10 Mart 2014 Pazartesi

ABD, AB İLİŞKİLERİ VE YİTİRİLEN DEĞERLER






İçte ve dışta dile getirilen söylemler, umut yaratmaya yönelik çağrılar ve pahalı ilanlarla desteklenen programlar; halkın çözüm bekleyen sorunlarından ve ulusal hakların korunup güçlendirilmesinden çok uzaktır. Küresel karmaşanın güvensiz ortamında, kitleler, sahte umutlarla dolu sanal bir dünya yaratılarak aldatılıyor. Ancak, daha önce de denenen ve şimdiye dek başarılı gibi görünen bu girişimin sahte söylemlerine, halk artık inanmıyor; kitleler söylenenlerin ve program amaçlarının, kendilerinden ve ulusal haklardan uzak olduğunu artık görüyor.

Geçmişten Gelen Bugünü Belirler

Avrupa Birliği ya da ABD ile sürdürülen ve sürdürülmekte olan ilişkilerin Türkiye açısından ne anlam ifade ettiği, Türkiye’ye neler kazandırdığı ya da neler yitirttiği artık irdelenmiyor; irdelemek bir yana konu bile edilmiyor. Sürdürülen tek yanlı ilişkiler, seçeneği olmayan tek yol olarak görülüyor ve bu ilişkiler, yalnızca resmi politikalarda değil düşünsel gücü yüksek olması gereken akademik çevrelerde de araştırılıp sorgulanmıyor; yalnızca övgüye dayalı yaymaca (propaganda) yapılıyor. Oysa, halkın yaşam koşullarını, bağlı olarak ulusal çıkarları doğrudan ve olumsuz biçimde etkileyen bu ilişkilerin dikkatlice sorgulanması ve uygulanabilir sonuçlar çıkarılması gerekiyor.
Ülkeyi esenliğe çıkaracak sağlıklı sonuçlara ulaşılması ve yaşanmakta olan ve giderek derinleşen sorunların aşılması için; geçmişten gelen, bugünü belirleyen ve geleceğe yön veren koşulların, tarihsel akış içinde ve bir bütün olarak ele alınması gerekir. Osmanlı Devleti’nin yıkılışı, Kurtuluş Savaşı, kurulan yeni devlet ve yeni düzen, bu düzenin dayandığı temeller, iç ve dış mücadeleler ve Türk toplumunun elde ettiği kazanımlar her yönüyle bilinmek zorundadır. Bu gün, büyük devletlerle kurulan ilişkiler ağının ne anlama geldiği, kurulan ilişkilerin Türkiye’ye ne kattığı ya da Türkiye’den neler götürdüğü ancak böyle anlaşılabilir. ABD ve AB’nin stratejik ortak mı, yoksa tehdit mi olduğunu ancak böyle görebiliriz.
ABD ve AB’yle kurulan ilişkilerin Türkiye’ye neler kazandırdığını ya da hangi değerleri yok ettiğini belirlemek için, ilişkilerin başladığı dönemdeki ekonomik ve siyasi durumun akılda tutulması gerekir. Toplumlar için önemli olan maddi kazanımlar ya da yitikler ve bunların yaratacağı gelişme ya da geri kalma düzeyleridir. Devletler arasındaki ilişkilerde belirleyici olan ‘dostluk’ ya da ‘ortaklık’ söylemleri değil, ekonomiye dayalı ulusal çıkarlardır. Gelinen noktayı görmek için, nereye gelindiğini değil, nereden nereye gelindiğini bilmek gerekir.

Nereden Nereye

ABD ile ilk ikili anlaşmanın imzalandığı 1945 yılında Atatürk’ün bıraktığı ulusal miras henüz tüketilmemişti. Türkiye, kendi gücüne dayanarak gelişen bağımsız bir ülkeydi. Bütçesi denkti, iç borçlanmaya gereksinim duymuyordu ve 245 milyon dolarlık altın ve döviz stoğuna sahipti. 1 168,3 milyon dolarlık dışsatım (ihracat)a karşılık 97 milyon dolarlık dışalım (ithalat) gerçekleştirmiş ve 71,3 milyon dolar dış ticaret fazlası vermişti. 2
ABD ile yapılan ikili anlaşmalar, IMF ve Dünya Bankası ile girilen ilişkiler sonucu dengeler hızla bozuldu. 1950 yılında dışalım dışsatımı geçmiş ve 263.4 milyon dolarlık dışsatıma karşılık 285.7 milyon dolarlık dışalım yapılmıştı. 3 Ancak açık fazla değildi, dışsatımın dışalımı karşılama oranı yüzde 92,2’ydi. 1950 yılında bir Amerikan doları 280 kuruştu. 4
Türkiye, AB ile (o zamanki adı Avrupa Ekonomik Topluluğu, AET) Ankara Anlaşması ’nı imzaladığında dış ticaret dengeleri 1946’ya göre daha da bozulmuştu ama bu açıklar altından kalkılamayacak boyutlara henüz varmamıştı. 1964 yılında Türkiye 410,8 milyon dolarlık dışsatıma karşılık, 537,4 milyon dolarlık dışalım yapmıştı. Dış ticaret açığı 126,6 milyon dolardı. 5 1960 yılında dışsatımın dışalımı karşılama oranı yüzde 68.6’ya düşmüştü. 6 Bir Amerikan doları 9 liraydı. 7 1963 yılında yıllık enflasyon birçok Avrupa ülkesinden daha düşüktü ve yıllık yüzde 2’ydi. 8 1965 yılında Türkiye’nin dış borcu, 352 milyon dolarlık bölümü Türk lirası olarak ödenmek koşuluyla yalnızca 1.4 milyon dolardı. 9

ABD İle İlişki

Türkiye, ABD ile 1945, AB ile 1963 den bugüne dek bağımlılık doğuran pek çok ikili anlaşma yaptı. Anlaşmalar tek yanlıydı ve Türkiye’nin zararına işleyen maddelerle doluydu. Uzun dönemler boyunca uygulanan anlaşmalar setinin temel özelliği, Türkiye pazarını adım adım yabancılara açması ve büyüme gereksinimi içindeki ulusal tarım ve sanayinin gelişimine engel olmasıydı. Bu engelleme, dış kaynaklı programlar ve yabancı uzman raporlarıyla gerçekleştiriliyordu.
2.Dünya Savaşı’ndan sonra, ABD yardımlarına yön vermek üzere Amerikalı Ekonomist M.W.Thornburg’a Türk ekonomisi inceletildi ve Thornburg “Türkiye’nin Bugünkü Ekonomik Durumunun Eleştirisi” adlı bir yazanak (rapor) düzenledi. Atatürk dönemi ekonomik uygulamalarını eleştirmekle başlayan yazanak, Türkiye’nin ağır sanayii kurma girişimlerine karşı çıkıyor, Karabük Demir Çelik tesislerinin kapatılmasını istiyor ve Sivas’ta 125 lokomotif imal edecek dizel motor fabrikası kurma projesini durdurulmasını istiyordu. Raporundaki isteklerin tümü yerine getirilen Thornburg, Türkiye’nin motor fabrikası kurmak için istediği krediyi kastederek, “Türkler böyle düşündükleri sürece dolarlarımızın ABD’de kalması daha iyi olacaktır” diyor 10; Türkiye’nin makine, uçak ve dizel motoru yapımı projelerine kesin bir biçimde karşı çıkarak, Türk yöneticilerine bu tür düşüncelerden vazgeçmesi yönünde: “Amerikalılar böyle düşünenleri, iyi çalışma arkadaşı saymazlar” 11 gibi uyarılarda! bulunuyordu.
Thornburg, Türk hükümetine verdiği raporda yöneticilere gözdağı veren ‘ uyarılarda ’ bulunurken, Washington’a, “Türkiye elden gitmesine asla izin vermeyeceğimiz ülkedir” diyordu. Türk-Amerikan ilişkilerinin temelini belirleyen Thornburg Washington’a şunları söylüyordu: “Türkiye Amerikan çıkarlarının büyük önem taşıdığı bir yerde bulunmaktadır. Eğer, Türkiye önerilerimizi kabul edip bizden yardım isterse, o zaman yalnız sermayemizi değil; hizmetlerimizin, geleneklerimizin ve ideallerimizin de yatırımını yapabileceğimiz ve elden gitmesine asla izin vermeyeceğimiz bir yatırım alanı elde etmiş olacağız.” 12 Thornburg Raporu, daha sonra Türkiye’ye kurtarıcı gibi getirtilen Kemal Derviş’in, Dünya Bankası yetkilisi olarak 1978 yılında Türkiye için hazırladığı yazanağın anlayış olarak hemen aynısıydı.

İstenenler Yapılıyor

Atatürk döneminde gerçekleştirilen ekonomik atılımlar ve bu atılımları tasarlayan, uygulayan ve geliştiren ulusçu kadroların yönetim kademelerinden ayıklanmasını (tasfiye) öngören Thornburg anlayışı; Türkiye’de sürekli iktidar oldu.
Bu iktidarın somut ifadesi olan hükümetlerin hemen tümü, anti–Kemalist politikalar yürüttüler, Atatürk’ün Türkiye için sakıncalı gördüğü hemen her girişimi uygulamaya soktular. Thornburg Raporu’yla aynı anlayışa sahip olan ve Atatürk döneminde rafa kaldırılan 1800 sayfalık Dorr Raporu yeniden gündeme getirildi ve uygulandı. 1945’ten sonra yeniden Türkiye’ye gelen Dorr’a olağanüstü ilgi gösterildi ve kimi hükümet üyeleri Dorr’a, “Raporun kendileri için ‘ kutsal kitap ’ olduğunu” söylediler. 13
1945’ten sonra motor ve ağır sanayi yatırımlarından vazgeçildi, bu yöndeki eğilimler resmi politikadan çıkarıldı. Türkiye, yabancı sermayeye denetimsiz açıldı; gübre ve tarım ürünleri dahil her alanda dışalıma yönelindi; yoğun olarak dış borç alındı; NATO’ya girildi; Petrol Kanunu çıkarılarak petrol işletmeciliği devlet tekelinden çıkarıldı; KİT’lerin satılacağı açıklandı. Yasadışı ilişkiler ve karaborsayla palazlanan türedi zenginler, arazi spekülatörleri ve büyük toprak sahipleri; uluslararası şirketlerin temsilciliklerini almaya başladılar.
CHP, 1947 yılında parti programını değiştirdi ve Demir Çelik Kombinaları, Genel Makine Fabrikası, Elektrolitik Bakır Kombinası gibi ağır sanayi projelerinden vazgeçtiğini açıkladı. MKE’nin (Makine Kimya Endüstrisi) gerçekleştirdiği ve Danimarka dahil birçok ülkeye ihraç edilen 8 kişilik yolcu uçağı üretimine son verildi. 14
Celal Bayar; “30 yıl sonra Türkiye küçük Amerika olacaktır” dedi. 15 Bülent Ecevit, 1954 yılında Amerikan Haberler Merkezinin “Eğitim Mübadale Programı”, 1957 yılında da Rockfeller Vakfı bursuyla; Süleyman Demirel ise 1954 yılında kurulan Eisenhover Vakfı bursuyla Amerika’ya gittiler. Atatürk döneminde; eğitimden sanayiye, hukuktan yönetim işleyişine dek pek çok alanda yaratılmış olan pek çok ulusal değer, bozulmaya ve yozlaşmaya uğratıldı, daha sonra ortadan kaldırıldı.

Anlaşmalar Düğümü


Türkiye, ABD ile; 23 Şubat 1945’te “TC Hükümeti ile ABD Hükümeti Arasında İmzalanan, 11 Mart 1941 tarihli Ödünç Verme ve Kiralama Kanunu’ndan Yararlanmak İçin Yapılan Anlaşma”; 27 Şubat 1946’da, “10 Milyon dolarlık Kredi Anlaşması”; 1946 yılında “ABD ile TC Hükümeti Arasında Ödünç Verme ve Kiralamalardan 1 Eylül 1946 gecesine Kadar Doğan Alacakların Tasfiyesiyle ilgili Anlaşma”; 1946 yılında, “TC Hükümeti ile ABD Hükümet arasında Kahire’de imzalanan Anlaşmaya Ek Anlaşma”; 1949 yılında, “Türkiye ve ABD Hükümetleri Arasında Eğitim Komisyonu Kurulması Hakkındaki Anlaşma”; 1956 yılında “Zirai Maddeler Ticaretinin Geliştirilmesi ve Yardımlaşma Hakkındaki Muaddel (değiştirilmiş) Amerikan Kanunu’nun 1. Kısmı gereğince Türkiye Cumhuriyeti Hükümet ile ABD Hükümeti Arasında Münakit (kararlaştırılmış) Zirai Emtia Anlaşması” (bu anlaşma Türk tarım ürünlerine dışsatım sınırı getirmekte ve Amerikan tarım ürünlerinin dışalımı kolaylaştırmaktadır) ile 1958 yılında “Tarım Ürünleri Anlaşması”, 1968 yılında “TC Hükümeti ile ABD Arasında Kredi Anlaşması”nı (Karadeniz Bakır İşletmeleriyle ilgili Anlaşma) imzaladı. Bunlar ekonomiyle ilgili anlaşmaların bir bölümüydü. Bu anlaşmalardan ayrı olarak siyasi ve askeri alanlarda ABD ile birçok başka anlaşma yapıldı. 16
Bunlardan en çarpıcı olanı 5 Mart 1959’da imzalanan ve ABD’ye Türkiye’ye silahlı elatma (müdahale) hakkı veren anlaşmaydı. Anlaşmada, ABD, “doğrudan ya da dolaylı olarak; tecavüz, sızma, yıkıcı faaliyet, sivil saldırı, dolaylı saldırıya uğraması durumunda” Türkiye’ye askeri elatma hakkı tanıyordu. “Tecavüz, sızma, yıkıcı faaliyet, sivil saldırı” gibi kavramların ne anlama geldiğini ve hangi durumda oluşacağını Amerikalı yetkililer karar verecekti. 17

Türkiye’nin Geldiği Yer


Amerika ve Avrupa merkezli politikalarla Türkiye’nin içine düşürüldüğü sorunlar ağı, ekonominin ilgi alanından çıkarak hızla, ulusal varlık sorunu haline gelmektedir. Toplumsal bozulmanın şaşmaz kuralı bir kez daha işliyor ve ekonomik çöküntüyü siyasal ve sosyal çözülme izliyor.
Büyük devlet çıkarlarının belirleyici olduğu küresel ilişkiler düzeni içinde ulusal haklarını korumayı başaramayan az gelişmiş ülkeler, kaçınılmaz olarak, güçsüzleşme ve giderek dağılma sürecine girdiler. Türkiye’nin bu süreci tersine dönüştürecek gücü var ama bugün için yoğun bir sarılmışlık altında bulunuyor; gücünü, ulusal çıkarlarını korumaya yönelen örgütlü bir harekete henüz dönüştüremedi.
Bu günün Türkiyesi, 1945 Türkiye’sinden farklı ve olumsuz bir durumdadır. Osmanlı’yı dağılmaya götüren içdış koşulların hemen tümü 87 yıl sonra şaşırtıcı bir benzerlik içinde yeniden yaşanmaktadır. Türk toplumunun en çalkantılı dönemini oluşturan yüz yıllık süreç içindeki; Müttefik Almanya (1914)-Stratejik ortak ABD (2001), Tanzimatçılık-Avrupa Birliği, Düyun-u Umumiye-IMF benzerlikleri biçimsel bir yakıştırma değil nesnel bir gerçekliktir.
1914’de Türk ordusu Alman generaline teslim edilmişti, 1952’de NATO’nun emrine verildi; yüzyıl başında tanzimatçılar Avrupa’lı olma peşindeydi, aynı işi şimdi AB’ciler yapıyor; 1912 yılında Osmanlı bütçesinin yüzde 32’sini Düyun-u Umumiye yönetiyordu. 18 şimdi tümünü IMF yönetiyor.
Büyük devlet politikalarının yüzyıl önce dünyaya egemen kıldığı güce ve çatışmaya dayalı sistem, gelişen ve yetkinleşen iç süreçleriyle, niteliği değişmeden sürmektedir. Mali sermaye yoğunluğu, sermayenin küresel dolaşım hızı, tekelleşme ve teknolojik gelişme artmıştır, ancak gücün ve güçlünün egemen olduğu dünya sistemi değişmemiştir. 20.yüzyılla, emperyalizmin egemenliği altına giren dünya, 21.yüzyılda aynı koşullarla girmiştir.
Türkiye’de herkes 70 ya da 80 yaşında değil. Bu yaşta olanlar son elli yıldaki olumsuz değişimi yaşayarak gördüler, görüyorlar. Ancak olumsuzlukları yaşayarak görmek bir anlam taşımıyor. Bunu herşeyi yeni öğrenen çocuklar ya da içgüdüleri ile hareket eden diğer canlılar da yapıyor. Önemli olan, olayları anlamak, önceden görmek ve geleceğe yönelik plan yapmaktır. Bu davranış insan olmanın bir gereğidir.

Gerçeği Görmenin Riski

Türkiye’nin ABD ve AB ilişkileri; “stratejik ortaklık” olarak görülüyorsa, bu görüş hükümet politikalarının vazgeçilmez unsuruysa, ekonomik–siyasal yapı seçeneksiz biçimde bu ilişkilere bağlanmışsa, ABD ve AB politikalarına karşı çıkmak çekince (risk) altına girmeyi, baskı görmeyi ve tecrit edilmeyi göze almak demektir.
Kurulu düzen işleyişi azınlık çıkarlarına dayanıyorsa ve bu çıkarlar üstelik küresel güç merkezlerinin çıkarlarıyla bütünleşmişse, ulus yararını gözetenlerin baskı ve şiddet görmesi kaçınılmazdır.
Dışa açılındığı ölçüde içte baskı artar ve yasal ya da yasadışı baskı toplumsal yaşamın yerleşik öğesi haline gelir. Mali ve teknolojik gücün sağladığı olanaklarla yaratılan yöntem zenginliği; baskı ve şiddetin biçimini son derece çeşitlendirmiştir. Satın alma, yozlaştırma, etkisizleştirme, yoksullaştırma, kovuşturma, tutuklama ya da ortadan kaldırma sıradan uygulamalar olarak toplum yaşamının yerleşik öğeleri haline gelmiştir.
Amaca yönelik olarak ekonomi, siyaset ve kültür denetim altına alınmıştır, iletişim alanında deliksiz bir tekel oluşturulmuştur. Siyasal terörü, ekonomik ve kültürel terör izlemektedir. Demokrasi ve insan hakları bu ülkelerde artık bir “peri masalıdır”.

Aydınlar ve Gerçekler

Türkiye’de gelecek umutlarını ABD ve AB ile bütünleşmeye bağlayan ve ayrıcalıklı konumunun sürmesini bu bütünleşmenin korunmasına bağlayan kesimler, bugün için güçlü görünmektedir. Oysa, güçleri sınırlıdır, çünkü bu gücü halktan değil, politik ve mali olanaklara dayanan dış destekten almaktadırlar; seçtikleri yol halk ve ulus çıkarlarıyla uyuşan bir yol değildir.
Böyle bir ortamda, eleştirmenin bile istenmediği uluslararası ilişkileri “tehdit” olarak saptamak ve bunu ulusun bilgisine sunmak elbette güç ve çekinceli bir iştir. Ancak bu davranış, aydın olabilmenin temel koşuludur. Toplumsal gerçekler uzun süre gizlenemez; önce aydınlar gerçek durumu kavrarlar ve edindikleri bilgiyi bilinç düzeyine çıkararak halka taşırlar. Başlangıçta azınlıktadırlar ve baskı görürler, ancak yenilmezler. Bu tarihin her döneminde böyle olmuştur.
ABD ve AB kaynaklı politikaların, Türk Ulusu için ne anlama geldiği halka nasıl anlatılacaktır? Bu anlatım, sorunların nedenlerini ortaya koyan basit ve anlaşılabilir bilgiler haline nasıl getirilecektir?
Sorulara doğru yanıt bulmak kolay uygulamak zordur. Olayları anlamak için toplumsal yaşamı izlemek ve halkın sorunlarını görmek yeter. Sürdürülen uluslararası politikaların ekonomik sonuçları bugün halka acı çektiren gerçekler halinde yaşanıyor; gelinen nokta tüm yıkıcılıyla ortada duruyor.
Şu soru herkese sorulmalıdır, Türkiye’nin ABD ve AB ile sürdürdüğü “stratejik ortaklık” ilişkilerinden yararlandığı, gücünü ve gönencini arttırdığı ya da bağımsızlığını pekiştirdiği herhangi bir sonuç var mıdır? Varsa bunlar nelerdir? Halk ve ulus yararı için bu güne dek ne elde edilmiştir?
Yorum yapmak yetmez. Nesnel durumu belgeleriyle birlikte ortaya koymak ve gereğini yapmak gerekir. ABD, AB Türkiye’ye nasıl bakıyor? Türkiye’den ne istiyor ve Türkiye hakkında ne düşünüyor? Bunlar Türkiye’nin gelişip güçlenmesini isteyen dostlar mıdır? Tarihte Türkiye’ye dostça baktıkları bir dönemleri olmuş mudur?
Bu soruların yanıtlarını, kendi, karar ve açıklamalarından yararlanarak ortaya koymaya çalışmak en etkili yöntemdir. Gerçek amaçlar, diplomasi söyleminin inceliklerinde, kararların satır aralarında ya da konuşma dilinin oynaklığında gizlenebilir. Ancak, küresel efendiler bugün o denli çekinmez (pervasız) ve kabadırlar ki artık diplomasi nezaketi ve dolambaçlı söylemleri tümüyle bir kenara bırakmışlardır. Gerçeği halka gösterecek belge ve açıklama bulmak artık hiç de güç değildir.

DİPNOTLAR

1                 “İkili Anlaşmaların İç Yüzü” H.Tunçkanat, Ekim Y. 1970 Ank., sf.27
2                DİE, “Türkiye’de Toplumsal ve Ekonomik Gelişmenin 50 Yılı” Ankara 1973 sf. 326, ak. Prof.Dr. Memduh Yaşa, “Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ekonomisi 1923–1978” Akbank Kültür Yayını sf.340
3                DPT ve DİE verileri, “İhracatın İthalatı Karşılama Oranları” 1998
4                DPT ve MB verileri  “Döviz Kurları” 1997
5                DİE, “Türkiye’de Toplumsal ve Ekonomik Gelişmenin 50 Yılı”, Ankara 1973 sf.326, Ak.Prof.Dr. Memduh Yaşa, “Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ekonomisi 1923-1978” Akbank Kültür Yayını sf.354–355
6                DPT ve DİE verileri, “İhracatın İthalatı Karşılama Oranları” 1998
7                DPT ve MB verileri  “Döviz Kurları” 1997
8                Ticaret Bakanlığı, “Konjoktür ve Yayın Müdürlüğü Konjoktür Dergisi”, ak. Prof.Dr.Memduh Yaşa, a.g.e. sf.124
9                Devlet Borçları Bültenleri ile 1979 ve 1980 Bütçe Gerekçeleri, ak. Prof Dr.Mumduh Yaşa, a.g.e. sf.124
10             “Milli Kurtuluş Tarihi” D.Avcıoğlu, İstanbul Mat., 1974, 3.Cilt sf.1678
11             a.g.e. sf.1678
12             “Bozkırdan Doğan Uygarlık-Köy Enstitüleri” Y.Kaya, Tiğlat Mat., İst.-2001, 2.Cilt, sf.501
13             “Milli Kurtuluş Tarihi” Doğan Avcıoğlu, 3.Cilt, İst.-1974, sf.1678
14             “Prof.Bilsay Kuruç İle Söyleşi” ak; Prof.Ahmet Taner Kışlalı, “Atatürk’e Saldırmanın Dayanılmaz Hafifliği” İmge Kit., sf.148
15             “Milli Kurtuluş Tarihi” Doğan Avcıoğlu, 3.Cilt, İst.-1974, sf.1677
16             “İkili Anlaşmaların İçyüzü” H.Tunçkanat, Ekim Yay. Değişik sayfalar
17             “Menderes’in Dramı” Ş.S.Aydemir, Remzi Kit., İst.-1969, sf.294

18             “Büyük Larousse” Gelişim Yay., sf.3470

1 yorum: