Yaklaşık
birbuçuk yıl içinde yapılacak üç önemli seçimden, yerel
yönetimlerle ilgili olanı 30 Mart'da yapıldı. Halkın önemli bir
bölümü, son dönemde siyasi ve insani ahlakla bağdaşmayan
olayların yaşanması nedeniyle, yönetim erkini elinde
bulunduranların güç yitireceğini bekliyordu. Bu beklenti
gerçekleşmedi. CHP ve MHP ancak AKP kadar oy alabildi. Acaba daha
iyi bir sonuç elde edebilirler miydi? Bu soruya yanıt vermek
gerekir. Bunun için bu iki partinin, özellikle de CHP'nin; bugünkü
yapısını, halkla ilişkilerini ve tarihsel köklerini incelemek
gerekir. Cumhuriyeti kuran, devrimleri gerçekleştiren ve Türkiye'yi
çağa taşıyan bir parti nasıl oluyor da karşı devrimci bir
parti karşısında bir varlık gösteremiyor? CHP'nin kuruluşu ve
günümüze dek geçirdiği süreç incelendiğinde bu soruya bir
yanıt bulunabileceği kanısındayız. Dört bölüm halinde
hazırladığımız yazıları bu amaçla yayınlıyoruz.
İsmet İnönü ve Kemalizm’den Geri Dönüş (1938-1945)
Cumhuriyet
Halk Partisi,
26 Kasım 1938’de ilk kez olağanüstü kurultay topladı. Atatürk
onbeş gün önce ölmüş, İsmet
İnönü
Cumhurbaşkanı olmuştu. Başbakan Celal
Bayar’ın
toplantıya çağırdığı bu Kurultay, İsmet
İnönü’yü
“milli
şef”
ve “değişmez
genel
başkan”
tanımlarıyla parti başkanı yaptı. “Milli
şef”
tanımı Türk siyasi tarihinde ilk kez kullanılıyordu. “Değişmez
genel başkanlık”
ise daha önce (1927), tinsel (manevi) değeri olan bir saygı
sözcüğü olarak yalnızca Atatürk’e
verilmişti ve o zaman Tüzük
ya
da Programa
yansıtılmamıştı.1
Ancak,
Atatürk’ün
ölümünden hemen sonra toplanan olağanüstü kurultay, “değişmez
genel başkanlık”
kavramını kabul etti, genel başkanlık seçimini tüzükten
çıkardı.2
Böylece Atatürk’te
olmayan bir ünvan, İsmet
İnönü’ye
verilmiş oldu. Bu uygulama, Cumhuriyet
Halk Partisi’nin
Atatürk’ün
yaşamı boyunca ısrarla sürdürdüğü halkçılık anlayışından
uzaklaşacağının açık göstergesiydi. CHP, Türk Devrim
ilkelerinden geri dönüşe yönelen yeni bir döneme giriyordu.
Beşinci Kurultay ve Ayıklama (Tasfiye)
Olağanüstü
Kurultay’dan beş ay sonra 29 Mayıs-3 Haziran 1939’da 5.Büyük
Kurultay toplandı. Mart 1939’da erken seçime gidilmiş, istifa
eden Celal
Bayar’ın
yerine Refik
Saydam
Başbakan olmuştu. Yeni Meclis ve yeni hükümette ilgi çekici
değişiklikler vardı.
Kurtuluş
Savaşı’ndan beri Atatürk’ün
yakın çevresinde bulunan ve on dokuz yıl boyunca üst düzey
görevler yüklenmiş olan kimi etkin isimler hükümete alınmadığı
gibi milletvekili de yapılmamıştı. Atatürk’ün
yakın çalışma arkadaşlarından; kesintisiz 13 yıl Dışişleri
Bakanlığı (1925-1938) ve 16 yıl Milletvekilliği (1923-1939)
yapan Tevfik
Rüştü
Aras;
kesintisiz 11 yıl İçişleri Bakanlığı (1927-1938) ve 16 yıl
Milletvekilliği yapan (1923-1939) Şükrü
Kaya;
7 yıl İstiklâl Mahkemesi üyeliği (1920-1927) ve 19 yıl
Milletvekilliği yapan (1920-1939) Kılıç
Ali
(Asaf Kılıç), hükümetten ve Meclis’ten uzaklaştırılan önde
gelen kişilerdi.
Atatürk’e
yakın isimler yönetimden uzaklaştırılırken, Terakkiperverciler
dahil, Atatürk’e
karşı çıkanların hemen tümü önemli görevlere getirildiler.
Hükümet üyelerini ve milletvekillerini tek tek İsmet
İnönü
saptıyordu. Ali
Fuat Cebesoy,
Refet
Bele,
Hüseyin
Cahit Yalçın
milletvekili yapıldı. Daha sonra, İzmir suikastı davasında hapis
cezasına çarptırılan Rauf
Orbay’a,
Adnan
Adıvar’a,
aynı davada yargılanan ancak aklanan ve Atatürk’e
karşıtlığı açık düşmanlığa vardıran Kazım
Karabekir’e
etkin görevler verildi. Ali
Fuat Cebesoy
ve Kazım
Karabekir,
Meclis Başkanlığı’na dek yükseldiler. Prof.Tarık
Zafer Tunaya,
1939 Kurultayını, “Kemalist
ideolojinin tartışılmadığı”,
bu nedenle “delegelerinin
Kemalizmi tam olarak bilmediği”
bir “bocalama
ve
geçiş”
Kurultayı olarak tanımlayacaktır.3
Atatürk
döneminde Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği, Milli Eğitim
Bakanlığı yapmış ve ilk İnkılap Tarihi derslerini vermiş olan
Prof.Hikmet
Bayur,
Atatürk’ün
ölümünden sonraki uygulamalar için şunları söyleyecektir:
“Atatürk
ölür ölmez Atatürk aleyhine bir cereyan başlatılmıştır.
Örneğin Atatürk’e bağlı olan bizleri İnkılap Tarihi
derslerinden aldılar; kendi adamlarını koydular. O dönemde
Atatürkçülüğü övmek ortadan kalkmıştı.” 4
Geri Dönüş Uygulamaları
Atatürk’ün
yakın çevresinin yönetimden uzaklaştırılmasıyla başlayan
süreç açıkça söylenip yazılmayan ancak uygulamaya sokulan
davranışlarla, kapsamlı bir karşıdevrim politikasına dönüştü.
Uygulamaların somut sonucu, devlet politikalarında Atatürk
ve Atatürk
dönemi uygulamalarıyla önce araya
mesafe koyma,
daha sonra ortadan
kaldırma
biçiminde gelişti.
İnönü
“milli
şef”
ti ve herşeyi o belirliyordu. Devlet kadrolarında yükselmek
isteyenler, günün
gereklerine
uyma durumundaydılar. Atatürk’ün
yakın çevresi gözden düşmüştü. Pul ve paralardan Atatürk’ün
resimleri kaldırılmış, yerine İnönü
konmuştu. Dış politikada Batıyla uzlaşma eğilimleri giderek
artıyor, laiklik başta olmak üzere altıok’la
açıklanan temel ilkelerden ödünler veriliyordu. Falih
Rıfkı,
ödünler ve CHP konusunda şöyle söyler: “Atatürk’ün
CHP’ye bıraktığı gerçek miras devrimleri, devrimlerin ana
temeli ise laisizm ve eğitim birliğiydi. CHP yönetimi devrinde
(1938-1950
arası y.n.)
bu iki temel, derinden sarsılmıştır. CHP, İmam Hatip Okullarına
fıkıh dersi koymakla, eğitim birliğini yıkmıştır. O
zamanlardan beri CHP, Atatürk’ün değil İnönü’nün
Partisidir.” 5
1938-1950 Dönemi
1938-1950
yılları arasındaki “milli
şef”
döneminde CHP, üç büyük ve bir olağanüstü Kurultay
gerçekleştirdi. 1950 yılında, yönetimi kendi içinden çıkardığı
Demokrat
Parti’ye
bıraktığında, Türkiye iç ve dış ilişkiler bakımından,
Atatürk’ün
bıraktığı yerden, amaçladığı hedeflerden çok ayrı bir
yerdeydi. İkili ya da çoklu anlaşmalarla tümüyle Batıya
bağlanılmış, ulusal sanayi atılımları durdurulmuş, dış
borca yönelinmiş ve eğitim başta olmak üzere Cumhuriyet’in
temel değerlerinden önemli oranda uzaklaşılmıştı.
1939’daki
5.Kurultay’da
alınan kararların ve yapılan tüzük
değişikliklerinin belirgin özelliği, Atatürk’ün
1935’te tepki göstererek önlediği, yönetim
gücünün kişi elinde
toplanması
ve katılımcılıktan
vazgeçilmesiydi. Bütün
güç, “milli
şef”
İnönü’ün
elinde toplanmıştı. Tartışma ya da görüşme gibi kavramlar
parti gündeminden çıkmış, Meclis’teki milletvekilleri bir tür
onaylayıcılar
kümesi durumuna
gelmişti. Parti hemen tümüyle hükümetin buyruğuna girmiş,
parti ve hükümet uygulamaları arasındaki bağımlılık iyice
pekişmişti.6
Parti içinde, “denetleme
organı”
adı verilen ancak ne işe yaradığı belli olmayan bir “bağımsız
küme”
oluşturulmuş; “merkeziyetçilik”
ve “disiplin”
adına parti üye ve yöneticileri üzerindeki baskı arttırılmıştı.
Siyasi ilişkiler o denli iç içe girmişti ki, parti genel
sekreteri “partiyle
hükümet arasındaki bağı geliştirmek için”,
Bakanlar Kuruluna katılmaya başlamıştı.7
Altıncı Kurultay
8-15
Haziran 1943’te yapılan 6.Kurultay, tek partili dönemin son
kurultayıdır ve Dünya Savaşı sürerken yapılmıştır.
Tutanakları açıklanmayan bu Kurultay’ın, dıştan görünüş
olarak hiçbir yeni yanı yoktu ve sanki tam bir adet
yerini bulsun
kongresiydi.
Ancak,
içerde yapılan ve Savaş sonrası dönemi ilgilendiren birtakım
değerlendirmeler, geleceğin önemli değişiklikler getireceğini
gösteriyordu. Programın 6.bölümüne eklenen 38.madde, “2.
Dünya Savaşı’ndan sonraki olasılıklar”
dan söz ediyor ve “Dünya
Savaşı’ndan sonraki dönem, bizim için birkaç kat daha fazla
çalışacağımız bir dönem olacaktır” 8
deniliyordu.
Bu sözlerin
ne anlama geldiği, daha sonra gerçekleştirilen uygulamalar ve
açıklamalarla ortaya çıkacaktır. İsmet
İnönü’nün
“Eğer
Rusya gelip aramızdaki anlaşmazlıkları olumlu biçimde çözme
teklifinde bulunsa bile, ben Türk siyasetinin Amerikan siyasetiyle
elele gitmesi taraftarıydım” 9
biçimindeki sözleri, “Dünya
Savaşı’ndan sonra”
hangi yönde “fazla
çalışılacağı”nı
gösteren, belki de en çarpıcı açıklamalardı.
“Amerikan Siyasetiyle Elele”
İsmet
İnönü’nün
“Amerikan
siyasetiyle elele gitme”
olarak tanımladığı politik tutum, 1919’da reddedilen ve büyük
devlet korumacılığına dayanan mandacılığın
anlayış olarak yeniden gündeme getirilmesiydi. Tüm manda
ilişkileri gibi, siyasi ve ekonomik ayrıcalıklara
(imtiyaz)
dayanıyordu.
Amerikalılar’la
ilk ayrıcalık
anlaşması, 1 Nisan 1939’da imzalandı. 5 Mayıs 1939’da
yürürlüğe giren bu anlaşma imzalandığında, Atatürk’süz
yapılan ilk Kurultay’dan yani 1.Olağanüstü Kurultay’dan
yalnızca dört ay geçmişti. 1 Nisan anlaşmasıyla Türkiye
Cumhuriyeti Devleti, Amerika’ya, “gerek
ithalat ve ihracatta, gerekse diğer tüm konularda, en ziyade
müsaadeye mazhar
(en fazla kayırılacak y.n.) ülke
statüsü”
tanıdı. Amerikan sanayi malları için yüzde 12 ile yüzde 88
arasında değişen oranlarda gümrük indirimleri sağlandı.10
Amerika
Birleşik Devletleri’yle ekonomik anlaşmalar yapılırken,
İngiltere ve Fransa’yla siyasi anlaşmalar yapıldı. 12 Mayıs
1939’da İngiltere, 23 Haziran 1939’da da Fransa ile iki ayrı
bildirime
(deklarasyona)
imza
atıldı. Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Şükrü
Saraçoğlu,
imza töreninde İngiltere Büyükelçisine, “Türkiye,
bütün nüfuzunu Batı devletlerinin hizmetine vermiştir”
dedi.11
Bu
iki deklarasyon 19 Ekim 1939’da İngiltere-Fransa-Türkiye
arasında, Üçlü
İttifak Anlaşması’na
dönüştürüldü. Batıya bağımlılığı geliştiren bu tür
girişimler, Atatürk
döneminde akla bile getirilemeyecek işlerdi. Atatürk,
hastalığı ağırlaştığında bile, “Türkiye
tarafsız kalmalıdır, herhangi bir ittifak içine girmemelidir”
12
diyor, “İngiltere,
Fransa, Amerika ve diğer Batılı devletler ile siyasetimizi çok
dikkatli tesbit etmeli ve ilişkilerimizi mesafeli yürütmeye özen
göstermeliyiz” 13
diyerek, vasiyet niteliğinde önermelerde bulunuyordu. Ancak,
önermeleri dikkate alınmıyor ve sanki o gün bekleniyormuşçasına;
ölümünden birkaç ay sonra, onun vermemek için yaşamı boyunca
savaştığı ulusal ödünler Batılı büyük devletlere kolayca
veriliyordu.
Çok Partiliğe Geçiş
İsmet
İnönü
ve Cumhuriyet
Halk Partisi’nin
dış isteğe bağlı olarak giriştiği “çok
partili
demokrasi”
ye geçişin, birçok olumsuz sonucu oldu. Ülke
koşullarına uygun
düşmeyen
ve ivedilikle
gerçekleştirilen siyasi değişim,
1938’e dek doğal gelişim çizgisine oturmuş olan siyasi işleyişi
önce bozmuş, daha sonra kazanımlarını ortadan kaldırmıştır.
Yapılanlar, Türk toplumunun bağımsız yaşama geleneklerine,
toplumsal gereksinimlerine ve gelecek yönelişlerine uygun
düşmüyordu. Yapılanlarda Batı temel ölçü alındığı için,
her şey göstermelik, yapay ve topluma yabancıydı. Bu nedenle de
baskıya ve yozlaşmaya dayanıyordu.
1946-1950 Ödünler Süreci
Türkiye,
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ABD önderliğinde kurulmakta
olan Yeni
Dünya Düzeni’ne,
koşulsuz destek verdi. Uluslararası anlaşmaların tümüne, hemen
hiç incelemeden imza attı. Siyasi ödünler, kısa bir süre
içinde; ekonomiden eğitime, askeri alandan kültüre ve sosyal
güvenlikten hukuka dek genişledi.
Cumhuriyet
Halk Partisi’nin
başlattığı ödünler süreci, 1950’ye gelindiğinde büyük
oranda tamamlanmış, ileri bir aşamaya ulaşmıştı. Düşünsel
ve örgütsel yapı olarak temelde CHP’den ayrımı olmayan
Demokrat
Parti,
1950’de yönetime geldiğinde, dış ilişkiler bakımından
tamamlanmış bir süreçle karşılaşmıştı. DP, siyasi
istekleriyle tümüyle örtüşen bu süreci daha da geliştirmiş ve
Amerika Birleşik Devletleri’ne, “herhangi
bir tehdid durumunda”
ve “çağrı
üzerine”
Türkiye’ye
askeri müdahalede bulunma
yetkisi verme noktasına kadar vardırmıştı.14
Demokrat
Parti’nin
içtenlikle katıldığı Batıya bağlanma politikasının
temelleri, CHP döneminde atılmış ve bu tutum, partileri de
aşarak, yerleşik bir devlet politikası yapılmıştı. İsmet
İnönü,
bu gerçeği daha sonra açıkça dile getirecek ve kamuoyuna
açıklayacaktır. 6 Mayıs 1960’da yabancı gazetecilere yaptığı
açıklamada şunları söylemiştir: “Dış
siyaset için söyleyeceklerim çok basittir. Batı demokrasileri ile
aynı cephede bulunuyoruz. Bu anlayış milletçe kabul edilmiştir.
Ve hangi parti iktidara geçerse geçsin, bu devam edecektir.“ 15
DİPNOTLAR
1 “Türkiye’de
Çok Partili Düzene Geçişte Dış Etkenler” Dr. Necdet Ekinci,
Toplumsal Dönüşüm Yayınları – 1997, sf.127
2 “CHP’nin
Soyağacı” Rahmi Kumaş,
Çağdaş Yay., 1999, sf.37
3 “Türkiye’de
Siyasi Partiler” Prof.T.Z.Tunaya,
Arba Y., 2.B., sf.574
4 “Tarihe
Tanıklık Edenler”, Arı İnan, Çağdaş
Yayınları, sf.364
5 “Bayrak”
Falih Rıfkı Atay, Bates
Yayınları, sf.121
6 “Türkiye’de
Siyasi Partiler” Prof.T.Z.Tunaya,
Arba Y., 2.B., sf.574
7 a.g.e.
sf.574
8 a.g.e.
sf.575
9 “Çok
Partili Hayata Geçiş” Prof. Tamer Timur,
İletişim Yayınları
10 Ulus,
10 Mayıs 1939, ak. Hikmet
Bila, “CHP–1919-1999”
Doğan Kitap, 1999, sf.89
11 “Milli
Kurtuluş Tarihi” D.Avcıoğlu,
İst.Mat.–1974, 3.Cilt, sf.1328
12 “İkinci
Dünya Savaşına Ait Gizli Belgeler” Cüneyt Arcayürek,
Hürriyet 07.11.1972; ak. D.Avcıoğlu
“Milli Kurtuluş Tarihi”
İst. Bas.– 1974, 2.Cilt, sf.1472
13 Numan
Menemencioğlu’ndan
aktaran Dündar
Soyer, “AB Tartışmaları ve Atatürk’ten Bir Anı”
Cumhuriyet 16.06.2002
14 “Menderes’in
Dramı” Ş.S.Aydemir,
Remzi Kit., İst. 1969, sf.331 ve “Türkiye
Tarihi 4–Çağdaş Türkiye”, “Siyasi Tarih 1950–1960” Mete
Tuncay,
Cem /Tarih Yay., 4.Basım 1995, sf.185
15 “İkinci
Adam” Ş.S.Aydemir,
Remzi Kit., 4.Bas., İst. 1983, 3.Cilt, sf.417
Cumhuriyetin siyasi yapisini bu kadar guzel , belgeli ogreten yazinizdan cok yararlandim,saygilarimi sunarim. Tanidigim genclere de aktariyorum
YanıtlaSilTeşekkür ederim Sevgili Adsız.
YanıtlaSil