3 Şubat 2014 Pazartesi

DEMOKRASİ VE PARLEMENTOLARIN OLUŞUMU




Seçimler ve meclislerle halkın kendisini yönetecek kişileri belirlemesine, bugün demokrasi deniyor. “Oy” ve “sandık” kutsanıyor ve yönetimin bu biçimde oluşturulması çağdaşlık sayılıyor. Doğru gibi görünse de biraz düşünüp yaşananlara bakınca, bunda bir çarpıklık olduğu görülüyor. Türkiye’de; Meclis’in oluşumu, seçim yasaları, barajlar, dağıtılan paketler, din ticareti, para ve medya kullanımına bakınca; oluşturulan siyasi düzenin, seçilecekleri değil seçilemeyecekleri belirleyen bir kurmaca olduğu ortaya çıkıyor. Bu denli ilkel olmasa da “demokrasinin” çıkış yeri Batı'da da durum farklı değil. Yönetimi orada da, halk değil egemenler belirliyor... Bu neden böyle? Meclisler ve seçimler nasıl oluştu? Hangi gereksinimin ürünleridir? Bu sorulara yanıt verilmesi gerekir. Bu yapıldığında şu sonuçla karşılaşılacaktır:  Batı'da, bir takım “erdemli” insanlar ortaya çıkıp, halk yönetimini kendi belirlesin, eşitlik ve özgürlük gerçekleşsin diye demokratik bir düzen kurmamıştır. “Demokrasi” denilen işleyiş; çıkarlar, kanlı hesaplaşmalar ve çatışmalarla dolu bir sürecin sonucudur. İktidar kavgalarının ürünüdür. Siyasi sonuçları, bizim için düşüncelerde kalan ancak Batı için yaşamın içinden çıkan ve ekonomik dayanakları olan bu süreç, sınıflar ve inançlar çatışmasıdır.


Tarihsel Süreç

Roma İmparatorluğu, M.S.479 yılında Vizigotlar, Vandallar ve Hunlar’ın uzun süren akınları sonucunda yıkıldı. Roma’nın yıkılışı, yeni bir çağa, Orta Çağ’a geçiş koşullarının oluştuğu bir dönemde gerçekleşti. Bir başka deyişle, Orta Çağ’ı hazırlayan koşullar Roma’nın yıkılışını, Roma’nın yıkılışı da Orta Çağ’ı hazırlayan koşulları yarattı.
Roma devletinin çöküşüyle geniş köle kitleleri bir anda “sahipsiz” kalarak “başıboş” duruma geldiler. Mülkiyet ilişkileriyle hukuksal düzeni ayakta tutan otoritenin birdenbire ortadan kalkması, köleleri kendilerine ait yeni bir düzen kurup yaşatma konusunda hazırlıksız yakalamıştı. Birçok yörede kendilerini besleyip koruyacak durumda değillerdi. Bir bölümü, bozulmaya yüz tutan bir düzenin kurumları olarak ortaya çıkan çiftliklerde (latifundium), küçük bir toprak parçasını işleme hakkı elde etmiş ve karın tokluğuna çalışan yerleşik çiftçiler durumuna gelmişti. Bunlara kulübeli köle (servuca satus) adı veriliyordu.
Sahipsiz kalan ve korumasız kalan başka köleler, İmparatorluğun yıkılmasıyla topraklarını genişleten ve malikhanelerini (villa) güçlendiren eski çiftlik sahiplerinin çevresinde toplanmaya başladılar ve onlar da kulübeli köle durumuna geldiler. Kulübeli köleler, gelişmekte olan köylülüğün (feodal serfliğin) sosyal temelleri olurken, surlarla korunan villa’lar çevresinde gelişmeye başlayan yerleşimler, Orta Çağ’ın siyasal ve kültürel merkezlerini oluşturacak kent’lerin ilk uygulamaları oldular.

Kilise Güç Kazanıyor

Roma’nın çöküşünün bir başka sonucu, kilisenin sıradışı bir hızla güçlenmesi oldu. Adını, evrensel anlamına gelen Yunanca katholikos’tan alan Katolik Kilisesi, İmparatorluk içinde yayılmış ve Roma ölürken kilise güçlenmişti. Kilise, Roma’nın yıkılıştan sonra ortaya çıkan yönetim boşluğundan yararlanarak hızla örgütlendi ve örgütlerini hemen tüm Avrupa’ya yayarak, kendine özgü kural ve işleyişiyle bir tür devlet örgütü durumuna geldi.

Kaleler ve Surlar

Roma’nın sahipsiz kalan topraklarını ele geçirerek güçlenen ve bu gücü koruyup geliştirmek isteyen yeni mülk sahipleri ve kilise, topraklarını genişlettiler, kaleler, surlar ve şatolar yaptılar. Eski düzenin yıkıntıları içinden yeni bir toplumsal düzen, feodalizm ortaya çıkıyordu.
Köleler toprağa daha çok bağlanıyor, malikâneler çevresinde oluşan yerleşim birimleri arasında ticaret gelişiyor, nüfus artıyor ve yeni sınıflar oluşmaya başlıyordu. El emeğine dayanan zanaatçılık yayılıyor, zanaatçılığın yayılması ticareti geliştiriyor; ticaret yoluyla varsıllaşan ve adını yaşadığı yer olan kent'ten (burg) alan kentsoylu (burjuva) sınıfının öncülleri ortaya çıkıyordu.

Köleci Temel

Feodal düzen, kendisini var eden toplumsal koşulları yaratan Batı Roma İmparatorluğu’nda, köleci düzenin bir sonucu olarak ortaya çıktı. Bu nedenle evrensel değil, Batı toplumlarına özgüdür. Kölelerin “özgürlüğüne” değil, başka biçim ve yönleriyle yeni bir egemenliğin altına girmesine dayalıdır. Mülkiyet hukukunun, köleci düzene göre daha gelişkin yeni bir evresini oluşturur. Sınıfsal temelini, üretim araçları mülkiyetini tam olarak elinde bulunduran toprak derebeyleri (senyör) ile çok sınırlı mülkiyet hakkına sahip köylü (serf) sınıfları oluşturur.

Senyörler, Serfler

Feodal düzende senyör, Helen ve Roma’da egemenlerin sahip olduğu köleyi öldürme hakkına artık sahip değildir. Ancak, serfleri dilediği gibi kullanır, satar ya da satın alabilir. Serfler kendi aletleriyle ve yalnızca kendileri için üretim yapabilir; bir aileye sahip olabilirdi. Ancak zamanının çoğunu herhangi bir karşılık almadan (angarya) senyör’e çalışmakla geçirir.
Senyörler kendi serflerini, komşu feodallerin saldırı ve yağmasına karşı “korumak” gerekçesiyle ağır aynî (karşılığı malla ödenen) yükümlülükler altına sokarken, şatolarının yanından ya da arazileri içinden geçen tüccar ve gezginleri soymaktan da geri durmazlardı.1
Roma kölelerinin feodal düzendeki uzantıları olan serfler, aynı köleler gibi, içinde bulundukları yaşam koşullarına ve senyör boyunduruğuna karşı sürekli olarak tepkisel bir tavır içinde oldular ve sıkça ayaklandılar. Senyör arazisinden kaçıyor, ormanlarda çeteler kuruyor ve senyörlerin kendileri için tuttukları yükümlülük belgelerini ele geçirip yakıyorlardı.2 Senyörlerin ve Katolik kilisesinin serfler üzerinde kurduğu baskı o denli ağır ve yaygındı ki, kaynağını kölecilikten alan bu baskı, bir yandan Orta Çağ boyunca süren iç çatışmaların nedeni olurken, diğer yandan ilerdeki sömürgeci ve emperyalist dönemlerde varlığını sürdürecek olan, şiddete dayalı Batı düşüncesine kaynaklık edecekti.

Yeni Yaşam Biçimi

İsa’dan sonraki ilk bin yıl biterken, Batı Avrupa’da o güne dek görülmeyen yeni bir yaşam biçimi ortaya çıktı. Üretime dayanan ticari canlanma ve nüfus artışı toplumu kapsamlı bir yenileşme sürecine sokuyor, bu sürecin yarattığı istek ve gereksinimler toplumsal yapıyı hızla değiştirdi. Ekonomik kaynaklı değişimin itici gücüyle, yeni üretim teknikleri ve meslekler ortaya çıkıyor, esnaf ve lonca örgütleri kuruluyor, yeni sınıflar oluşuyor ve kale içi yaşam, yerini giderek, çevrelerinde pazarlar-panayırlar-sergiler kurulan kent yaşamına bırakıyordu.

Kentlerin Oluşumu

Feodal egemenlerin yaptırdığı ve başlangıçta yeterli olan kale’ler ve sur’lar; yaşanan gelişmeler, nufüs artışları ve güvenliğe bağlı sığınmalar nedeniyle, zamanla içindekilere yetmez duruma geldi. Bu sorun, sur içindeki nüfusun sur dışına atılmasıyla çözüldü ve Batıda kentlerin oluşumu böyle başladı.
Kentleşmeye yönelen ortak yaşam; dış saldırılara, yangın ve salgın hastalıklara açık, son derece güvencesiz, zor bir yaşamdı. İnsanlar ayakta kalabilmek için, yalnızca kendilerini düşünmek, bu amaçla bir araya gelmek ve örgütlenmek zorundaydılar.
Batıdaki Orta Çağ kent yaşamının itici gücünü oluşturan bu zorunluluk aynı zamanda, köleci geleneğe sahip Batı toplumlarındaki bireyciliğin ve saldırganlığın toplumsal kaynağı oldu. Çıkar için herşeyi geçerli sayan anlayış, bu zorunluluk üzerinde gelişip güçlendi.



Yaşamsal Zorunluluk; Üretim

Sur dışına atılan insanlar, işleyebilecekleri bir toprağa sahip değildi. Feodal despotlar, toprakları, üzerindeki selflerle birlikte elinde tutuyordu. Sur dışı nüfusun yaşayabilmek için, tarım dışında üretim yapmaktan ve ürettiğini satarak gelir elde etmekten başka bir çaresi yoktu.
Önce el işçiliğine dayanan ev ya da dükkân sanayii, buna bağlı olarak ticaret gelişti. Ticaretin gelişmesi daha çok mal’ın üretilmesine, daha çok mal’ın üretilmesi de ticaretin gelişmesine yol açtı.
Akçalı gücü artarak elinde sermaye biriken tüccarlar, ev ve dükkân’larda üretim yapan zanaatkarları alet ve tezgâh’larıyla birlikte bir araya topladılar ve onlara toplu üretim yaptırmaya başladılar. Artık, tek bir ürünün parçaları ayrı ayrı üretiliyor ve parçalar birleştirilerek, daha kısa zamanda daha çok üretim yapılıyordu.
Kentleşmeyle birlikte, makinasız fabrika ya da manüfaktür üretim böyle ortaya çıktı. Bu aynı zamanda kapitalizmin ortaya çıkış dönemiydi.

Kentsoyluluk (Burjuvazi) ve İşçi Sınıfı (Proleterye) Doğuyor

Manüfaktür üretimle varsıllaşan geleceğin egemenleri burjuvalar, zaman içinde zanaatçıların malı olan alet ve tezgah’lara, satın alarak ya da el koyarak sahip olmaya başladılar. Bunlar sanayi kentsoyluluğun öncüleriydi. Üretim tekniklerini geliştirdiler ve makinalı sanayi’ye geçtiler. Daha sonraki dönemlerde, toplu üretime buharlı makine de sokuldu ve büyük gelişkin fabrikalar ortaya çıktı. Bu dönem, sanayi devrimi olarak tanımlandı.3
Bu uzun süreç, bir yandan mali ve siyasi gücü yüksek kentsoylu sınıfını yaratırken diğer yandan el alet’lerini ve tezgah’larını yitiren zanaatçıları, kent yoksullarıyla birlikte yeni bir sınıf haline getirdi ve işçi sınıfı (proleterya) böyle oluştu.

Toplumsal Gerçeklik


Burjuvalar, ilk dönemlerde feodal egemenlerle açık çatışma içine girmediler. Sahip oldukları ve giderek artmakta olan sınai-mali olanaklarıyla feodallerden çeşitli siyasi haklar satın aldılar. Şehirleri duvarlarla çevirmek, para basmak, hapishane yapmak, silahlı bir milis gücüne sahip olmak, seçilmiş temsilcilerle belediyeler kurmak gibi hakları, bu yolla elde ettiler. Akçalı sıkıntı içine düşen feodaller, bu hakları para karşılığı satıyor, mali gücü artan kentsoylular da siyasi etkinliklerini arttırmak için bunları alıyordu.
Feodal beylerin akçalı kaynak peşine düşmesi, yerlerini korumalarıyla dolaysız ilişkisi olan güvenlik sorunlarına dayanıyordu. Haçlı Seferleri’yle Doğu’dan öğrenilen barut ve top’a dayalı silah tekniklerinin Avrupa’ya getirilmesi ve üretilmesi, senyörlerin gücünün azalmasına, feodal egemenliğin sarsılmasına yol açıyordu.
Özellikle küçük olanların güçleri, yüksek bedellerle satılan bu silahları almaya yetmiyordu. Bunları ancak, varsıllaşan ticaret kentsoyluları ile Haçlı Seferleri sırasında ortaya çıkan, ellerinde büyük kaynak birikmiş bankerin borç verdiği krallar alabiliyordu.
Krallar, bu silahları senyörlerin sur’larını yıkmada kullanıyor ve onları merkezi devletin buyruğu altına alıyordu.4 Bu nedenle hem senyörler, hem de krallar para karşılığı siyasal hak satıyor, kentsoylular da bu hakları satın alıyordu.

Kentsoyluluk Güçleniyor

Ekonomik alanda etkisi artan kentsoylu sınıfının, ulaştığı ekonomik etkiye uygun düşen siyasi güç peşine düşmesi ve bu gücü elde etmesi kaçınılmazdı. Bu yeni sınıf, varsıllaştığı oranda yönetim organları üzerinde egemenlik kuruyor ve giderek yönetici sınıf durumuna geliyordu.
Önceleri satın alarak, daha sonra sert savaşımlarla elde ettiği siyasi hakları; yalnızca kendisine ait sınıfsal ayrıcalıklar konumundan çıkararak, oluşmakta olan yeni bir toplumsal düzenin, kapitalizmin hukuksal dayanakları durumuna getiriyordu. Böylece, hem baskı altındaki diğer sınıfları yanına çekerek güçleniyor, hem de soy temeline dayalı beysoylu yönetim düzenine karşı çıkıyordu.

İstem Değil Zorunluluk

Batı toplumlarında yönetim işleyişinin, oy vermeye dayalı temsili kurumlar aracılığıyla sürdürülmesi, ileri sürüldüğü gibi eşitliği amaçlayan demokratik kaygılarla gerçekleştirilen bir girişim değildir.
Parlamentolar, üretim ilişkilerinin yön verdiği zorunlulukların sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Toplumsal gelişime yol açan ekonomik ilişkiler, kendisini geliştirecek siyasal ve hukuksal düzeni de belirlemiş ve bu süreç, Batı Avrupa’nın toplumsal evrimini oluşturmuştur.

Temsili Kurumların Oluşum Nedeni

Derebeylik-beysoyluluk düzeninde senyörlerin, krala karşı olan yükümlülükleri arasında, ona danışmanlık yapmak gibi bir görev de bulunuyordu. Bunlar, belirli dönemlerde kralın başkanlık ettiği toplantılarda bir araya geliyor ve danışmanlık yükümlülüklerini yerine getiriyordu.
Ancak, toplantılara gidiş hem masraflı hem de kendi bölgelerinden ayrılmaları nedeniyle sakıncalıydı. Toplantılara katılmaya isteksizlik gösteriyor, katıldıklarında ise askerleri ve silahlarıyla birlikte gidiyorlardı. Örneğin İngiltere Kralı III.Henry’nin 1258 yılında düzenlediği toplantıya katılan senyörlerin tümü silahlıydı.

Danışma Kurullarından Meclislere

Senyörler zamanla toplantılara gitmemeye ve yerlerine temsilciler göndermeye başladılar. Siyasi güç peşindeki kentsoylular, senyörlerin gideri çok ve sakıncalı bir angarya olarak gördüğü temsil görevini, üstelik giderlerini de karşılayarak üstlendiler.
Varsıl ve bilgili kentsoyluların danışmanlığı, kralın da çıkarlarına uygun düşüyordu. Toplantıların önemi ve katılımcıları artmaya başladı. Devlet bütçesinin hazırlanması, vergi alınması, askeri giderler gibi önemli konularda danışmanlık yapılan bu kurullar, zamanla bir tür yasama meclisine dönüşmeye başladı.5
İleride parlamentolara dönüşecek olan bu kurullar, doğal olarak, burjuvaların ekonomiden sonra siyasi etkisini de arttırdı ve bu sınıfı Fransız devrimi dışında, çatışmaya bile gerek kalmadan evrimsel bir süreç sonunda yönetici sınıf durumuna getirdi. Batı toplumlarında temsili kurumların ortaya çıkışı böyle oluştu. Bu oluşumun en belirgin örneği İngiltere’de yaşandı.

Fransa-İngiltere Çatışması

İngiltere, 12.yüzyılda Fransa’yla yaptığı uzun süren savaşlar sonunda ağır yitiklere uğramış ve bu da kralın toplum üzerindeki yetkesini zayıflatmıştı; Kral II. Henry, 13.yüzyıl başında etkisini önemli oranda yitirmişti. Fransa, İngiltere üzerinde o denli etkili olmuştu ki Fransızca İngiltere’de 14.yüzyıla dek resmi dil olarak kullanılmıştı.
Fransa-İngiltere savaşlarının sonuçları, doğal olarak ve herşeyden önce, yöneticileri ve onların güçlerini etkiledi. Savaştan üstün çıkan Fransa’da kral egemenliği ve merkezi devlet güçlenirken, yenik çıkan İngiltere’de kralın ve devletin gücü azaldı.

Büyük Ferman (Manga Charta)

Yenilgi İngiltere’de bir yönetim boşluğu ya da yönetim zaafiyeti çıkardı ve bu boşluğu, her yerde ve her zaman olduğu gibi, doldurmayı bekleyen güçler İngiltere’de de vardı. Gelişmekte olan kentsoylular, derebeyler ve ruhban sınıfı, yetkilerini arttırmak ve yönetimden daha çok pay almak için biraraya geldiler ve Kralın yetkilerini daha da kısmak için birlikte davranmaya başladılar.
Fransa’da kral, beysoylular (aristokratlar) ve ruhban sınıfıyla anlaşarak tahtını güçlendirirken; İngiltere’de bunun tam tersi oldu ve senyörlerle kilise, kentsoyluları da aralarına alarak krala karşı geldiler. Demokrasi ve katılımcılığın, Avrupa’daki ilk uygulaması olarak gösterilen Büyük Buyruk (Magna Charta), bu savaşımın ürünü olarak ortaya çıktı.

Manga Charta’nın Niteliği

1215’de kabul edilen Büyük Buyruk, ne söylendiği gibi bir demokrasi girişimi, ne de eşitliği amaçlayan bir eylemdi. Kralın güçsüzlüğünden yararlanarak yönetimden daha çok pay almak isteyen sınıflar bağlaşımının (ittifakının), siyasi ve ekonomik istemlerine uygun düşen bir belgeyi, Kral Yurtsuz Jan’a kabul ettirmesiydi. Kral Buyruğu olarak açıklanan bu belgede, katılımcılığın ve halkın yeri yoktu; yalnızca feodal baronların, kilisenin ve kentsoyluların haklarını krala karşı güvence altına alıyordu.
Magna Charta’nın 1, 12, 39, ve 41.maddelerinde şunlar söyleniyordu: “Her şeyden önce, Tanrı’nın önünde diz çöktük. Bizim ve varislerimiz için İngiliz Kilisesinin sonsuza dek özgür olduğunu, bu özgürlüğün kısıtlanmadan ve zedelenmeden kullanılması gerektiğini bu belgeyle kabul ettik...
İngiltere Krallığı’nda artık, Krallık Toplu Meclisi’nin izni olmadıkça koruma parası ya da yardım parası gibi vergiler toplanmayacaktır. Koruma ya da yardım parası toplamak sözkonusu olursa bunun miktarını belirlemek için, tüm başpiskoposlar, piskoposlar, manastır rahipleri, kontlar ve baronlar tek tek mühürlü mektupla toplantıya çağırılacaktır...
Kendi sınıfından olanların verdiği bir karar ya da ülkede kabul edilmiş bir yasa olmadıkça hiçbir özgür kişi (ruhban sınıfı, baronlar ve burjuvalar y.n.) tutuklanmayacak, mal ve mülkleri ellerinden alınmayacak ve sürgüne yollanmayacaktır...
Tüm İngiltere kentleri aynı Londra kenti gibi, hem karada hem denizde korunacak, bu kentlerin arazileri, çiftlikleri ve limanları kendi ayrıcalıklarına sahip olacaklardır...
Tüm tüccarlar, İngiltere’den ayrılma, yeniden dönme, haksız rekabete girmeden ticaret yapma ve İngiltere içinde dilediği yere gitme haklarına sahip olacaklardır...”6

Parlamentonun Oluşumu

Büyük Buyruk ile oluşturulan feodal meclisin sınıfsal temsil sınırı, kentsoyluların meclis içindeki sayı ve etkisinin artışına bağlı olarak zamanla genişledi. Yasa çıkarmada ve çıkarılan yasaları uygulayacak yürütme ve yargı organlarını oluşturmada giderek yetkinleşti ve gücünü arttırarak yönetim düzeninin temel unsuru durumuna geldi.
Değişik dönemlerde, kimi güçlü kralların kişi yönetimi istemlerine dayanan savaşım ve karışmalarla karşılaştı, ama bu karışmalar, gelişimini önleyemedi ve baronlarla, papazların kurduğu bu meclis, uzun çatışma süreçlerinden geçerek kentsoyluların egemen olduğu ulusal bir meclis durumuna geldi.7 Yalnızca İngiltere’de değil, Batı Avrupa ülkelerinde parlamentolar, sınıfsal dayanakları benzer yöntemleri farklı olmak üzere böyle oluştu.

Fransa Örneği

Parlamento oluşumunda, İngiltere’deki gelişmeyle yöntem bakımından biçimsel ayrımlılık gösteren bir başka örnek Fransa’da yaşandı. Fransa’da, senyörler, ruhban sınıfı ve kentsoylular bir araya gelerek krala karşı birlik oluşturamadılar. Senyörler ve kilise, kralın yanında yer aldı. Bu, kralın gücünün artması ve kentsoyluluğun savaşımını güçlü bir krala karşı tek başına sürdürmesi demekti.
14.yüzyıl başlarında, İngiltere’de, etkisi çok olmasa da meclis bir denetim kurumu durumuna gelebilmişken, Fransa’da güçlü bir krallık kurumu olarak kaldı. Bu durum, Fransa’da aristokrasiyle burjuvazi arasındaki sınıf savaşımının şiddetlenmesine yol açtı.
Gerilim ve çatışmalarla dolu süreçler ve bunların yarattığı siyasi birikimler sonucunda kentsoyluluk, halkı ve gelişmekte olan işçi sınıfını yanına alarak, kralı ve bağlaşıklarını devrimle yönetimden uzaklaştırdı. Kapitalist gelişimin zorunlu sonucu olan kentsoylu yönetimi, İngiltere’de (ve Almanya’da) evrimci yöntemlerle gerçekleşirken Fransa’da devrim yoluyla gerçekleşti.


Sonuç

Parlamento’nun Batıdaki evrimi, kendisini yaratan ekonomik ve siyasi nedenlere bağlı olarak, uzun bir zaman dilimi içinde tamamlandı. Üretim ilişkilerinin yarattığı yeni toplumsal gereksinimler, yeni siyasi ve hukuki ilişkilerin oluşmasına neden oldu. Ekonomi, siyasetin alacağı yeni biçimi belirlerken, siyaset ekonomik gelişmeye yön verdi ve yeni bir yönetim biçimi ile bu yönetimi ayakta tutan yeni kurumlar ortaya çıktı. Bu dönem, feodalizm ve aristokratik despotizmin ortadan kaldırılarak yerine kapitalizm ve demokratik cumhuriyet’in (burjuva demokrasisinin) getirildiği bir süreçti.

DİPNOTLAR

1             “Tarih  II-Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri” (1931-1941) Kaynak Yay. 3.Baskı,  sf. 210
2             “Felsefenin Temel İlkeleri” Georges Politzer, Sol Yay. 1974,  sf. 302
3             “Ekonomi Sözlüğü” Orhan Hancerlioğlu, Remzi K., 5.Bas. 1993, sf. 278
4             “Felsefenin Temel İlkeleri” Georges Politzer, Sol Yay. 1974, sf. 304
5             “İktidar” Prof.Dr.Çetin Yetkin, Süreç Yay. 1987, sf. 29
6             “Hürriyet Bildirgeleri” Belge Yay. 1983, sf. 19
7             “Tarih III-Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri (1931-1941)” Kaynak Yay., 3.Bas., sf. 15

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder