İçte ve dışta dile getirilen söylemler, umut yaratmaya
yönelik çağrılar ve pahalı ilanlarla desteklenen programlar; halkın çözüm
bekleyen sorunlarından ve ulusal hakların korunup güçlendirilmesinden çok
uzaktır. Küresel karmaşanın güvensiz ortamında, kitleler, sahte umutlarla dolu
sanal bir dünya yaratılarak aldatılıyor. Ancak, daha önce de denenen ve şimdiye
dek başarılı gibi görünen bu girişimin sahte söylemlerine, halk artık
inanmıyor; kitleler söylenenlerin ve program amaçlarının, kendilerinden ve
ulusal haklardan uzak olduğunu artık görüyor.
Geçmişten Gelen Bugünü Belirler
Avrupa Birliği ya da ABD ile sürdürülen ve
sürdürülmekte olan ilişkilerin Türkiye açısından ne anlam ifade ettiği,
Türkiye’ye neler kazandırdığı ya da neler yitirttiği artık irdelenmiyor;
irdelemek bir yana konu bile edilmiyor. Sürdürülen tek yanlı ilişkiler,
seçeneği olmayan tek yol olarak görülüyor ve bu ilişkiler, yalnızca resmi
politikalarda değil düşünsel gücü yüksek olması gereken akademik çevrelerde de
araştırılıp sorgulanmıyor; yalnızca övgüye dayalı yaymaca (propaganda)
yapılıyor. Oysa, halkın yaşam koşullarını, bağlı olarak ulusal çıkarları doğrudan
ve olumsuz biçimde etkileyen bu ilişkilerin dikkatlice sorgulanması ve
uygulanabilir sonuçlar çıkarılması gerekiyor.
Ülkeyi esenliğe
çıkaracak sağlıklı sonuçlara ulaşılması ve yaşanmakta olan ve giderek
derinleşen sorunların aşılması için; geçmişten gelen, bugünü belirleyen ve
geleceğe yön veren koşulların, tarihsel akış içinde ve bir bütün olarak ele
alınması gerekir. Osmanlı Devleti’nin yıkılışı, Kurtuluş Savaşı, kurulan yeni
devlet ve yeni düzen, bu düzenin dayandığı temeller, iç ve dış
mücadeleler ve Türk toplumunun elde ettiği kazanımlar her yönüyle bilinmek
zorundadır. Bu gün, büyük devletlerle kurulan ilişkiler ağının ne anlama
geldiği, kurulan ilişkilerin Türkiye’ye ne kattığı ya da Türkiye’den neler
götürdüğü ancak böyle anlaşılabilir. ABD ve AB’nin stratejik ortak mı, yoksa
tehdit mi olduğunu ancak böyle görebiliriz.
ABD ve AB’yle kurulan ilişkilerin Türkiye’ye neler
kazandırdığını ya da hangi değerleri yok ettiğini belirlemek için, ilişkilerin
başladığı dönemdeki ekonomik ve siyasi durumun akılda tutulması gerekir.
Toplumlar için önemli olan maddi kazanımlar ya da yitikler ve bunların
yaratacağı gelişme ya da geri kalma düzeyleridir. Devletler arasındaki
ilişkilerde belirleyici olan ‘dostluk’ ya da ‘ortaklık’ söylemleri değil,
ekonomiye dayalı ulusal çıkarlardır. Gelinen noktayı görmek için, nereye
gelindiğini değil, nereden nereye gelindiğini bilmek gerekir.
Nereden
Nereye
ABD ile ilk ikili
anlaşmanın imzalandığı 1945 yılında Atatürk’ün
bıraktığı ulusal miras henüz tüketilmemişti. Türkiye, kendi gücüne dayanarak
gelişen bağımsız bir ülkeydi. Bütçesi denkti, iç borçlanmaya gereksinim
duymuyordu ve 245 milyon dolarlık altın ve döviz stoğuna sahipti. 1 168,3
milyon dolarlık dışsatım (ihracat)a karşılık 97 milyon dolarlık dışalım
(ithalat) gerçekleştirmiş ve 71,3 milyon dolar dış ticaret fazlası vermişti. 2
ABD ile yapılan
ikili anlaşmalar, IMF ve Dünya Bankası ile girilen ilişkiler sonucu dengeler
hızla bozuldu. 1950 yılında dışalım dışsatımı geçmiş ve 263.4 milyon dolarlık
dışsatıma karşılık 285.7 milyon dolarlık dışalım yapılmıştı. 3 Ancak
açık fazla değildi, dışsatımın dışalımı karşılama oranı yüzde 92,2’ydi. 1950
yılında bir Amerikan doları 280 kuruştu. 4
Türkiye,
AB ile (o zamanki adı Avrupa Ekonomik Topluluğu, AET) Ankara Anlaşması ’nı imzaladığında dış ticaret dengeleri 1946’ya
göre daha da bozulmuştu ama bu açıklar altından kalkılamayacak boyutlara henüz
varmamıştı. 1964 yılında Türkiye 410,8 milyon dolarlık dışsatıma karşılık,
537,4 milyon dolarlık dışalım yapmıştı. Dış ticaret açığı 126,6 milyon dolardı.
5 1960 yılında dışsatımın dışalımı karşılama oranı yüzde 68.6’ya
düşmüştü. 6 Bir Amerikan doları 9 liraydı. 7 1963 yılında
yıllık enflasyon birçok Avrupa ülkesinden daha düşüktü ve yıllık yüzde 2’ydi. 8
1965 yılında Türkiye’nin dış borcu, 352 milyon dolarlık bölümü Türk lirası
olarak ödenmek koşuluyla yalnızca 1.4 milyon dolardı. 9
ABD İle İlişki
Türkiye, ABD ile 1945, AB ile 1963 den bugüne dek
bağımlılık doğuran pek çok ikili anlaşma yaptı. Anlaşmalar tek yanlıydı ve
Türkiye’nin zararına işleyen maddelerle doluydu. Uzun dönemler boyunca
uygulanan anlaşmalar setinin temel özelliği, Türkiye pazarını adım adım
yabancılara açması ve büyüme gereksinimi içindeki ulusal tarım ve sanayinin
gelişimine engel olmasıydı. Bu engelleme, dış kaynaklı programlar ve yabancı
uzman raporlarıyla gerçekleştiriliyordu.
2.Dünya
Savaşı’ndan sonra, ABD yardımlarına yön vermek üzere Amerikalı Ekonomist M.W.Thornburg’a Türk ekonomisi
inceletildi ve Thornburg “Türkiye’nin Bugünkü Ekonomik Durumunun
Eleştirisi” adlı bir yazanak (rapor) düzenledi. Atatürk dönemi ekonomik uygulamalarını eleştirmekle başlayan
yazanak, Türkiye’nin ağır sanayii kurma girişimlerine karşı çıkıyor, Karabük Demir Çelik tesislerinin
kapatılmasını istiyor ve Sivas’ta 125 lokomotif imal edecek dizel motor
fabrikası kurma projesini durdurulmasını istiyordu. Raporundaki isteklerin tümü
yerine getirilen Thornburg,
Türkiye’nin motor fabrikası kurmak için istediği krediyi kastederek, “Türkler böyle düşündükleri sürece
dolarlarımızın ABD’de kalması daha iyi olacaktır” diyor 10;
Türkiye’nin makine, uçak ve dizel motoru yapımı projelerine kesin bir biçimde
karşı çıkarak, Türk yöneticilerine bu tür düşüncelerden vazgeçmesi yönünde: “Amerikalılar böyle düşünenleri, iyi çalışma
arkadaşı saymazlar” 11 gibi uyarılarda! bulunuyordu.
Thornburg, Türk hükümetine
verdiği raporda yöneticilere gözdağı veren ‘
uyarılarda ’ bulunurken, Washington’a, “Türkiye
elden gitmesine asla izin vermeyeceğimiz ülkedir” diyordu. Türk-Amerikan
ilişkilerinin temelini belirleyen Thornburg
Washington’a şunları söylüyordu: “Türkiye
Amerikan çıkarlarının büyük önem taşıdığı bir yerde bulunmaktadır. Eğer,
Türkiye önerilerimizi kabul edip bizden yardım isterse, o zaman yalnız
sermayemizi değil; hizmetlerimizin, geleneklerimizin ve ideallerimizin de
yatırımını yapabileceğimiz ve elden gitmesine asla izin vermeyeceğimiz bir
yatırım alanı elde etmiş olacağız.” 12 Thornburg Raporu, daha sonra Türkiye’ye kurtarıcı gibi getirtilen Kemal Derviş’in, Dünya Bankası
yetkilisi olarak 1978 yılında Türkiye için hazırladığı yazanağın anlayış olarak
hemen aynısıydı.
İstenenler Yapılıyor
Atatürk döneminde gerçekleştirilen ekonomik
atılımlar ve bu atılımları tasarlayan, uygulayan ve geliştiren ulusçu
kadroların yönetim kademelerinden ayıklanmasını (tasfiye) öngören Thornburg
anlayışı; Türkiye’de sürekli iktidar oldu.
Bu
iktidarın somut ifadesi olan hükümetlerin hemen tümü, anti–Kemalist politikalar
yürüttüler, Atatürk’ün Türkiye için
sakıncalı gördüğü hemen her girişimi uygulamaya soktular. Thornburg Raporu’yla aynı anlayışa sahip olan ve Atatürk döneminde rafa kaldırılan 1800
sayfalık Dorr Raporu yeniden gündeme
getirildi ve uygulandı. 1945’ten sonra yeniden Türkiye’ye gelen Dorr’a olağanüstü ilgi gösterildi ve
kimi hükümet üyeleri Dorr’a, “Raporun kendileri için ‘ kutsal kitap ’
olduğunu” söylediler. 13
1945’ten
sonra motor ve ağır sanayi yatırımlarından vazgeçildi, bu yöndeki eğilimler
resmi politikadan çıkarıldı. Türkiye, yabancı sermayeye denetimsiz açıldı;
gübre ve tarım ürünleri dahil her alanda dışalıma yönelindi; yoğun olarak dış
borç alındı; NATO’ya girildi; Petrol Kanunu çıkarılarak petrol işletmeciliği
devlet tekelinden çıkarıldı; KİT’lerin satılacağı açıklandı. Yasadışı ilişkiler
ve karaborsayla palazlanan türedi zenginler, arazi spekülatörleri ve büyük
toprak sahipleri; uluslararası şirketlerin temsilciliklerini almaya başladılar.
CHP,
1947 yılında parti programını değiştirdi ve Demir
Çelik Kombinaları, Genel Makine
Fabrikası, Elektrolitik Bakır
Kombinası gibi ağır sanayi projelerinden vazgeçtiğini açıkladı. MKE’nin (Makine Kimya Endüstrisi)
gerçekleştirdiği ve Danimarka dahil birçok ülkeye ihraç edilen 8 kişilik yolcu
uçağı üretimine son verildi. 14
Celal Bayar; “30 yıl sonra Türkiye küçük Amerika
olacaktır” dedi. 15 Bülent
Ecevit, 1954 yılında Amerikan Haberler Merkezinin “Eğitim Mübadale Programı”, 1957 yılında da Rockfeller Vakfı bursuyla; Süleyman
Demirel ise 1954 yılında kurulan Eisenhover
Vakfı bursuyla Amerika’ya gittiler. Atatürk
döneminde; eğitimden sanayiye, hukuktan yönetim işleyişine dek pek çok alanda
yaratılmış olan pek çok ulusal değer, bozulmaya ve yozlaşmaya uğratıldı, daha
sonra ortadan kaldırıldı.
Anlaşmalar Düğümü
Türkiye, ABD ile;
23 Şubat 1945’te “TC Hükümeti ile ABD
Hükümeti Arasında İmzalanan, 11 Mart 1941 tarihli Ödünç Verme ve Kiralama
Kanunu’ndan Yararlanmak İçin Yapılan Anlaşma”; 27 Şubat 1946’da, “10 Milyon dolarlık Kredi Anlaşması”;
1946 yılında “ABD ile TC Hükümeti
Arasında Ödünç Verme ve Kiralamalardan 1 Eylül 1946 gecesine Kadar Doğan
Alacakların Tasfiyesiyle ilgili Anlaşma”; 1946 yılında, “TC Hükümeti ile ABD Hükümet arasında
Kahire’de imzalanan Anlaşmaya Ek Anlaşma”; 1949 yılında, “Türkiye ve ABD Hükümetleri Arasında Eğitim
Komisyonu Kurulması Hakkındaki Anlaşma”; 1956 yılında “Zirai Maddeler Ticaretinin Geliştirilmesi ve Yardımlaşma Hakkındaki
Muaddel (değiştirilmiş) Amerikan Kanunu’nun 1. Kısmı gereğince Türkiye
Cumhuriyeti Hükümet ile ABD Hükümeti Arasında Münakit (kararlaştırılmış) Zirai
Emtia Anlaşması” (bu anlaşma Türk tarım ürünlerine dışsatım sınırı
getirmekte ve Amerikan tarım ürünlerinin dışalımı kolaylaştırmaktadır) ile 1958
yılında “Tarım Ürünleri Anlaşması”,
1968 yılında “TC Hükümeti ile ABD
Arasında Kredi Anlaşması”nı (Karadeniz Bakır İşletmeleriyle ilgili Anlaşma)
imzaladı. Bunlar ekonomiyle ilgili anlaşmaların bir bölümüydü. Bu anlaşmalardan
ayrı olarak siyasi ve askeri alanlarda ABD ile birçok başka anlaşma yapıldı. 16
Bunlardan
en çarpıcı olanı 5 Mart 1959’da imzalanan ve ABD’ye Türkiye’ye silahlı elatma (müdahale)
hakkı veren anlaşmaydı. Anlaşmada, ABD, “doğrudan
ya da dolaylı olarak; tecavüz, sızma, yıkıcı faaliyet, sivil saldırı, dolaylı saldırıya
uğraması durumunda” Türkiye’ye askeri elatma hakkı tanıyordu. “Tecavüz, sızma, yıkıcı faaliyet, sivil
saldırı” gibi kavramların ne anlama geldiğini ve hangi durumda oluşacağını
Amerikalı yetkililer karar verecekti. 17
Türkiye’nin Geldiği Yer
Amerika ve Avrupa merkezli politikalarla Türkiye’nin içine düşürüldüğü
sorunlar ağı, ekonominin ilgi alanından çıkarak hızla, ulusal varlık sorunu
haline gelmektedir. Toplumsal bozulmanın şaşmaz kuralı bir kez daha işliyor ve
ekonomik çöküntüyü siyasal ve sosyal çözülme izliyor.
Büyük devlet çıkarlarının belirleyici olduğu küresel
ilişkiler düzeni içinde ulusal haklarını korumayı başaramayan az gelişmiş
ülkeler, kaçınılmaz olarak, güçsüzleşme ve giderek dağılma sürecine girdiler.
Türkiye’nin bu süreci tersine dönüştürecek gücü var ama bugün için yoğun bir
sarılmışlık altında bulunuyor; gücünü, ulusal çıkarlarını korumaya yönelen
örgütlü bir harekete henüz dönüştüremedi.
Bu
günün Türkiyesi, 1945 Türkiye’sinden farklı ve olumsuz bir durumdadır.
Osmanlı’yı dağılmaya götüren içdış koşulların hemen tümü 87 yıl sonra şaşırtıcı
bir benzerlik içinde yeniden yaşanmaktadır. Türk toplumunun en çalkantılı
dönemini oluşturan yüz yıllık süreç içindeki; Müttefik Almanya (1914)-Stratejik
ortak ABD (2001), Tanzimatçılık-Avrupa Birliği, Düyun-u Umumiye-IMF
benzerlikleri biçimsel bir yakıştırma değil nesnel bir gerçekliktir.
1914’de
Türk ordusu Alman generaline teslim edilmişti, 1952’de NATO’nun emrine verildi;
yüzyıl başında tanzimatçılar Avrupa’lı olma peşindeydi, aynı işi şimdi AB’ciler
yapıyor; 1912 yılında Osmanlı bütçesinin yüzde 32’sini Düyun-u Umumiye
yönetiyordu. 18 şimdi tümünü IMF yönetiyor.
Büyük devlet politikalarının yüzyıl önce
dünyaya egemen kıldığı güce ve çatışmaya dayalı sistem, gelişen ve yetkinleşen
iç süreçleriyle, niteliği değişmeden sürmektedir. Mali sermaye yoğunluğu,
sermayenin küresel dolaşım hızı, tekelleşme ve teknolojik gelişme artmıştır,
ancak gücün ve güçlünün egemen olduğu dünya sistemi değişmemiştir. 20.yüzyılla,
emperyalizmin egemenliği altına giren dünya, 21.yüzyılda aynı koşullarla
girmiştir.
Türkiye’de herkes 70 ya da 80 yaşında
değil. Bu yaşta olanlar son elli yıldaki olumsuz değişimi yaşayarak gördüler,
görüyorlar. Ancak olumsuzlukları yaşayarak görmek bir anlam taşımıyor. Bunu
herşeyi yeni öğrenen çocuklar ya da içgüdüleri ile hareket eden diğer canlılar
da yapıyor. Önemli olan, olayları anlamak, önceden görmek ve geleceğe yönelik
plan yapmaktır. Bu davranış insan olmanın bir gereğidir.
Gerçeği
Görmenin Riski
Türkiye’nin ABD ve
AB ilişkileri; “stratejik ortaklık”
olarak görülüyorsa, bu görüş hükümet politikalarının vazgeçilmez unsuruysa,
ekonomik–siyasal yapı seçeneksiz biçimde bu ilişkilere bağlanmışsa, ABD ve AB
politikalarına karşı çıkmak çekince (risk) altına girmeyi, baskı görmeyi ve
tecrit edilmeyi göze almak demektir.
Kurulu
düzen işleyişi azınlık çıkarlarına dayanıyorsa ve bu çıkarlar üstelik küresel
güç merkezlerinin çıkarlarıyla bütünleşmişse, ulus yararını gözetenlerin baskı
ve şiddet görmesi kaçınılmazdır.
Dışa
açılındığı ölçüde içte baskı artar ve yasal ya da yasadışı baskı toplumsal
yaşamın yerleşik öğesi haline gelir. Mali ve teknolojik gücün sağladığı
olanaklarla yaratılan yöntem zenginliği; baskı ve şiddetin biçimini son derece
çeşitlendirmiştir. Satın alma, yozlaştırma, etkisizleştirme, yoksullaştırma,
kovuşturma, tutuklama ya da ortadan kaldırma sıradan uygulamalar olarak toplum
yaşamının yerleşik öğeleri haline gelmiştir.
Amaca
yönelik olarak ekonomi, siyaset ve kültür denetim altına alınmıştır, iletişim
alanında deliksiz bir tekel oluşturulmuştur. Siyasal terörü, ekonomik ve
kültürel terör izlemektedir. Demokrasi ve insan hakları bu ülkelerde artık bir “peri masalıdır”.
Aydınlar
ve Gerçekler
Türkiye’de gelecek umutlarını ABD ve AB ile
bütünleşmeye bağlayan ve ayrıcalıklı konumunun sürmesini bu bütünleşmenin
korunmasına bağlayan kesimler, bugün için güçlü görünmektedir. Oysa, güçleri
sınırlıdır, çünkü bu gücü halktan değil, politik ve mali olanaklara dayanan dış
destekten almaktadırlar; seçtikleri yol halk ve ulus çıkarlarıyla uyuşan bir
yol değildir.
Böyle
bir ortamda, eleştirmenin bile istenmediği uluslararası ilişkileri “tehdit” olarak saptamak ve bunu ulusun
bilgisine sunmak elbette güç ve çekinceli bir iştir. Ancak bu davranış, aydın
olabilmenin temel koşuludur. Toplumsal gerçekler uzun süre gizlenemez; önce
aydınlar gerçek durumu kavrarlar ve edindikleri bilgiyi bilinç düzeyine
çıkararak halka taşırlar. Başlangıçta azınlıktadırlar ve baskı görürler, ancak
yenilmezler. Bu tarihin her döneminde böyle olmuştur.
ABD ve AB kaynaklı politikaların, Türk Ulusu için ne
anlama geldiği halka nasıl anlatılacaktır? Bu anlatım, sorunların nedenlerini
ortaya koyan basit ve anlaşılabilir bilgiler haline nasıl getirilecektir?
Sorulara doğru
yanıt bulmak kolay uygulamak zordur. Olayları anlamak için toplumsal yaşamı
izlemek ve halkın sorunlarını görmek yeter. Sürdürülen uluslararası
politikaların ekonomik sonuçları bugün halka acı çektiren gerçekler halinde
yaşanıyor; gelinen nokta tüm yıkıcılıyla ortada duruyor.
Şu soru herkese
sorulmalıdır, Türkiye’nin ABD ve AB ile sürdürdüğü “stratejik ortaklık” ilişkilerinden yararlandığı, gücünü ve
gönencini arttırdığı ya da bağımsızlığını pekiştirdiği herhangi bir sonuç var
mıdır? Varsa bunlar nelerdir? Halk ve ulus yararı için bu güne dek ne elde edilmiştir?
Yorum
yapmak yetmez. Nesnel durumu belgeleriyle birlikte ortaya koymak ve gereğini
yapmak gerekir. ABD, AB Türkiye’ye nasıl bakıyor? Türkiye’den ne istiyor ve
Türkiye hakkında ne düşünüyor? Bunlar Türkiye’nin gelişip güçlenmesini isteyen
dostlar mıdır? Tarihte Türkiye’ye dostça baktıkları bir dönemleri olmuş mudur?
Bu
soruların yanıtlarını, kendi, karar ve açıklamalarından yararlanarak ortaya
koymaya çalışmak en etkili yöntemdir. Gerçek amaçlar, diplomasi söyleminin
inceliklerinde, kararların satır aralarında ya da konuşma dilinin oynaklığında
gizlenebilir. Ancak, küresel efendiler bugün o denli çekinmez (pervasız) ve
kabadırlar ki artık diplomasi nezaketi ve dolambaçlı söylemleri tümüyle bir
kenara bırakmışlardır. Gerçeği halka gösterecek belge ve açıklama bulmak artık
hiç de güç değildir.
DİPNOTLAR
1
“İkili Anlaşmaların İç Yüzü”
H.Tunçkanat, Ekim Y. 1970 Ank., sf.27
2
DİE, “Türkiye’de Toplumsal ve
Ekonomik Gelişmenin 50 Yılı” Ankara 1973 sf. 326, ak. Prof.Dr. Memduh
Yaşa, “Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ekonomisi 1923–1978” Akbank Kültür Yayını
sf.340
3
DPT ve DİE verileri, “İhracatın
İthalatı Karşılama Oranları” 1998
4
DPT ve MB verileri “Döviz Kurları” 1997
5
DİE, “Türkiye’de Toplumsal ve
Ekonomik Gelişmenin 50 Yılı”, Ankara 1973 sf.326, Ak.Prof.Dr. Memduh Yaşa,
“Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ekonomisi 1923-1978” Akbank Kültür Yayını
sf.354–355
6
DPT ve DİE verileri, “İhracatın
İthalatı Karşılama Oranları” 1998
7
DPT ve MB verileri “Döviz Kurları” 1997
8
Ticaret Bakanlığı, “Konjoktür ve
Yayın Müdürlüğü Konjoktür Dergisi”, ak. Prof.Dr.Memduh Yaşa, a.g.e.
sf.124
9
Devlet Borçları Bültenleri ile 1979
ve 1980 Bütçe Gerekçeleri, ak. Prof Dr.Mumduh Yaşa, a.g.e. sf.124
10
“Milli Kurtuluş Tarihi” D.Avcıoğlu,
İstanbul Mat., 1974, 3.Cilt sf.1678
11
a.g.e. sf.1678
12
“Bozkırdan Doğan Uygarlık-Köy
Enstitüleri” Y.Kaya, Tiğlat Mat., İst.-2001, 2.Cilt,
sf.501
13
“Milli Kurtuluş Tarihi” Doğan
Avcıoğlu, 3.Cilt, İst.-1974, sf.1678
14
“Prof.Bilsay Kuruç İle Söyleşi” ak;
Prof.Ahmet Taner Kışlalı, “Atatürk’e Saldırmanın Dayanılmaz Hafifliği”
İmge Kit., sf.148
15
“Milli Kurtuluş Tarihi” Doğan
Avcıoğlu, 3.Cilt, İst.-1974, sf.1677
16
“İkili Anlaşmaların İçyüzü”
H.Tunçkanat, Ekim Yay. Değişik sayfalar
17
“Menderes’in Dramı” Ş.S.Aydemir,
Remzi Kit., İst.-1969, sf.294
18
“Büyük Larousse”
Gelişim Yay., sf.3470
Teşekkür ederim emeğine sağlık
YanıtlaSil