Seçimler ve meclislerle halkın
kendisini yönetecek kişileri belirlemesine, bugün demokrasi deniyor. “Oy” ve “sandık” kutsanıyor ve yönetimin bu biçimde oluşturulması çağdaşlık
sayılıyor. Doğru gibi görünse de biraz düşünüp yaşananlara bakınca, bunda
bir çarpıklık olduğu görülüyor. Türkiye’de; Meclis’in oluşumu, seçim yasaları,
barajlar, dağıtılan paketler, din ticareti, para ve medya kullanımına bakınca;
oluşturulan siyasi düzenin, seçilecekleri değil seçilemeyecekleri belirleyen
bir kurmaca olduğu ortaya çıkıyor. Bu denli ilkel olmasa da “demokrasinin” çıkış yeri Batı'da da
durum farklı değil. Yönetimi orada da, halk değil egemenler belirliyor... Bu
neden böyle? Meclisler ve seçimler nasıl oluştu? Hangi gereksinimin ürünleridir?
Bu sorulara yanıt verilmesi gerekir. Bu yapıldığında şu sonuçla karşılaşılacaktır: Batı'da, bir takım “erdemli” insanlar ortaya çıkıp, halk yönetimini kendi belirlesin,
eşitlik ve özgürlük gerçekleşsin diye demokratik bir düzen kurmamıştır. “Demokrasi” denilen işleyiş; çıkarlar,
kanlı hesaplaşmalar ve çatışmalarla dolu bir sürecin sonucudur. İktidar
kavgalarının ürünüdür. Siyasi sonuçları, bizim için düşüncelerde kalan ancak
Batı için yaşamın içinden çıkan ve ekonomik dayanakları olan bu süreç, sınıflar
ve inançlar çatışmasıdır.
Tarihsel Süreç
Roma İmparatorluğu,
M.S.479 yılında Vizigotlar, Vandallar ve Hunlar’ın uzun süren akınları
sonucunda yıkıldı. Roma’nın yıkılışı, yeni bir çağa, Orta Çağ’a
geçiş koşullarının oluştuğu bir dönemde gerçekleşti. Bir başka deyişle, Orta
Çağ’ı hazırlayan koşullar Roma’nın yıkılışını, Roma’nın yıkılışı da Orta
Çağ’ı hazırlayan koşulları yarattı.
Roma
devletinin çöküşüyle geniş köle kitleleri bir anda “sahipsiz” kalarak “başıboş”
duruma geldiler. Mülkiyet ilişkileriyle hukuksal düzeni ayakta tutan otoritenin
birdenbire ortadan kalkması, köleleri kendilerine ait yeni bir düzen kurup yaşatma
konusunda hazırlıksız yakalamıştı. Birçok yörede kendilerini besleyip koruyacak
durumda değillerdi. Bir bölümü, bozulmaya yüz tutan bir düzenin kurumları
olarak ortaya çıkan çiftliklerde (latifundium),
küçük bir toprak parçasını işleme hakkı elde etmiş ve karın tokluğuna çalışan
yerleşik çiftçiler durumuna gelmişti. Bunlara kulübeli köle (servuca
satus) adı veriliyordu.
Sahipsiz
kalan ve korumasız kalan başka köleler, İmparatorluğun yıkılmasıyla topraklarını
genişleten ve malikhanelerini (villa) güçlendiren eski çiftlik
sahiplerinin çevresinde toplanmaya başladılar ve onlar da kulübeli köle
durumuna geldiler. Kulübeli köleler, gelişmekte olan köylülüğün
(feodal serfliğin) sosyal temelleri olurken, surlarla korunan villa’lar
çevresinde gelişmeye başlayan yerleşimler, Orta Çağ’ın siyasal ve kültürel
merkezlerini oluşturacak kent’lerin ilk uygulamaları oldular.
Kilise Güç Kazanıyor
Roma’nın çöküşünün bir başka
sonucu, kilisenin sıradışı bir hızla güçlenmesi oldu. Adını, evrensel anlamına
gelen Yunanca katholikos’tan alan Katolik Kilisesi, İmparatorluk içinde
yayılmış ve Roma ölürken kilise güçlenmişti. Kilise, Roma’nın yıkılıştan
sonra ortaya çıkan yönetim boşluğundan yararlanarak hızla örgütlendi ve örgütlerini
hemen tüm Avrupa’ya yayarak, kendine özgü kural ve işleyişiyle bir tür devlet
örgütü durumuna geldi.
Kaleler ve Surlar
Roma’nın sahipsiz kalan
topraklarını ele geçirerek güçlenen ve bu gücü koruyup geliştirmek isteyen yeni
mülk sahipleri ve kilise, topraklarını genişlettiler, kaleler, surlar ve şatolar
yaptılar. Eski düzenin yıkıntıları içinden yeni bir toplumsal düzen, feodalizm
ortaya çıkıyordu.
Köleler
toprağa daha çok bağlanıyor, malikâneler çevresinde oluşan yerleşim birimleri
arasında ticaret gelişiyor, nüfus artıyor ve yeni sınıflar oluşmaya başlıyordu.
El emeğine dayanan zanaatçılık yayılıyor, zanaatçılığın yayılması ticareti geliştiriyor;
ticaret yoluyla varsıllaşan ve adını yaşadığı yer olan kent'ten (burg) alan kentsoylu
(burjuva) sınıfının öncülleri ortaya çıkıyordu.
Köleci Temel
Feodal düzen, kendisini var
eden toplumsal koşulları yaratan Batı Roma İmparatorluğu’nda, köleci düzenin
bir sonucu olarak ortaya çıktı. Bu nedenle evrensel değil, Batı toplumlarına özgüdür.
Kölelerin “özgürlüğüne” değil, başka biçim ve yönleriyle yeni bir
egemenliğin altına girmesine dayalıdır. Mülkiyet hukukunun, köleci düzene göre
daha gelişkin yeni bir evresini oluşturur. Sınıfsal temelini, üretim araçları mülkiyetini
tam olarak elinde bulunduran toprak derebeyleri (senyör) ile çok
sınırlı mülkiyet hakkına sahip köylü (serf) sınıfları oluşturur.
Senyörler, Serfler
Feodal düzende senyör,
Helen ve Roma’da egemenlerin sahip olduğu köleyi öldürme hakkına
artık sahip değildir. Ancak, serfleri dilediği gibi kullanır, satar ya
da satın alabilir. Serfler kendi
aletleriyle ve yalnızca kendileri için üretim yapabilir; bir aileye sahip
olabilirdi. Ancak zamanının çoğunu herhangi bir karşılık almadan
(angarya) senyör’e çalışmakla geçirir.
Senyörler kendi serflerini,
komşu feodallerin saldırı ve yağmasına karşı “korumak” gerekçesiyle ağır
aynî (karşılığı malla ödenen) yükümlülükler altına sokarken, şatolarının
yanından ya da arazileri içinden geçen tüccar ve gezginleri soymaktan da geri
durmazlardı.1
Roma
kölelerinin feodal düzendeki uzantıları olan serfler, aynı köleler gibi,
içinde bulundukları yaşam koşullarına ve senyör boyunduruğuna karşı sürekli
olarak tepkisel bir tavır içinde oldular ve sıkça ayaklandılar. Senyör
arazisinden kaçıyor, ormanlarda çeteler kuruyor ve senyörlerin kendileri için tuttukları yükümlülük
belgelerini ele geçirip yakıyorlardı.2 Senyörlerin ve Katolik kilisesinin serfler
üzerinde kurduğu baskı o denli ağır ve yaygındı ki, kaynağını kölecilikten alan
bu baskı, bir yandan Orta Çağ boyunca süren iç çatışmaların nedeni
olurken, diğer yandan ilerdeki sömürgeci ve emperyalist dönemlerde varlığını sürdürecek
olan, şiddete dayalı Batı düşüncesine kaynaklık edecekti.
Yeni Yaşam Biçimi
İsa’dan sonraki ilk bin yıl biterken,
Batı Avrupa’da o güne dek görülmeyen yeni bir yaşam biçimi ortaya çıktı. Üretime
dayanan ticari canlanma ve nüfus artışı toplumu kapsamlı bir yenileşme sürecine
sokuyor, bu sürecin yarattığı istek ve gereksinimler toplumsal yapıyı hızla değiştirdi.
Ekonomik kaynaklı değişimin itici gücüyle, yeni üretim teknikleri ve meslekler
ortaya çıkıyor, esnaf ve lonca örgütleri kuruluyor, yeni sınıflar oluşuyor ve kale
içi yaşam, yerini giderek, çevrelerinde pazarlar-panayırlar-sergiler kurulan
kent yaşamına bırakıyordu.
Kentlerin Oluşumu
Feodal egemenlerin yaptırdığı
ve başlangıçta yeterli olan kale’ler ve sur’lar; yaşanan gelişmeler,
nufüs artışları ve güvenliğe bağlı sığınmalar nedeniyle, zamanla içindekilere
yetmez duruma geldi. Bu sorun, sur içindeki nüfusun sur dışına atılmasıyla
çözüldü ve Batıda kentlerin oluşumu böyle başladı.
Kentleşmeye
yönelen ortak yaşam; dış saldırılara, yangın ve salgın hastalıklara açık, son
derece güvencesiz, zor bir yaşamdı. İnsanlar ayakta kalabilmek için,
yalnızca kendilerini düşünmek, bu amaçla bir araya gelmek ve örgütlenmek
zorundaydılar.
Batıdaki
Orta Çağ kent yaşamının itici gücünü oluşturan bu zorunluluk aynı
zamanda, köleci geleneğe sahip Batı toplumlarındaki bireyciliğin ve saldırganlığın
toplumsal kaynağı oldu. Çıkar için herşeyi geçerli sayan anlayış, bu zorunluluk
üzerinde gelişip güçlendi.
Yaşamsal Zorunluluk; Üretim
Sur dışına atılan insanlar, işleyebilecekleri
bir toprağa sahip değildi. Feodal despotlar, toprakları, üzerindeki selflerle birlikte elinde tutuyordu. Sur
dışı nüfusun yaşayabilmek için, tarım dışında üretim yapmaktan ve ürettiğini
satarak gelir elde etmekten başka bir çaresi yoktu.
Önce
el işçiliğine dayanan ev ya da dükkân sanayii, buna bağlı olarak
ticaret gelişti. Ticaretin gelişmesi daha çok mal’ın üretilmesine, daha çok
mal’ın üretilmesi de ticaretin gelişmesine yol açtı.
Akçalı
gücü artarak elinde sermaye biriken tüccarlar, ev ve dükkân’larda
üretim yapan zanaatkarları alet ve tezgâh’larıyla birlikte bir
araya topladılar ve onlara toplu üretim yaptırmaya başladılar. Artık, tek bir ürünün
parçaları ayrı ayrı üretiliyor ve parçalar birleştirilerek, daha kısa zamanda
daha çok üretim yapılıyordu.
Kentleşmeyle
birlikte, makinasız fabrika ya da manüfaktür üretim böyle ortaya çıktı.
Bu aynı zamanda kapitalizmin ortaya çıkış dönemiydi.
Kentsoyluluk (Burjuvazi) ve İşçi
Sınıfı (Proleterye) Doğuyor
Manüfaktür üretimle varsıllaşan geleceğin
egemenleri burjuvalar, zaman içinde zanaatçıların malı olan alet
ve tezgah’lara, satın alarak ya da el koyarak sahip olmaya başladılar.
Bunlar sanayi kentsoyluluğun öncüleriydi. Üretim tekniklerini geliştirdiler ve makinalı
sanayi’ye geçtiler. Daha sonraki dönemlerde, toplu üretime buharlı makine
de sokuldu ve büyük gelişkin fabrikalar ortaya çıktı. Bu dönem, sanayi
devrimi olarak tanımlandı.3
Bu
uzun süreç, bir yandan mali ve siyasi gücü yüksek kentsoylu sınıfını
yaratırken diğer yandan el alet’lerini ve tezgah’larını yitiren
zanaatçıları, kent yoksullarıyla birlikte yeni bir sınıf haline getirdi ve işçi
sınıfı (proleterya) böyle oluştu.
Toplumsal Gerçeklik
Burjuvalar, ilk dönemlerde
feodal egemenlerle açık çatışma içine girmediler. Sahip oldukları ve giderek
artmakta olan sınai-mali olanaklarıyla feodallerden çeşitli siyasi
haklar satın aldılar. Şehirleri duvarlarla çevirmek, para basmak, hapishane yapmak,
silahlı bir milis gücüne sahip olmak, seçilmiş temsilcilerle belediyeler kurmak
gibi hakları, bu yolla elde ettiler. Akçalı sıkıntı içine düşen feodaller, bu
hakları para karşılığı satıyor, mali gücü artan kentsoylular da siyasi etkinliklerini
arttırmak için bunları alıyordu.
Feodal
beylerin akçalı kaynak peşine düşmesi, yerlerini korumalarıyla dolaysız ilişkisi
olan güvenlik sorunlarına dayanıyordu. Haçlı Seferleri’yle Doğu’dan öğrenilen
barut ve top’a dayalı silah tekniklerinin Avrupa’ya getirilmesi ve üretilmesi,
senyörlerin gücünün azalmasına, feodal egemenliğin sarsılmasına yol açıyordu.
Özellikle
küçük olanların güçleri, yüksek bedellerle satılan bu silahları almaya
yetmiyordu. Bunları ancak, varsıllaşan ticaret kentsoyluları ile Haçlı Seferleri
sırasında ortaya çıkan, ellerinde büyük kaynak birikmiş bankerin borç verdiği krallar alabiliyordu.
Krallar, bu silahları senyörlerin sur’larını yıkmada kullanıyor
ve onları merkezi devletin buyruğu altına alıyordu.4 Bu nedenle hem senyörler, hem de krallar para karşılığı siyasal hak satıyor, kentsoylular
da bu hakları satın alıyordu.
Kentsoyluluk Güçleniyor
Ekonomik
alanda etkisi artan kentsoylu sınıfının, ulaştığı ekonomik etkiye uygun düşen
siyasi güç peşine düşmesi ve bu gücü elde etmesi kaçınılmazdı. Bu yeni sınıf,
varsıllaştığı oranda yönetim organları üzerinde egemenlik kuruyor
ve giderek yönetici sınıf durumuna geliyordu.
Önceleri satın alarak, daha sonra sert savaşımlarla elde ettiği siyasi
hakları; yalnızca kendisine ait sınıfsal ayrıcalıklar konumundan çıkararak,
oluşmakta olan yeni bir toplumsal düzenin, kapitalizmin hukuksal dayanakları durumuna
getiriyordu. Böylece, hem baskı altındaki diğer sınıfları yanına çekerek güçleniyor,
hem de soy temeline dayalı beysoylu yönetim düzenine karşı çıkıyordu.
İstem Değil Zorunluluk
Batı
toplumlarında yönetim işleyişinin, oy vermeye dayalı temsili kurumlar aracılığıyla
sürdürülmesi, ileri sürüldüğü gibi eşitliği amaçlayan demokratik kaygılarla gerçekleştirilen
bir girişim değildir.
Parlamentolar, üretim ilişkilerinin yön verdiği zorunlulukların sonucu olarak
ortaya çıkmıştır. Toplumsal gelişime yol açan ekonomik ilişkiler, kendisini
geliştirecek siyasal ve hukuksal düzeni de belirlemiş ve bu süreç, Batı Avrupa’nın
toplumsal evrimini oluşturmuştur.
Temsili Kurumların Oluşum Nedeni
Derebeylik-beysoyluluk düzeninde
senyörlerin, krala karşı olan yükümlülükleri arasında,
ona danışmanlık yapmak gibi bir görev de bulunuyordu. Bunlar, belirli dönemlerde
kralın başkanlık ettiği toplantılarda bir araya geliyor ve danışmanlık
yükümlülüklerini yerine getiriyordu.
Ancak,
toplantılara gidiş hem masraflı hem de kendi bölgelerinden ayrılmaları
nedeniyle sakıncalıydı. Toplantılara katılmaya isteksizlik gösteriyor, katıldıklarında
ise askerleri ve silahlarıyla birlikte gidiyorlardı. Örneğin İngiltere Kralı III.Henry’nin
1258 yılında düzenlediği toplantıya katılan senyörlerin tümü silahlıydı.
Danışma Kurullarından Meclislere
Senyörler zamanla toplantılara
gitmemeye ve yerlerine temsilciler göndermeye başladılar. Siyasi güç peşindeki kentsoylular,
senyörlerin gideri çok ve sakıncalı bir angarya olarak gördüğü temsil görevini,
üstelik giderlerini de karşılayarak üstlendiler.
Varsıl
ve bilgili kentsoyluların danışmanlığı, kralın da çıkarlarına
uygun düşüyordu. Toplantıların önemi ve katılımcıları
artmaya başladı. Devlet bütçesinin hazırlanması, vergi alınması, askeri giderler
gibi önemli konularda danışmanlık yapılan bu kurullar, zamanla bir tür yasama meclisine dönüşmeye başladı.5
İleride parlamentolara dönüşecek olan bu kurullar, doğal olarak,
burjuvaların ekonomiden sonra siyasi etkisini de arttırdı ve bu sınıfı Fransız devrimi
dışında, çatışmaya bile gerek kalmadan evrimsel bir süreç sonunda yönetici sınıf
durumuna getirdi. Batı toplumlarında temsili kurumların ortaya çıkışı böyle oluştu.
Bu oluşumun en belirgin örneği İngiltere’de yaşandı.
Fransa-İngiltere Çatışması
İngiltere, 12.yüzyılda
Fransa’yla yaptığı uzun süren savaşlar sonunda ağır yitiklere uğramış ve bu da kralın toplum üzerindeki yetkesini zayıflatmıştı;
Kral II. Henry, 13.yüzyıl başında etkisini önemli oranda yitirmişti.
Fransa, İngiltere üzerinde o denli etkili olmuştu ki Fransızca İngiltere’de
14.yüzyıla dek resmi dil olarak kullanılmıştı.
Fransa-İngiltere
savaşlarının sonuçları, doğal olarak ve herşeyden önce, yöneticileri ve onların
güçlerini etkiledi. Savaştan üstün çıkan
Fransa’da kral egemenliği ve merkezi devlet güçlenirken, yenik çıkan İngiltere’de
kralın ve devletin gücü azaldı.
Büyük Ferman (Manga Charta)
Yenilgi
İngiltere’de bir yönetim boşluğu ya da yönetim zaafiyeti çıkardı ve bu boşluğu, her yerde ve her zaman olduğu
gibi, doldurmayı bekleyen güçler İngiltere’de de vardı. Gelişmekte olan kentsoylular,
derebeyler ve ruhban sınıfı, yetkilerini arttırmak ve yönetimden daha çok pay
almak için biraraya geldiler ve Kralın yetkilerini daha da kısmak için
birlikte davranmaya başladılar.
Fransa’da
kral, beysoylular (aristokratlar) ve ruhban sınıfıyla anlaşarak tahtını
güçlendirirken; İngiltere’de bunun tam tersi oldu ve senyörlerle kilise,
kentsoyluları da aralarına alarak krala karşı geldiler. Demokrasi ve katılımcılığın,
Avrupa’daki ilk uygulaması olarak gösterilen Büyük Buyruk (Magna
Charta), bu savaşımın ürünü olarak ortaya çıktı.
Manga Charta’nın Niteliği
1215’de kabul edilen Büyük
Buyruk, ne söylendiği gibi bir demokrasi girişimi, ne de eşitliği
amaçlayan bir eylemdi. Kralın güçsüzlüğünden yararlanarak yönetimden daha çok
pay almak isteyen sınıflar bağlaşımının (ittifakının), siyasi ve ekonomik
istemlerine uygun düşen bir belgeyi, Kral Yurtsuz Jan’a kabul
ettirmesiydi. Kral Buyruğu olarak açıklanan bu belgede, katılımcılığın
ve halkın yeri yoktu; yalnızca feodal baronların, kilisenin
ve kentsoyluların haklarını krala karşı güvence altına alıyordu.
Magna
Charta’nın
1, 12, 39, ve 41.maddelerinde şunlar söyleniyordu: “Her şeyden önce, Tanrı’nın
önünde diz çöktük. Bizim ve varislerimiz için İngiliz Kilisesinin sonsuza dek özgür
olduğunu, bu özgürlüğün kısıtlanmadan ve zedelenmeden kullanılması gerektiğini
bu belgeyle kabul ettik...
İngiltere
Krallığı’nda artık, Krallık Toplu Meclisi’nin izni olmadıkça koruma parası ya
da yardım parası gibi vergiler toplanmayacaktır. Koruma ya da yardım parası
toplamak sözkonusu olursa bunun miktarını belirlemek için, tüm başpiskoposlar,
piskoposlar, manastır rahipleri, kontlar ve baronlar tek tek mühürlü mektupla
toplantıya çağırılacaktır...
Kendi
sınıfından olanların verdiği bir karar ya da ülkede kabul edilmiş bir yasa
olmadıkça hiçbir özgür kişi (ruhban sınıfı, baronlar ve burjuvalar y.n.) tutuklanmayacak,
mal ve mülkleri ellerinden alınmayacak ve sürgüne yollanmayacaktır...
Tüm
İngiltere kentleri aynı Londra kenti gibi, hem karada hem denizde korunacak, bu
kentlerin arazileri, çiftlikleri ve limanları kendi ayrıcalıklarına sahip
olacaklardır...
Tüm
tüccarlar, İngiltere’den ayrılma, yeniden dönme, haksız rekabete girmeden
ticaret yapma ve İngiltere içinde dilediği yere gitme haklarına sahip olacaklardır...”6
Parlamentonun Oluşumu
Büyük Buyruk ile oluşturulan feodal
meclisin sınıfsal temsil sınırı, kentsoyluların meclis içindeki sayı ve
etkisinin artışına bağlı olarak zamanla genişledi. Yasa çıkarmada ve çıkarılan
yasaları uygulayacak yürütme ve yargı organlarını oluşturmada giderek yetkinleşti
ve gücünü arttırarak yönetim düzeninin temel unsuru durumuna geldi.
Değişik
dönemlerde, kimi güçlü kralların kişi yönetimi istemlerine dayanan savaşım ve karışmalarla karşılaştı, ama bu karışmalar,
gelişimini önleyemedi ve baronlarla, papazların kurduğu bu
meclis, uzun çatışma süreçlerinden geçerek kentsoyluların egemen olduğu
ulusal bir meclis durumuna geldi.7 Yalnızca İngiltere’de değil, Batı
Avrupa ülkelerinde parlamentolar, sınıfsal dayanakları benzer yöntemleri farklı
olmak üzere böyle oluştu.
Fransa Örneği
Parlamento oluşumunda, İngiltere’deki
gelişmeyle yöntem bakımından biçimsel ayrımlılık gösteren bir başka örnek
Fransa’da yaşandı. Fransa’da, senyörler, ruhban sınıfı ve kentsoylular
bir araya gelerek krala karşı birlik oluşturamadılar. Senyörler
ve kilise, kralın yanında yer aldı. Bu, kralın gücünün artması ve kentsoyluluğun savaşımını güçlü
bir krala karşı tek başına sürdürmesi
demekti.
14.yüzyıl başlarında, İngiltere’de, etkisi çok olmasa da
meclis bir denetim kurumu durumuna gelebilmişken, Fransa’da güçlü bir krallık kurumu
olarak kaldı. Bu durum, Fransa’da aristokrasiyle burjuvazi arasındaki sınıf savaşımının
şiddetlenmesine yol açtı.
Gerilim
ve çatışmalarla dolu süreçler ve bunların yarattığı siyasi birikimler sonucunda
kentsoyluluk, halkı ve gelişmekte olan işçi sınıfını yanına alarak, kralı
ve bağlaşıklarını devrimle yönetimden uzaklaştırdı. Kapitalist gelişimin
zorunlu sonucu olan kentsoylu yönetimi, İngiltere’de (ve Almanya’da) evrimci yöntemlerle gerçekleşirken Fransa’da
devrim yoluyla gerçekleşti.
Sonuç
Parlamento’nun Batıdaki evrimi,
kendisini yaratan ekonomik ve siyasi nedenlere bağlı olarak, uzun bir zaman
dilimi içinde tamamlandı. Üretim ilişkilerinin yarattığı yeni toplumsal
gereksinimler, yeni siyasi ve hukuki ilişkilerin oluşmasına neden oldu.
Ekonomi, siyasetin alacağı yeni biçimi belirlerken, siyaset ekonomik gelişmeye
yön verdi ve yeni bir yönetim biçimi ile bu yönetimi ayakta tutan yeni kurumlar
ortaya çıktı. Bu dönem, feodalizm ve aristokratik despotizmin
ortadan kaldırılarak yerine kapitalizm ve demokratik cumhuriyet’in
(burjuva demokrasisinin) getirildiği bir süreçti.
DİPNOTLAR
1
“Tarih II-Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri”
(1931-1941) Kaynak Yay. 3.Baskı,
sf. 210
2
“Felsefenin Temel İlkeleri”
Georges Politzer, Sol Yay. 1974, sf. 302
3
“Ekonomi Sözlüğü” Orhan Hancerlioğlu,
Remzi K., 5.Bas. 1993, sf. 278
4
“Felsefenin Temel İlkeleri”
Georges Politzer, Sol Yay. 1974, sf. 304
5
“İktidar” Prof.Dr.Çetin Yetkin, Süreç
Yay. 1987, sf. 29
6
“Hürriyet Bildirgeleri”
Belge Yay. 1983, sf. 19
7
“Tarih III-Kemalist Eğitimin Tarih
Dersleri (1931-1941)” Kaynak Yay., 3.Bas., sf. 15
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder