13 Aralık, Türkiye’nin Avrupa Birliği ile imzaladığı Gümrük Birliği Protokolü’nün
yıldönümüdür. 18 yıl önce 1995’te bir bayram havasıyla kutlanan bu girişim,
Türkiye’den çok şey götürmüştür. Üye olmadığımız söz ve oy hakkımızın
bulunmadığı bir dış örgüt (AB) hiçbir yükümlülük üstlenmeden Türkiye’nin
içişlerine karışmış; ekonomiden kültüre, yönetim işleyişinden dış siyasetine
dek her alanda istemlerde bulunmuş ve istemini yaptırmıştır. Türkiye’nin 18 yıl
içinde yalnızca parasal yitiği 221 milyar dolardır. Bu, AB ile yaptığımız
ticarette verdiğimiz açıktır. Gümrük Birliği girişiminin sonuçları izlenmeli ve
incelenmelidir. Yıkımı önlemek için önce onun boyut ve niteliğini bilmek gerek.
13
Aralık 1995: Artık Avrupalıyız
Avrupa Parlamentosu 13 Aralık 1995 tarihinde Türkiye’nin Avrupa
Gümrük Birliği’ne katılmasına karar verdi. Bu karar Türk kamuoyuna gerçek
bir zafer gibi duyuruldu. Devlet ve hükümet yetkilileri, iş çevreleri, köşe
yazarları bu kararla, “çağdaş uygarlık düzeyine ulaşıldığını, bunun için çok
çaba harcandığını” söylediler. Gazeteler, “Artık Avrupalıyız”, “Kutlu
Olsun” başlıklarıyla çıktı.
Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel:
“Bu sonuç Atatürk’ün çağdaşlaşma reformlarıyla başlayan gelişmenin tabii bir
sonucudur. 30 yıllık bir davadır. Bu neticenin alınmasında emeği geçen herkese
teşekkür ediyorum”1 dedi.
Başbakan Tansu Çiller,
“Bu bir başlangıçtır. Türklüğü çağa taşıyoruz. Kollarınızı herkese, doğuluya
batılıya, kuzeyliye güneyliye; hangi düşünceye, inanca olursa olsun açın. Bu
bir milli mücadeledir.. Haydi Türkiyem ileri”2 biçiminde
açıklama yaptı.
Başbakan Yardımcısı ve CHP Genel
Başkanı Deniz Baykal “Türkiye’nin işçisi, çiftçisi, esnafı, sanatkârı
ve sanayicisi bundan böyle yalnızca 60 milyonluk Türkiye için değil, 400
milyonluk Avrupa için üretim yapacaktır. GB’nin siyasal istismar konusu
yapılmasına üzülerek şahit oluyorum. Bu zafer şu ya da bu partinin değil
milletin zaferidir. Bu zaferin sahipleri önce Gazi Mustafa Kemal Atatürk, İsmet
İnönü, Adnan Menderes ve Turgut Özal’dır”3 dedi.
Almadan Vermek
Olayın Avrupa’dan görünüşü hiç de Türklerin “bayram”
yapmasını gerektirecek gibi değildi. Avrupalılar, bir yandan kazançlarının
muhasebesini yaparken, diğer yandan anlaşmanın kendilerine verdiği “haklara”
dayanarak Türkiye’den isteyecekleri siyasi ödünleri belirliyorlardı. Uğruna
savaşlar çıkarılan uluslararası pazar edinme gereksinimi Türkiye’de çok kolay
giderilmiş, üstelik Türkler bunu “bayram” yaparak kabullenmişti.
Gümrük Birliği, Avrupa Birliğine üye olmak için verilen bir ödündü
ve hiçbir AB üyesi ülke, tam üye olmadan Gümrük Birliği’ne girmemişti.
Türkiye “nimet”i almadan “külfet”i kabul etmişti. Bu nedenle
olacak, mutlu bir şaşkınlığa uğrayan AB, daha önce hiçbir üye ülkeye
uygulamadığı bir yöntemle, Türkiye’nin Gümrük Birliğine katılımını
Avrupa Parlamentosu’na da onaylattı. Avrupa Parlamentosu’ndaki görüşmeler
sırasında söz alan bir parlamenter, şunları söylemişti: “Türkiye’yi fazla
ucuza satın alıyoruz. Bu bizim yararımıza olmayacaktır.”4
Avrupalılar Ne Diyor
Avrupalılar o günlerde, arka arkaya açık sözlü açıklamalarda
bulundular. AP sosyalist grup sözcüsü Anne Van Lencker; “GB,
Türkiye’de orta ve küçük işletmeler düzeyinde iş kaybına neden olacak ve
Türkiye kısa vadede sıkıntı yaşayacaktır”5, Avrupa
Parlamentosu’nun Yunanlı üyesi Yannos Krranidiotis; “GB, ekonomi ve
ticarette Türkiye’nin değil, Avrupa’nın yararına işleyecektir.”6 1968
gençlik hareketi liderlerinden AP üyesi Daniel John Bendit; “GB
Türkiye için kötü bir hediye. Ekonomik alanda güçlük çekecek olan Türkiye,
politik birliğin nimetlerinden de yararlanamayacak.”7
Türk Hükümeti, ülkesini açık pazar
haline getiriyor ve bunu “bayram” gibi kutluyor; bu pazardan yarar
sağlayacak olan Avrupalı Parlamenterler ise Türkiye açısından ortaya çıkacak
zararları irdeliyorlardı. Bu işte, gerçekten bir gariplik vardı.
Asyalılar Ne Diyor
Garipliği fark edenler yalnızca Avrupalılar ve az sayıdaki
yerli araştırmacılar değildi. Japonya’da iktidardaki Liberal Demokrat Parti
Genel Sekreteri Kanezo Muraoka, Japon Hükümetinin, Türk-Japon
ilişkilerine büyük önem verdiğini belirterek, Türkiye’nin GB macerasıyla ilgili
olarak şunları söylüyordu: “Bayan Başbakanınıza coğrafya dersi vermek
isterdim. Çünkü ona göre Ankara’nın doğusunda hiçbir ülke yok. Hep Batı hep
Batı. Türkiye Batı’ya yaklaşmak için hep Batı’dan gitmek istiyor. Oysa Batı’ya
Doğu’dan da gidilebilir. Örneğin Japonya, Çin gibi ülkelerle işbirliği yapıp,
kendi ekonomik durumunu düzelttikten sonra ‘Avrupalı’ olmak için çaba
göstermek daha iyi değil mi?”8
Türkiye’nin tek yanlı bağımlılık
doğuran AB politikası konusunda bir başka açıklamayı Türkmenistan Devlet
Başkanı Saparmurat Türkmenbaşı yaptı. Türkmenbaşı, 57.Hükümetin
Dışişleri Bakanı İsmail Cem’e, 22 Ekim 2001 günü Türkmenistan’a yaptığı
resmi gezide şunları söyledi: “Sürekli olarak Avrupa’ya yaranmaya
çalışıyorsunuz. Orada itibarınızı sarsmayın. Siz gitmeyin onlar size gelsin.
Sizin onlara değil, asıl onların size ihtiyacı var. Tamamen Avrupa’ya
yöneldiniz. Sürekli Avrupa’ya gidiyorsunuz. Bir de Ortaasya’ya gelin.”9
İstekler Başlıyor
GB protokolüyle Türkiye’nin uğradığı kayıplar, çok çabuk
ortaya çıktı. Siyasi istekler, GB oylamasıyla birlikte gelmişti. Avrupa
Parlamentosunda aynı gün yapılan bir oylamada, Türkiye ile ilgili 9 maddelik
bir karar oybirliğiyle kabul edilmiş, “Kürt
sorunu”ndan Kıbrıs’a, demokrasiden azınlık haklarına dek birçok istemde
bulunulmuştu.
Erken Gelen Yitikler
Ekonomik göstergeler, kısa süre içinde siyasi istemlerden,
çok daha kötü bir gidişi haber vermeye başladı. Ucuzlayacak denilen hiçbir ürün
ucuzlamadığı gibi, gerçek bir “ithalat patlaması” yaşandı. Türkiye beyaz
eşya, elektrikli ev araçları, otomobil, TV, müzik seti başta olmak üzere her
türlü tüketim malları akınına uğradı. Türkiye’nin en iddialı üretim dalı
tekstil ve konfeksiyonda ihracat azaldı. Üçüncü ülkelerden ucuz hammadde elde
etme olanağını yitiren ilaç üretimi, hızlı ve yüksek fiyat artışlarına uğradı.
Ağaç işleri, deri sanayii, tarım, mobilyacılık zor duruma düştü. Tekstilde
ithalat bir yıl önceye göre yüzde 56 artarken, ihracat yüzde 4.6 geriledi.
Müzik seti ihracında yüzde 219’luk bir düşüş yaşandı.10
İhracat-ithalat dengeleri alt üst
oldu. Altı ay içinde; Almanya’dan yapılan ithalat yüzde 77,5, Fransa’dan yüzde
88.3, İtalya’dan yüzde 86.8, İsveç’den yüzde 92.9 arttı.11
AB Ülkeleri Protokol Kurallarına
Uymuyor
Türkiye, Avrupa kökenli mallarla dolarken Avrupa Birliğine
üye ülkeler, GB anlaşmasının koşullarına da uymadılar. Türkiye’nin tarımsal
ürün ve tekstil ağırlıklı az sayıdaki ithal ürününe tarife dışı engeller ve
kotalar koydular, anti-damping soruşturmaları açtılar. Avrupa Birliği’nin karar
organlarında yer almayan dolayısıyla karar süreçlerine katılamayan Türkiye,
alınan kararlara itiraz da edemedi.
Avrupa Birliği’nin 1998 yılında, tek
taraflı olarak aldığı kararlar gereğince; 1 Temmuz 1998 tarihinden itibaren
Türkiye’ye açılmış olan, 15 bin tonluk sıfır gümrüklü domates salçası kotası,
hiçbir gerekçe gösterilmeden durduruldu. Aynı günlerde, daha önce açılacağı bildirilen
9 bin 60 tonluk ilave fındık kotası açılmadı. 16 Haziran’dan beri yürürlükte
olan 14 bin tonluk gümrüksüz karpuz kontenjanı kaldırıldı. Bu ürünlerin, AB
ülkelerine, ancak gümrük ödeyerek ihraç edilebileceği bildirildi.12
Aynı yıl midye, istiridye, kum midyesi gibi kabuklu deniz ürünleri ile taze
balık ihracı tamamen yasaklandı. Çift çenekli yumuşakçalar olarak adlandırılan
her tür deniz ürününün AB ülkelerine girmesi engellendi.13
Avrupa Birliği 1999 yılında Türk
demir-çeliğine anti-damping soruşturması başlattı. Oysa, soruşturma başlatacak
herhangi bir ticari sorun yoktu. AB Komisyonu, Birliğin kurulmasında önemli
yeri olan Avrupa Demir-Çelik Birliği’nin yaptığı şikayetin haklı olduğu
sonucuna vararak soruşturmayı başlattı. Gösterilen gerekçe, Avrupa’ya ihraç
edilen filmaşinin (kangal demir) bağlantı parçalarının düşük fiyatla
satılıyor olmasıydı. Gerekçe haklı değildi ve gerçek neden, Türkiye’nin Avrupa
ülkelerine yaptığı filmaşin ihracını 1996-1999 tarihleri arasında yüzde
529 arttırarak 24741 tona çıkarmayı başarmış olmasıydı.14
Türkiye’nin, GB nedeniyle üçüncü
ülkelerle olan dış ticaret dengeleri de kısa süre içinde bozuldu. Türkiye,
yalnızca AB ile kendi arasındaki gümrükleri sıfırlamakla kalmamış, buna ek
olarak; AB dışındaki ülkelere uyguladığı gümrük tarifelerini de, AB’nin kendi
dışındaki ülkelere uyguladığı ortak gümrük tarifesi ile eşitlemeyi (yani
düşürmeyi) kabul etmişti. Bu üstlenme, hem dış dünyaya açılabilen sınırlı
sayıdaki ihraç ürünümüzü korumasız kılıyor hem de AB üyesi olmadıkları için
gümrük tarifelerini değiştirmeyen üçüncü ülkelere, Türkiye ile yaptıkları
ticarette “açıktan bir kazanç” sağlıyordu. Bu kazanç Türkiye’nin
kaybıydı.
Gümrük Gelirleri Düşüyor
Gümrüklerin sıfırlanması ve dış ticaret açıklarının
olağanüstü artışı, doğal olarak, Türkiye’nin karşısına büyük miktarlı gümrük
vergisi kayıplarını çıkardı. 1 Ocak 1996’da yürürlüğe giren GB döneminin ilk on
bir ayında hazinenin vergi ve fon kaybı 125 trilyon lirayı aşmıştı. Bu iki
milyar dolara yakın bir miktardı.15
AB, GB anlaşmasıyla Türkiye’ye vermeyi
kabul ettiği parasal yardımı bloke etmiş vermiyordu. Gerçi vereceği miktar da 1
Ocak 1996’dan itibaren 5 yıl içinde 2 milyar dolardı. Bu da devletin bir yıllık
vergi kaybı kadardı.16
Türkiye’nin parasal kaybı
vergilerden ibaret değildi. Dış ticaret açığı bir yıl içinde 20 milyar dolara
vardı. Bu açık, o güne dek Cumhuriyet tarihinin bir yıl içinde gördüğü en büyük
dış ticaret açığıydı ve bu açık o günden sonra kronik haline gelerek, sürekli
arttı.17
Dış Ticaret Açığı Büyüyor
Türkiye’nin dış ticaret açığı sorunu, son 20 yılda uygulanan
politikalar nedeniyle bu denli büyümüştür. 12 Eylül darbesinin yapıldığı 1980
yılına dek, tüm bozulmalara karşın, kamu işleyişinin ve KİT’lerin varlığını
sürdürebiliyor olması, dış ticaret açıklarının büyümesi önünde bir engel
oluşturuyordu. 12 Eylül rejiminin, 24 Ocak 1980 kararlarında ifadesini bulan ve
Cumhuriyet’in temel ilkelerini işlemez hale getiren uygulamaları aynı zamanda;
dış ticaret açıklarını büyük boyutlara götürecek sürecin de başlangıcı oldu.
Turgut Özal’ın adıyla anılan ve Gümrük Birliği ile sonuçlanan 15
yıllık dönemde (1980–1995) açıklar artmıştı ancak 1995 GB uygulamalarından
sonra “denetlenemez” duruma geldi. Devlet İstatistik Enstitüsü
verilerine göre, Türkiye, 1950’de 22.3, 1960’da 146.8, 1970’de 359.1 milyon
dolar dış ticaret açığı verirken bu açık; 1983–1996 yılları arasındaki 13
yıllık dönem içinde yıllık ortalama 6403.4 milyon dolara çıktı. Dış ticaret
açığı, GB uygulamalarından sonra gerçek bir patlama yaşadı ve 1996 yılında
19.6, 2000 de 27.2 milyar dolar oldu.18 Bugün 100 milyar doları
aşmış durumda.19 Türkiye, Gümrük Birliği Protokolü’nün uygulamaya
girdiği 1995’den 2013’e dek, Avrupa Birliği ile yaptığı ticarette toplam 221
milyar dolar açık verdi.20 Bunun açık anlamı şuydu; Anadolu’nun
yoksul insanları bu denli büyük bir kaynağı Avrupalıların varsıllığına
katmıştı.
İhracatın İthalatı Karşılama Oranı
Düşüyor
Dış ticaret dengelerinin hızlı bir biçimde ithalat lehine
bozulması ve ihracatın ithalatı karşılama oranlarının sürekli düşmesi, doğal ve
kaçınılmaz olarak yerli üretimin zor durumda kalmasına ve giderek ortadan
kalkmasına yol açtı. DİE verilerine göre ihracatın ithalatı karşılama oranı,
1950 yılında yüzde 92.2 iken bu oran; 1960’da yüzde 68.6, 1970’de yüzde 62.1,
1980’de yüzde 62, 1990’da yüzde 58.1, 1996’da yüzde 54.1, 2000 yılında yüzde
50.621 iken bu oran 2012 de yüzde 56’ya düştü.22
Türkiye, 1990–1995 yıllarını
kapsayan dönemde, ortalama olarak yılda 25.8 milyar dolarlık ithalat yapıyordu.
Bu ithalat, GB uygulamasından sonraki 5 yıl içinde yıllık ortalama 46.8 milyar
dolara23, 2011 yılında ise 241 milyar dolara çıktı.24
İhracat ithalat dengelerinin Türkiye
aleyhine bu denli bozulması, yaşanılan toplumsal gerilimler ve yoksullaşma
yanında insana acı veren bir başka gerçeği ortaya çıkarmaktadır. Türkiye Gümrük
Birliğine girdikten sonraki 5 yıllık dönemde (1996–2001) toplam 117 milyar
dolar dış ticaret açığı vermişti. Bu açığın yüzde 53’ünü yani 62 milyar
dolarını, sayıları yalnızca 15 olan AB üyesi ülkelere vermişti.25
Dışardan Yönetim
Türkiye, Gümrük Birliği Protokolüyle; organlarında
yer almadığı, bu nedenle kararlarında söz sahibi olmadığı bir dış örgütün
aldığı bütün kararlara uymayı, önceden kabul etmiştir. Türkiye’nin, karşı oy
verme, kabul etmeme ya da erteleme gibi hakları yoktur. Türkiye, GB ile; dış
ilişkilerini belirleme yetkisini, Avrupa Birliği’ne devretmiştir.
Türkiye, Avrupa Birliğinin üye
olmayan üçüncü ülkelerle (tüm dünya ülkeleri) YAPTIĞI VE YAPACAĞI bütün
anlaşmaları önceden kabul etmiştir (16. ve 55. maddeler).
Türkiye, GB ile; herhangi bir dünya
ülkesiyle Avrupa Birliğinin bilgi ve onayı dışında ticari anlaşma yapmamayı
kabul etmiş, yapması durumunda Avrupa Birliğine bu anlaşmayı engelleme yetkisi
vermiştir (56. madde).
Türkiye, GB anlaşmasıyla; AB’nin GB
ile ilgili olarak alacağı bütün kararlara paralel kanunlar çıkarmayı önceden
kabul etmiştir (8. madde).
Türkiye, GB anlaşmasıyla; AB Adalet
Divanı’nın bütün hukuki kararlarına tam olarak uymayı önceden kabul etmiştir
(64. madde). Türkiye, GB ile; ulusal pazarını, rekabet etmesinin mümkün
olmadığı Avrupa mallarına açıyor, gümrük vergilerini sıfırlıyor ve tüm fonları
kaldırıyordu.26
Gümrük Birliği uygulamaları konusunda Prof.Dr.Erol Manisalı şunları
söylüyor: “Bir ülkenin, dünyanın herhangi bir yerinde bir gümrük birliğine
bağlı olması için ‘eşit statüde bir üye’ olması gerekir. Türkiye’nin AB ile
ilişkisi ise bir sömürge ile onu yöneten ülke arasındaki ilişkidir.
Eskiden Avrupa ülkelerinin Afrika ve Asya’da uyguladıkları örneklerde
olduğu gibi.”27
DİPNOTLAR
1 Hürriyet
14.12.1995
2 Sabah
14.12.1995
3 a.g.g.
14.12.1995
4 Zafer Çağlayan “Lake’e Ankara’da Düş Kırıklığı” Cumhuriyet
16.01.1996
5 “Ekonomik
Kriz Yaşanacak” Cumhuriyet 02.01.1996
6 a.g.g.
02.01.1996
7 a.g.g.
02.01.1996
8 “Ankara Doğu’ya Dönsün” Aze Marşan Cumhuriyet,
23.03.1999
9 “Türkmenistan’dan
Tokat”, Cumhuriyet 23.10.2001
10 “Gümrük
Birliği’nde ilk raund Avrupa’nın” Gözcü 30.11.1996
11 “Gümrük Birliği’nde Rüzgar Tersten
Esti” N.Yalçın Cumhuriyet 22.08.1996
12 “Tarife Dışı Engelleniyoruz” Fatma
Koşar Cumhuriyet 15.07.1998
13 “AB’den
Balık Yasağı” Hürriyet 26.05.1998
14 Dünya
18.05.1999
15 “Gümrük Birliği Vergiyi de Vurdu”
Türkan Al Gözcü 18.12.1996
16 “AB Yükümlülüklerinden Kaçtı”
14.12.1995 Cumhuriyet
17 “GB İthalatı Patlattı İhracatı Vurdu”
11.01.1997 Hürriyet
18 “Devlet Bakanı Ayfer Yılmaz’ın Basın
Açıklaması” Hürriyet, 11.01.1997; DPT, DİE, Tablo 3.2 ve Cumhuriyet
31.01.2001
21 DPT, DİE, Tablo 3.6 “İhracatın
İthalatı Karşılama Oranı” ve Hürriyet 31.01.2001
23 DPT, DİE, Tablo 3.6 “İhracatın İthalatı Karşılama Oranı”
ve Hürriyet 31.01.2001
25 “GB’nde Kazıklandık” Yeni
Mesaj 14.01.2001
26 “Gümrük Birliği’nin Siyasal ve
Ekonomik Birliği” Prof. Dr. E. Manisalı, Bağlam Y. 1995. sf. 65, 66
27 “Gümrük Birliği’nin Siyasal ve
Ekonomik Bedeli” Prof. Dr. Erol Manisalı Bağlam Yay. sf. 57
Tam bağımsızlık ilkesine tamamen aykırı bir karar. Ne yazık ki 1938 den sonra tüm cumhurbaşkanları ve başbakanlar bu ilkeye hiç sahip çıkmadılar. Değil 100 yıl sonrasını, 30-40 yıl sonrasını bile göremediler. Bedelini halk ödedi, ödüyor, ödeyecek.
YanıtlaSil