Partilerle siyasi
demokrasi arasında, biribirini etkileyip geliştiren bir ilişki vardır.
Çalışanlar, siyasi savaşımın araçları olarak parti örgütlenmesini bulup
yetkinleştirirken, demokrasinin sınırlarını da kendilerinden yana genişletmiş
olurlar. Başlangıçta, emekçilerin partilerle örgütlenmemesi için her türlü
baskıyı kullanan egemenler, istemlerine baskıyla ulaşamayacaklarını anlayınca,
partileri ele geçirmeye ya da kendi partilerini kurmaya yöneldiler. Parti
oluşumunu meşrulaştırarak onların gerçek kullanıcıları oldular. Toplumsal
karşıtçılığı (muhalefeti), denetim altında tutarak “demokrasi” sınırları içinde azınlıkta tutmak, olmazsa güç
yöntemleriyle ezmek, yüzyılımızın geçerli politikasıdır. “Seçim olsun ama ben kazanayım” anlayışı, egemenlerin değişmez
kuralıdır. Partilerle siyasi demokrasi arasındaki ilişki incelemeye değer bir
konudur. Alttaki yazıyı bu amaçla yayınlıyoruz.
Partiler
Demokratik Savaşımların Ürünüdür
Siyasal partilerle demokrasi arasındaki ilişki, kapsamı ve etkisi
değişerek yüzelli yıllık bir savaşıma dayanan bir sürecin ürünüdür. Yönetim gücünü
ellerinde bulunduranlar, örgütlenme hakkını da içeren demokrasiyi, önce devlet
gücüne dayanan baskı yöntemleriyle engelledi. Daha sonra demokratik savaşımın zorlamasıyla,
siyasi partilere izin veren ancak denetim altında tutulan bir düzen geliştirdi.
Bu düzene demokrasi adını verdi; atanmış seçkinlerle sürdürdüğü egemenliğini
siyasi partiler aracılığıyla yürütmek zorunda kaldı. Sürecin içinde, birbirini
etkileyen çelişkili iki iç süreç vardı. Toplumsal tepkiyi örgütleyerek
yayılmaya çalışan düzen karşıtı partiler demokratik kazanımları geliştirirken;
düzenin egemenleri, kabul etmek zorunda kaldıkları bu kazanımları, kendi
çıkarlarını savunan partiler kurmak için kullandı. Düzeni savunan partiler yönetime
getirildi ve yönetimdeki egemenlik bu partiler aracılığıyla sürdürüldü. Ellerinde
tuttukları akçalı (mali) ve yönetimsel ayrıcalıklar, egemenlere bu olanağı
veriyordu.
Seçime
Evet Ama Ben Kazanayım
Toplumsal karşıtçılığı, “barışçı yöntemlerle” “demokratik”
sınırlar içinde tutmak, olmazsa sınırları kaldırarak güç yöntemleriyle ezmek,
Batı demokrasilerinin yüzyıldır değişmeyen özelliğidir. Batı’da önemli olan
demokrasinin güçlenip yaşaması değil, düzen değişikliğine yol açmayacak bir “demokrasinin”
varlığını sürdürmesidir. Bu, gerçekte şirket çıkarlarının hiçbir koşulda zarar
görmemesi demektir. Batı demokrasilerinin gerçek sınırını, halkın değil şirket
çıkarlarının belirlemesi, yalnızca bugünün değil son ikiyüz yılın çıplak gerçeğidir.
ABD Dışişleri Bakanlarından Henry Kissenger bu gerçeği, Şili’nin
seçilmiş Başkanı Salvador Allande’nin bir darbeyle devrilip öldürüldüğünde
şöyle dile getirmişti: “Bir ülkenin halkı komünizmi seçecek kadar
sorumsuzluk gösterirse biz buna demokrasi adına seyirci mi kalacağız.”1
Benzer görüşleri aradan 30 yıl geçtikten
sonra Venezüela Başkanı Chaves’e karşı darbe örgütleyen bir başka ABD
yetkilisi açıklamıştır. The New York Times haber yazarı Christopher
Marquis’in “Chaves seçilmiş bir devlet başkanı olduğuna göre meşruluğunun
kabul edilmesi gerekmez mi?” sorusuna ABD hükümet sözcüsü şu yanıtı
vermiştir: “Meşruiyet yalnızca seçmenin oy çokluğuyla gelen bir şey
değildir.”2
Batı’da Parti Savaşımı
Politik işleyişi şirket çıkarlarının belirler duruma gelmesi,
Batı’da demokratik hakların bulunmadığı anlamına gelmez. Batı demokrasileri,
kendi içinde, yoğun bir demokratik savaşım birikimini de taşımaktadır. Sanayi
devriminin bir gereği olarak, Batı’daki düzen karşıtı partiler, konumları ve amaçları
nedeniyle daha gelişkin ve daha savaşkan olmak zorundaydılar. Bu nedenle,
gereksinim duydukları demokratik ortamı, uzun süren sert çatışmalarla kendileri
yarattılar. Savaşımla sağlanan ve demokratik haklar içeren politik sistem,
sürekli olarak sermaye güçleri tarafından denetlendi ancak karşıtçı partilere de
varlıklarını sürdürebilecekleri bir ortam yarattı. Demokratik haklar içeren bu
ortam karşıtçılar için önemliydi. Friedrich
Engels, Alman Sosyal Demokrat Partisi Program Taslağına 1891 yılında
yaptığı eleştiride; “Mutlak olarak kesin
olan bir şey varsa, o da, Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin ve işçi sınıfının
egemen duruma, ancak demokratik cumhuriyet biçimi altında gelebileceğidir”
diyordu.3 Günümüzdeki demokratik cumhuriyetler, Engels’in düşündüğü demokratik cumhuriyetten çok farklı bir konuma
gelmiş olsa da, bu yargı partiler açısından önemini bugün de sürdürmektedir.
Kapitalizmin partisiz bir düzenle sürdürülemez duruma gelerek siyasi partilerin yasallık kazanması, politik savaşımla sağlanan demokratik bir gelişmedir ancak bu gelişme, partilere yasallık vermek zorunda kalan her yönetimin demokratik olduğu anlamına gelmemektedir. Yönetim gücünü elinde bulunduran sınıf ya da sınıflar, toplumsal savaşımın yeni koşullarına uyum göstererek siyasi partilerin varlığını benimsediler ve hızla partileşerek bu örgütleri, yönetimlerini sürdürmenin yeni ve etkili araçları haline getirdiler. Başlangıçta, tanınmış olan parti yasallığı, kendilerine ait olan ya da kesin biçimde denetlenen birkaç partiyle sınırlıydı ve sürdürülen politik düzen ne özgür, ne de demokratikti.
Denetim
Dışı Partiler Ezilir
Denetim dışında örgütlenip güçlenen partiler, önce, her tür
yöntem kullanılarak düzen dışında tutuldu. Bu dönem, karşıtçı parti eylemleri
için; yasaklar, kısıtlamalar, hapis ve sürgünler dönemiydi. Her şeye karşın
politik savaşım sürdü ve birçok ülkede partiler yasal konum elde ettiler. Ancak
bu kez parti içi etkinlik, giderek artan biçimde halkın sahip olmadığı akçalı (mali)
güce dayalı bir eylem haline getirildi ve elde edilmiş olan ekonomik–demokratik
kazanımlar kâğıt üzerinde kaldı. Parti kurma ve örgütlenme özgürlüğü herkese
tanınmıştı, ancak bu yalnızca görünüşte böyleydi. Partileri, akçalı ve yönetimsel
gücü olanlar kuruyor ve örgütlenme özgürlüğünden gerçek anlamda onlar yararlanıyordu.
Herkesin parti kurma özgürlüğü vardı,
ama bu özgürlüğü yalnızca onu kuracak parası olanlar kullanabiliyordu.
Egemen
güç yararına işlese de partili düzenin daha az tutucu olacağı bir gerçektir. Ancak,
bu gerçekten yanlış sonuç çıkarılmamalıdır. Siyasal etkinliğin azınlık
egemenliğine dayandığı toplumlarda, geçerli düzenin adı ve biçimi ne olursa
olsun, düzenin niteliğini belirleyen temel öğe tutuculuktur. Yönetim erkini
elinde bulunduran güç sahiplerinin değişmemeyi savunmaları onlar için bir zorunluluktur.
Tutucu egemenlik, doğal olarak partileri de etkisi altına alarak bir zamanların
düzen karşıtı partilerini, düzeni savunan partiler haline getirmektedir (Avrupa
sosyal–demokrat ve sosyalist partileri). Bunun gerçek nedeni, parti
yöneticilerinin görüşlerini geliştirip bugüne uyum sağlamaları değil, parti
yönetimlerinin egemen sınıf tarafından ele geçirilmiş ya da denetim altına
alınmış olmasıdır. Burada artık, halkın haklarını savunan partilerden söz etmek
olanaklı değildir. Bu tür partiler ya kapatılmış ya da yaşayamaz hale getirilmiştir.
Gelişmiş Ülkelerde Partiler
Geçmişten gelen
tarihsel birikim, giderek sönümleniyor olsa da, alışkanlıklar ve toplumsal
gelenekler olarak etkilerini uzun süre sürdürürler. Bireye kalıtımsal bir
özellik kazandıran ve binlerce yıllık evrime dayanan gen oluşumu insan için ne
ise, toplumsal bellek için de tarih odur. Bu nedenle; Batı tarihinin özel bir
evresi olan kapitalist dönemin ürünü olan partiler, bu dönemin yarattığı
siyasi ilişkilerin bir ürünüdür. Ancak, aynı zamanda, geçmişten gelen toplumsal
alışkanlıkları değişik oranlarda içinde barındıran bir özgünlüğe sahiptir.
Gelişmiş
sanayi ülkelerinde partiler arasındaki ayrımlar biçimsel ve nicelikseldir.
Örgütlenme biçimi, yönetim işleyişi, örgüt içi yapılanma, yöntem ve taktikler
değişik olabiliyor, ancak sınıfsal önceliklerin gündemde tuttuğu savaşım
anlayışı değişmez. Her çeşit partinin kurulması serbesttir ama bu
partilerden düzen karşıtı olanların yönetime gelmesi asla serbest
değildir.
Batı’nın
parayla bütünleşen “demokratik!” ortamı, böyle bir değişimi
önlemek için gereken araçları kendi içinde yaratmıştır. Egemenler, ele
geçirdikleri yönetimi koruyacak geniş bir önlemler düzeni geliştirmiştir.
İngiliz İşçi Partisiyle, Alman
Hıristiyan Birlik Partisi, Amerikan
Demokrat Partisiyle, Fransız Sosyalist
Partisi arasında; kurulu düzenin korunması ve demokratik de olsa düzene
yönelik değişim isteklerine izin verilmemesi konusunda, en küçük bir anlayış
ayrımı yoktur.
Halktan Uzak Partiler
Kitlelerin sorunlarına
çözüm getirmenin aracı olan partiler, bugün tersine işleyen bir süreç içine
sokulmuştur. Küreselleşme söylemlerinin yarattığı karmaşa içinde günümüzde
yaşanan somut gerçek; siyasi partilerin gerçek kullanıcılarının, ona en
çok gereksinim duyan halk kitlelerinin değil, varlığını halkın örgütsüzlüğü
üzerine oturtmuş olan egemenlerin olmasıdır. Dünyayı, tek bir küresel pazar durumuna
getirmek, uluslararası şirketlerin önceliğidir ancak bu girişim kaçınılmaz
olarak “demokrasinin” yadsınmasını gündeme getirmektedir. Amerikalı
ekonomist Prof.Lester C.Thorow, Kapitalizmin Geleceği adlı
yapıtında konuyla ilgili olarak şunları söylemektedir: “Küresel ekonomiye
karar vermek, ulusal egemenliğin bir kısmından vazgeçmek demektir. Bunun
demokratik olmadığını söyleyen politik sol ve sağın her ikisi de bu konuda haklıdır.
Demokratik olmayan kurallar, bazen yabancılar tarafından, bazen de uluslararası
örgütler tarafından dayatılmaktadır. Eğer seçimle yönetime gelen bir dünya
hükümeti söz konusu olsaydı.. Küresel dünyanın kuralları belki o zaman
demokratik olarak değerlendirilebilirdi.”4
Parti ve
Siyaset Halka Kapalıdır
Bugün, devlet ve toplum üzerine etkili bir denetim
kurulmuş, halka öncülük edecek partiler son derece etkisizleştirilmiştir. Halk
o denli yoksullaştırılmıştır ki, toplumsal karşıtçılığa öncülük edebilecek
siyasi bir devinim (hareket) ortaya çıkamamaktadır. Kitleler üzerine kurulan
dolaylı dolaysız baskı ve etkileme öylesine yoğundur ki, insanlar kendi hak ve
çıkarlarını göremeyen, görse de birşey yapamayan kalabalıklar haline
getirilmiştir. İngiliz düşünür Bertrand Russel, Batı toplumlarında yönetimin
insanlar üzerinde kurduğu baskı ve geçerli politik sistem konusunda şu
saptamayı yapmaktadır. “Siyasi iktidar, insanlar üzerinde doğrudan güç
uygulayarak, yani hapsedip öldürerek; kandırma ve yönlendirme aracı olarak ödül
ya da ceza vererek, yani iş vererek ya da işsiz bırakarak ya da düşüncelerini etkileyerek,
örneğin en geniş anlamı ile propaganda altına alarak baskı kurar. Ordu ve polis
beden üzerinde zorlayıcı güç uygular; ekonomik örgütler, esas olarak özendirici
ve vazgeçirici olarak ödüllerle cezalara başvurur; okullar, kiliseler ve siyasi
partiler düşünceleri etkilemeyi hedef tutar..”5
Yönetim gücünü elinde bulunduran günümüz egemenleri,
artık kendilerine hizmet eden partileri bile atlamakta ve yönetime doğrudan
sahip olma eğilimi içine girmektedir. Küresel işleyişin zorunlu kıldığı bu eğilim,
özellikle azgelişmiş ülkelerde, kararlı bir biçimde uygulanmakta ve bu
ülkelerdeki işbirlikçi partilerin bile güç yitirmesine yol açmaktadır.
Azgelişmiş ülkelerin büyük çoğunluğu artık, seçim kazanmış partilerce
değil, görüntüsü öyle olsa da, küresel güç merkezlerinin belirlediği “görevliler”
tarafından yönetilmektedir. İşbirlikçi partiler artık, küresel güç
merkezleriyle bütünleşmiş, kuralsız ve devletsiz bir toplum biçiminin
yerleştirilmesinde kullanılan aracı örgütler haline gelmişlerdir.
Halkın Partiye
Gereksinimi Var
Halkın örgütlenmeye en çok gereksinim duyduğu günümüzde
yaşanan parti bunalımı, aynı zamanda bir demokrasi bunalımıdır. Halk, politik
karar süreçlerinden kesin bir biçimde uzaklaştırılmış, üstelik bu demokrasi adına
yapılmıştır. Oysa demokratik haklar ve örgütlenme özgürlüğü uzun savaşımlar sonucunda,
siyasi demokrasinin ön koşulu haline gelmişti. Şimdi yalnızca örgütlenme özgürlüğü
değil, siyasi demokrasi tümüyle denetim altına alınmıştır. Maurice Duverger, kitlelerin örgütlenme özgürlüğüne ve
yöneticilerini seçme hakkına sahip olmasını, demokrasinin koşulu saymış ve 1950
yılında şunları söylemişti: “Demokrasiyi
gelişim süreci içinde, kendi bünyesinde sakladığı zehirlere karşı korumanın
gerçek yolu; onu çağdaş yöntemlerden koparmadan, kitlelerin örgütlenmesine ve
kendi yöneticilerini seçip yetiştirmesine olanak verecek bir düzen haline
getirmekten geçecektir. Bu yapılmadığında, demokrasi boş bir biçim, gerçek dışı
bir görüntü haline gelecektir.”6
Demokrasi bugün, “boş bir biçim ve gerçek dışı bir görüntü
haline” getirilmiştir. Buna karşın, siyasi partilerin gerçek anlamda
parti durumuna gelebilmesini, demokratik bir siyasi düzenin yaratılmış olmasına
bağlayan yaklaşım; kabul gören, yaygın bir görüştür. Gerçek durumu yeterince
açıklamasa da bu görüşü benimsemek gerekir. Geçmiş dönem baskılarından
kurtarılarak bugüne taşınan örgütlenme kazanımları, halk için kâğıt üzerinde
kalsa bile, hiç olmamasından kuşkusuz daha iyidir. Çok yönlü yetersizliklere
karşın, izlenecek doğru politikalarla kitlelere ulaşılabilir ve gerçek parti
gücünü oluşturacak halk desteği sağlanabilir.
Partileşme önüne çıkarılan
görünür–görünmez engelleri aşmayı başararak halka ulaşabilen düzen karşıtı partiler,
yönetime yaklaştıkları oranda yeni baskı ve engellemelerle karşılaşacaktır. Bu
aşamada parti yöneticilerini bekleyen, artık siyasi demokrasinin ilkeleri
değil; gözkorkutma, mahkeme ve hapishane demokrasisinin karanlık işleyişidir.
Buna karşın, yine de siyasal partiler en sağlıklı gelişme ortamını göreceli
olsa da, yararlanmasını bilenler için demokrasi denilen siyasi denge içinde
bulacaktır. Dengenin çarpıklığı bu gerçeği değiştirmeyecektir.
Yönetim için savaşım,
yönetenlerle yönetilenler arasındaki, güce dayanan bir denge sorunudur. Siyasi savaşımın
üzerine örtülen “demokratik” örtünün türü ve kullanılan yöntemler ne
olursa olsun sonucu, her zaman ve her koşulda güç belirleyecek ve güçlü olan yönetimi
ele geçirecektir. En kısıtlı örgütlenme hakkı bile, onu kullanmasını bilenler
için, sonu yönetim erkine ulaşacak bir savaşımın başlangıcı olacak ve
demokratik haklar örgütlü mücadele içinde gelişecektir. Bu süreçte parti savaşımı
demokratik hakları, demokratik haklar da parti savaşımını güçlendirecektir.
Prof.Dr.Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasi Partiler adlı yapıtında bu konuda şöyle
söylemektedir: “Amaç, halkın siyasete ve
devlet yönetimi için gerekli kararların oluşumuna katılması ise; bu amaç,
değişik kesim ve düşüncelerin serbestçe hareket ve birbirleriyle mücadele
etmelerinin kabul edildiği bir toplumu gerekli kılar. Siyasi partinin
gelişebileceği çevre demokratik ve aktif olmalıdır. Hürriyetle siyasetin
bulunmadığı yerde, partinin yaşamasına imkân yoktur. Partilerin doğup
yaşayabilmeleri için demokrasi iklimi gereklidir.”7
DİPNOTLAR
1 “Darbenin
Çatlağından Bakınca” Ergin Yıldızoğlu, Cumhuriyet 17.04.2002
2 a.g.y.
3 “Gotha
ve Erfurt Programının Eleştirisi” Karl Marx–Friedrich Engels, Sol
Yay., 1 Bas., sf. 108
4 “Kapitalizmin
Geleceği” Prof. L.C.Thurow, Sabah Kit., İst.-1997, sf. 115
5 “İktidar”
Bernard Russel sf. 36-38, ak. Prof.Dr.Çetin Yetkin “İktidar”
Süreç Yay., 1987, sf. 61-62
6 “Siyasi
Partiler” Maurice Duverger, Bilgi Y., 2.B., 1974, sf. 542
7 “Türkiye’de
Siyasi Partiler”, Prof.Dr.Tarık Zafer Tunaya, ARBA Araş.Yay.Tic.
Kasım 1995, sf. 8
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder