Yaklaşık
birbuçuk yıl içinde yapılacak üç önemli seçimden, yerel
yönetimlerle ilgili olanı 30 Mart'da yapıldı. Halkın önemli bir
bölümü, son dönemde siyasi ve insani ahlakla bağdaşmayan
olayların yaşanması nedeniyle, yönetim erkini elinde
bulunduranların güç yitireceğini bekliyordu. Bu beklenti
gerçekleşmedi. CHP ve MHP ancak AKP kadar oy alabildi. Acaba daha
iyi bir sonuç elde edebilirler miydi? Bu soruya yanıt vermek
gerekir. Bunun için bu iki partinin, özellikle de CHP'nin; bugünkü
yapısını, halkla ilişkilerini ve tarihsel köklerini incelemek
gerekir. Cumhuriyeti kuran, devrimleri gerçekleştiren ve Türkiye'yi
çağa taşıyan bir parti nasıl oluyor da karşı devrimci bir
parti karşısında bir varlık gösteremiyor? CHP'nin kuruluşu ve
günümüze dek geçirdiği süreç incelendiğinde bu soruya bir
yanıt bulunabileceği kanısındayız. Dört bölüm halinde
hazırladığımız yazıları bu amaçla yayınlıyoruz.
Kemalizmi Yadsıma ve Yokoluş
10-11
Mayıs 1946’daki 2. Olağanüstü ve 17 Kasım-3 Aralık 1947’deki
7.Olağan Kurultaylar, ülke dışındaki gelişmelere uyum için
yapılan ve yapılmakta olan değişikliklere hukuki zemin hazırlamak
için toplandı. Sonradan yasalaştırılan tüzük ve program
değişiklikleri, belirgin biçimde dışardan gelen istekleri
karşılamaya; yabancılara, özellikle de Amerikalılara hoş
görünmeye dayanıyordu.
Parti
programının seçim biçimini belirleyen 4.maddesi kaldırılmış,
1876’dan beri, yetmiş yıldır yürürlükte olan iki dereceli
seçim biçimi, hiçbir ön çalışma yapılmadan birden bire
değiştirilmişti. Sınıf esasına göre dernek kurmayı yasaklayan
22.madde kaldırılmış, kağıt üzerinde kalan göstermelik bir
serbestlik getirilmişti. “Değişmez
genel başkanlık”,
yine kağıt üzerinde, değişebilire
dönüştürülmüş, parti içindeki “bağımsız
küme”
kaldırılmıştı.1
Sıradışı
ivedilikle bir yıl içinde yapılan değişiklikler, en büyük
zararı devletçilik ilkesine vermişti. Devlet yatırımları
sınırlanmış, devletçilik anlayışı bırakılmıştı. Toprak
reformu amacıyla çıkarılan, Çiftçiyi
Topraklandırma Yasası
uygulanmadan bir kenara itilmiş, köy enstitüleri önce amacından
saptırılmış ve ortadan kaldırılacak duruma sokulmuştur. İmam
hatip okulları, Kuran kursları açılmış, ilkokullara din dersi
konulmuştu.2
Yedinci Kurultay: Mc Carthycilik Türkiye’de
7.Kurultay’da,
o dönemde Amerika’da çok yaygın olan anti-komünist yükselişe
uygun, öyle uygulamalar yapıldı ki bunlar, ABD’de aydın düşmanı
olarak ünlenen tutucu senatör Mc
Carthy’nin
görüşlerinin hemen aynısıydı. CHP Kurultay’ında yapılan
önerilerde, komünistlerin bütün kamu ve özel kuruluşlardan,
özellikle de devlet kuruluşlarından atılması isteniyordu.3
Parti
Kurultayında yeni baskı kararları alınırken, CHP milletvekilleri
Meclis’te ABD’ye övgülerle dolu akıl dışı söylevler
veriyordu. Başbakan Şükrü
Saraçoğlu,
o günlerde, Amerika’ya 4.5 milyon dolarlık borcun ödenmesi
üzerine yaptığı konuşmada şunları söylemişti: “Hepimiz
inanıyoruz ki, biz bu parayı vermekle borcumuzun yalnız maddi
kısmını ödüyoruz. Amerika’ya, bir de manevi borcumuz vardır
ki; onu da, hürriyet, adalet, istiklâl ve insanlık davalarında
Amerika’nın bulunduğu saflarda bulunmak suretiyle ödemeye
çalışacağız.” 4
CHP
İstanbul Milletvekili Hamdullah
Suphi Tanrıöver
ve CHP Bursa Milletvekili Muhittin
Baha Pars
ise Meclis’te şunları söylüyorlardı: H.Suphi
Tanrıöver;
“Dünyaya
ışık nereden geliyor? Bu ışığın bir kaynağı var. Işık
Amerika’dan geliyor. Ümit nereden geliyor, Amerikadan geliyor.”
5
M.Baha
Pars:
“Bugün
bu büyük milletin,
Amerika’nın
insanlığa yaptığı yardımı hatırlayıp teşekkür ederken,
peygamber gibi temiz ve kusursuz Roosvelt’i ve onun halefi olan,
kıymetli devlet ve millet adamı Truman’ı hürmetle selamlarım.”
6
Eğitimde Geri Dönüş
Köy
enstitülerinin kurulmasını istekle desteklemiş olan İsmet
İnönü’nün,
bu okulların ortadan kaldırılmasına neden göz yumduğu ve
imam-hatip okul ve kurslarının açılmasına bu denli kolay nasıl
izin verdiği, şimdiye dek çok tartışılmış bir konudur.
Politika değişikliğinin nedeni kuşkusuz ABD ile girilen ilişkiler
ve yapılan ikili anlaşmalardır.
Bunun
kanıtı İsmet
İnönü’nün
sözleridir. İnönü,
günlük notlarından oluşan Defterler
adlı kitapta, yabancıların imam hatip açtırmada çok ısrarcı
olduklarını ve okulları bitirenlerin harp okullarına alınmasını
istediklerini açıklar. İlişkilerin ve isteklerin niteliği
konusunda aydınlatıcı olan bu açıklamada İnönü
aynısıyla
şunları yazar: “Yabancılar
(Amerikalılar diye okumalısınız y.n.), imam
hatip mezunlarını Harbiye’ye almamızı söylediler. Bunu Sultan
Abdülhamit ordusuna dönüş sayarım... Oldubitti yaptırmayacağız.”
7
İsmet
İnönü,
imam
hatip
çıkışlıları Harpokullarına aldırmadı ancak Cumhurbaşkanlığı
döneminde birçok imam
hatip
okulu
ve kursu
açtırdı. Ondan sonraki CHP Genel Başkanı Bülent
Ecevit,
yabancıların bu isteğini yerine getirdi ve imam
hatip
mezunlarının Harpokullarına alınmasını Meclis’ten geçirdi
ancak dönemin Cumhurbaşkanı Fahri
Korutürk’ün
vetosu
nedeniyle bu girişim yasalaşmadı.
Ödün Verme Yarışı
Cumhuriyet
Halk Partisi,
1945-1950 arasında yaptığı 2.Olağanüstü ve 7.Olağan Büyük
Kurultay’la, kurulmasına izin vermek zorunda kaldığı Demokrat
Parti’yle,
Devrimler’den
ödün verme yarışına giren
bir parti durumuna geldi. Verdiği ödünler birçok konuda, karşıtı
DP’nin isteklerini bile aşıyordu. Dayandığı kitlesel tabanda
sınıfsal ayrım bulunmayan bu iki parti, ideolojik ve örgütsel
olarak birbirine çok yakındı.8
Şevket
Süreyya Aydemir
“Menderes’in Dramı” adlı
yapıtında CHP programı ile DP programı arasındaki benzeşmeyi şu
sözlerle açıklar:
“Demokrat
Parti programındaki görüş, Halk Partisi’nin devletçilik
görüşüyle karşılaştırılınca, Demokrat Parti’nin daha
devletçi sayılması pekala mümkündür. Altıok’un diğer beş
ilkesini de aynı biçimde karşılaştırabiliriz. Ve görürüz ki,
Demokrat Parti, Halk Partisi’nden yalnız kadrosunu değil,
programını da aktarmıştır.” 9
14 Mayıs 1950; Yönetimi Yitiriş
CHP,
14 Mayıs 1950’de yapılan genel seçimleri yitirdi ve bir daha tek
başına yönetime gelemedi. 1950-1980 arasındaki otuz yıllık
süreç, halktan koparak topluma yabancılaşmanın, Atatürk’ün
adını kullanarak Devrim İlkeleri’nden geri dönüşün ve
dışarıya bağlanmanın tarihi gibidir.
12
Eylül 1980’de eylemsel olarak kapatıldığında, Kurtuluş
Savaşı’nı veren Müdafaa-i
Hukuk
hareketinin devrimci mirası üzerine kurulmuş olan Halk
Fırkası
anlayışı, duygu ve düşünce olarak zaten yok olmuştu.
Atatürk’ün
ölümünden 1980’e dek 19 Olağan, 8 Olağanüstü Kurultay
yapıldı, tüzükler programlar değiştirildi ve birçok yeni karar
alındı. Ancak, bunların tümü söylendiği gibi değişim,
gelişim ve ilerleme değil, gerileme ve Atatürkçülüğün
karşıtına dönüşme sürecini oluşturdu.
Atatürk’ü Kullanma
Cumhuriyet
Halk Partisi,
1950 seçimlerine Atatürk’ün
adını kullanarak; “Vatandaş,
oyunu Atatürk’ün kurduğu, İnönü’nün başında bulunduğu
CHP adaylarına ver” 10
çarpıcısözüyle
(sloganıyla) girdi. Bu davranış, Atatürk’ü
siyasi amaçla kullanma girişiminden başka bir şey değildi.
Atatürk’ün
yaşamı boyunca gerçekleştirdiği ilkelerin tümü uygulamadan
kaldırılıyor, onun kurduğu bir parti olduğu söylenerek halktan
oy isteniyordu.
Üstelik
seçim bildirgelerinde, mitinglerde ve hükümet kararlarında hala,
Demokrat
Parti’yi
bile şaşırtan ödünler veriliyor, sözler söyleniyordu: “Devlet
yalnızca özel sektörün kârlı bulmadığı alanlara yatırım
yapacak, kâr amacıyla girişimde bulunmayacaktır. Denizyolu ve
eşya taşımacılığı özel girişime bırakılacaktır. Çiftçiyi
Topraklandırma Kanunu’nun 17.maddesi tümüyle kaldırılacaktır.
Devlet, şirket ortağı kişilere yeni olanaklar sağlayacaktır.
İmam hatip kursları açılacak, hacca gitmek isteyenlere devlet
döviz verecektir. İlkokullara din dersi konacak, 1925’ten beri
kapalı olan türbeler yeniden açılacaktır.”11
Halka, Atatürk’ün
adı kullanılarak bunlar söyleniyordu.
Geçmişinden Kopmak
Şemsettin
Günaltay’ın
14 Ocak 1949’da başbakan yapılmasıyla din bağlantılı siyasi
ödünler yoğunlaşacaktır. Günaltay,
medrese eğitimli ilk başbakandır ve Cumhuriyet gelenekleriyle
çelişen uygulamaları gecikmeyecektir. Türkiye Büyük Millet
Meclisi’nde, 4 Şubat 1949’da Arapça ezan okunacak; 4 Mayıs’ta
Vatana
İhanet Yasası,
1 Mart 1950’de Tekke
ve Türbelerin Kapatılmasına İlişkin Yasa,
yürürlükten kaldırılacaktır. Seçimlerden iki ay önce, 23 Mart
1950’de İsmet
İnönü,
“Anayasa’nın
değiştirilerek ‘altıok’un Anayasa’dan çıkarılacağına”
yönelik halka söz verecektir.12
Parti
yönetimi, bu tür sözler verip açıktan yürütülen bir
karşı-devrim hareketine girişirken; CHP, büyük çoğunluğu
Müdafaa-i
Hukuk
geleneğine bağlı yaygın bir örgüt ağına sahipti. 63 il, 490
ilçe, 1084 bucak şubesi, 19 667 köy ocağı, 2056 mahalle ocağı,
1584 semt ocağı ve 1 898 394 üyesi vardı.13
Üye sayısı, 1950’de 20,9 milyon olan Türkiye nüfusunun yüzde
9’una denk geliyordu, bu oran günümüz nüfusu için 6 milyondan
çok üye demekti.
1950-60 Dönemi
22-27
Haziran 1953’de yapılan 10.Olağan Kurultay’da Kemalizm
programdan çıkarıldı, yerine Atatürk
yolu
diye ne anlama geldiği belli olmayan bir kavram getirildi.14
21-24 Mayıs 1956’da yapılan 12.Kurultayda, biçimini on yıl önce
kendilerinin belirlediği “demokrasi
işleyişi”nden
yakınılmaya
başlandı. “Demokrasinin
gerekli yasal güvenceden yoksun”
olduğu, “rejimin
selametini sağlamak için”
yasal güvencelerin arttırılması gerektiği söyleniyor, bir an
önce “nisbi
seçim sisteminin uygulanması”
isteniyordu.15
Dış
isteğe bağlı olarak telaşlı bir acelecilikle “demokrasi”
getirenler, getirdikleri “demokrasi”yi
beğenmez duruma gelmişlerdi.
16.Kurultay
(14-16 Aralık 1962)’da, Avrupa Birliği’ne (o
zamanki adı Avrupa Ekonomik Topluluğu) üyelik
başvurusu nedeniyle olacak, Batıya yöneltilen övgü sözlerinde
belirgin bir artış vardı.
Kurultay
bildirisinde; Avrupa’yla bütünleşme, NATO’ya bağlılık ve
demokrasinin tüm dünyada korunmasından söz ediliyordu.
Türkiye’nin, “Demokrasiyi
karşılaştığı tehlikelerden dünya çapında korumak için
kurulmuş olan Batı ittifak sistemine ve onun temel direği olan
Atlantik Paktı'na (NATO
y.n.) sarsılmaz bir sadakatle bağlı”
olduğu söyleniyor, bu bağlılığın aynı zamanda “Türkiye’nin
yerine getirmesi gereken kaçınılmaz bir ödev”
sayıldığı dile getiriliyordu.16
Ecevit ve Ortanın Solu
18-21
Ekim 1966’da yapılan 18.Kurultay’da nereden ve neden çıktığı
tam olarak anlaşılamayan ortanın
solu
diye bir kavram yoğun olarak tartışıldı. Sol,
sosyal demokrasi, demokratik sol
gibi tanımlar, Türk
Devrimi’nin
söylemlerinde yer almayan kavramlardı. Sosyalist Enternasyonel’in
üyelik önerisi, 1927 Kongresi’nde kabul edilmemişti. CHP o güne
dek bu tür tanımlardan uzak durmuştu. 18.Kurultay’da Genel
Sekreter olan Bülent
Ecevit,
ortanın
solu
kavramına ısrarla sahip çıktı. Bu kavramı, 1974’de Demokratik
Sol
haline getirdi; 1976’da CHP’yi Sosyalist
Enternasyonale
üye yaptı ve sert söylemlerle düzen karşıtı eleştirilere
başladı.
Ecevit,
Atatürk
devrimlerini “halka
ulaşmadığı”
ve yeterince “radikal
(köklü y.n.) olmadığı”
için eleştiriyordu. Bireylerin inançlarını açıkça uygulamaya
sokabilmesi gerektiğini söylüyor, “laiklik
uygulamalarına”
katı oldukları için karşı çıkıyordu.17
Parti içindeki karşıtlarına çok sert davranıyor, bunların,
daha önce “yeterince
radikal”
bulmadığı Kurtuluş Savaşı yöntemleriyle “ezileceğini”
söylüyordu: “Biz
halkı ezilmekten ve sömürülmekten kurtarmaya çalışıyoruz.
Milli mücadelede de
(Kurtuluş Savaşı y.n.), içerden
kurtuluşu engellemek isteyenler olmuştur. Onlar nasıl yenildiyse,
bugün sosyal ve ekonomik kurtuluş hareketine gösterilen
engellemeler de öyle ezilecektir.” 18
Söylemler
28-29
Nisan 1967’de yapılan 4.Olağanüstü Kurultay’da “Sosyalizmi
aşama olarak kabul eden komünistlerle hiçbir ilgimiz yoktur...
Partimize yönelik olarak yapılan Marksist suçlamalarını nefretle
karşılıyoruz... CHP sosyalist değildir ve olmayacaktır”
biçiminde açıklamalar yapıldı.19
Ancak,
Bülent
Ecevit’in
Türkiye’nin her yanına yaydığı söylemler, Ceza
Yasası’nın
141. ve 142.maddeleri nedeniyle, soysalistlerin bile söylemekten
çekineceği kadar sertti: “Toprak
işleyenin su kullananın”,
“Ne
ezilen ne ezen, insanca hakça bir düzen”,
“Bu
düzeni değiştireceğiz”,
“Toprak
ve su ağalığına son”,
“Köylünün
olmayan toprakta, demokrasi olmaz”,
“Toprak
işgalleri devrimci eylemlerdir”
gibi sözler söylüyordu.20
Söylenenler
içinde devlete karşı özenle seçilmiş söz ve eleştiriler de
vardı. “Sağda
servet, aşırı solda devlet, ortanın solunda halk egemendir”,
“Halk
devletin değil, devlet halkın hizmetinde”,
“Devlet
ve servet köleliğine karşıyız”,
“Yerel
yönetimler gerçek demokrasinin gereği olan yetkilerle
donatılacaktır”21
biçiminde sloganlaştırılmış sözler sıkça yineleniyordu.
Söz Var Eylem Yok
Bülent
Ecevit
uzun siyasal yaşamı boyunca; toprak,
devrim,
su
kullanımı;
tefeciden,
ağadan
ya da işbirlikçiden
alıp, işçiye,
köylüye vermek
gibi konularda, söyledikleri yönde hemen hiçbir girişimde
bulunmadı. 1970-1980 yılları arasında milyonlarca insanı
peşinden sürüklemeyi başardı, iki seçim kazandı, iki kez
hükümet kurdu ancak miting meydanlarında halka söz verdiği
konularda, bir şey yapmadı. Gösterişli bir yükselişle elde
ettiği siyasi gücünü sessizce yitirdi. 1999’da yeniden Başbakan
olduğunda Türk halkı bambaşka bir Ecevit’le
karşılaştı. “Toprak
işgali”,
“su
kullanımı”
ve “devrim”in
yerini artık, “küreselleşme”,
“global
liberalizm”
ya da “özelleştirme”
söylemleri almıştı.
Ecevit’in Özgörevi (Misyonu)
Bülent
Ecevit,
verdiği sözleri yerine getirmedi ama önemli bir siyasi işlevi
yerine getirdi. Altmışlı yılların sonuyla yetmişli yıllarda
yayılan ve giderek toplumsal karşıtçılığa (muhalefete) dönüşen
ulusçu ve bağımsızlıkçı halk deviniminin, denetim altına
alınması ve giderek sönümlenmesine büyük katkısı oldu.
O
dönemde işçi eylemleri gelişip örgütleniyor, köylüler toprak
işgalleri yapıyor, üniversite gençliği anti-emperyalist
nitelikli eylemlere girişiyordu. Süleyman
Demirel
başkanlığındaki Adalet
Partisi
hükümetleri bu eylemlere baskı uygularken, Ecevit
devrimci
söylemlerle ortaya çıkıyor ve toplumsal karşıtçılık, baskı
yöntemlerinden çok daha etkili bir biçimde yön değiştiriyordu.
Ecevit-İnönü Çekişmesi
6
Mayıs 1972’de yapılan 5.Olağanüstü Kurultay, siyasi ahlak
açısından doyumsuzluğun, vefasızlığın ve geçmişe
saygısızlığın kaba örneklerinin yaşandığı bir kurultay
oldu. Çok uzun bir süre CHP’nin hemen her şeyi olan İsmet
İnönü,
kalp kasılması (spazm) geçirmiş ve kurultay bu nedenle
ertelenerek 6 Mayıs’a alınmıştı. İnönü,
Bülent
Ecevit’le
çalışmak istemiyor ve “Parti
meclisi değişmezse CHP yok olur. CHP’nin geleceği tehlike
içindedir. Anlaşmazlık, benim ve Bülent’in birlikte görev
almasıyla giderilemez. Karşı karşıya olmamız dostluğumuzu
bozmaz. Ecevit’le çalışmam, ya ben ya da Ecevit seçilmelidir”
diyordu.22
Ecevit’in
bu çağrıya verdiği yanıt, o dönemdeki açıklamaların tümünde
olduğu gibi son derece sertti. İnönü’ye,
“Demokratik
bir partinin yasalara saygılı üyeleri mi olacağız, kapı kulları
mı olacağız. CHP’de hukuk mu yürüyecek, buyruk mu?”
diyerek yanıt verecektir.23
Ecevitçi
olarak
tanınan Ahmet
Üstün,
“İnönü,
İnönü, İnönü; keramet mi yani”
diyecektir.24
Delegeler
arasında İnönü’ye
karşı saygısız bir muhalefet örgütlenmiştir. Yapılan oylamada
709 delege Ecevit’ten,
507 delege İnönü’den
yana oy verir. İsmet
İnönü,
8 Mayıs 1972’de 88 yaşındayken, önce genel başkanlıktan, daha
sonra CHP üyeliğinden ayrılır. Oysa İnönü,
1947’de yapılan ve “değişmez
genel başkanlığı”
kaldıran Kurultayda, “yurdun
siyasal yapısında yapıcı ve yaratıcı işlevine kesin olarak
inandığım CHP’nin daima üyesi olarak kalacağım”
demişti.25
12 Eylül ve CHP
Cumhuriyet
Halk Partisi,
12 Eylül 1980 darbesinden sonra herhangi bir mahkeme kararına
dayanmadan, 16 Ekim 1981’de kapatıldı. Gerçekleştirilen eylem,
sıradan bir parti kapatma olayı değil, olumlu-olumsuz etkileriyle
altmış yıldır Türk siyasi tarihine yön veren temel bir kurumun
ortadan kaldırılmasıydı.
Cumhuriyet
Halk Partisi,
Atatürk’ün
kurduğu parti olarak, onun ilkelerinden ne denli uzaklaşmış
olursa olsun, Türk siyasetinin ana unsuru, Cumhuriyet’in siyasi
alandaki dokunulmazlarından
biriydi. Yeni devlet ve yeni toplumun kuruluşuna öncülük etmiş,
halk içinde kök salmış, Türk parti düzenine biçim vermişti.
Tek
parti
ya da iki
partili
dönemlerde, siyasi dengenin temel unsurlarından biriydi. O denli
etkiliydi ki, ondan ayrılan kişi ya da kümelerin siyasi yaşamı
sona erer, Demokrat
ya da Adalet
Parti’sinden
başka herhangi bir parti, ona rakip olabilecek denli güçlenemezdi.
1980’den Bu Güne
Cumhuriyet
Halk Partisi’nin
1981 yılında kapatılmasından sonra ortaya çıkan; Halkçı
Parti
(HP), Sosyal
Demokrat Parti
(SODEP), onların birleşmeleriyle oluşan Sosyal
Demokrat Halkçı Parti
(SHP) ve yeni Cumhuriyet
Halk Partisi
girişimleri, bugün bambaşka bir CHP yaratmıştır.
Atatürk,
1935 yılında, “sonuna
dek benim olarak kalacağını nereden bileyim”
demekte haklı çıkmıştır. Günümüzdeki CHP’nin Atatürk’ün
Cumhuriyet
Halk Partisi’yle
bir ilişkisi yoktur;
bambaşka bir örgüttür. Bu ayırımı, en özlü biçimde, Deniz
Baykal’ın
sözlerinde buluyoruz. Baykal,
22 Ağustos 2002’de, Atatürk’ten
kopuşun ilanı anlamına gelen şu sözleri söylemiştir:
“Türkiye’de
kutsal devlet anlayışından, insan odaklı devlete geçilecek.
İçine kapalı Türkiye, küresel Türkiye haline getirilecek. Karma
ekonomi yerine çağdaş piyasa ekonomisi yerleştirilecek.” 26
CHP’nin
bu günkü yönetimi 11 Kasım 1938’de başlayan geri dönüş
sürecinin doğal sonucudur. CHP artık CHP değildir. Köklerini
yadsıyan, siyasi bozulmanın merkezinde yer alan ve dünya
egemenlerinin dümen suyunda varlığını sürdüren bir başka
partidir. 1950’lerde Demokrat Parti ile ödün verme yarışına
giren CHP bugün AKP ile yarışmaya çalışmaktadır. Bu partinin
Cumhuriyet değerleri ve Kemalist ilkeler açısından artık bir
değeri yoktur. Ülkenin sorunlarına yanıt veremediği için
küçülüp yok olması kaçınılmazdır.
DİPNOTLAR
1 “Türkiye’de
Siyasi Partiler” Prof.T.Z.Tunaya,
Arba Y., 2.Bas., sf.575
2 Büyük
Larousse, Gelişim Yay., 4.Cilt, sf.2507
3 “CHP’nin
Soyağacı” Rahmi Kumaş,
Çağdaş Yay., 1999, sf.51
4 “CHP
1919–1999” Hikmet Bila,
Doğan Kitapçılık sf.118
5 a.g.e.
sf.118
6 a.g.e.
sf.118
7 “ABD
Ziyareti ve İnönü” Prof.
Türkkaya Ataöv,
Cumhuriyet, 30.12.2003
8 Büyük
Larousse, Gelişim Yay., 4.Cilt, sf.2507
9 “Menderes’in
Dramı” Ş.S.Aydemir,
Remzi Kit., İst. 1969, sf.165
10 “CHP
1919 – 1999” Hikmet Bila,
Doğan Kit. A.Ş. 2.Bas.1999, sf.116
11 a.g.e.
sf.127 ve 128
12 a.g.e.
sf.133
13 “Türkiye’de
Siyasi Partiler” Prof.T.Z.T.,
Arba Y., 2.B., sf.577–578
14 Büyük
Larousse, Gelişim Yay., 4.Cilt, sf.2507
15 “CHP’nin
Soyağacı” Rahmi Kumaş,
Çağdaş Yay., 1999, sf.83-84
16 a.g.e
sf.126
17 “CHP,
Örgüt ve İdeoloji” Doç.Dr.
Ayşe Güneş Ayata,
Gündoğan Yay. – 1992, sf.84
18 “CHP’nin
Soyağacı” Rahmi Kumaş,
Çağdaş Y., 1999, sf.176-177
19 a.g.e.
sf.177 ve 181
20 a.g.e.
sf.204, 206 ve 208
21 a.g.e.
sf.189, 201, 206 ve 256
22 “CHP’nin
Soyağacı” Rahmi Kumaş,
Çağdaş Yay., 1999, sf.222
23 a.g.e.
sf.223 ve 52
24 “CHP
1919 – 1999” Hikmet Bila,
Doğan Kit. A.Ş. 2.Bas. 1999, sf.221
25 “CHP’nin
Soyağacı” Rahmi Kumaş,
Çağdaş Y., 1999, sf.223 ve 52
26 “Baykal
– Derviş Sentezi”
Hürriyet, 22.08.2002
Yaziniz icin tesekkurler,yorumuza aynen katiliyorum.
YanıtlaSilAmerika Birleşik Devletleri’nin “sübliminal” desteğini hep arkasında duyumsamayan CHP'li CHP'li değildir. Olsa olsa partiye ECEViT’in kazandırdığı nâdir-toprak-metallerinden biridir: Selin Sayek Böke = Curiyum, Eren Erdem = Einsteinyum, …
YanıtlaSil