İstanbul Meclisi gerek oluşumunda,
gerekse kısa süren yaşamı içinde, toplanma yeri konusunda olduğu gibi, katılım
konusunda da Mustafa Kemal’i çok uğraştırdı. Kurtuluş Savaşı’nın hemen
başlangıcında, ona belki de en sıkıntılı günlerini yaşattı. Milli mücadeleye
katılan ya da katılacak nitelikte olanların, milletvekili adıyla da olsa, işgal
altındaki İstanbul’a gitmesini istemiyor ancak isteğini kabul ettiremiyordu. En
yakın arkadaşlarını bile ikna edemeyen, sözü dinlenmeyen, etkisini yitirmiş bir
önder durumuna düşmüştü. Vahdettin, kısa bir süre için, siyasetinde
başarı sağlamış gibi göründü. Ancak, Meclis, açılışından birkaç ay sonra,
İngiliz askerlerince basılıp kapatılınca ve birçok milletvekili tutuklanıp
Malta’ya sürülünce, haklılığı ortaya çıktı, saygınlığı arttı.
Vahdettin’in Tavrı
Vahdettin, Sivas Kongresi’nden sonra Mustafa Kemal’le, buyruklar ve
yönergeler yoluyla baş edemeyeceğini anlamıştı. Geri çağırıyor, görevden
alıyor, tutuklanmasını istiyor, ancak buyruklarını uygulatamıyordu.
İşgalcilerle işbirliği yaptığı için, yıpranmış da olsa tarihten gelen
saygınlığını hızla yitiriyordu. “İyi düşünülmemiş aceleci bir kararla”, ulusal
devinime (harekete) “cepheden saldırma” 1 yanlışını yapmış; Ali
Galip’e, Sivas Kongresi’ni dağıtma gibi yapamayacağı bir görev vererek,
zaten tükenmiş gibi görünen yetkesini (otoritesini) hemen tümüyle yitirmişti. Mustafa
Kemal ise, belirlediği yolda kararlılıkla ilerliyor, gücünü ve halk
üzerindeki etkisini arttırıyordu.
Vahdettin, güçsüzlüğünü örtmek ve
ulusal direnişi etkisizleştirmek için, aldatıcı bir tutum değişikliğine karar
verdi. Halkı, politikasında yenileşme yaptığına inandırmakla işe başladı. Ulusun
isteklerine duyarlı olduğunu göstermeli, bunun için, Anadolu hareketiyle iyi
ilişkiler kurmaya hazır olduğunu göstermeliydi.
Sivas Kongresi’nin görevden uzaklaştırılmasını istediği Damat
Ferit’i Sadrazamlık ’tan aldı; yapılan yanlışlıkların sorumlusu
yalnızca oymuş gibi davrandı. Yeni hükümeti, “Kimsenin tanımadığı silik bir
kişi” olan Ali Rıza Paşa’ya kurdurdu ve bu hükümetin Bahriye
Nazırı Salih Paşa’yı, görüşmeler yapmak üzere Anadolu’ya gönderdi.
Hemen sonra, Sivas Kongresi’nin istediği seçimlerin yapılacağını ve Meclisi
Mebusan ’ın yeniden açılacağını açıkladı. 2
“Yararsız Değil Tehlikeli”
Mustafa Kemal, Kolordu komutanlarını 29 Ekim 1919’da Sivas’ta toplantıya çağırdı,
gelemeyenlerle telgrafla ilişki kurdu. İstanbul’da
toplanacak bir meclise katılmanın, yalnızca yararsız değil, tehlikeli olduğunu,
tutuklanma ve sürülme olasılığının yüksek bulunduğunu ilk kez bu toplantıda
söyledi. Kazım (Karabekir) Paşa, “İstanbul ’la bozuşuruz, halk
ayaklanır” diyerek isteğine karşı çıktı, katılmaları gerektiğini söyledi. Hüseyin
Rauf (Orbay), İstanbul’a gideceğini ve gerekirse kendisini “fedakarca
tehlikenin içine atacağını” söyledi. Sonuç belliydi, bu nedenle fazla
diretmedi ve alınan karara uyacağını bildirdi. 3
İstanbul’a gidecek milletvekilleriyle daha sık görüşebilmek
için, biraz daha “Batıya gitmeye” karar verdi 4 ve ulusal savaşımın (mücadelenin) merkezi yapmayı önceden
düşündüğü Ankara’ya geldi. Erzurum’dan milletvekili seçilmişti, ancak Meclis’e
katılması kuşkusuz söz konusu değildi. İstanbul’a gidecek milletvekilleriyle “tek
tek ya da küçük topluluklar halinde” görüştü; onlara “temel noktaları
günlerce ve birçok kez” anlattı. 5
Aykırı Görüşler
Kimi milletvekilleri, Sivas Kongresi’nde seçilen Heyeti Temsiliye ’nin,
yeni meclis oluştuğuna göre artık kendisini feshetmesi gerektiğini söylüyordu. 6
Erzurum ve Sivas Kongrelerine katıldıkları halde, direnci gevşiyenler vardı. Damat
Ferit’in devrilmesi ve Padişah’ın ilgi göstermesiyle davayı kazandıklarını
söyleyenler de bulunuyordu. Padişah’ın yaptığı çağrıya olumlu yanıt verilmeli, “iyi
niyetine zarar verecek” sert tutumlardan kaçınılmalıydı. “Muhalefet
dönemi geride kalmıştı, şimdi yumuşak politika zamanıydı.” 7
Uyarılar
Milletvekilleriyle bıkmadan, neden İstanbul’a gitmemeleri gerektiğini
anlattı. “Dikkat ediniz, İstanbul ’da yabancı boyunduruğunda olacaksınız.
İngilizler orada herşeyi ellerinde tutuyor. Görüşmelere sansür uygulayacaklar;
bunu kabul etmezseniz sizi tutuklayacaklar. Meclis, İstanbul ’da değil Ankara ’da
toplanmalıdır, burası özgürce çalışılabilecek tek yerdir” diyordu. 8
Ankara’da toplanmanın haklılığını kanıtlamak için; ülkenin
içinde bulunduğu koşullardan, düşmanın konumundan ve tarihteki benzer
örneklerden söz etti.
1870’de Alman işgaline uğrayan Fransa’da parlamento’nun
Paris’te değil Bordeux ’ta, Birinci Dünya Savaşı’ndan yenik çıkan
Almanya’da Reichtag ’ın Berlin ’de değil Weimar ’da
toplandığını belirterek, meclis için en uygun yerin, ülkenin merkezindeki Ankara
olduğunu, Anadolu yaylasında Türkleri hiçbir yabancı gücün yenemeyeceğini
söyledi: “Meclis İstanbul ’da kalıcı olamaz, mutlaka tecavüze uğrayacak ve
dağıtılacak. Gidebilirsiniz, fakat yakında yine geleceksiniz. Ona göre önlem
alın. Tekrar ve tekrar söylüyorum ki Meclis ’i feshedecekler, dağıtacaklar,
tutuklamalar olacak. Anadolu ’ya geçmeniz zorlaşacak” 9 diyerek,
onları uyarıyordu.
Açık konuşuyordu: “İstanbul ’da birbiri ardınca gelen ve
güçsüz kişilerce kurulan hükümetler; şerefsiz, onursuz, aşağılık
görünüşleriyle” 10 saygıya layık değildirler. Hiçbir
milletvekili İstanbul hükümetlerinin sorumluluklarına bulaşmamalıdır. Her
siyasi girişim, ancak “gerçek bir güce dayanarak” değer kazanabilir.
Kuramsal sözler, hukuksal açıklamalar ya da “düşmana yaranmak ve yalvarmakla”
bir şey elde edilemeyeceği bilinmelidir. Esas olan güçtür, onun kaynağı da
millettir. 11 “Adalet ve merhamet dilenmekle millet işleri,
devlet işleri görülemez; millet ve devletin şeref ve istiklali sağlanamaz.
Adalet ve merhamet dilenmek diye bir ilke yoktur. Türk milleti ve Türkiye ’nin
müstakbel çocukları, bunu bir an hatırdan çıkarmamalıdır.” 12
“Yadsınamayacak kadar güçlü kanıtlar ileri sürerek” 13 ve bunları anlatarak gerçekleri ayrıntılarıyla ortaya
koydu; ancak, yaptırıma yönelik bir dayatma içinde olmadı. Gitmek isteyenlerin,
gerçekleri sözle değil, yaşayarak görebileceklerini anlamıştı.
İstanbul’un Çekiciliği
Milletvekilleri söylenenlerin önem ve boyutunu anlamadılar ya da anlamak
istemediler. İstanbul’a kesinlikle gitmek istiyorlardı. Birçoğunun ailesi
oradaydı. İstanbul, devletin yönetildiği başkentti. Meclisi Mebusan ’a
katılmakla asi olmaktan kurtulacaklar, ayrıcalıklı yasal
güvenceye kavuşacaklardı.
Ankara’da toplanma, milletin beklentileri bakımından belki haklı, ama yasal
değildi. İstanbul işgal altındaydı ancak orada toplanmanın yasal
dayanakları vardı. Padişah’ın çağrısına uymak, kimi milletvekili için, “ilerisi
için parlak olanaklar” yaratacak bir fırsattı. Çeşitli “şeref payeleri”
ve belki de “yabancı ülkelerde elçilikler” elde edip, ülkeye bu yolla
hizmet edebilirlerdi. Devlet orunu (makamı) ve saygınlık, kolay geri çevrilemezdi!
14
Hüseyin Rauf (Orbay), İstanbul’a
gidişin öncülüğünü yaptı. Gitmek için, ikna olmaya hazır
milletvekillerini, kolayca etkiledi. Kendisinin gitmemesi bir yana, gidişi
önlemeye çalışan Mustafa Kemal’i de birlikte gelmesi için ikna etmeye
çalıştı. Heyeti Temsiliye ’nin varlık nedeninin artık ortadan kalktığını
söylüyor, devlet merkezinin bulunduğu İstanbul’da daha yararlı olacağını
söylüyordu.
“Çılgınlık Rüzgarı”
Milletvekilleri, “neşe içinde ve Saray ’da kabul edilecekleri
düşüncesiyle” birbiri ardından İstanbul’a gittiler. İçlerinde yakın
arkadaşlarının bulunduğu kümelerin (grupların) gidişini üzüntü ve “kaygılı
bir gülümsemeyle” izledi. Hüseyin Rauf Bey’in birlikte gitme
önerisini, doğal olarak reddetmişti. Son anda, kararını değiştirmesini
isteyenlere; “Kendimi bu çılgınlık rüzgarına kaptıramam. Türk halkı
istiklalini teker teker elde edinceye kadar onun yanından ayrılmayacağım, buna
yemin ettim” diyordu. 15
“Çılgınlık rüzgarı”, yalnızca
milletvekilleri içinde esmiyordu. Anadolu’da ve “Ankara ’nın her yanında,
hatta askeri çevrelerde bile”, Padişah’a karşı “bir hoşgörü havası”
oluşmuştu. Herkes kendini böyle bir hoşgörüye adeta zorluyordu. “Kabus”
gibi görülen, “iç savaş olasılığını ortadan kaldırmak” ve “ufukta
biçimlendirdiği dehşeti dağıtmak” gerekiyordu! 16 “Türk ’ün
Türk ’le savaşması” önlenmeli, “Padişah ’ın koruyuculuğu altında
birleşik bir cephe” oluşturulmalıydı! 17 Vahdettin, o ana
dek girişiminde başarılı olmuş, ulusal saflarda geriletici bir dalgalanma
yaratmayı başarmıştı.
Gelişmelerden en yakın arkadaşları bile etkilendiği için,
adeta yalnız kalmıştı. Ancak, konumunu sürdürme ve belirlediği yolda ilerleme
kararında, herhangi bir değişim söz konusu değildi. “Bu aptalca oyunun bir
parçası olmayacağım” diyordu. 18
Ne duraksadı, ne de kendine olan güvenini yitirdi. İstanbul
Meclisi varlığını sürdüremeyecek ve gidenler geri döneceklerdi. Yanında
kalanlara, “işgale karşı tek umut silahlı mücadeledir, Padişah ’ı tanıyorum;
Vahdettin kesinlikle İngilizlere karşı gelemez; İstanbul ’da denetimin tümü
İngilizlerin elindedir” diyerek; İstanbul’un işgale karşı direnilebilecek
en uygunsuz yer olduğunu, oraya gidilirse azınlık ve işbirlikçilere dayanan
işgal güçlerinin, direnişin beynini kolayca ezeceğini söyledi. Tüm gücünü; “Silahlı
direnişi hazırlamak, asker ve silah toplamak, askeri eğitimi yönetmek ve örgütlemek”
için çalışmaya verdi. 19
Habersiz Koruma
İstanbul’daki her olay ve gelişmeyi, sanki oradaymış gibi, günü gününe
izledi. İnançsız ve korkak dediği milletvekillerini, onların
haberi bile olmadan korumaya çalıştı. İçlerinde ulusal savaşıma katkı koyacak
insanlar da vardı. Meclis’in İstanbul’da yaşatılmayacağını ve bu insanların
Ankara’ya döneceklerini biliyordu. İstanbul’daki yeraltı örgütüne, korumayla
ilgili görevler verdi. Yapılacağından kuşku duymadığı ancak zamanını bilmediği
askeri karışmanın (müdahalenin) zamanını öğrendi ve millici milletvekillerine, “İstanbul
’dan ayrılmaya hazır olmalarını” bildirdi. 20 Ankara’ya
gelmesini istediklerinin, kaçış koşullarını kolaylaştırmaya çalıştı. Mali
yetersizlikler içinde olunmasına karşın, Osmanlı Bankası’na bu iş için para
yolladı. 21
“Meclis ’in feshi, milli direnişe geçmek için, zamanın
geldiğini gösteren bir işaret olacaktır” diyor 22,
hazırlıklarını buna göre yapıyordu. İstanbul’daki olası tutuklamalara karşılık
olmak üzere, Anadolu’daki yabancı subayların tutuklanmasına karar verdi. Bu
girişimi, Nutuk ’ta şöyle anlatmıştır: “Yabancıların İstanbul ’da
saldırganlıklarını arttırarak nazır ya da milletvekillerinden bazılarını
tutuklamaya başlayabileceklerini kestirip, karşılık olmak üzere, Anadolu ’da
bulunan yabancı subayların tutuklanmasına karar verdim. Kararımı ve buna göre
önlem alınmasını, 22 Ocak 1920 günü Ankara, Konya, Sivas ve Erzurum ’daki Kolordu
Komutanlarına, kişiye özel şifreyle emrettim.” 23
16 Mart 1920: Askeri İşgal
Başta İngiltere olmak üzere Fransa, İtalya ve Yunanistan’a ait deniz
piyadeleri, 16 Mart 1920’de sabaha karşı, gemilerinden çıkarak İstanbul’u
işgale başladılar. Harbiye ve Bahriye Nazırlıkları başta olmak
üzere hükümet binaları, telgraf merkezleri, Türk Ocağı Binası, karakol
ve kışlalar, silah depoları ele geçirildi. Şehzadebaşı Karakolu ’nda, 6
er şehit edildi, 15’i yaralandı. 24 İstanbul ve çevresinde
sıkıyönetim ilan edildi. Millici bilinen örgütler kapatıldı, gazeteler
yasaklandı. Beykoz’da çeteci diye 27 taş ocağı işçisi öldürüldü. 25
Direnişçi örgütlere üye olma ya da yardım etmeye ölüm cezası getirildi.
Yalnızca Türkler’i yargılayacak özel askeri mahkemeler kuruldu. 26
İşgal Komutanı General Wilson, yaptığı açıklamada, “emirlere
uymayan, toplumsal düzeni bozan, direnişçilere yardım ettiği ya da buna
niyet ettiği belirlenen herkes, askeri mahkemece yargılanacak, ölüm ya da
ağır hapisle cezalandırılacaktır” diyordu. 27
İşgal güçleri, 16 Mart günü yayınladıkları resmi bildiride,
“işgali gerekli kılan” nedenleri açıkladı. İstanbul’un, “Padişah ’ı
korumak için”, geçici olarak işgal edildiği söylenen bildiride; İttihat ve
Terakki Partisi üyelerinin “Kuvayı Milliye adıyla örgütlendiğini”,
bunların Padişah ve hükümet buyruklarını hiçe saydığını, halkı “silahlı
direnişe çağırdığını” etnik topluluklar arasında düşmanlık tohumları
attığını ve bağış bahanesiyle para toplayarak “halkı soydukları”
söyleniyor ve “silahlı ayaklanmalara son vermek, barış koşullarının
uygulanmasını sağlamak ve Sultanın saygınlığını arttırarak onu korumak için,
İstanbul geçici olarak işgal edilmek zorunda kalınmıştır” deniyordu. 28
Meclis Baskını ve Tutuklamalar
İngiliz birlikleri 16 Mart akşamı Meclis’i sardılar. Birlik komutanı, Hüseyin
Rauf ve Kara Vasıf Bey’in kendisine teslim edilmesini istedi ve bu
iki milletvekilini tutuklayıp götürdü. 29 İşgal gerekçeleri içinde
Meclis’e karşı bir yaptırım olmamasına karşın, 85 milletvekili tutuklandı;
evlerinde bulunamayanlar, o gün için kurtulmuştu. 30
Bunlar, ya saklandılar ya da gizlice Anadolu’ya kaçmaya çalıştılar. Küçük
bir bölümü, işgal güçleriyle uzlaşmanın bir yolunu bularak, İstanbul’da kaldı.
Meclis 18 Mart’ta, Padişah tarafından tümden kapatıldı. 31
Milletvekilleri, Mustafa Kemal’in uyarı ve
önermelerinin değerini, işgalin katı gerçeğiyle karşılaşınca anladılar. Yaşam
en iyi öğretmendi ve onlar gerçeği ne yazık ki ancak yaşayarak öğrenmişlerdi. “Tutuklanarak
kendini feda etmekten” söz ederek İstanbul’a gidişin öncülüğünü yapan Hüseyin
Rauf (Orbay) ve mandacılığın önde gelen savunucularından Kara Vasıf Bey
de bunlara dahildi.
Mustafa Kemal’e Bağlanma
Büyük bölümü Malta ’ya sürüldü. Kaçabilenler Ankara’ya geri
döndüler. Onların gözünde artık, iki ay önce beğenmedikleri Ankara özgürlüğün
merkezi, sözlerini dinlemedikleri Mustafa Kemal ise benzersiz bir
önderdi. Söyledikleri tümüyle doğru çıkmış, herşeyi önceden görmüştü. Şimdi,
onun çevresinde kenetlenmek için Anadolu’ya geliyorlardı.
Gönüllü bağlılıkları ve içten saygılarıyla, Ankara’da,
başında Mustafa Kemal’in bulunduğu olağanüstü bir önderlik, yenilmesi
olanaksız bir siyasi güç yarattılar. Mustafa Kemal, uzun süredir
hazırlığını yapıp başlatma noktasına geldiği “İstiklal Savaşına”;
kendisine tutkuyla bağlı, inanmış ve herşeyini bu savaşa adayan bu insanlarla
girişecekti. Bu kadro, yalnızca “İstiklal Savaşında” değil, sonraki
devrimler döneminde de onun en önemli dayanağı olacaktı.
Vahdettin, ulusal direnişi kırmak
için, işbirlikçiler ve işgalcilerin desteğiyle, boyunu aşan bir siyasi oyuna
girişmiş ancak bu siyaset geri tepmişti. Yokedilmek istenen ulusal devinim
ve bu hareketin önderi, şimdi çok daha güçlüydü. Bilinçli ve sabırlı bir
çabayla sağlanan bu gelişme, doğal olarak ulusal savaşımın da gelişmesi
demekti.
İşgale Karşı Tavır
Sözünü dinlememelerine karşın, direniş unsurları içinde gördüğü
milletvekillerini sahipsiz bırakmamıştı. Meclis’in kapatılmasına ve
milletvekillerinin tutuklanıp sürülmesine, bu davranışla karşılaşanlar ya da
onları destekleyenlerden çok, o tepki göstermişti.
İşgalin başladığını duyduğu an, yurtiçinde; valilere,
komutanlara, Müdafaa-i Hukuk Derneklerine, yurtdışında; dışişleri
bakanlıklarına, parlamentolara ve bunların İstanbul’daki temsilcilerine kınama
bildirileri gönderdi. Bildirilerde, işgalin, “20 yüzyıl uygarlık ve
insanlığın kutsal saydığı bütün kurallara, hürriyet, milliyet, vatan duygusu
gibi çağdaş dünyanın temel saydığı bütün ilkelere ve insanlığın genel vicdanına
yönelik” bir devinim olduğunu söylüyordu. 32
Aynı gün ulusa bir bildiri yayınladı. Bildiride, “İstanbul
zorla işgal edilmekle, Osmanlı Devleti’nin yedi yüz yıllık yaşam ve
egemenliğine son verildi. Yani bugün Türk milleti, hayat ve istiklal hakkını ve
bütün geleceğini savunmaya davet edildi” diyerek halkı direnmeye çağırdı. 33
Ardından, Geyve Boğazı’nın ve Geyve telgraf santralinin işgal edilmesini,
Ankara-Pozantı tren hattına el konulmasını ve bu hat boyundaki İtilaf
birliklerinin silahtan arındırılarak askerlerin tutuklanmasını, Konya hattına
el konulmasını emretti. 34
Bir gün sonra, 17 Mart’ta İslam Dünyası’na seslenen bir
bildiri yayınlayarak haber merkezlerine ulaştırdı. İşgalin yılgınlık
yaratmayacağını, tersine savaşımın daha da bilenmiş olarak sürdürüleceğini
açıkladığı bu bildiride; “İstanbul ’daki tahkir ve tecavüz darbesi,
yapanların sandığı gibi maneviyatımızı bozmak yerine, belki bütün şiddetiyle
mucizeler yaratacak bir kabiliyeti geliştirecektir; bundan kuşkumuz yoktur”
dedi. 35
Aynı gün, İstanbul’un Anadolu’yla olan telgraf bağlantısını
kesti, görüşme yapmayı ve yaptırmayı yasakladı. Kararını, gereğinin yapılması
için Kolordu Komutanlıklarına bildirdi. Posta ve Telgraf Başmüdürlerine
gönderdiği genelgede, “özellikle İstanbul ’dan düşman bildirilerini alıp
Anadolu içine yayanlar ve Anadolu haberleşmesini İstanbul ’a verenler, casus
kabul edilerek derhal ve şiddetle cezalandırılacaktır” diyerek, yetkilileri
uyardı. 36
DİPNOTLAR
1
“Mustafa Kemal” B. Méchin,
Bilgi Yay., Ank.-1997, sf.179
2
a.g.e. sf.179
3
“Çankaya”, Falih Rıfkı Atay,
Sena Mat., İst.-1980, sf.198
4
a.g.e. sf.199
5
“Nutuk”, Mustafa Kemal Atatürk,
I.Cilt, T. T. K. Bas., 4.Bas., Ank.-1999, sf.479
6
“Bozkurt”, H.C.Armstrong,
Arba Yay., İstanbul-1996, sf.98
7
“Mustafa Kemal” B. Méchin,
Bilgi Yay., Ank.-1997, sf.181
8
a.g.e. sf.182
9
“Erzurum’dan Ölümüne Kadar
Atatürk’le Beraber”, M. M. Kansu, II.Cilt, T. T. K. Yay., 3.Bas.,
Ank.-1988, sf.527 ve 534
10
“Nutuk”, M. K. Atatürk,
I.Cilt, T. T. K. Bas., 4.Bas., 1999, sf.479
11
a.g.e. sf.479 ve “Tarih IV-Kemalist Eğitimin Tarih
Dersleri” Kaynak Yay., 3.Bas., İst.-2001, sf.44
12
“Nutuk”, M. K. Atatürk,
I.Cilt, T. T. K. Bas., 4.Bas.,1999, sf.475
13
“Tarih IV-Kemalist Eğitimin Tarih
Dersleri” Kaynak Yay., 3.Bas., İst.-2001, sf.43
14
“Mustafa Kemal” B. Méchin,
Bilgi Yay., Ank.-1997, sf.182
15
a.g.e. sf.182
16
a.g.e. sf.182
17
“Bozkurt”, H.C.Armstrong,
Arba Yay., İst.-1996, sf.98-99
18
a.g.e. sf.98
19
a.g.e. sf.98-99
20
“Atatürk” L.Kinross,
Altın Kit. Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.249
21
a.g.e. sf.249
22
“Tek Adam” Ş.S. Aydemir,
II.Cilt, Remzi Kit., 8.Bas.,1981, sf.202
23
“Nutuk”, M.K. Atatürk,
I.Cilt, T. T.K. Bas., 4.Bas.,1999, sf.499
24
“Tek Adam” Ş.S.Aydemir,
II.Cilt, Remzi Kit.,8.Bas,1981, sf.207
25
“İki Devrin Perde Arkası” H.Ertürk,
sf.289; ak. A. M. Şamsutdinov, “Türkiye Ulusal Kurtuluş Savaşı Tarihi 1918-1923” Doğan Kitap,
İst.-1999, sf.115
26
a.g.e. sf.115
27
“Tarih IV-Kemalist Eğitimin Tarih
Dersleri” Kaynak Yay., 3.Bas., İst.-2001, sf.48
28
“Türkiye Ulusal Kurtuluş Savaşı
Tarihi 1918-1923”
Doğan Kitap, İstanbul-1999, sf.114
29
“Tek Adam” Ş.S.Aydemir,
II.Cilt, Remzi Kit, 8. Bas.,1981, sf.207-208
30
“Atatürk” L.Kinross,
Altın Kit. Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.251
31
“Tek Adam” Ş.S.Aydemir,
II.Cilt, Remzi Kit., 8. Bas.,1981, sf.208
32
“Kaynakçalı Atatürk Günlüğü”
U.Kocatürk, T. İş Ban. Yay., sf.138
33
a.g.e. sf.138
34
a.g.e. sf.138
35
a.g.e. sf.138
36
a.g.e. sf.139
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder