Yaklaşık
birbuçuk yıl içinde yapılacak üç önemli seçimden, yerel
yönetimlerle ilgili olanı 30 Mart'da yapıldı. Halkın önemli bir bölümü,
son dönemde siyasi ve insani ahlakla bağdaşmayan olayların
yaşanması nedeniyle, yönetim erkini elinde bulunduranların güç
yitireceğini bekliyordu. Bu beklenti gerçekleşmedi. CHP ve MHP
ancak AKP kadar oy alabildi. Acaba daha iyi bir sonuç elde
edebilirler miydi? Bu soruya yanıt vermek gerekir. Bunun için bu
iki partinin, özellikle de CHP'nin; bugünkü yapısını, halkla
ilişkilerini ve tarihsel köklerini incelemek gerekir. Cumhuriyeti
kuran, devrimleri gerçekleştiren ve Türkiye'yi çağa taşıyan
bir parti nasıl oluyor da karşı devrimci bir parti karşısında
bir varlık gösteremiyor? CHP'nin kuruluşu ve günümüze dek
geçirdiği süreç incelendiğinde bu soruya bir yanıt
bulunabileceği kanısındayız. Dört bölüm halinde hazırladığımız yazıları bu amaçla yayınlıyoruz.
Cumhuriyet
Halk Partisi’nin Kökleri
Hakimiyeti
Milliye ve
Yeni
Gün
gazeteleri, 7 Aralık 1922’de, Mustafa
Kemal’in
bir açıklamasını yayınladı.
Açıklamada, “halktan
gördüğüm sevgi ve güvene layık olabilmek için sıradan bir
vatandaş olarak, yaşantım boyunca sürdürmek ve ülke yararına
adamak amacıyla, halkçılık temelinde ve ‘Halk Fırkası’
adıyla bir parti kurmak istiyorum”
deniyor1
ve
ülkenin siyasi geleceğiyle ilgilenen aydın ve düşünürler,
konuyla ilgili tartışmaya çağrılıyordu. Atatürk,
bu çağrıdan yaklaşık bir ay sonra, aynı konuyu halkla görüşmek
üzere, uzun bir yurt gezisine çıkacak ve Eskişehir, İzmit, İzmir
ve Balıkesir’de, kurulacak parti ile ilgili ünlü konuşmalarını
yapacaktır.
Mustafa
Kemal,
her biri yedi sekiz saat süren toplantılarda, önceden hazırlanmış
bir parti programını ve parti örgütünü halkın önüne koymak
yerine, program ve partinin halkla birlikte hazırlanmasının doğru
olacağını, bunun için çaba gösterildiğini söylüyordu.
Aydınlar arasında başlamış olan parti tartışmalarıyla ilgili
bilgiler veriyor, toplantılara katılanlardan “hiç
çekinmeden ve her konuda” soru
sormalarını, görüş bildirmeleri istiyordu.2
Toplantılarda,
yeni yönetim biçimi, parti ve örgütlenme konularında görüşlerini
şöyle açıklıyordu: “Millet,
daha önce olduğu gibi, çıkarcı gurupların kurduğu partilerin
peşinden gitmemeli, kendi program ve partisini yaratarak siyasi
eyleme dolaysız katılmalıdır; her görüşten yurttaşın üye
olduğu Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk örgütlerinden ve bu
örgütlerin yarattığı ulusal birikimden yararlanılmalıdır;
kurulacak parti, halkçılık programı üzerinde yükselmeli, bu
nedenle adı Halk Partisi (fırkası) olmalıdır. Tam bağımsızlık
ve kayıtsız koşulsuz egemenlik ilkelerine dayanan bir politika
izleyecek olan bu parti, ulusun tümünü kapsamalıdır. Sınıfsal
değil, ulusal olmalıdır. Gönenç ve mutlulukları, ulusal
birliğin sağlanmasına bağlı olan tüm halk kesimlerinin, aynı
parti içinde örgütlenmesi gerekir. Bu parti aynı zamanda, halka
siyasi eğitim veren bir okul olmalıdır. Millet karşısında
dürüst ve namuslu olmak, halka her zaman doğruyu söylemek
gerekir. Kimsenin kendini halkın üstünde görmeye hakkı
yoktur...” 3
Mustafa
Kemal,
19 Ocak 1923’te yaptığı ve 7,5 saat süren İzmit konuşmasında,
parti konusundaki görüşlerini şu sözlerle bitirir: “Benim
ve hepimizin, düşünmek zorunda olduğu şey, bu ülke ve bu
milleti gerçekten kurtarabilecek beyinlerin, vatanseverlerin bir
araya gelmesini sağlamaktır. Bu yetenekte olan insanlar her nerede
ise, onları alıp milletin geleceğini yürütme işini verdiğimiz
meclisin içine koymak gerekir. Davranışlarımızın
belirlenmesinde akıl, bilim, deneyim egemen olmalıdır. Somut ve
köklü adımlar atmak zorundayız.” 4
Müdafaa –i Hukuk’tan “9 Umde” ye
İkinci
Meclis için yapılacak seçimlerde kullanılacak bildiri, parti
tartışmalarının belirli bir aşamasında, 8 Nisan 1923’te
yayınlandı. Aydın ve uzmanların, İzmir
İktisat Kongresi’nin
ve halkın görüşlerinin değerlendirilerek hazırlanan bu
bildiriye, Dokuz
Umde
(ilke)
adı verildi. Bu bildiri, kurulacak olan Halk
Fırkası’nın
programı için, bir ön taslak işlevini gördü. Ocak ve Şubat
aylarında, halkla yapılan toplantılarda ele alınan konuların
hemen tümü, kısa özetler halinde Dokuz
Umde
bildirisi içinde yer aldı.5
Dokuz
Umde
bildirisi, İkinci
Meclis’i
oluşturacak genel seçimlerde Müdafaa-i
Hukuk’un
seçim bildirgesi olarak yayımlandı. Bildirinin, seçim bildirgesi
olması yanında bir başka önemli işleve daha vardı. Kurulması
düşünülen Halk
Fırkası,
program olarak, kalın çizgilerle de olsa, bir anlamda halkın görüş
ve onayına sunuluyordu.
Seçim
sonuçları, halkın bu onayı verdiğinin açık göstergesi oldu.
Hemen tüm milletvekillerini Müdafaa-i
Hukuk
adayları kazanmıştı. Bu sonuç üzerine, seçimi kazanan
milletvekilleri, seçildikleri 7 Ağustos’tan 11 Eylül’e dek
yaptıkları toplantılarla, kurulacak partinin tüzüğünü
hazırladılar. 23 Ekim 1923’te, yani Cumhuriyet’in ilanından
bir hafta önce, İçişleri Bakanlığına, Genel Başkan olarak
Mustafa
Kemal,
Genel Sekreter olarak Recep
Peker’in
imzaladığı bir dilekçe verildi ve Halk
Fırkası
resmen kuruldu.6
Müdafaa-i
Hukuk’tan Cumhuriyet Halk Fırkasına
Yeni
Parti, hemen tümüyle, Sivas’ta ortaya çıkan ve Kurtuluş
Savaş’ını gerçekleştiren Anadolu
ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin
örgütsel ve düşünsel temelleri üzerine oturuyordu. Bu nedenle,
yeni bir kuruluştan çok, Müdafaa-i
Hukuk
örgütlerinin yeni
bir yapıya dönüşmesini
yansıtan bir girişimdi. Bu o denli belirgindi ki, partinin gerçek
kuruluşu olarak 23 Ekim 1923 değil, 4-11 Eylül 1919 yani Sivas
Kongresi
kabul edildi. Bugün kuruluş günü sayılarak kutlamalar yapılan 9
Eylül 1923, Halk Fırkası tüzüğünün kabul edildiği gündür.
Sivas
Kongresi’nin Halk
Fırkası’nın
kuruluşu olarak kabul edilmesi, nedensiz değildi. Anadolu
ve Rumeli Müdafaa-ı Hukuk Cemiyeti,
her türlü particilik akımı dışında kalarak, değişik görüşten
insanları bir araya getirmiş ve ulusal bir siyaset geliştirmişti.
Şimdi yapılmak istenen, aynı anlayışla siyasi bir parti yaratmak
ve sınıf ya da zümre ayrımı gözetmeden tüm ulusu bu parti
aracılığıyla devrime katmaktı.
Müdafaa-i
Hukuk,
ulusalcı duruşuyla Kurtuluş Savaşı’nı hangi anlayışla
başarıya ulaştırmış ise, Halk
Fırkası
da toplumsal gelişimi sağlayacak devrimleri aynı anlayışla
gerçekleştirecekti. Kurtuluş Savaşı sonrası kurulacak bir
siyasi parti, meşruiyetini bu savaştan, bağlı olarak bu savaşı
yürüten Müdafaa-i
Hukuk
anlayışından almak zorundaydı; bu nesnel bir zorunluluktu.
Halk
Fırkası,
23 Kasım 1924’de adını, Cumhuriyet
Halk Fırkası
olarak değiştirdi ve uzunca bir hazırlık döneminden sonra, üye
kaydederek örgütlenmeye başladı. Üye alımında, özellikle
yönetici belirlemede, dikkatli davranılıyordu. İktidar partisi
olması nedeniyle, partiye üstelik yoğun biçimde çıkarcılar da
yönelmişti. Ulusal savaşıma duyarsız kalan, hatta karşı çıkan
kimi insanlar, coşkulu
cumhuriyetçiler
olmuş, geçmişlerini gizleyerek Halk
Fırkası’na
geliyordu. Bu olumsuzluk, bir yandan üye başvurularındaki
denetimlerle, bir yandan da Müdafaa-i
Hukuk
hareketinin sınanmış kadrolarının, etkin görevlere
getirilmesiyle aşılmaya çalışıldı.
9
Eylül 1923’te kabul edilen tüzük
(nizamname),
tüzükten çok programa benziyor ya da bir başka deyişle, tüzük
ve program işlevini birlikte yerine getiriyordu. Tüzüğün Birinci
maddesine göre, parti (fırka) bir devrim
(inkılab) partisiydi
ve ancak halktan yana olan kişiler partiye üye olabilirdi.7
Aynı madde partinin; “ulusal
egemenliğin halk tarafından halk için
uygulanmasına”
öncülük etmeyi, Türkiye’yi “çağdaş
bir devlete yükseltmeyi”
ve “yasa
egemenliğini bütün güçlerin üzerine çıkarmayı”
amaç edindiğini açıklıyordu.8
Halkın
Örgütlenmesi
Tüzükte
dile getirilen eşitlikçi anlayış, yeni ve önemli bir yaklaşımdı.
Ancak, bundan daha önemli olan bu anlayışın somutlanması için
önerilen örgütlenme biçimiydi. Ulusal
egemenlik
haklarını,
eşit olarak tüm halk kesimlerine kullandırmak için, parti
örgütlerinin köylere dek yaygınlaştırılması öngörülüyordu.
“Devlet
siyasetinin belirlenmesi”nde,
“köyler
ve köy parti kongreleri”
temel alınıyordu 9,
Bu konuda tüzüğün 75, 76 ve 78. maddelerinde şöyle
söyleniyordu: “Fırka
üyeleri ve on sekiz yaşını bitirmiş olan köy ve mahalle
halkından her kişi, halk kongresinin doğal üyesidir... Kongreler,
yörenin koşullarına göre uygun bir yerde ya da köy meydanında
toplanır... Kongrelerde başkan ve bir yazman seçilir, nahiye
kongresine önerilecek konular saptanır ve ocak üyeleri seçilir...”
10
Tüzük,
köy
kongrelerinde seçilen delegelerin bucak, bucakta seçilenlerin ilçe,
ilçe delegelerinin de il kongrelerine katılmasını öngörüyordu.
Katılım, biçimsel düzeyde bırakılmıyor, köy ve köylü
sorunlarının partinin genel merkez kongrelerine, sorunun gerçek
sahipleri, yani köylü temsilcileri tarafından götürülmesi
isteniyordu. Halk
Fırkası,
hükümet işleri ve devlet siyasetinde, ilk
önerme hakkını
köy kongresine vererek, Türkiye’de ilk kez ve eylemli olarak,
köylüyü siyasi haklarını en geniş biçimde kullanmaya davet
ediyordu. Bu daveti, yazılı hale getirerek tüzüğüne almıştı.
Siyasi katılımcılığın ileri bir aşamasını oluşturan bu
yaklaşım Batı’da, yalnızca o dönemde değil, bugün dahil
hiçbir dönemde görülmemiştir. Köy eğitmeni programları ve köy
enstitüleriyle uygulamaya sokulup geliştirilen bu girişim,
1945’ten sonra ortadan kaldırılacaktır.
DİPNOTLAR
1 “Kaynakçalı
Atatürk Günlüğü” Prof.Utkan
Kocatürk
T.İş Ban. Yay., sf.220
2 “Atatürk’ün
Resmi Yayınlara Girmemiş Söylev, Demeç, Yazışma ve Söyleşileri”
Sadi Borak,
Kaynak Yay., 2.Basım, 1997, sf.217
3 a.g.e.
sf.217 – 224 ve “Eskişehir
ve İzmit Konuşmaları” Kaynak
Yay., 1993, sf.237, “Kemalist
Eğitimin Tarih Dersleri–IV”
Kaynak Yay., 3. Bas.2001, sf.169
4 “Eskişehir
ve İzmit Konuşmaları”
Kaynak Yay., 1993, sf.237 – 239
5 Büyük
Larousse, Gelişim Yay., 6.Cilt, sf.3251
6 “Türkiye’de
Siyasi Partiler” Prof.T.Z.Tunaya,
Arba Yay., 2.Bas. 1995, sf.559
7 Büyük
Larousse, Gelişim Yay., 4.Cilt, sf.2506
8 “Kemalist
Eğitimin Tarih Dersleri–IV”
Kaynak Y., 3 Bas. sf.169
9 a.g.e.
sf.170
10 a.g.e.
sf.170
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder