğiyle kabul edilmiş, “Kürt sorunu”ndan Kıbrıs’a, demokrasiden azınlık haklarına dek birçok istemde bulunulmuştu.

Erken Gelen Yitikler

Ekonomik göstergeler, kısa süre içinde siyasi istemlerden, çok daha kötü bir gidişi haber vermeye başladı. Ucuzlayacak denilen hiçbir ürün ucuzlamadığı gibi, gerçek bir “ithalat patlaması” yaşandı. Türkiye beyaz eşya, elektrikli ev araçları, otomobil, TV, müzik seti başta olmak üzere her türlü tüketim malları akınına uğradı. Türkiye’nin en iddialı üretim dalı tekstil ve konfeksiyonda ihracat azaldı. Üçüncü ülkelerden ucuz hammadde elde etme olanağını yitiren ilaç üretimi, hızlı ve yüksek fiyat artışlarına uğradı. Ağaç işleri, deri sanayii, tarım, mobilyacılık zor duruma düştü. Tekstilde ithalat bir yıl önceye göre yüzde 56 artarken, ihracat yüzde 4.6 geriledi. Müzik seti ihracında yüzde 219’luk bir düşüş yaşandı.10
İhracat-ithalat dengeleri alt üst oldu. Altı ay içinde; Almanya’dan yapılan ithalat yüzde 77,5, Fransa’dan yüzde 88.3, İtalya’dan yüzde 86.8, İsveç’den yüzde 92.9 arttı.11

AB Ülkeleri Protokol Kurallarına Uymuyor

Türkiye, Avrupa kökenli mallarla dolarken Avrupa Birliğine üye ülkeler, GB anlaşmasının koşullarına da uymadılar. Türkiye’nin tarımsal ürün ve tekstil ağırlıklı az sayıdaki ithal ürününe tarife dışı engeller ve kotalar koydular, anti-damping soruşturmaları açtılar. Avrupa Birliği’nin karar organlarında yer almayan dolayısıyla karar süreçlerine katılamayan Türkiye, alınan kararlara itiraz da edemedi.
Avrupa Birliği’nin 1998 yılında, tek taraflı olarak aldığı kararlar gereğince; 1 Temmuz 1998 tarihinden itibaren Türkiye’ye açılmış olan, 15 bin tonluk sıfır gümrüklü domates salçası kotası, hiçbir gerekçe gösterilmeden durduruldu. Aynı günlerde, daha önce açılacağı bildirilen 9 bin 60 tonluk ilave fındık kotası açılmadı. 16 Haziran’dan beri yürürlükte olan 14 bin tonluk gümrüksüz karpuz kontenjanı kaldırıldı. Bu ürünlerin, AB ülkelerine, ancak gümrük ödeyerek ihraç edilebileceği bildirildi.12 Aynı yıl midye, istiridye, kum midyesi gibi kabuklu deniz ürünleri ile taze balık ihracı tamamen yasaklandı. Çift çenekli yumuşakçalar olarak adlandırılan her tür deniz ürününün AB ülkelerine girmesi engellendi.13
Avrupa Birliği 1999 yılında Türk demir-çeliğine anti-damping soruşturması başlattı. Oysa, soruşturma başlatacak herhangi bir ticari sorun yoktu. AB Komisyonu, Birliğin kurulmasında önemli yeri olan Avrupa Demir-Çelik Birliği’nin yaptığı şikayetin haklı olduğu sonucuna vararak soruşturmayı başlattı. Gösterilen gerekçe, Avrupa’ya ihraç edilen filmaşinin (kangal demir) bağlantı parçalarının düşük fiyatla satılıyor olmasıydı. Gerekçe haklı değildi ve gerçek neden, Türkiye’nin Avrupa ülkelerine yaptığı filmaşin ihracını 1996-1999 tarihleri arasında yüzde 529 arttırarak 24741 tona çıkarmayı başarmış olmasıydı.14
Türkiye’nin, GB nedeniyle üçüncü ülkelerle olan dış ticaret dengeleri de kısa süre içinde bozuldu. Türkiye, yalnızca AB ile kendi arasındaki gümrükleri sıfırlamakla kalmamış, buna ek olarak; AB dışındaki ülkelere uyguladığı gümrük tarifelerini de, AB’nin kendi dışındaki ülkelere uyguladığı ortak gümrük tarifesi ile eşitlemeyi (yani düşürmeyi) kabul etmişti. Bu üstlenme, hem dış dünyaya açılabilen sınırlı sayıdaki ihraç ürünümüzü korumasız kılıyor hem de AB üyesi olmadıkları için gümrük tarifelerini değiştirmeyen üçüncü ülkelere, Türkiye ile yaptıkları ticarette “açıktan bir kazanç” sağlıyordu. Bu kazanç Türkiye’nin kaybıydı.

Gümrük Gelirleri Düşüyor

Gümrüklerin sıfırlanması ve dış ticaret açıklarının olağanüstü artışı, doğal olarak, Türkiye’nin karşısına büyük miktarlı gümrük vergisi kayıplarını çıkardı. 1 Ocak 1996’da yürürlüğe giren GB döneminin ilk on bir ayında hazinenin vergi ve fon kaybı 125 trilyon lirayı aşmıştı. Bu iki milyar dolara yakın bir miktardı.15
AB, GB anlaşmasıyla Türkiye’ye vermeyi kabul ettiği parasal yardımı bloke etmiş vermiyordu. Gerçi vereceği miktar da 1 Ocak 1996’dan itibaren 5 yıl içinde 2 milyar dolardı. Bu da devletin bir yıllık vergi kaybı kadardı.16
Türkiye’nin parasal kaybı vergilerden ibaret değildi. Dış ticaret açığı bir yıl içinde 20 milyar dolara vardı. Bu açık, o güne dek Cumhuriyet tarihinin bir yıl içinde gördüğü en büyük dış ticaret açığıydı ve bu açık o günden sonra kronik haline gelerek, sürekli arttı.17

Dış Ticaret Açığı Büyüyor

Türkiye’nin dış ticaret açığı sorunu, son 20 yılda uygulanan politikalar nedeniyle bu denli büyümüştür. 12 Eylül darbesinin yapıldığı 1980 yılına dek, tüm bozulmalara karşın, kamu işleyişinin ve KİT’lerin varlığını sürdürebiliyor olması, dış ticaret açıklarının büyümesi önünde bir engel oluşturuyordu. 12 Eylül rejiminin, 24 Ocak 1980 kararlarında ifadesini bulan ve Cumhuriyet’in temel ilkelerini işlemez hale getiren uygulamaları aynı zamanda; dış ticaret açıklarını büyük boyutlara götürecek sürecin de başlangıcı oldu.
Turgut Özal’ın adıyla anılan ve Gümrük Birliği ile sonuçlanan 15 yıllık dönemde (1980–1995) açıklar artmıştı ancak 1995 GB uygulamalarından sonra “denetlenemez” duruma geldi. Devlet İstatistik Enstitüsü verilerine göre, Türkiye, 1950’de 22.3, 1960’da 146.8, 1970’de 359.1 milyon dolar dış ticaret açığı verirken bu açık; 1983–1996 yılları arasındaki 13 yıllık dönem içinde yıllık ortalama 6403.4 milyon dolara çıktı. Dış ticaret açığı, GB uygulamalarından sonra gerçek bir patlama yaşadı ve 1996 yılında 19.6, 2000 de 27.2 milyar dolar oldu.18 Bugün 100 milyar doları aşmış durumda.19 Türkiye, Gümrük Birliği Protokolü’nün uygulamaya girdiği 1995’den 2013’e dek, Avrupa Birliği ile yaptığı ticarette toplam 221 milyar dolar açık verdi.20 Bunun açık anlamı şuydu; Anadolu’nun yoksul insanları bu denli büyük bir kaynağı Avrupalıların varsıllığına katmıştı.




İhracatın İthalatı Karşılama Oranı Düşüyor

Dış ticaret dengelerinin hızlı bir biçimde ithalat lehine bozulması ve ihracatın ithalatı karşılama oranlarının sürekli düşmesi, doğal ve kaçınılmaz olarak yerli üretimin zor durumda kalmasına ve giderek ortadan kalkmasına yol açtı. DİE verilerine göre ihracatın ithalatı karşılama oranı, 1950 yılında yüzde 92.2 iken bu oran; 1960’da yüzde 68.6, 1970’de yüzde 62.1, 1980’de yüzde 62, 1990’da yüzde 58.1, 1996’da yüzde 54.1, 2000 yılında yüzde 50.621 iken bu oran 2012 de yüzde 56’ya düştü.22
Türkiye, 1990–1995 yıllarını kapsayan dönemde, ortalama olarak yılda 25.8 milyar dolarlık ithalat yapıyordu. Bu ithalat, GB uygulamasından sonraki 5 yıl içinde yıllık ortalama 46.8 milyar dolara23, 2011 yılında ise 241 milyar dolara çıktı.24
İhracat ithalat dengelerinin Türkiye aleyhine bu denli bozulması, yaşanılan toplumsal gerilimler ve yoksullaşma yanında insana acı veren bir başka gerçeği ortaya çıkarmaktadır. Türkiye Gümrük Birliğine girdikten sonraki 5 yıllık dönemde (1996–2001) toplam 117 milyar dolar dış ticaret açığı vermişti. Bu açığın yüzde 53’ünü yani 62 milyar dolarını, sayıları yalnızca 15 olan AB üyesi ülkelere vermişti.25

Dışardan Yönetim

Türkiye, Gümrük Birliği Protokolüyle; organlarında yer almadığı, bu nedenle kararlarında söz sahibi olmadığı bir dış örgütün aldığı bütün kararlara uymayı, önceden kabul etmiştir. Türkiye’nin, karşı oy verme, kabul etmeme ya da erteleme gibi hakları yoktur. Türkiye, GB ile; dış ilişkilerini belirleme yetkisini, Avrupa Birliği’ne devretmiştir.
Türkiye, Avrupa Birliğinin üye olmayan üçüncü ülkelerle (tüm dünya ülkeleri) YAPTIĞI VE YAPACAĞI bütün anlaşmaları önceden kabul etmiştir (16. ve 55. maddeler).
Türkiye, GB ile; herhangi bir dünya ülkesiyle Avrupa Birliğinin bilgi ve onayı dışında ticari anlaşma yapmamayı kabul etmiş, yapması durumunda Avrupa Birliğine bu anlaşmayı engelleme yetkisi vermiştir (56. madde).
Türkiye, GB anlaşmasıyla; AB’nin GB ile ilgili olarak alacağı bütün kararlara paralel kanunlar çıkarmayı önceden kabul etmiştir (8. madde).
Türkiye, GB anlaşmasıyla; AB Adalet Divanı’nın bütün hukuki kararlarına tam olarak uymayı önceden kabul etmiştir (64. madde). Türkiye, GB ile; ulusal pazarını, rekabet etmesinin mümkün olmadığı Avrupa mallarına açıyor, gümrük vergilerini sıfırlıyor ve tüm fonları kaldırıyordu.26
Gümrük Birliği uygulamaları konusunda Prof.Dr.Erol Manisalı şunları söylüyor: “Bir ülkenin, dünyanın herhangi bir yerinde bir gümrük birliğine bağlı olması için ‘eşit statüde bir üye’ olması gerekir. Türkiye’nin AB ile ilişkisi ise bir sömürge ile onu yöneten ülke arasındaki ilişkidir. Eskiden Avrupa ülkelerinin Afrika ve Asya’da uyguladıkları örneklerde olduğu gibi.”27

DİPNOTLAR

1         Hürriyet 14.12.1995
2         Sabah 14.12.1995
3         a.g.g. 14.12.1995
4         Zafer Çağlayan “Lake’e Ankara’da Düş Kırıklığı” Cumhuriyet 16.01.1996
5         “Ekonomik Kriz Yaşanacak” Cumhuriyet 02.01.1996
6         a.g.g. 02.01.1996
7         a.g.g. 02.01.1996
8         “Ankara Doğu’ya Dönsün” Aze Marşan Cumhuriyet, 23.03.1999
9         “Türkmenistan’dan Tokat”, Cumhuriyet 23.10.2001
10       “Gümrük Birliği’nde ilk raund Avrupa’nın” Gözcü 30.11.1996
11       “Gümrük Birliği’nde Rüzgar Tersten Esti” N.Yalçın Cumhuriyet 22.08.1996
12       “Tarife Dışı Engelleniyoruz” Fatma Koşar Cumhuriyet 15.07.1998
13       “AB’den Balık Yasağı” Hürriyet 26.05.1998
14       Dünya 18.05.1999
15       “Gümrük Birliği Vergiyi de Vurdu” Türkan Al Gözcü 18.12.1996
16       “AB Yükümlülüklerinden Kaçtı” 14.12.1995 Cumhuriyet
17       “GB İthalatı Patlattı İhracatı Vurdu” 11.01.1997 Hürriyet
18       “Devlet Bakanı Ayfer Yılmaz’ın Basın Açıklaması” Hürriyet, 11.01.1997; DPT, DİE, Tablo 3.2 ve Cumhuriyet 31.01.2001
19       www.dunya.com
20       www.t.24.comtr
21       DPT, DİE, Tablo 3.6 “İhracatın İthalatı Karşılama Oranı” ve Hürriyet 31.01.2001
22       www.t.24.comtr
23       DPT, DİE, Tablo 3.6 “İhracatın İthalatı Karşılama Oranı” ve Hürriyet 31.01.2001
24       www.dunya.com
25       “GB’nde Kazıklandık” Yeni Mesaj  14.01.2001
26       “Gümrük Birliği’nin Siyasal ve Ekonomik Birliği” Prof. Dr. E. Manisalı, Bağlam Y. 1995. sf. 65, 66
27       “Gümrük Birliği’nin Siyasal ve Ekonomik Bedeli” Prof. Dr. Erol Manisalı Bağlam Yay. sf. 57


1 yorum:

  1. Tam bağımsızlık ilkesine tamamen aykırı bir karar. Ne yazık ki 1938 den sonra tüm cumhurbaşkanları ve başbakanlar bu ilkeye hiç sahip çıkmadılar. Değil 100 yıl sonrasını, 30-40 yıl sonrasını bile göremediler. Bedelini halk ödedi, ödüyor, ödeyecek.

    YanıtlaSil