Yaklaşık
birbuçuk yıl içinde yapılacak üç önemli seçimden, yerel yönetimlerle ilgili
olanı 30 Mart’da yapıldı. Halkın önemli bir bölümü, son dönemde siyasi ve
insani ahlakla bağdaşmayan olayların yaşanması nedeniyle, yönetim erkini elinde
bulunduranların güç yitireceğini bekliyordu. Bu beklenti gerçekleşmedi. CHP ve
MHP ancak AKP kadar oy alabildi. Acaba daha iyi bir sonuç elde edebilirler
miydi? Bu soruya yanıt vermek gerekir. Bunun için bu iki partinin, bugünkü
yapısını, halkla ilişkilerini ve tarihsel köklerini incelemek gerekir. CHP’yi
dört bölümlük bir yazıyla inceledik. Şimdi, aşağıdaki yazıyla MHP’nin geçmişini
inceleyeceğiz. Yazı okunduğunda görülecektir ki, bu partinin de Türkiye’nin
sorunlarına yanıt verememesinin nedenleri geçmişinde yatmaktadır.
İlk Dönem
Milliyetçi Hareket Partisi, ilk döneminde özellikle
gençlik üzerinde etkili olan ve bu etkiyi Meclis’ten çok Meclis dışında
kullanan, eyleme dönük bir örgüttür. MHP’nin ortaya çıkışı, yeni bir parti
olarak kurulmasıyla değil, Alparslan Türkeş’in arkadaşlarıyla birlikte,
başka bir partinin yönetimine gelmesiyle başlar. Alparslan Türkeş bir küme
(grup) arkadaşıyla birlikte Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi’nin (CKMP) yönetimine
gelmiştir. Türkiye Komünizmle Mücadele Derneği 'nin (TKMD) desteğiyle gerçekleşen bu değişimle, ılımlı bir karşıtçı partisi olan CKMP,
savaşkan bir siyasi örgüt durumuna geldi. Yönetim değişikliğinden sonra dört yıl
aynı adla çalışan parti, 1969 yılında Milliyetçi Hareket Partisi adını
aldı ve 12 Eylül yönetimi tarafından kapatıldığı 16 Ekim 1981’e dek
varlığını sürdürdü.
Dokuzışık
CKMP’nin eylem ve
ideolojisine her zaman Genel Başkan Alparslan Türkeş yön verdi. Türkeş 1965’de, daha sonra niteliği
önemli oranda değişerek kitaplaştırılan Dokuz Işık İlkesi adlı bir broşür
çıkardı. CKMP’nin programına temel oluşturan bu broşürde; Milliyetçilik,
Ülkücülük, Ahlakçılık, İlimcilik, Toplumculuk, Köycülük,
Hürriyetçilik ve Şahsiyetçilik, Girişimcilik, Endüstri
ve Teknikçilik başlıklarıyla partinin temel görüşleri ortaya konuyor ve
Türkiye’nin gelişip güçlenmesi için bu görüşler doğrultusunda ilerlenmesi
gerektiği söyleniyordu.
Dokuzışık İlkesi temel alınarak hazırlanan
parti programında, “Kemalizmin partiye yol gösterdiği” açıklanıyor,
CKMP’nin “Milliyetçi, demokratik, laik ve yasalara saygılı” bir parti
olduğu söyleniyordu. “Özgürlük, milliyetçilik, ahlakçılık, toplumculuk,
gelişme ve halkçılık, köycülük ve sanayileşme” partinin temel ilkeleriydi.
İlkeleri açıklayan bölümlerde “milliyetçilik” ilkesine özel vurgu
yapılıyor ve şunlar söyleniyordu: “Türk milliyetçiliği anti-emperyalist,
barışçı, özgürlükçü ve demokratik bir görüştür. Bu nitelikler Türk tarihinden,
Türk halkından ve Atatürk’ün düşüncelerinden alınmıştır.” 1
Adana Kongresi: Türkçülükten İslamcılığa
1965’te kabul edilen
program, 1969’a dek, parti eylemine yön veren belge olarak önemini korudu.
Ancak, 1969 Adana Kongresi’nde alınan kararlarla, yeni bir yöneliş içine
girildi ve parti politikası önemli oranda değiştirildi. Örgüt ideolojisine yön
veren Alparslan Türkeş, yakın çevresinin de etkisiyle, daha önce hiç
dile getirmediği görüşler ileri sürdü.
Yeni yönelişle; milliyetçilik,
Türkçülük, laiklik, devletçilik gibi temel konularda,
içeriğe yönelik anlayış değişikliği yaşanıyor ve Atatürkçülük artık
anılmıyordu. Türkçülüğün yerini önemli oranda İslamcılık alıyor,
etnik yapıyla dini inancı birbirine karıştıran Türk İslam Sentezi gibi
bilimselliği olmayan ve Türk etnik kimliğiyle çelişen yeni bir kavram
getiriliyordu.
Adana Kongresi’nden hemen
sonra başlayan süreçle, yönetiminde Adalet Partililerin olduğu Komünizmle
Mücadele Dernekleri’nin yürüttüğü eylem türü, yani saldırganlık onlardan
devralındı ve bu eylemler yaygınlaştırılarak sürdürüldü. ABD’nin Yeşil Kuşak
kuramını geliştirdiği ve Türkiye’de anti-Amerikan savaşımın yükseldiği döneme
denk gelen bu değişim, çarpıcı sonuçlarıyla MHP’nin kapatılmasına dek sürdü.
Türkeş’in Değişimi
Alparslan Türkeş, 1961 yılında Cumhuriyet
gazetesinden Cevat Fehmi Başkurt’la yaptığı görüşmede şunları söylemişti:
“Atatürk devrimleri yerinde saymadı, aksine geriledi. Din, kıyafet ve en
önemlisi anlayış olarak geriledi... Son zamanlarda Anadolu’yu hiç dolaştınız mı?
Çarşafın nasıl kapkara bir yangın halinde bütün yurdu sardığını gördünüz mü?
Gerileme yalnız bu alanlarda olmadı. Örneğin Türkçecilikte oldu. Türkçecilik
Atatürk’ün bu millete en yararlı armağanlarından biriydi. İhaneti önce, ezanı
Arapça okutmakla başlattılar... Türk camilerinde Türkçe Kuran okunur, Arapça
değil.” 2
Ülkücü kesimden Hakkı
Öznur, Ülkücü Hareket adlı yapıtında, Dündar Taşer ve Ahmet
Er gibi “milli-İslami hassasiyetleri olan kişiler”in, “Türkeş’i
de yönlendirerek”, CKMP’yi “Kemalist yapıdan milli ve manevi ağırlıklı
bir siyasi çizgiye” getirdiğini söyler. Bu savın doğruluk payı yüksektir. Çünkü Alparslan Türkeş, 1969 Adana
Kongresi’nde yaptığı konuşmada, eski düşüncelerini değil, Ahmet Er’in
bir yıl önce açıkladığı ve “üçüncü yol” adını verdiği görüşleri
yansıtmıştı.
Ahmet Er, 1968’deki İstanbul İl
Kongresi’nde şunları söylemişti: “İslam, kişi ve toplum hayatında olduğu
gibi, dünya ve kainatta da dengeyi hedef almaktadır. İslam bir ideoloji değil,
bir hayat nizamıdır. Kaynağı İslam ve hak olmayan bir hareket başarıya
ulaşamaz. Bizim milli hareketimizin kaynağı ve anlayışı da Kuran ve sünnete dayanmaktadır.”
3
Ahmet Er ve ABD
Ahmet Er’in dile getirdiği
görüşlerle, o dönemde ve daha sonra Washington’dan yapılan açıklamalar ve
Türkiye’ye önerilen politikalar arasında büyük benzerlikler vardır. Temelinde Atatürk’e
karşıtlığa dayanan “ılımlı İslam” anlayışının bulunduğu bu politika,
bugün artık toplumsal yaşamın hemen her alanını etkisi altına almıştır.
CIA Ortadoğu Direktörü ve
ABD Ulusal İstihbarat Konseyi Başkanı Graham Fuller’ın yaptığı şu
değerlendirmeyle, Ahmet Er’in sözleri arasındaki benzerlik şaşırtıcıdır.
“Kemalizm bitti. Dünyadaki bütün liderler gibi o da sonsuza dek yaşayacak
ürün veremedi. Oysa İncil ve Kuran hala veriyor. Bu nedenle, kendisine
entelektüel güven duyan Türkiye, İslam’ın günlük yaşamdaki yerini almasını
yeniden düşünmelidir.” 4
“Üçüncü Yol” ve MHP Çizgisi
Üçüncü Yol anlayışı Adana
Kongresi’nde partinin temel ideolojisi haline getirildi. Adana’daki ideolojik değişim, aynı kongrede biçimsel
yeniliklerle tamamlandı.
Cumhuriyetçi Köylü Millet
Partisi
adı, Milliyetçi Hareket Partisi olarak değiştirildi. Parti amblemi,
Osmanlı’nın üç hilalli bayrağı oldu. “Tanrı Türkü korusun” sloganının
yerine, “Tanrı Dağı kadar Türk, Hira Dağı kadar Müslümanız” sloganı
getirildi. Bu tür sloganlar daha sonra “Kanımız aksa da zafer İslam’ın”,
“Çağrımız İslam’da dirilişedir” ve “Ya Allah bismillah Allah-ü
ekber” biçimini aldı.5
Değişiklikler, doğal olarak
sancısız olmadı. Nihal Atsız başta olmak üzere birçok eski Türkçü,
değişime tepki gösterdi ve partiden ayrıldı.6 Ancak, tepki ve ayrılmalar
sonucu değiştirmedi ve MHP giderek artan biçimde “İslamcı” yanı ağır
basan bir parti durumuna geldi.
“Eğitim”
Kampları
Yeni politika, parti
eylemine yön veren girişimler olarak hızla uygulamaya sokuldu. Üyelerin
eğitimi, özellikle gençlere yönelik parti eğitimi, Türkçülüğü değil “İslamcılığı”
öğreten kurslar gibiydi. Parti yöneticilerinin “Gençlik Eğitim Kampları”,
basının ise “Komando Kampları” adını verdiği etkinliklerde, Kurtuluş
Savaşı’ndan, Atatürk’ten, emperyalizmden değil, daha çok din
konularından, Osmanlı’dan, komünizme karşı savaşım zorunluluğundan söz
ediliyordu.
Yerleşim yerlerinden uzak
yerlerde yapılan ve 21 gün süren bu kampların, sıkıdüzenle (disiplinle) uyulan
günlük programı şöyleydi: “Sabah ezanı ile uyanış, temizlik ve toplu namaz-sabah
sporu, dinlenme ve kahvaltı-mehter ve milli marşlarla yürüyüş, öğle
namazı-seminer ve konferans, toplu ve bireysel çalışmalar, boks, güreş, judo,
karate-ikindi ezanı ve toplu namaz, dinlenme, uyku-kısa yürüyüş, gece tatbikatı
için hazırlık, akşam namazı ve akşam yemeği-günlük olaylar, basının
eleştirilmesi ve kitap okuma-yatsı namazı ve yatış-belirsiz zamanlarda gece
eğitimi için alarm” 7
Anadoluculuk Akımı
Kimi ülkücü yazar,
1969’daki değişimin ideolojik kaynağının, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra
ortaya çıkan ve Anadoluculuk Akımı adı verilen düşünsel devinim olduğunu
söyler. Bu yargı yanlış değil, eksiktir. 1969 değişimine yön veren temel etmen
yerel düşünsel akımlar değil, küresel politikaların Türkiye’ye yaptığı etkidir.
“İslamcı” görüşleriyle Anadoluculuk Akımı, yapılmak istenilen
politik değişime uygun düştüğü için ideolojik bir araç olarak kullanılmıştır.
İsmail Hakkı Baltacıoğlu, Mustafa Şakip, Mehmet
Erişirgil gibi isimlerin çıkardığı Dergah dergisiyle başlayan, Mükrimin
Halil İnanç, Hilmi Ziya Ülken, İsmail Hami Danişment’in
çıkardığı Anadolu Mecmuası ile süren Anadoluculuk Akımı, Nurettin
Topçu’yla gelişmiş ve dizgeleştirilmiştir (sistemleştirilmiştir). Nurettin
Topçu, ülkücü yazar Hakkı Öznur’a göre, “Türkiye’de çeşitli
fonksiyonları bulunan milliyetçilik anlayışına karşı çıkan” ve “İslam’ın
sınırları ve ölçüleri içinde, İslam’a mecz olmuş (bağlanmış, erimiş, içine
çekilmiş y.n.) bir Türk milliyetçiliği anlayışını ortaya koyan” düşünce
adamıdır.8
Türklüğü Yadsıyan “Milliyetçi”
Nurettin Topçu, gerçekte kararlı bir Atatürk
düşmanıdır. Ziya Gökalp’i şiddetle eleştirir, onu Auguste Comte
ve Emile Durkheim’in öykünmecisi (taklitçisi) sayar; “Ziya Gökalp’e
karşı olma”yı ilke edinir. Hareket Dergisi’nde yazdığı yazılarda, “Türk
milletinin hayat ve kuvvet kaynağı İslam’dır” der ve İslam öncesi Türk
tarihini yadsır. Ona göre, “Türk milliyetçiliğinin başlangıç tarihi ne
1923’tür ne de milattan öncedir”. Bu tarih, “Anadolu’nun vatan olmasına
yol açan” 1071’le başlar; “milli tarih bilinci” bu tarihten sonra oluşur.
Nurettin Topçu, Hareket dergisinde
şunları yazar: “İslam’la mecz olmuş Anadolu milliyetçiliğinin baş düşmanı
Kemalizmdir. Altıok milliyetçiliği; kaba, bozuk, maddeci bir realizm
(gerçekçilik y.n.) dir. Halkçılığı gerçekte halka düşmanlıktır.
Köycülüğü, köylünün üzerinde kurduğu saltanattır. Devrimciliği
ilkesizliktir. Laikliği ise din düşmanlığıdır... Irkî tarihimizin bin yıldır
İslam’la yoğrulmuş Anadolu Türk’ü için bu tarihten bir ideal çıkarmak
imkansızdır... Kendini asırlardır İslam’a adamış bir milletin çocuklarını,
kısır, içi boş Türkçülük’le şaşırtmak, koca bir maziyi sonunda bir ırk gurubuna
bağlamak, Anadolu Türküne yapılmış en büyük haksızlık olur...” 9
12 Eylül ve MHP
Milliyetçi Hareket Partisi, 12 Eylül’den sonra tüm
partilerle birlikte kapatıldı (16 Ekim 1981) ve mallarına el kondu. Alparslan
Türkeş başta olmak üzere parti yöneticileri tutuklandı; binlerce parti
üyesi gözaltına alındı, işkence gördü; Türk Ceza Yasası’nın “149 ve 146.
maddelerindeki cürümleri işlemek” suçundan dava açıldı ve Türkeş 11
yıl hapse mahkum oldu. Beş kişiye idam, dokuz kişiye ömür boyu, iki yüz yirmi
bir kişiye de 10 ayla 36 yıl arasında çeşitli hapis cezaları verildi. Karar,
Yargıtay Birinci Ceza Dairesince onaylandı (1995).10
Tutuklamalar;
Cezalar
Yıllarca devleti savunmuş
olan MHP, devlet tarafından, üstelik ağır biçimde cezalandırılmıştı. Bu durum,
Sıkıyönetim Mahkemesi iddianamesine, verilen cezalardan daha ağır biçimde
yansıtılmıştır.
MHP yönetici ve üyeleri,
hiç hak etmedikleri bir davranışla karşılaştıklarına inanıyor ve
kullanılmışlığın ezikliğini yaşıyordu. Uzun yıllar savaşmışlar, acı çekmişler
ve şimdi ceza evlerine doldurulmuşlardı.
Onca savaşım (mücadele) bir
anda anlamını yitirmişti. İddianamede yapılan suçlamalar o denli ağırdır ki,
devlet tarafından yapılan bu suçlamalar MHP’liler için, maddi olmaktan
çok ruhsal çöküntüye yol açacak tinsel bir cezaydı. Şöyle suçlanıyorlardı: “Anayasal
düzenin Cumhuriyetçilik ve demokrasi ilkelerine aykırı olarak, devletin tek
kişi tarafından yönetilmesi amacına yönelik değiştirilmesine zor yoluyla
kalkışmak, Türkiye ahalisini birbiri aleyhine silahlandırarak toplu kıyıma
yönlendirmek, toplu kıyıma neden olmak, bu cürümlere katılmak, TCK’nın 149 ve
146. maddelerinde yazılı cürümleri işlemek için silahlı örgüt oluşturmak.” 11
Kimlik
Bunalımı
12 Eylül’ün, kendilerini “komünizm
tehlikesine karşı devleti koruma” gibi bir özgörevle (misyon) tanımlayan
MHP’yi mahkum etmesi, tabanda yaygın bir kimlik bunalımına yol açtı. Parti
yönetimine güvenerek ülke yararına olduğuna inandığı ağır bir savaşım içine
giren üyeler, özellikle genç olanlar, büyük bir düş kırıklığı yaşayarak siyasetten
çekildiler.
Alparslan Türkeş ve parti yöneticileri,
mahkemedeki savunmalarında kendilerini, “düşüncesi iktidarda, kendisi
zindanda bir kadro” 12
olarak tanımlıyordu. “Komünizmi ezmek” adına, politik malzeme
olarak kullanılmışlar, yıprandıkları anda da bir kenara konmuşlardı. Başını
ABD’nin çektiği küresel merkezler, Türkiye’de artık, başka amaçlar için başka
güçlerle çalışacaktı. Tabanında milliyetçilerin bulunduğu MHP’nin, bu çalışma
içinde şimdilik yeri yoktu.
ABD ve MHP
MHP yönetimlerinin
yürüttüğü politikalar ve 12 Eylül uygulamalarının sonucu, binlerce yurtsever
insan yanlış bir siyasi savaşım içinde yok olup gitti. Parti yöneticileri, ABD’yle
ilişkilerin Türkiye için ne denli çekinceli (tehlikeli) olduğunu görmüyor, tersine onun
öngördüğü politikaları yürütmenin hem parti, hem de Türkiye açısından yararlı
olacağına inanıyordu. ABD, Türkiye’nin vazgeçilmez dostu kabul ediliyordu. Alparslan
Türkeş’in Brzezinski’nin 1980’de Türkiye’ye gelişiyle ilgili yaptığı
değerlendirme, bu anlayışın çarpıcı örneklerinden biridir.
Brzezinski ve Alpaslan Türkeş
Brzezinski, ABD Başkanı Carter’in
Ulusal Güvenlik Danışmanı’dır. 1980 yılında, 12 Eylül darbesinden hemen önce
Türkiye’ye gelmiş, hükümetle değil Genel Kurmay Başkanı Kenan Evren
ve TÜSİAD üyeleriyle görüşmüştü. Kenan Evren’e kendisiyle Amerika
Birleşik Devletleri adına görüştüğünü söylemiş ve “Türkiye’de istikrarlı bir
yönetim istiyoruz” demişti.13 “İstikrar” dan kast
edilenin ne olduğu, gerek 12 Eylül uygulamalarında gerekse Brzezinski’nin
daha sonra yayınladığı anılarında görülecektir.
Alparslan Türkeş, Brzezinski’nin
Türkiye’ye geldiği günlerde, Bunalımdan Çıkış Yolu adlı bir kitap
yayımladı. Bu kitapta, ABD ile ilişkiler konusunda görüşlerini açıklıyor, ABD
adına “istikrarlı bir yönetim” isteyen Brzezinski konusunda şu
değerlendirmeyi yapıyordu: “Resmi görevinin yanında kuvvetli bir ilim adamı
olan Brzezinski bazı gazetecilerle yaptığı görüşmede, ’Ortadoğu ülkelerini
yalnız bırakarak onları galiba Ruslara yem haline getirdik. Bundan o ülkeler
gibi biz de ızdırap duyuyoruz. Fakat Batı, özellikle Amerika, bundan sonra
geçmişteki hatalarını tekrarlamayacaktır. Bütün gücümüzle hürriyetçi ülkelerin,
gelişme ve güçlenmelerine yardımcı olacağız...’ demiştir. Batının, hatalarını
Brzezinski kadar görmüş olmasını ve Brzezinski gibi çözüm yollarını farketmiş
bulunmasını arzu ediyoruz.” 14
Türkeş’in “kuvvetli bir bilim
adamı” dediği Brzezinski, Türkiye’deki hemen tüm karışık işlerde
parmağı olan ve herhalde MHP davasıyla da yakından ilgilenmiş bir kişidir.
Türkiye’ye gelip, Kenan Evren ve TUSİAD üyeleriyle görüştükten kısa bir
süre sonra, 12 Eylül olmuştur.
Bugünkü MHP
MHP bugün, yöneticilerinin
niteliği ve düşünsel yapısıyla partiden çok; kişiye bağlı, ilkesiz ve eylemsiz
bir örgüt durumundadır. Parti çalışması, genel başkanlarının Meclis
salonlarında yaptığı konuşmalar ve sözcüsünün medyaya yaptığı açıklamalarla
sınırlandırılmıştır.
Yıllarca savunduğu Türk
milliyetçiliği saldırı altındayken, ülkede çekincelerle dolu bir
dönem yaşanırken, parti örgütleri sessizlik içindedir. Ulusal değerlerin yok
edilişi olağan dışı bir edilgenlikle (pasiflikle) yalnızca izlenmektedir.
Partilere yaşam veren kitlesel eylem adeta yasaklanmıştır. Genel başkanın uygun
göreceği yer ve zamanda yapılacak ve yalnızca kendisinin konuşacağı mitingler,
kitle eylemi sayılmaktadır.
MHP bugünkü konumuyla
AKP’nin yürürttüğü politikaya kritik dönemlerde yaptığı katkıyla dikkat
çekmektedir. CHP, Recep Tayip Erdoğan’ın milletvekili olmasının yolunu
açmışken; MHP 2002 erken seçim kararı ve Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı seçilmesine olanak
sağlamıştır. Yönetime gelse bile, Kemal Derviş’in uyguladığı, AKP’nin
sürdürdüğü politikadan başka bir politika izlemeyecektir. ANAP ve DSP ile
birlikte yer aldığı 57.Hükümette yaptıklarının aynısını yapacaktır.
MHP bugünkü yöneticileriyle Türk
ulusunun gereksinimlerine yanıt verecek, Cumhuriyet’i savunabilecek bir parti
olmaktan uzaktır. Yönetimi değişmedikçe geleceği yoktur, yok olması kaçınılmazdır.
DİPNOTLAR
1 “Ülkücü Hareket – I”,
Hakkı Öznur,
Akik – 1996, sf.148, 149
2 a.g.e.
sf.147
3 a.g.e.
sf.154
4 “12 Eylül’de İrtica”, Prof.Dr.Çetin Yetkin,
Ümit Yay., Ank.– 1994, sf.43
5 “Ülkücü hareket – I”,
Hakkı Öznur,
Akik – 1996, sf.156 ve 227
6 “Cumhuriyet Dönemi
Türkiye Ansiklopedisi”
İletişim Yay., 8.Cilt, sf.2115
7 “Fırtınalı Yıllarda
Ülkücü Hareket”, Turhan Feyizoğlu, Ozan Yay.
2000, sf.65 ve 66
8 “Ülkücü Hareket – I”,
Hakkı Öznur,
Akik – 1996, sf.106
9 a.g.e. sf.108–110
10 “Cumhuriyet Dönemi
Türkiye Ansiklopedisi”
İletişim Yay., 15.C ., sf.1276
11 Büyük Larousse, Gelişim yayınları,
13.Cilt, sf.8185
12 “Cumhuriyet Dönemi
Türkiye Ansiklopedisi”
İletişim Yay., 15.C ., sf.1276
13 “Ülkücü Hareket – I”,
Hakkı Öznur,
Akik – 1999, sf.260
14 “Bunalımdan Çıkış
Yolu”, Alparslan Türkeş, Yeni Y., 2.Bas.–1980, sf.37, 38
Hatirlatici emekleriniz icin saygilarimi sunuyorum ,yorumlariniza aynen katiliyorum.
YanıtlaSilTeşekkürler Sevgili Adsız.
YanıtlaSilKimin ne olacağını kimin ne yapacağını yalnızca Allah (c.c) bilir yazının son bölümüne katılmıyorum
YanıtlaSil