Ücret düşüklüğü ve işsizliğin artmasından etkilenen
Amerikalı işçiler ve yerel yöneticiler, öfkelerini yabancı yatırımcılara
yönelterek milliyetçi bir tavır içine girdiler. ‘Amerikan malı kullan ’
1990’ların çarpıcısözü (sloganı) oldu. ABD başkanı, Cumhuriyetçi Parti ve
birtakım önde gelen Amerikan şirketleri, bu çağrıya uymaya söz verdi. Ancak,
asıl sorun, bu istek ne denli güçlü olursa olsun verilen sözün tutulmasının
artık çok güç olduğuydu. Amerikalılar; arabalarda, radyo ve TV’lerde, beyaz
eşyada, uluslararası ticarete konu olan pek çok üründe hangi malın Amerikan
malı olduğunu artık bilmiyordu. California’da üretilen Toyata mı, Suziki
ve Isuzu tarafından üretilip General Motor tarafından pazarlanan Geo
Metro mu daha Amerikalı? Ford tarafından İngiltere’de üretilen Jaguar
mı ya da Mazda tarafından Kentucky’de üretilen Ford Explorer mi
yabancı araba?
“Yabancı Rekabet Biziz”
Bu gün ABD’nin yaptığı dışalımın bir bölümü, sermaye dışsatımladığı
(ihraç ettiği) ülkelerdeki Amerikan fabrikalarından yapılmaktadır. ABD,
gerçekte dışalım olmayan dışalımını, yatırım yaptığı ülkeye döviz ödemeden
şirket içi ilişkilerle gerçekleştirmektedir. Örneğin, Bulova saatlerinin
mekanizması İsviçre’de hazırlanıp Samoa adalarındaki Pago Pago’ya gönderilir,
montaj orada yapılır. Amerikan Samoa’sından ABD’ne gümrüksüz giriş yapıldığı
için saatler ABD pazarına buradan girer. Bulova’nın Yönetim Kurulu
Başkanı; “Yabancı rekabeti alt ettik, çünkü artık yabancı rekabet bizdik.” 1
derken, gerçeği bir tümceyle açıklamış oluyordu.
İşçi Sorunları
1980’li yıllarda Japon
elektrikli araç şirketleri, toplam olarak 193 bin kişi çalıştırıyordu. Bunların
134 bin’i Doğu Asya ülkelerinin insanlarıydı. 2 Japonya’da 1980
yılında yalnızca bir geçici işçi bulma şirketi varken, 5 yıl içinde sayıları
150’ye ulaştı. Bu şirketlerin bulduğu işler, büyük çoğunluğuyla, yoksul
ülkelerdeki işçilere yönelik işlerdi. Gelişmiş ülkeler giderek daha çok işi,
sendikasız ya da yarı zamanlı (part-time) çalışan işçilere kaydırdılar.
1980’lerin sonlarında ABD ve İsveç’teki tüm işlerin yüzde 25’i artık yarı
zamanlı işlerdi ve bunların ücretleri şirket giderlerinin çok küçük bir oranını
oluşturuyordu. 3
Üretimdeki coğrafya
değişikliği en çok, değişikliğin öncülüğünü yapan ABD’yi etkiledi. 1950’de
ABD’indeki çalışan nüfusun yüzde 33’ü, üretimle ilgili alanlarda çalışırken bu oran, 1980’lerin ortasında yüzde 20, 1990’ların başında ise yüzde 16’ya
düştü.4 ABD’de üretim azalıyordu.
1970’lerde General Elektrik,
dış ülkelerde 30 bin kişiye düşük ücretli iş verirken, ABD’de ücretleri yüksek
olan 25 bin Amerikalı’yı işten çıkardı. R.C.A., ABD’de 14 bin kişiyi
işten çıkarıp, yurt dışında 19 bin kişiye iş verdi.
1990’larda Avusturalya,
İrlanda ve İngiltere’deki işçiler, ABD’deki saat ücretinin yüzde 60’ını kabul
ederlerken; Meksikalılar, Brezilyalılar ve Taylandlılar bu ücretin yüzde 10 ve
yüzde 15’ine çalışıyordu.5
ABD’de 1980’lerin sonlarıyla
1990’ların başlarında 2.5 milyon iş olanağı ortadan kalkmıştı.6
Belli başlı şirketlerin işçi çıkarma sayısı 1990 yılında 300 bin, 1991’de 550
bin ve 1992 yılında 400 bin idi.7
İşten çıkarılmayan işçilerin
ise ücretlerinde gerçek düşüşler yaşandı. 25-34 yaş kümesindeki işçilerin
gerçek kazançlarında yüzde 25 düşüş görüldü. Bütün yıl tam gün çalışan 18-24
yaş kümesindeki çoğu lise mezunu işçiler içinde, 12 dolardan az kazananların
oranı 1979’da yüzde 18 iken bu rakam 1989 yılında yüzde 40’a çıktı.8
“Amerikan Malı Kullan”
Ücret düşüklüğü ve işsizliğin
artmasından etkilenen Amerikalı işçiler ve yerel yöneticiler, öfkelerini
yabancı yatırımcılara yönelterek milliyetçi bir tavır içine girdiler. ‘Amerikan
malı kullan’ 1990’ların çarpıcısözü (sloganı) oldu. ABD başkanı,
Cumhuriyetçi Parti ve birtakım önde gelen Amerikan şirketleri, bu çağrıya uymaya
söz verdi.
Ancak, asıl sorun, bu istek ne
denli güçlü olursa olsun verilen sözün tutulmasının artık çok güç olduğuydu.
Amerikalılar; arabalarda, radyo ve TV’lerde, beyaz eşyada, uluslararası
ticarete konu olan pek çok üründe hangi malın Amerikan malı olduğunu artık
bilmiyordu. California’da üretilen Toyata mı, Suziki ve Isuzu
tarafından üretilip General Motor tarafından pazarlanan Geo Metro
mu daha Amerikalı? Ford tarafından İngiltere’de üretilen Jaguar
mı ya da Mazda tarafından Kentucky’de üretilen Ford Explorer mi
yabancı araba?
Uluslararası Üretim
‘Amerikan malı kullan’ çalışımına (kampanyasına) katıldıklarını ve
desteklediklerini açıklayan ABD başkanı Bush ve yardımcısı Quayle,
tüm ekip çalışmalarında Teksas’ta üretilen faks ve San Jose’de
üretilen bilgisayarları kullandıklarıyla övünüyordu. Ancak bu ürünleri üreten
şirketlerin biri Japon diğeri Koreliydi.
Bush ve Quayle ekibi ‘Amerikan malı kullan’
çağrıları yaparken, Clinton’un çalışma bakanı Robert Reich ise
şöyle söylemekteydi; “Bir Amerika’lı, General Motors’dan bir Pontiac Le Mans
aldığında, bilmeden uluslararası bir anlaşmaya girer. General Motors’a ödenen
10.000 dolardan yaklaşık 3.000 doları işgücü ve montaj karşılığı Güney Kore’ye,
1850 doları teknik aksam (motorlar, şaft ve elektronik aksam) için Japonya’ya,
700 doları stil ve tasarım mühendisliği için Almanya’ya, 400 dolar küçük
parçalar için Tayvan, Japonya ve Singapur’a, 250 doları reklamcılık ve
pazarlama şirketleri için İngiltere’ye ve yaklaşık 50 doları da bilgi işlem
için İrlanda ile Barbados’a gitmektedir. Kalan 4.000 dolardan az miktar
Detroit’teki strateji uzmanlarına, New York’daki bankacı ve avukatlara,
Washingtondaki lobicilere, ülkenin her yanındaki sigorta ve sağlık sektörü
çalışanlarına ve dünya çapındaki General Motors hissedarlarına gitmektedir.” 9
Değişimi Kavramak
İnsanlık yeni bir yüzyıla girdi. Yaşamın sürekli akışı
içinde, yüzer yıllık zaman dilimleri kuşkusuz herşeyi açıklamıyor. 21.yüzyıl
belki on yıl önce başladı ya da 20.yüzyıl daha sürecek. Önemli olan zaman
birimleri değil, süreçler ve etkileri. Köleci toplum bin, feodal toplum sekiz
yüz yıl sürdü. Bu dönemlerde bir değil birkaç yüzyıl önemli bir toplumsal
değişim olmadan geçti. Ancak, 20.yüzyıl kuşkusuz çok ayrımlı. On ya da yirmi
yılda ortaya çıkan gelişmeler, birçok kişinin kavrayamayacağı kadar hızlı.
Teknolojik gelişmeler, ülkeler arası ilişkiler, toplumsal dönüşüm ya da
çözülmeler olağanüstü hızlanmış durumda. Kimilerine göre insanlık; varsıllığı,
eşitliği ve evrensel barışı gerçekleştirecek altın çağa girmek üzere. Üretilen
değerlerin dolaşımında küresel bir devrim yaşanıyor. Sınırlar önemini yitiriyor,
insanlar tarihin hiç bir döneminde olmadığı kadar birbirlerine yakınlaşıyor, uluslararası
bir uygarlık doğuyor.
Kimilerine göre ise; insanlar,
yaşamsal gereksinimlerinin tutsağı olmadan, ruhlarının ezilmediği, özgür ve
barışçı bir yaşam çevresini henüz yaratabilmiş değil. Yaşam koşullarından duyulan
hoşnutsuzluk, gelecek umutlarını iyimser kılamıyor, insanları geçmişe özleme
yöneltiyor. Dünyanın büyük bölümünde insanların yoksulluğu artıyor, az sayıdaki
varsıl ülke, ayrıcalıklarını yitirmemek için her yolu deniyor. İnsanlık,
tarihinde gördüğü en planlı ve en örgütlü sömürü altında.
Hangi görüş gerçeği açıklıyor?
Her ikisi de doğru ya da her ikisi de yanlış mı? Yaşadığımız dönemin tarih
açısından önemi nedir?... Kim ne derse desin, milyarlarca insanın yaşadığı ve gördüğü
bir gerçek var; ekonomik ve politik gerilimlerin, çatışma ve savaşların,
yoksulluğun, bozulan doğal çevrenin, insanlar üzerinde baskı oluşturduğu bir
dönem yaşanıyor. Endüstriyel egemenlik ve politik nüfus alanları için çatışma,
yeni bir yüzyıla girerken, hala dünyanın biçimlenmesini belirleyen kritik sorun
durumunda. Tarih sanki yeniden yaşanıyor. 20.yüzyıl başlarken yaşanılan
sorunlarla günümüz sorunları arasında temel bir ayrım görülmüyor. Yalnızca
yöntem araç ve yoğunluk artışları sözkonusu. İnsanlar yüz yıldır, niteliği
değişmeyen küresel işleyişin gelişen iç süreçlerini yaşıyor.
Geleceğin alacağı biçimi
görebilmek için geçmişin doğru kavranması gerekiyor. 20 yüzyılı anlamadan,
günümüzde doğru adım atmak ve kendi geleceğine egemen olmak olanaklı değil.
Değişik biçimlerle dört imparatorluğun (Rus, Osmanlı, Avusturya-Macaristan,
İngiltere) dağıldığı, sömürgecilik döneminin sona erdiği iki büyük dünya
savaşının yaşandığı ve ulusal bağımsızlık savaşlarının olağanüstü hızla
yayıldığı bir yüzyıl yaşandı. İnsanlık tarih boyunca ilk kez eşitlik üzerine
kurulu bir ülke yaratmayı denedi. 300 yıldır dünyayı egemenliği altında tutan
gelişmiş ülkeleri ilk kez, işgal ettikleri yoksul bir ülkeye boyun eğdiler.
Teknolojik gelişim, silahlanma, süper güçler, uluslararası yakınlaşma, kültürel
etkileşim, açlık ve çevre sorunları tarihin hiç bir döneminde, 20.yüzyıldaki
yoğunlukta yaşanmadı. Bu yüzden 20.yüzyıl, zengin bir toplumsal dönüşüm “laboratuarı”
oldu. Geçmişte yaşananların incelenmesi, bugün yaşanılan dünyayı tanımayı ve
geleceğe yön vermeyi olanaklı kılacaktır.
DİPNOTLAR
1 “Global Reach” Barnet-Müller
sf.420, ak. Richard J. Barnet-John Cavanagh “Küresel Düşler” Sabah Yay.,
sf.218
2 “Global Factory” Joseph Grunwald-
Kenneth Flamm, 1985, sf.30, ak. a.g.e. sf.219
3 “Restructuring the Word Economy”
Joyce Kolko, New York Pantheon 1988, sf.313, ak. a.g.e. sf.268
4 “Manufacturing Mattes” Stephen
S.Cohen-Jonh Zysman, 1992, sf.344, ak. a.g.e. sf.219
5 “The Geography of the World Economy”
Paul Knox-John Agnem, ak. a.g.e. sf.219
6 “The Roman Way” Edith Hamilton
New York: W.W. Norton 1993 sf.178, ak. Lester C. Thurow “Kapitalizmin
Geleceği” Sabah Yay., sf.22
7 “Roman Life and Society” John
Matthews New York : Oxford University Press 1986, sf.752, ak. a.g.e. sf.22
8 “The Socond Industrial Divide”
Michael J.Piore-Cherles F.Sebel New-York: Basic Books 1984, ak. a.g.e.
sf.20
9 Wall Street Journal 5 Temmuz 1991, ak.
a.g.e. sf.222
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder