31 Mart 2014 Pazartesi

CUMHURİYET HALK PARTİSİ-1 (KURULUŞ)


Yaklaşık birbuçuk yıl içinde yapılacak üç önemli seçimden, yerel yönetimlerle ilgili olanı 30 Mart'da yapıldı. Halkın önemli bir bölümü, son dönemde siyasi ve insani ahlakla bağdaşmayan olayların yaşanması nedeniyle, yönetim erkini elinde bulunduranların güç yitireceğini bekliyordu. Bu beklenti gerçekleşmedi. CHP ve MHP ancak AKP kadar oy alabildi. Acaba daha iyi bir sonuç elde edebilirler miydi? Bu soruya yanıt vermek gerekir. Bunun için bu iki partinin, özellikle de CHP'nin; bugünkü yapısını, halkla ilişkilerini ve tarihsel köklerini incelemek gerekir. Cumhuriyeti kuran, devrimleri gerçekleştiren ve Türkiye'yi çağa taşıyan bir parti nasıl oluyor da karşı devrimci bir parti karşısında bir varlık gösteremiyor? CHP'nin kuruluşu ve günümüze dek geçirdiği süreç incelendiğinde bu soruya bir yanıt bulunabileceği kanısındayız. Dört bölüm halinde hazırladığımız yazıları bu amaçla yayınlıyoruz.



Cumhuriyet Halk Partisi’nin Kökleri

Hakimiyeti Milliye ve Yeni Gün gazeteleri, 7 Aralık 1922’de, Mustafa Kemal’in bir açıklamasını yayınladı. Açıklamada, “halktan gördüğüm sevgi ve güvene layık olabilmek için sıradan bir vatandaş olarak, yaşantım boyunca sürdürmek ve ülke yararına adamak amacıyla, halkçılık temelinde ve ‘Halk Fırkası’ adıyla bir parti kurmak istiyorum” deniyor1 ve ülkenin siyasi geleceğiyle ilgilenen aydın ve düşünürler, konuyla ilgili tartışmaya çağrılıyordu. Atatürk, bu çağrıdan yaklaşık bir ay sonra, aynı konuyu halkla görüşmek üzere, uzun bir yurt gezisine çıkacak ve Eskişehir, İzmit, İzmir ve Balıkesir’de, kurulacak parti ile ilgili ünlü konuşmalarını yapacaktır.
Mustafa Kemal, her biri yedi sekiz saat süren toplantılarda, önceden hazırlanmış bir parti programını ve parti örgütünü halkın önüne koymak yerine, program ve partinin halkla birlikte hazırlanmasının doğru olacağını, bunun için çaba gösterildiğini söylüyordu. Aydınlar arasında başlamış olan parti tartışmalarıyla ilgili bilgiler veriyor, toplantılara katılanlardan “hiç çekinmeden ve her konuda” soru sormalarını, görüş bildirmeleri istiyordu.2
Toplantılarda, yeni yönetim biçimi, parti ve örgütlenme konularında görüşlerini şöyle açıklıyordu: “Millet, daha önce olduğu gibi, çıkarcı gurupların kurduğu partilerin peşinden gitmemeli, kendi program ve partisini yaratarak siyasi eyleme dolaysız katılmalıdır; her görüşten yurttaşın üye olduğu Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk örgütlerinden ve bu örgütlerin yarattığı ulusal birikimden yararlanılmalıdır; kurulacak parti, halkçılık programı üzerinde yükselmeli, bu nedenle adı Halk Partisi (fırkası) olmalıdır. Tam bağımsızlık ve kayıtsız koşulsuz egemenlik ilkelerine dayanan bir politika izleyecek olan bu parti, ulusun tümünü kapsamalıdır. Sınıfsal değil, ulusal olmalıdır. Gönenç ve mutlulukları, ulusal birliğin sağlanmasına bağlı olan tüm halk kesimlerinin, aynı parti içinde örgütlenmesi gerekir. Bu parti aynı zamanda, halka siyasi eğitim veren bir okul olmalıdır. Millet karşısında dürüst ve namuslu olmak, halka her zaman doğruyu söylemek gerekir. Kimsenin kendini halkın üstünde görmeye hakkı yoktur...” 3
Mustafa Kemal, 19 Ocak 1923’te yaptığı ve 7,5 saat süren İzmit konuşmasında, parti konusundaki görüşlerini şu sözlerle bitirir: “Benim ve hepimizin, düşünmek zorunda olduğu şey, bu ülke ve bu milleti gerçekten kurtarabilecek beyinlerin, vatanseverlerin bir araya gelmesini sağlamaktır. Bu yetenekte olan insanlar her nerede ise, onları alıp milletin geleceğini yürütme işini verdiğimiz meclisin içine koymak gerekir. Davranışlarımızın belirlenmesinde akıl, bilim, deneyim egemen olmalıdır. Somut ve köklü adımlar atmak zorundayız.” 4

Müdafaa –i Hukuk’tan “9 Umde” ye


İkinci Meclis için yapılacak seçimlerde kullanılacak bildiri, parti tartışmalarının belirli bir aşamasında, 8 Nisan 1923’te yayınlandı. Aydın ve uzmanların, İzmir İktisat Kongresi’nin ve halkın görüşlerinin değerlendirilerek hazırlanan bu bildiriye, Dokuz Umde (ilke) adı verildi. Bu bildiri, kurulacak olan Halk Fırkası’nın programı için, bir ön taslak işlevini gördü. Ocak ve Şubat aylarında, halkla yapılan toplantılarda ele alınan konuların hemen tümü, kısa özetler halinde Dokuz Umde bildirisi içinde yer aldı.5
Dokuz Umde bildirisi, İkinci Meclis’i oluşturacak genel seçimlerde Müdafaa-i Hukuk’un seçim bildirgesi olarak yayımlandı. Bildirinin, seçim bildirgesi olması yanında bir başka önemli işleve daha vardı. Kurulması düşünülen Halk Fırkası, program olarak, kalın çizgilerle de olsa, bir anlamda halkın görüş ve onayına sunuluyordu.
Seçim sonuçları, halkın bu onayı verdiğinin açık göstergesi oldu. Hemen tüm milletvekillerini Müdafaa-i Hukuk adayları kazanmıştı. Bu sonuç üzerine, seçimi kazanan milletvekilleri, seçildikleri 7 Ağustos’tan 11 Eylül’e dek yaptıkları toplantılarla, kurulacak partinin tüzüğünü hazırladılar. 23 Ekim 1923’te, yani Cumhuriyet’in ilanından bir hafta önce, İçişleri Bakanlığına, Genel Başkan olarak Mustafa Kemal, Genel Sekreter olarak Recep Peker’in imzaladığı bir dilekçe verildi ve Halk Fırkası resmen kuruldu.6

Müdafaa-i Hukuk’tan Cumhuriyet Halk Fırkasına

Yeni Parti, hemen tümüyle, Sivas’ta ortaya çıkan ve Kurtuluş Savaş’ını gerçekleştiren Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin örgütsel ve düşünsel temelleri üzerine oturuyordu. Bu nedenle, yeni bir kuruluştan çok, Müdafaa-i Hukuk örgütlerinin yeni bir yapıya dönüşmesini yansıtan bir girişimdi. Bu o denli belirgindi ki, partinin gerçek kuruluşu olarak 23 Ekim 1923 değil, 4-11 Eylül 1919 yani Sivas Kongresi kabul edildi. Bugün kuruluş günü sayılarak kutlamalar yapılan 9 Eylül 1923, Halk Fırkası tüzüğünün kabul edildiği gündür.
Sivas Kongresi’nin Halk Fırkası’nın kuruluşu olarak kabul edilmesi, nedensiz değildi. Anadolu ve Rumeli Müdafaa-ı Hukuk Cemiyeti, her türlü particilik akımı dışında kalarak, değişik görüşten insanları bir araya getirmiş ve ulusal bir siyaset geliştirmişti. Şimdi yapılmak istenen, aynı anlayışla siyasi bir parti yaratmak ve sınıf ya da zümre ayrımı gözetmeden tüm ulusu bu parti aracılığıyla devrime katmaktı.
Müdafaa-i Hukuk, ulusalcı duruşuyla Kurtuluş Savaşı’nı hangi anlayışla başarıya ulaştırmış ise, Halk Fırkası da toplumsal gelişimi sağlayacak devrimleri aynı anlayışla gerçekleştirecekti. Kurtuluş Savaşı sonrası kurulacak bir siyasi parti, meşruiyetini bu savaştan, bağlı olarak bu savaşı yürüten Müdafaa-i Hukuk anlayışından almak zorundaydı; bu nesnel bir zorunluluktu.
Halk Fırkası, 23 Kasım 1924’de adını, Cumhuriyet Halk Fırkası olarak değiştirdi ve uzunca bir hazırlık döneminden sonra, üye kaydederek örgütlenmeye başladı. Üye alımında, özellikle yönetici belirlemede, dikkatli davranılıyordu. İktidar partisi olması nedeniyle, partiye üstelik yoğun biçimde çıkarcılar da yönelmişti. Ulusal savaşıma duyarsız kalan, hatta karşı çıkan kimi insanlar, coşkulu cumhuriyetçiler olmuş, geçmişlerini gizleyerek Halk Fırkası’na geliyordu. Bu olumsuzluk, bir yandan üye başvurularındaki denetimlerle, bir yandan da Müdafaa-i Hukuk hareketinin sınanmış kadrolarının, etkin görevlere getirilmesiyle aşılmaya çalışıldı.
9 Eylül 1923’te kabul edilen tüzük (nizamname), tüzükten çok programa benziyor ya da bir başka deyişle, tüzük ve program işlevini birlikte yerine getiriyordu. Tüzüğün Birinci maddesine göre, parti (fırka) bir devrim (inkılab) partisiydi ve ancak halktan yana olan kişiler partiye üye olabilirdi.7 Aynı madde partinin; “ulusal egemenliğin halk tarafından halk için uygulanmasına” öncülük etmeyi, Türkiye’yi “çağdaş bir devlete yükseltmeyi” ve “yasa egemenliğini bütün güçlerin üzerine çıkarmayı” amaç edindiğini açıklıyordu.8

Halkın Örgütlenmesi

Tüzükte dile getirilen eşitlikçi anlayış, yeni ve önemli bir yaklaşımdı. Ancak, bundan daha önemli olan bu anlayışın somutlanması için önerilen örgütlenme biçimiydi. Ulusal egemenlik haklarını, eşit olarak tüm halk kesimlerine kullandırmak için, parti örgütlerinin köylere dek yaygınlaştırılması öngörülüyordu.
Devlet siyasetinin belirlenmesi”nde, “köyler ve köy parti kongreleri” temel alınıyordu 9, Bu konuda tüzüğün 75, 76 ve 78. maddelerinde şöyle söyleniyordu: “Fırka üyeleri ve on sekiz yaşını bitirmiş olan köy ve mahalle halkından her kişi, halk kongresinin doğal üyesidir... Kongreler, yörenin koşullarına göre uygun bir yerde ya da köy meydanında toplanır... Kongrelerde başkan ve bir yazman seçilir, nahiye kongresine önerilecek konular saptanır ve ocak üyeleri seçilir...” 10
Tüzük, köy kongrelerinde seçilen delegelerin bucak, bucakta seçilenlerin ilçe, ilçe delegelerinin de il kongrelerine katılmasını öngörüyordu. Katılım, biçimsel düzeyde bırakılmıyor, köy ve köylü sorunlarının partinin genel merkez kongrelerine, sorunun gerçek sahipleri, yani köylü temsilcileri tarafından götürülmesi isteniyordu. Halk Fırkası, hükümet işleri ve devlet siyasetinde, ilk önerme hakkını köy kongresine vererek, Türkiye’de ilk kez ve eylemli olarak, köylüyü siyasi haklarını en geniş biçimde kullanmaya davet ediyordu. Bu daveti, yazılı hale getirerek tüzüğüne almıştı. Siyasi katılımcılığın ileri bir aşamasını oluşturan bu yaklaşım Batı’da, yalnızca o dönemde değil, bugün dahil hiçbir dönemde görülmemiştir. Köy eğitmeni programları ve köy enstitüleriyle uygulamaya sokulup geliştirilen bu girişim, 1945’ten sonra ortadan kaldırılacaktır.

DİPNOTLAR


1 “Kaynakçalı Atatürk Günlüğü” Prof.Utkan Kocatürk T.İş Ban. Yay., sf.220
2 “Atatürk’ün Resmi Yayınlara Girmemiş Söylev, Demeç, Yazışma ve Söyleşileri” Sadi Borak, Kaynak Yay., 2.Basım, 1997, sf.217
3 a.g.e. sf.217 – 224 ve “Eskişehir ve İzmit Konuşmaları” Kaynak Yay., 1993, sf.237, “Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri–IV” Kaynak Yay., 3. Bas.2001, sf.169
4 “Eskişehir ve İzmit Konuşmaları” Kaynak Yay., 1993, sf.237 – 239
5 Büyük Larousse, Gelişim Yay., 6.Cilt, sf.3251
6 “Türkiye’de Siyasi Partiler” Prof.T.Z.Tunaya, Arba Yay., 2.Bas. 1995, sf.559
7 Büyük Larousse, Gelişim Yay., 4.Cilt, sf.2506
8 “Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri–IV” Kaynak Y., 3 Bas. sf.169
9 a.g.e. sf.170
10 a.g.e. sf.170

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder