Yaklaşık
birbuçuk yıl içinde yapılacak üç önemli seçimden, yerel
yönetimlerle ilgili olanı 30 Mart'da yapıldı. Halkın önemli bir
bölümü, son dönemde siyasi ve insani ahlakla bağdaşmayan
olayların yaşanması nedeniyle, yönetim erkini elinde
bulunduranların güç yitireceğini bekliyordu. Bu beklenti
gerçekleşmedi. CHP ve MHP ancak AKP kadar oy alabildi. Acaba daha
iyi bir sonuç elde edebilirler miydi? Bu soruya yanıt vermek
gerekir. Bunun için bu iki partinin, özellikle de CHP'nin; bugünkü
yapısını, halkla ilişkilerini ve tarihsel köklerini incelemek
gerekir. Cumhuriyeti kuran, devrimleri gerçekleştiren ve Türkiye'yi
çağa taşıyan bir parti nasıl oluyor da karşı devrimci bir
parti karşısında bir varlık gösteremiyor? CHP'nin kuruluşu ve
günümüze dek geçirdiği süreç incelendiğinde bu soruya bir
yanıt bulunabileceği kanısındayız. Dört bölüm halinde
hazırladığımız yazıları bu amaçla yayınlıyoruz.
2.Büyük
Kurultay
Cumhuriyet’in
ilanından sonra adına Cumhuriyet
sözcüğünü
ekleyen Halk
Fırkası,
İkinci Büyük Kongresi’ni 15-23 Ekim 1927’de yaptı. Bu
Kongre’nin, parti ve Cumhuriyet tarihi açısından önemli bir
yeri vardır. Birinci Kongre kabul edilen Sivas Kongresi’nden sonra
geçen sekiz yıl içinde; bağımsızlık savaşı kazanılmış,
saltanat ve hilafet kaldırılmış, Cumhuriyet kurulmuş ve karşı
devrim çıkışları bastırılarak yeni bir devlet, yeni bir toplum
yaratılmıştı. Kongre’ye anlam ve heyecan katan, bunca işin
gerçekleştirilmesinden sonra ilk kez ve üstelik siyasi parti
olarak toplanılması ve Mustafa
Kemal’in
sekiz yıllık savaşımının öyküsünü (NUTUK), belgeleriyle
birlikte bu kongrede açıklamasıydı.
Mustafa
Kemal,
apayrı önemi olan bu Kongre’yi şu sözlerle açmıştır:
“Fırkamız,
milletimizin hayatı ve şerefi için gösterdiği yüksek azim ve
iradenin temsilcisi olarak, bundan sekiz yıl önce ve acılı yıllar
içinde ortaya çıkmıştı. Bütün Anadolu ve Rumeli’yi kapsamak
üzere ilk genel kongremizi Sivas’ta yapmıştık... O gün
kullandığımız ünvanla bugünkü ünvanımız arasında fark
vardır. Ancak, örgüt esas olarak korunmuş ve bugün, siyasi fırka
halinde beliren varlığa kaynaklık etmiştir. Ülke ve milletin,
esenlik ve gönencini sağlamaktan oluşan genel amaç, niteliği
değiştirilmeksizin sürdürülmüştür. Bu
nedenle
diyebiliriz ki, bugün açılışıyla övünç duyduğum büyük
kongremiz, Sivas Kongresi’nden sonra örgütümüzün ikinci büyük
kongresi olmaktadır.” 1
İlkeler
1927
Kongresi’nin bir başka önemli yanı, tüzüğün, örgütlenme
anlayışında bir değişiklik olmadan geliştirilerek, 123 maddelik
kapsamlı bir tüzük durumuna getirilmesiydi.2
Yeni tüzükte; cumhuriyetçilik,
milliyetçilik
ve halkçılık
partinin temel ilkeleri haline getiriliyor; laiklik
sözcüğü kullanılmamakla birlikte, “devlet
ve millet işlerinde din ve dünyayı birbirinden ayırmanın”
önemli bir ilke sayıldığı açıklanıyordu.3
İkinci Kongre’de, tüzük değişikliklerinden başka; sosyalist
enternasyonalin katılım daveti reddediliyor 4,
Türk Ocakları parti denetimine alınıyor 5
ve
ekonomik uygulamalarda bundan böyle “ulus
yararına uygunluğun esas alınacağı” 6
kabul
ediliyordu.
Nutuk
Mustafa
Kemal’in,
Halk Fırkası İkinci Büyük Kongresinde okuduğu Nutuk,
yalnızca Cumhuriyet tarihinde değil, dünya siyasi tarihinde de
benzeri olmayan bir ilk örnektir. Okunması 36,5 saat süren ve
etkileyici bir anlatımı olan Nutuk,
ülkenin Birinci Dünya Savaşı sonrasındaki durumunun
açıklanmasıyla başlar, ulusal savaşımın tüm aşamalarını ve
Kurtuluş
sonrası siyasi gelişmeleri belgeleriyle birlikte ele alır ve
Cumhuriyet’in yaşatılması için gelecek kuşaklara görevlerini
hatırlatan Gençliğe
Sesleniş
ile son bulur. Atatürk,
Nutuk’u,
Gençliğe
Sesleniş’ten
hemen önce söylediği duygu yüklü şu sözlerle bitirir:
“Saygıdeğer
efendiler, sizi günlerce meşgul eden uzun ve ayrıntılı
açıklamalarım, sonuç olarak geçmişte kalan bir devrin
hikâyesidir. Burada, milletim için ve gelecekteki evlatlarımız
için, dikkat ve uyanıklığı davet edebilecek bazı noktalar
belirtebilmişsem kendimi bahtiyar sayacağım.
Efendiler,
açıklamalarımla milli hayatı son bulmuş sanılan büyük bir
milletin, bağımsızlığını, bilim ve tekniğin en son
kurallarına dayanarak milli ve çağdaş bir devleti nasıl
kurduğunu anlatmaya çalıştım. Bugün ulaştığımız sonuç,
yüzyıllardan beri çekilen milli felaketlerin son bulması ve bu
aziz vatanın her köşesini sulayan kanların bedelidir. Bu sonucu
Türk gençliğine emanet ediyorum.
Ey
Türk Gençliği,
Birinci
vazifen Türk istiklalini, Türk Cumhuriyeti’ni ilelebet muhafaza
ve müdafaa etmektir...” 7
Altıok
1927
Kongresi’nde kabul edilen üç temel ilkeye, 1931’de üç ilke
daha eklendi ve Cumhuriyet
Halk Fırkası’nın
olduğu kadar, Türkiye Cumhuriyeti
Devleti’nin de temelini oluşturan ünlü altı
ilke
kabul edildi. Cumhuriyetçilik,
milliyetçilik,
halkçılık,
laiklik,
devletçilik
ve devrimcilikten
oluşan ilkeler, altıok’la
ifade edilerek Cumhuriyet Halk Fırkası’nın simgesi oldu.
Altı
ilke,
1937’de yapılan bir değişiklikle anayasa
maddesi haline getirildi ve 27 Mayıs Anayasası’yla ortadan
kaldırıldığı 1961 yılına dek Anayasa’daki yerini korudu.
Cumhuriyet
Halk Fırkası
programı, amaç ve anlayış olarak toplumu tanımaya ve köklü bir
tarih bilincine dayanıyordu. Yalnızca bir parti programı değil,
bir ulusun verdiği ortak kararla, geleceğini belirleyen amaç ve
yönelişleri ortaya koyan, tümüyle milli bir uzlaşma belgesiydi.
Tarihten alınan derslere ve ülke gerçeklerine dayanıyor,
yenileşme önündeki tüm engelleri gidermeyi amaçlıyordu.
Birbirini tamamlayan iyi düşünülmüş sekiz bölümden oluşuyor
ve ulusun tümünü temsil etme işlevini, o güne dek hemen hiçbir
siyasi partide görülmeyecek kadar başarıyla yerine getiriyordu.
Halk
İçin Demokrasi
Türkiye
Cumhuriyeti’nin ilk dönemiyle ilgili kitap yazan yerli ya da
yabancı araştırmacıların bir bölümü, dönemdeki uygulamaları;
demokrasi
karşıtı, tek partililiğe dayanan diktatörlük ve tutuculuk
olarak tanımlar. Demokrasiyi,
halkın yönetime katılımını sağlayan bir devlet biçimi olarak
değil de, oy vermeyle sınırlı, yasal bir biçimsellik olarak
gören anlayış sahiplerinin, bu tür sığ ya da kasıtlı
yargılara varmaları olağandır. Bu tür insanlardan, Cumhuriyet
dönemi uygulamalarını gerçek boyutuyla kavramaları beklenemez.
1923-1938
arasında geçerli olan siyasal düzen ve bu düzenin biçim verdiği
parti yaşamı, yalnızca görünüşte tek partili sistemdir.
Nüfusun yüzde seksenini köylülüğün oluşturduğu, çağdaş
sınıfların oluşmadığı, sanayisiz bir toplumda yapılması
gereken; olmayan sınıflara, bu sınıfların olmayan bireylerine,
istemi olmayan özgürlükler getirmek değil, ulusal politikalar
geliştirecek siyasi birliğin sağlanmasıydı. Bu ise ancak ulusun
her kesimini temsil eden bir siyasi örgütün yaratılmasıyla
olanaklıydı. Böylesi yaygın bir temsilin, tek bir partiyle
gerçekleştirilmesi, bir istek sorunu değil, aynı zamanda bir
zorunluluktu. Atatürk
dönemi Cumhuriyet Halk Partisi’nde, çoğulculuğu temel alan bir
anlayışa bağlı kalınarak, tek
partiyle çok partililiği amaçlayan bir politika yürütülmüştür.
Tek
Partililik
Fransız
sosyal bilimci Maurice
Duverger,
Siyasi
Partiler
adlı kitabında tek
partili
siyasal sistemleri de inceler ve incelemesinde Atatürk
dönemi Cumhuriyet
Halk Partisi’ne
özel önem verir. Duverger
söz konusu kitapta, “tek
parti ve demokrasi tanımlarını yan yana getirmenin”
birçok kimseye, “kutsallığa
saygısızlık”
gibi aykırı geldiğini söyler ve önemli olanın “tek
parti-demokrasi
eşleştirmesinin”
yapılması değil, “böyle
bir eşleştirmenin, kimi zaman gerçeğe (demokrasiye
y.n.)
uyup uymadığını bulmak”
olduğunu ileri sürer. “Ne
tüm tek partiler totaliterdir, ne de tüm totaliter partiler tek
partidir”
diyerek 8
tek
parti’lerin
de demokratik olabileceğini kabul eder.
Duverger,
kabulünü kanıtlayacak örnek olarak,
1923’te Türkiye’de kurulmuş olan Cumhuriyet
Halk Partisi’ni
gösterir. Bu partinin, “dini
siyasetten ayıran
(anti-klerikal) akılcı
tutumu”,
“19.yüzyıl
liberalizmine yaklaşan
eğilimleri”
ve “1848
Avrupa milliyetçiliğine
benzeyen
görüşleriyle”;
20.yüzyıl
otoriter rejimlerinden çok “Fransız
Devrimi’ne ve 19. yüzyıl terminolojisine”
yaklaştığını ileri sürer. Ona göre,
“tek
partiye dayanan faşist rejimlerde her gün rastlanan otorite
savunuculuğunun yerini, Kemalist Türkiye’de demokrasi
savunuculuğu”
almıştır. Duverger
CHP
ile ilgili olarak şunları söyler: “Bazı
tek partiler, gerek felsefeleri ve gerekse yapıları bakımından
gerçek anlamda totaliter değildir. Bunun en iyi örneğini,
1923’ten 1946’ya kadar Türkiye’de tek parti olarak faaliyet
göstermiş bulunan Cumhuriyet Halk Partisi sağlamaktadır. Bu
partinin başta gelen özelliği, demokratik ideolojisidir...”
9
Cumhuriyet
Halk Partisinde Milletvekili Olmak
1927
Ağustosunda kamuoyuna yayınladığı bildiride, milletvekillerinin
sahip olmak zorunda oldukları özellikleri şöyle belirlemişti:
“CHP
milletvekilleri, milletvekili sanlarını özel ekonomik yaşantıları
uğruna küçük düşürmeyeceklerdir. Parti Genel Başkanlığı
(kendisi y.n.) bu
konuda özel titizliği gösterecektir. Sermayesinin çoğunluğu
devlete ait olan kuruluşlar ve şirketler ile özel sözleşmeye
dayanan imtiyazlı şirketlerde ve tekellerde, hükümetçe yönetim
kurullarına atananlar, milletvekili olamayacaklardır...” 10
Meclis’te
bugün yer alan milletvekillerinin nitelikleri, bunların nasıl,
hangi ölçütlerle ve kimler tarafından milletvekili yapıldığı
göz önüne getirildiğinde, Atatürk
dönemiyle günümüz arasındaki “demokrasi”
ayrımının ne olduğu açıkça görülecektir. Meclis’teki
milletvekillerini şimdi, parti başkanları belirliyor. Ancak, bu
belirleme bağımsızlık ve halkın gönencine yönelik ölçütlerle
değil, küresel merkezlerin istek ve önceliklerine göre yapılıyor.
Bu nedenle Atatürk
dönemi
uygulamaları halk için ne denli demokratikse,
çok partiyle bezenmiş günümüz parlamentarizmi de o denli
anti-demokratiktir.
Dördüncü
Büyük Kurultay
9-16
Mayıs 1935’te yapılan 4.Büyük Kongre, İkinci ve Üçüncü
Kongrelerde başlayan ideolojik ve örgütsel gelişimin en ileri
aşamasıdır. Kongre
yerine Kurultay,
fırka
yerine parti
sözcüklerinin kullanıldığı bu kongre, Atatürk’ün
katıldığı son CHP kongresidir.
Kongre’nin
Türk siyasi tarihinde iz bırakan iki önemli özelliği vardır.
Kemalist devrim, parti örgütlenmesi konusunda en olgun evresine bu
kongreyle ulaşmış ve bu nitelikte bir CHP Kongresi bir daha
yaşanmamıştır.
İkinci
olarak, 4. Kongrenin uygulama dönemi 26 Kasım 1938’de, yani
Atatürk’ün
ölümünden 15 gün sonra yapılan Olağanüstü
Kurultay’la
bitmiştir. 1935-1938 arasındaki üç yıllık 4.Kongre döneminin
sona erişi, aynı zamanda, sürekli devrimciliği temel alan
Kemalizm’den
geri dönüş döneminin başlangıcı olmuştur. Kemalist devrim,
kendisini koruyacak kadroları yetiştirmeye başladığı en verimli
döneminde, öndersiz kalması nedeniyle, karşı devrim niteliğinde
bir geri dönüşle karşılaşmıştır.
4.Kongre’de
tartışılan konular ve alınan kararlar, Sivas Kongresi’nden beri
sürdürülen on altı yıllık savaşımın oluşturduğu
örgütsel-ideolojik birikimi geliştirmiş, bu birikime biçim ve
içerik olarak yeni bir boyut kazandırmıştır. 1930’dan sonra
girişilen dil devriminin sonucu olarak parti programı öz Türkçe’ye
çevrilir. Tartışmalarda devrim,
örgüt,
bağlaşık,
işlev,
yönetim,
gelişim,
kesin
gibi sözcükler kullanılır.
Parti’nin
ideolojik temelini oluşturan altıok’un,
“ulusun ruhunda ve yurdun her yerinde yerleşmesi için bütün
kuvvetlerin harekete geçirilmesi”
kararı alınır. Sınıf, zümre ve cinsiyet ayrımı gözetmeyen
parti eyleminin; “her
yurttaşın istek ve ihtiyacına yanıt veren bir bütün” olduğu
söylenir.11
4.Kongre’de
kuramsal tartışma ve belirlemelerden başka, toplumun özellikle
emekçi kesimlerini ilgilendiren kararlar alındı. Tarım ve sanayi
sorunları, ticaret, toprak ve konut sorunu, işçi ve sosyal
güvenlik hakları, sağlık hizmetleri gibi pek çok alanda, daha
sonra yasalaştırılarak uygulanan yenilikler yapıldı.
Kararlara
göre, “çiftçiye
kredi bulunacak”
ancak “büyük
akar, depo ve apartman v.b. sahiplerine kredi verilmeyecektir”.
Yurttaş konut sahibi yapılacak, çiftçi topraklandırılacak ve
“büyük
özel araziler kamulaştırılacaktır”.
Bölge çıkarı, derebeylik, ağalık, aile ve cemaat ayrıcalıkları
ortadan kaldırılacaktır. Toplumsal yaşamın her alanında,
halkçılık anlayışı temel alınacaktır. Planlı ekonomiye
geçilecek, “planlama
devlet siyasetine de uygulanacaktır”.
Grev hakkı olmayacak ancak işçinin sömürülmesine izin
verilmeyecektir. Parti, “yüreği
nefretle dolu bir üretici kitlesinin oluşmasına”
izin vermeyecektir. İşçi ve esnaf, kendi meslek örgütlerinde bir
araya gelirken, halk ve gençlik, halkevleri aracılığıyla
örgütlenecektir.12
Kurultay
kararları, o dönemdeki siyasi canlılığa uygun olarak hızla
uygulamaya sokuldu ve son derece etkili oldu. Partiyle hükümet
arasındaki ilişkiler, hukuksal zemini yaratılarak geliştirildi.
İçişleri bakanı parti genel sekreteri, valiler il başkanı oldu
ancak İçişleri
Bakanlığı’na
bağlı Bölge
Denetleme Kurulu
üyeleri, devlet kuruluşlarını olduğu gibi, parti örgütlerini
de denetlemeye başladı. Bu yolla; il
özel idareleri
ve belediyelerle
parti örgütlerinin birbirine
yakınlaşmasına ve eşgüdüme kavuşturulmasına çalışıldı.
Altıok
daha sonra, Anayasa maddesi haline getirildi.
Cumhuriyet Halk Partisi’nde Dönemler
Cumhuriyet
Halk Partisi tarihi, Atatürk
dönemi
ve Atatürk
sonrası dönem olarak iki ana bölüme ayrılmalıdır. Parti
politikaları ve uygulamalarda somutlaşan dönemler arasındaki
farklılıklar, gerçek karşılığını; devrimcilikle tutuculuk,
bağımsızlıkla batıcılık, halkçılıkla seçkincilik
arasındaki ayırımlarda bulmaktadır. Karşıtlıklar; açık,
uzlaşmaz ve nitelikseldir.
Seçkincilik Uç Veriyor
Atatürk’ün,
Müdafaa-i
Hukuk
örgütlerinden Birinci
Meclis’e,
oradan Halk
Fırkası’na
dek sürdürdüğü politika, halkın örgütlenerek siyasi etkinliğe
dolaysız katılmasına dayanır. Ancak, 1935 Kongresi’ne doğru,
halka uzak, seçkinci bir anlayış partide oluşmaya başlar.
Oysa
Atatürk,
partiyi
halkın partisi,
devleti
de halkın devleti
yapmayı, politik savaşımının başına koymuş ve bunu
gerçekleştirmek için çok uğraşmıştı. Yönetim işlerinde
seçkinciliğe karşı çıkmış, halkın yönetime katılmasına
büyük önem vermişti. 2 Şubat 1923’te İzmir’de yaptığı
söyleşide halkın, “her
ne ad altında olursa olsun, şunun ya da bunun peşinden gitmemesi”
ni, yalnızca “kendi
programını izlemesi”
ni söylemiş ve bu konudaki görüşlerini şöyle açıklamıştı:
“Bunu
sağlamak için
(halkın kendi programını belirlemesi için y.n.) mümkün
olsaydı bütün vatandaşları bir araya toplamayı, hiç olmazsa
bütün uzman kişileri bir araya toplamayı, onlarla büyük bir
kongre halinde görüşmeyi ve programı böyle oluşturmayı çok
isterdim...” 13
Faşist Partilere Özenenler
Halkın
siyasi örgütlülüğüne ve
katılımcılığa bu
denli önem vermesine karşın, 1935’e doğru
Cumhuriyet Halk Fırkası’nda,
buna
uygun düşmeyen gelişmeler ortaya çıkacaktır. Parti Genel
Sekreteri
Recep
Peker,
yönetim
biçimi ve parti işleyişiyle ilgili olarak Adliye Bakanı
Yusuf
Kemal Tengirşek
ile
görüşüp, Başbakan
İsmet
İnönü’ün
de
onayını alarak bir öneri geliştirir.
Öneriye
göre, Cumhuriyet
Halk Fırkası,
en tepede yer alan ve yüksek yetkilerle donatılan bir üçlü
(triumvira)
tarafından yönetilecektir. Önerinin sahibi
Peker’in
düşüncesindeki bu üç kişi, olasıdır ki
Atatürk,
İnönü
ve
kendisidir. İnönü,
taslağı okuyup imzalamıştır.
Onayını
almak için taslak Atatürk’e
götürüldüğünde sert bir tepkiyle karşılaşılır. Atatürk
“saçmalık”
diyerek böyle bir önerinin yapılabilmiş olmasına sinirlenmiş ve
Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Hasan
Rıza Soyak’a
şunları söylemiştir: “İnanılmaz
şey. Ben ülkeyi hâlâ tek parti ile yönetmek zorunda kaldığım
için utanıyorum, bazı arkadaşlar bu hali devamlı kılmak
istiyor. İtalya seyahatinden dönen partimizin Genel Sekreteri
(Recep Peker y.n.) bana
verdiği raporda, bize de orada gördüğü ve incelediği Faşist
Parti’den esinlenen önerilerde bulunuyor. Recep’in bu
saçmalıklarını İsmet yeniden okusun.” 14
“Halkı Güçlü Kılan Kutsal Örgüt”
Atatürk,
halkın siyasete katılmasını, Meclis’e girmesini kendisinin ve
ulusun geleceği için önkoşul olduğunu, her yerde ve her zaman
söyledi, yazılar yazdı ve bu yönde yoğun çaba gösterdi.
Halk
Fırkası’nın
kuruluşundan bir yıl sonra
1924’te Trabzon’da, Halk
Fırkası’nı
yaratan Anadolu
ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin,
“bütün milleti kadrosu içine alarak” onu
“kuvvet ve kudret yapan kutsal bir örgüt” olduğunu
açıkladı ve
“Halk Fırkası, hiçbir boş söze değer vermeyerek Türk
Cumhuriyeti’ni kuran devrimci ruhun bütün millette belirip
şekillenmesidir” dedi.15
1925’te
Akhisar’da,
“Halk Fırkası’nın kadrosu bütün millet fertleridir. Bu
gerçeği anlamayanlar henüz beyinlerini düşünmeye alıştıramayan
bahtsızlardır” açıklamasını
yaptı.16
Katılımcılığa
bu denli önem verirken, seçimlerin her şey olmadığını,
seçilmişlerin halka ve ulusa zarar veren unsurlar haline
gelebileceği uyarısında bulunmuştur.
O’nun
için sürekli değişim ve gelişim esastır ve bu gelişme kesin
olarak; Türk Ulusunun gönencine, birliğine ve bağımsızlığına
hizmet etmelidir. Bu anlayış ve dikkat, kendi yarattığı parti ve
meclis için de geçerlidir. Kurulup güçlenmesine ve etkin olmasına
büyük önem ve emek verdiği Türkiye Büyük Millet Meclis’i
için şunları söyler: “Milletler,
egemenliklerini geçici bile olsa bırakacağı meclislere dahi
gereğinden fazla inanmamalı ve güvenmemelidir. Çünkü meclisler
bile despotluk yapabilir ve bu despotluk bireysel despotluktan daha
tehlikeli olabilir. Meclislerin öyle kararları olabilir ki, bu
kararlar milletin hayatına giderilmesi mümkün olmayan zararlar
verebilir.” 17
Atatürk’ün CHP’ye Verdiği Önem
Atatürk’ün,
Recep
Peker
ve İsmet
İnönü’ün
parti yönetimi ile ilgili yönelişinden duyduğu rahatsızlık
kalıcı oldu ve bunu her fırsatta dile getirdi. Dördüncü Kongre
ile ilgili yazışmalarda, bilinçli ve özenli bir tutumla
Cumhuriyet
Halk Partisi
adını kullanmıyor, sürekli bir biçimde “partim”
sözcüğünü kullanıyordu. Durumu görüp kendisine yöneltilen,
“Cumhuriyet
Halk Partisi yerine neden sürekli partim diyorsunuz?”
sorusuna şu yanıtı vermişti: “Cumhuriyet
Halk Partisi’nin benden sonra, sonuna kadar partim olarak
kalacağını nereden bileyim.” 18
Atatürk,
parti
despotluğuna
dönüşebilecek eğilimleri önlemek için parti çalışmalarına
daha çok zaman ayırmaya ve daha dikkatli davranmaya başladı.
Parti yönetimlerinde yer alan insanların niteliğini biliyordu.
Onları, işlerine karışmayarak ancak uzaktan denetleyerek
yetiştirmeye, girişimgücü sahibi olmalarını sağlamaya çalıştı.
Parti işlerine önem veriyor, Cumhurbaşkanlığını
bırakabileceğini ancak parti başkanlığından vazgeçmeyeceğini
söylüyordu.
Ünlü
Alman yazar Emil
Ludwin’in
kendisiyle yaptığı söyleşide şunları söylemişti: “Yönetim
işlerine zannettiğiniz kadar karışmıyorum. Ben bugün
Cumhurbaşkanlığı’ndan,
Başkumandanlık’tan çekilmeye hazırım. Ancak parti
başkanlığından asla vezgeçmem. Bana göre ülkenin gerçek
siyasi düşünceleri ancak parti tarafından temsil edilebilir.”
19
Atatürk,
pek çok konuda olduğu gibi parti konusunda da haklı çıktı.
Kurulup gelişmesine büyük önem ve emek verdiği CHP, onun
partisi olmayı sürdüremedi.
Başkanlığı için, Cumhurbaşkanlığını bırakacağını
söylediği parti, ülkeyi Kemalist ilkelerden uzaklaştıran ve geri
dönüşü gerçekleştiren bir örgüte dönüştü. 11 Kasım
1938’de başlayan geri dönüş sürecinin Türkiye’yi nereye
getirdiğini herkes yaşayarak görüyor. Bugün yaşanan acıklı
durumun en başta gelen sorumlusu elbette CHP’dir. Falih
Rıfkı Atay
bu sorumluluğu, “Atatürk
ve Atatürkçülüğe en büyük kötülük CHP’den gelmiştir”20
diyerek
açıklamıştır.
DİPNOTLAR
1 “Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri–IV” Kaynak Y., 3 Bas. sf. 171
2 “Türkiye’de Siyasi Partiler” Prof.T.Z.Tunaya, Arba Y., 2.Bas. sf.568
3 Büyük Larousse, Gelişim Yay., 4.Cilt, sf. 2506
4 “Türkiye’de Siyasi Partiler” Prof.T.Z.Tunaya, Arba Y., 2.Bas., sf. 569
5 a.g.e. sf. 569
6 “CHP’nin Soyağacı” Rahmi Kumaş, Çağdaş Yay., 1999, sf. 29
7 “Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri–IV” Kaynak Y., 3 Bas., sf. 176
8 “Siyasi Partiler”, Maurice Duverger, Bilgi Y., 2.B.. 1974, sf.358–359
9 a.g.e. sf. 359 – 360
10 “Milli Kurtuluş Tarihi” D.Avcıoğlu, İstanbul Mat. 1974, 3.Cilt, sf. 1366
11 “Türkiye’de Siyasi Partiler” Prof.T.Z.Tunaya, Arba Y., 2.B. 1995, sf.570
12 “Türkiye’de Siyasi Partiler” Prof.T.Z.Tunaya, Arba Y., 2.B. 1995, sf.571
13 “Atatürk’ün Resmi Yayınlara Girmemiş Söylev, Demeç, Yazışma ve Söyleşileri” Sadi Borak, Kaynak Yay., 2.Basım, 1997, sf. 217
14 “Türkiye’de Çok Partili Düzene Geçişte Dış Etkenler” Dr. Necdet Ekinci, Toplumsal Dönüşüm Yayınları – 1997, sf. 110
15 “Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri -V” Kaynak Y., 3 Bas. 2001, sf. 174
16 a.g.e. sf. 175
17 “Eskişehir İzmit Konuşmaları” Kaynak Yay. sf. 67
18 “Atatürkçülük Nedir?” F.R.Atay, Bateş A.Ş. Yay. İst., 1980, sf. 57
19 “Tek Adam” Ş.Süreyya Aydemir, Remzi Kit. 1983, 3.Cilt, sf. 441
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder