19 Mayıs 2014 Pazartesi

KURTULUŞ SAVAŞI’NIN ÖRGÜTLENMESİ – 1 (SAMSUN’DAN ERZURUM’A)


Başarılı olabilmek için, “büyük bir irade gücüne”, nitelikli düşünsel donanım ve sınırsız bir yurt sevgisine gereksinim vardı. Bu nitelikler ise, “doğal sürükleyici bir güç” olarak onun yaradılışında bulunuyordu. Aynı nitelikler, yoksul ve eğitimsiz görünen Türk halkının doğal yapısında da vardı. İnançlı bir yurtseverin yapması gerekeni yapacak; kendi gücünü, kaynağı olan millet gücüyle birleştirerek, ülkesini kurtaracak bir eyleme, ulusal bağımsızlık eylemine girişecekti. Bu girişim, kendi adına bir şey istemeyen, “şan ve şeref peşinde koşmayan”, yalnızca “geleceğin Türkiyesi üzerinde tasarladığı yapıcı düşüncelere” yönelmiş olan bir yurtseverin tutkulu eylemiydi.


Direniş Örgütlemek


Mustafa Kemal, 19 Mayıs’ta geldiği Samsun’da altı gün kaldı ve 25 Mayıs 1919’da iç kesimlere gitmek üzere buradan ayrıldı. Önemli bir Türk gücünün bulunmadığı bu küçük kentte, her an denetim altındaydı. İstihbarat subayları girişimlerini izliyor, yaptığı her işi soruşturuyorlardı. Gönüllü ajanlar konumundaki yerli Rumlar, gittiği yerleri, görüştüğü kişileri, hatta telefon konuşmalarını bile İngilizler’e haber veriyordu. Kimi Türkler, onunla karşılaşmaktan kaçınıyor, konuşmaktan çekiniyordu.1 Limanı olmayan bu kentte, sandallar onu ve karargahını karaya çıkardığında, burada fazla kalmamaya zaten karar vermişti. Anadolu yaylasının içlerine gidecek, ulusal direnişi oralarda örgütleyecekti.
Otuz sekiz yaşında, rütbelerini savaş alanlarında kazanmış genç bir general, kendine ve halka güvenen bilinçli bir yurtsever ve inanmış bir savaşçıydı. Kesin kararlıydı ve her şeyi göze almıştı. “Türk yurdunu” ya kurtaracak ya da bu uğurda ölecekti.
Amacını ve izleyeceği yolu genç yaşta belirlemişti. Subaylığa başlarken, “benim; amaçlarım, üstelik çok yüce amaçlarım var. Bunlar; makam elde etmek, manevi zevklere erişmek ya da para kazanmak gibi şeyler değildir. Amaçlarım gerçekleştiğinde, yurduma yararlı olmanın mutluluğunu yaşayacağım. Hayatım boyunca tek ilkem, bu ülkü olacaktır. Yürüyeceğim yolu, çok genç yaşta seçtim, ama son nefesime kadar bu yoldan ayrılmayacağım” demiş2 ve o güne dek bu söze sadık kalmıştı.
Dağılmayla karşı karşıya kalan Türkiye’nin, şimdi her zamankinden çok ona gereksinim duyduğunu düşünüyor, kendine verdiği söz yolunda harekete geçiyordu.
Savaş sanatında, dost-düşman herkesin saygı duyduğu usta bir kuramcı, güvenilir bir uygulamacıydı. Ancak, aynı zamanda saygı uyandıran bir halk önderi, dengeli bir yönetim adamı ve nitelikli bir aydındı. Türk tarihini ve bu tarihin Türk halkında yarattığı bağımsızlıkçı birikimi biliyor, tümüyle bu birikime güveniyordu.
Şimdi, tutkuyla bağlı olduğu ve sevgisine her zaman karşılık bulduğu halka gidiyor, kurtuluşu sağlayacak tek güç olan millete başvuruyordu. “Bütün ulusları tanıyorum. Onları, bir milletin karakterinin bütün çıplaklığıyla ortaya çıktığı anda, savaş alanında ve ateş altında, ölümün eşiğindeyken inceledim. Türk milletinin manevi gücü, yemin ederim ki bütün dünyanınkinden daha üstündür” diyor3, varlığını ve umutlarını bütünleştirdiği bu “üstün gücü” harekete geçirmeye gidiyordu.

Yüksek Nitelik

Ülkeyi ve halkı tanıdığı gibi, dünyayı ve dünya olaylarını da doğru kavrıyordu. Kültürel gelişkinliğe bağlı yorum ustalığı; yönünü, geçeceği yolları ve olası gelişmeleri, önceden biliyormuşçasına görmesini sağlıyordu. Dostlarının olduğu kadar düşmanlarının da adeta “ruhunu okuyan” ve bilinçle irdelenmiş deneyimlere dayanan bir sezgi gücüne, sıradışı bir öngörü yeteneğine sahipti.
Her zaman dengeli bir gerçekçilik içindeydi. Uygulama olasılığı olmayan istemlere, aşırı yönelmelere asla izin vermiyordu. Düşüncelerini açıklamada acele etmiyor; zamanı, koşulları ve ilişkiler düzenini dikkate alarak, neyi ne zaman yapacağını bilmenin yarattığı, ölçülü bir sabırla hareket ediyordu. Nesneldi ve “toplumu kendi düşündüğüm, hayal ettiğim, tasarladığım bir takım his ve düşüncelerin peşinde sürüklemek amacında değilim. Allah beni böyle bir hatadan korusun”4 diyecek kadar düşünsel olgunluğa erişmişti.
Savaşın kazanılması için, silahın şart, ancak yetmez olduğunu biliyor, gerçek zaferin düşünce birliğine ulaşmış insanlarla kazanılacağına inanıyordu. Düşünce birliği ise ona göre ancak; eğitimle sağlanan özgür düşünce ve örgütlü birlikteliklerle sağlanabilirdi. Yüzyılların tutucu geleneklerini yaşayan, geri ve eğitimsiz bir toplumda bunu başarmak, birçok insan için, çok güç, belki de olanaksız gibi görünüyordu.
Başarılı olabilmek için, “büyük bir irade gücüne”, nitelikli düşünsel donanım ve sınırsız bir yurt sevgisine gereksinim vardı. Bu nitelikler ise, “doğal sürükleyici bir güç” olarak onun yaradılışında bulunuyordu. Aynı nitelikler, yoksul ve eğitimsiz görünen Türk halkının doğal yapısında da vardı. İnançlı bir yurtseverin yapması gerekeni yapacak; kendi gücünü, kaynağı olan millet gücüyle birleştirerek, ülkesini kurtaracak bir eyleme, ulusal bağımsızlık eylemine girişecekti. Bu girişim, kendi adına bir şey istemeyen, “şan ve şeref peşinde koşmayan”, yalnızca “geleceğin Türkiyesi üzerinde tasarladığı yapıcı düşüncelere”5 yönelmiş olan bir yurtseverin tutkulu eylemiydi.

İnanç Sağlamlığı, Kararlılık

Bütün yurdun ve koskoca bir ulusun ölüm kalımı söz konusuyken, vatanseverim diyenlerin kendi geleceklerini düşünmelerine yer var mıdır” diyor6, arkadaşlarına izleyeceği ve onların da izlemesini istediği yol konusunda şunları söylüyordu: “Hiçbir zaman baş eğmeyeceğiz. Tuttuğumuz yolda sonuna kadar yürüyeceğiz. Hiçbir şartta teslim olmayacağız ve başarılı olmaya çalışacağız. Yerli ya da yabancı düşman karşısında haklarımızı savunacağız. Son vardığımız sınırda, eğer yenme umudumuz kalmamışsa, bir Türk bayrağının altına sığınıp, orada istiklâl uğrunda can vereceğiz.”7
Çevresine yalnızca sözleriyle değil, tutum ve davranışlarıyla da örnek oluyordu. Ulusal eyleme katılması için kimseyi zorlamıyor, herkesin özgürce karar vermesini istiyordu. Ona göre, amaç yönünde karşılaşılacak güçlükler, ancak gönüllü katılımların çıkarsız dayanışmasıyla aşılabilirdi. Çatışma ve tehlike dolu bu yola girmek isteyenler, sonuçlarına katlanmaya hazır olmalı, gerektiğinde ölümü göze almalıydılar.

Telgraf ve Vahdettin

II.Abdülhamit döneminde başlanan, İttihat ve Terakki hükümetlerince geliştirilen ve o dönem için “mükemmel” sayılabilecek telgraf sistemi çok işine yaradı. Sistemi derhal denetim altına alarak, askeri ve sivil yöneticilerle ilişki kurdu. Her yerde işgal karşıtı kitle gösterileri düzenletti. Yabancı devlet temsilcilerine, Babıâli’ye, yapılanları kınayan telgraflar göndertti. Müdafaai Hukuk örgütleriyle ilişki kurdu, birbirleriyle ilişki kurmalarını sağladı. “Kendisine verilen emre uyarak” direniş örgütlerini dağıtması gerekirken “yenilerini kurmaya koyuldu.”8
Vahdettin, Mustafa Kemal’in Doğudaki eylemlerinin gerçek niteliğini anlayınca, “tam bir sinir krizi geçirdi”9 İstanbul’dan ayrılacağı gün aldığı ihbar, şimdi üstelik hiç beklemediği bir yaygınlıkla gerçekleşiyordu. Halkın direncini kırmak için gönderdiği, buyruğu altındaki bir asker, bunu yapmak yerine, onların başına geçerek herkesi direnişe çağırıyordu.
Bu “çılgın” girişim İngilizleri kızdıracak, “İmparatorluğu parçalayacaklardı”. Sadrazam damadı Ferit’den, “öfkeden titreyen sesiyle”, Mustafa Kemal’in görevine son verilip derhal İstanbul’a çağrılmasını istedi. Samsun’a çıkışından yalnızca 20 gün sonra, 8 Haziran 1919’da geri çağrıldığında, İstanbul’a şu yanıtı verdi : “Millet tam bağımsızlığını elde edene dek Anadolu’da kalacağım.”10

Halka Ulaşma

Samsun’dan Ankara’ya dek, altı ay boyunca dolaştığı Anadolu’da; yalnızca kongreler, bildiri ve yönergeler, telgraf yazışmaları ve örgütlenme işleriyle uğraşmadı. Köyleri, kasabaları, kent merkezlerini, mahalle ve mezraları dolaştı. Ev, okul, kahve, kışla ve devlet binalarında; köylüler, öğretmenler, din adamları, gençler ve subaylarla görüştü. Ülkenin geleceğinden kaygı duyan, ancak ne yapması gerektiğini bilmeyen insanlara umut ve güç verdi.
Halkı etkiliyor ve ondan etkileniyordu. Toplumsal yapıya biçim veren özdeğerlere dayandığı için halk onu anlıyor ve çağrısına katılıyordu. Türk halkının en yoksul döneminde bile yok olmayan yurda bağlılık tutkusu, inancını pekiştiriyor, kararlılığını arttırarak direnme gücünü yükseltiyordu.
Erzurum’a giderken karşılaşıp görüştüğü yaşlı bir köylünün sözleri, Türk halkının yurduna bağlılığını gösteren örneklerden biridir. Mustafa Kemal’in hatır sorup konuştuğu, “Doğu mitolojisindeki yarıtanrı” görünümündeki; “sıkıntılara teslim olmamış, beli bükülmemiş, uzun aksakallı bu dev ihtiyar!”11, Adana’da işlerinin iyi olmasına karşın ailesiyle birlikte memleketi olan Erzurum’a geri dönmektedir. Dönüş nedeni sorulduğunda: “Son günlerde duydum ki, İstanbul’daki ırzı kırıklar, bizim Erzurum’u Ermeniler’e verecekmiş. Durumu görmeye geldim. Bu namertler kimin malını kime veriyorlar?” der.12
Ş.S.Aydemir, Tek Adam adlı yapıtında, bu olayla ilgili olarak şunları aktarır: “Gördüğü kimi tükenmişliklerden sonra bu yenilmemiş insan, Mustafa Kemal’in ruhunda ıssız yolların kasvetini, bozkır içindeki insansızlığın uyandırdığı sıkıntılı tasayı dağıtmıştır. Halk yoksul ve perişandır, ama hamurunda eğer bu yaşlı insanın kanı kaynarsa?... Mustafa Kemal’in yüzünde başka anlamlar belirir. Kalkar karşısındakiyle vedalaşır. Çevresindekilere döner ve ‘bu milletle neler yapılmaz’ der.”13

Yunan İşgali, Ermeni Cumhuriyeti

Kişisel hazırlığının yanı sıra, o aşamada amacına hizmet eden iki somut gelişmeyle işe başladı. İtilaf Devletleri’nin desteğinde Yunanlılar’ın İzmir’i işgal etmesi ve İngilizlerin Kafkaslar’da, sınırları Türk topraklarına taşan bir Ermeni Cumhuriyeti kurması. Bu iki gelişme, Türk halkında uyarıcı etki yaptı ve büyük bir tepkiye neden oldu. Batıdaki Yunan katliamı ve Doğudaki Ermeni saldırganlığı öğrenildikçe tepkiler arttı, devreye Mustafa Kemal girince öfke örgütlenmeye yöneldi.
Ayrıca O, gittiği her yerde; milli duygularda yükseliş, devrimci bir direnme ruhu yaratıyordu. İzmir’den, kışlalarında öldürülen savunmasız subayların, yakılan köylerin ve toplu öldürmelerin haberleri geliyordu. Devlet kurmaya yönelen Ermeniler’in, şımartılmış Pontus’lu Rumların eylemleri yayılıyordu.
Türk halkı yüzlerce değil, belki de binlerce yıl hiç görmediği bir aşağılanmayla karşı karşıyaydı. “Bellerine fişekler dolamış, kara giysileriyle Rum çeteciler”14, Kocaeli’nden Hopa’ya dek yol kesiyor, Müslüman köylere saldırıyor, “Türk öldürmeyi” övünç nedeni sayıyorlardı. Silahsızlandırılmış Türkler’in elinden bir şey gelmiyordu; “çünkü İngilizler, ‘karışıklıkların’ nedeni sayarak Türkler’in silahlarına el koymuş, Rumlar’ın silahlarına dokunmamıştı.”15

Genç Subaylar Öncü

Çağrısına ilk karşılık verenler, ordu mensupları ve terhis edilmiş rütbeli subaylar, özellikle genç subaylar oldu. Kendisi Osmanlı Ordusu’nun en genç generaliydi, ona katılan subaylar da öyleydi. Padişaha bağlı kalan rütbeli subayların yaş ortalaması 58’ken, ona katılanlarınki 38’di.16
Subaylar, sayıları giderek artan gönüllüleri de beraberlerinde getirdiler. Onu dinleyen ya da giriştiği işi duyan yoksul ve yorgun köylüler, yavaş yavaş uyanmaya, ününü Çanakkale ve Bitlis Savaşları’ndan duydukları bu genç paşanın peşinden gitmeye başladılar.
Yaman komutandır; sert muharebe eder; üzerine atıldığı düşmanı kırmadan bırakmaz” sözü17, Anadolu’nun hemen her köyünde gizemli bir söylence gibi dilden dile dolaşıyordu. Şimdi, onu dinledikçe, ezilmişliklerini ve ölgün durumdaki kızgınlıklarını, direnme duygusuna dönüştürüyorlardı. “Adeta yaşama geri dönmüşlerdi. Bütün köylerde parlayan nefret ateşi, halkı yeni bir enerjiyle harekete geçirdi.”18
Halkı uyandırmakla kalmadı, onların mücadele isteklerini derinleştirerek daha fazla köyü harekete geçirmeleri için kendine bağlı subayları çevreye gönderdi.19 Tümen ve kolordu komutanlarını, askerlik dairesi başkanlarını, halkın örgütlenmesinde görev almaya çağırdı.
24 Kasım 1919’da, komutanlara ve Müdafaa-i Hukuk’un örgüt birimlerine çektiği telgrafta, “milli örgütün mahalle ve köylere dek yayılmasını” istedi ve şunları söyledi: “Yaşamsal önemdeki bu soruna acele çözüm bulmak, vatanın geleceğiyle milli örgütü sağlam esaslara dayandırmak için, kolordu ve tümen komutanlarının ve askerlik dairesi başkanlarının bu mukaddes görevle doğrudan ilgilenmeleri; bu yolda ilişkide oldukları örgüt başkanları ve mülkiye memurlarının vatansever yardımlarından azami yararlanma gereği karar altına alınmıştır.”20
Yurtseverleri, ulusal direniş temelinde birbirine bağlayan başlıca halka, başta komutanları olmak üzere, kendisine tutkuyla bağlı askeri birliklerdi. Bunlar kendi bölgelerinde, askerlik görevleri yanında halka siyasi önderlik de yapıyordu. Kararlarını, bildirim ve buyruklarını, genelgelerini halka onlar yayıyordu. Öğretmenler, doktorlar, gazeteciler, esnaf ve tüccarlar, ona bağlı askerlerin çevresinde toplanıyordu. Subaylar arasında ünü ve saygınlığı çok yüksekti. O, subaylarına, subayları da ona güveniyordu. Örgütlenme, haberalma ve halkla ilişki gibi önemli konularda subayları görevlendiriyor onların yaptığı çalışmalara güven duyuyordu.21

Havza Çalışmaları

Havza’ya geldiğinde (25 Mayıs 1919) Rum teröründen yılmış, çaresiz insanlarla karşılaşmıştı. Bir yandan kaplıcalarda böbrek sancılarını dindirmeye çalıştı22, diğer yandan halkla toplantılar yaptı. Çanakkale kahramanı Kemal Paşa’nın, Havza’ya geldiğini duyan civar köylüleri ilçeye akın ediyordu. Eşrafı ve köy temsilcilerini karargahına topladı. “Düşmanın hedefi bizi öldürmek değil, bizi diri diri mezara gömmektir. Şimdi çukurun tam kenarında bulunuyoruz. Ancak son bir gayretle toparlanırsak, kendimizi kurtarmamız mümkündür”23 diyerek onları birlik olmaya çağırdı.
İlçe halkı, iki ayrı toplantı sonunda direniş konusunda görüş birliğine vardı ve Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Havza Şubesi kuruldu. Havza Camisinde, “İzmir şehitlerinin ruhuna” mevlüt okundu. Çevre köylerden gelenlerle birlikte büyük bir kalabalığın katıldığı mevlüt, bölgede dayanışma duygularını yükselten kitlesel bir eyleme dönüştü; ulusal direniş için hareket ettirici manevi bir güç yarattı... Kurmay Kurulu içinde onunla Samsun’a çıkan Binbaşı Hüsrev Gerede, o günü anılarında şöyle anlatır: “Namazdan sonra Havza Camisi’nde İzmir şehitlerinin ruhlarına mevlüt okuttuk... Duada halkın can ve yürekten amin deyişleri; İzmir olaylarını, şehit arkadaşlarımızı, ulusça düştüğümüz ölümcül günleri gözler önüne seriyordu. Dünya savaşındaki kahramanlıkların ve akıtılan kanların boşa gidişi, istiklalimizin tehlikede oluşu; acı çeken her yüreğin iç parçalayıcı seslerle, ulusun kurtuluşunu isteyen ‘amin’ nidalarını çıkarmasına yol açıyordu. Kalplerdeki üzüntünün dışa vurumu olan sıcak gözyaşları, matem yüklü gözlerden iki sıra halinde akıyordu...”24
İlçe meydanında yapılan mitinge kendisi katılmadı, karargah olarak kullandığı evin penceresinden izledi. Konuşmacılar, yurdun tehlikede olduğunu, “düşman çizmesi altında çiğnenmek istenmiyorsa”, bütün Müslümanların silaha sarılması gerektiğini söylüyordu. Topluca mücadele yemini edildi. Önderini bulduğuna inanan Havza halkı, anlamlı bir eylem içine girmiş, ilerki aylarda ülkenin değişik yerlerinde kurulacak direniş örgütlerine öncülük etmişti; kendi yöresine olduğu kadar, kurtuluş önderlerine de güç ve güven vermişti.
Havza Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, ilk eylemini kuruluşundan birkaç gün sonra gerçekleştirdi. Doğudaki Türk birliklerinden alınan silahları, hayvan sırtında Samsun’a götüren bir İngiliz konvoyuna saldırıldı, on bin tüfek mekanizması ve çok sayıda hayvan ele geçirildi. “İngilizleri gülünç duruma düşüren” Havza çevresi “gerilla gurubu”, silahları ustalıkla gizlenmiş yerlerde saklarken, hayvanları “direniş hareketine para sağlamak için” sattı.25



Amasya

Havza’da 18 gün kaldıktan sonra, 12 Haziran 1919’da Amasya ’ya geldi. Havza’daki söz ve davranışları, burada da duyulmuş ve milli mücadeleye yönelen bir hareketlilik başlamıştı. Kimi gönüllü kişiler, “bir papazın emrinde Müslüman köylere saldıran Rum çetecilere karşı”26 savaşmak için, saygın bir din adamı olan Abdurrahman Kamil Efendi’nin çevresinde birleşmeye başlamışlardı.
Onun gelişi nedeniyle Sultan Beyazıt Camisi önünde büyük bir kitle toplandı. Önce Kamil Efendi konuştu ve “Milletin istiklali tehlikededir. Bu felaketten kurtulmak için vatanın son ferdine kadar ölmeyi göze almak gerekir. Padişahın bir hikmeti kalmamıştır. Tek kurtuluş çaresi halkın hakimiyetini doğrudan doğruya ele almasıdır” dedi.27
Ardından, o söz aldı. İstanbul’dan ayrıldıktan sonra ilk kez bu denli büyük bir kalabalık önünde konuştu. Direniş konusundaki düşüncelerini en açık biçimde açıkladı ve halkı açıktan silahlanmaya çağırdı. Söylediği sözler, padişahın “düzeni sağlamak için gönderdiği” bir generalin değil, ulusal bağımsızlık ve özgürlük için her şeyi göze almış devrimci bir halk önderinin sözleriydi. İşgal güçlerine, işbirlikçilere ve Türkiye’yi paylaşmaya çalışan herkese meydan okuyor, halkı ayaklanmaya çağırıyordu.
Milli direniş hareketinin üç ayrı cephede; Batıda Yunanlılara, Güneyde Fransızlar’a, Doğuda Ermeniler’e karşı başlamış olduğunu bildirdi ve Amasya halkına şunları söyledi: “Amasyalılar. Daha ne bekliyorsunuz? Düşman’ın Samsun’dan yapacağı herhangi bir çıkartma hareketine karşı, ayaklarımıza çarıklarımızı giyecek, dağlara çekileceğiz; vatanımızı en son taşına kadar müdafaa edeceğiz. Eğer Tanrının iradesi bizim yenilmemizi uygun görmüşse, yapacağımız şey evimizi, barkımızı ateşe vererek yurdu harabeye çevirerek ıssız bir çöle çekilmektir. Bunu yapmaya hepimiz yemin etmeliyiz.”28
Amasya’dan 25/26 Haziran gecesi, “sabah karanlığında ve kimseye haber vermeden”29 Sivas’a hareket etti. 26 Haziran’da Tokat’a uğradı. Her yerde olduğu gibi önce telgrafhaneye el koydu ve diğer bölgelerle hiç ara vermediği telgraf iletişimini sürdürdü. Konya’da 2.Ordu Müfettişliğine, Erzurum 15.Kolordu Komutanlığı’na, vilayetlere ve mutasarrıflıklara yazılar gönderdi. Erzurum Valiliğine gönderdiği telgrafla, “bölgedeki Hıristiyan unsurların Müslümanlara karşı siyaseten uyguladıkları her türlü zulüm ve yolsuzluğa ait olayların açık olarak bildirilmesini” istedi.30 Bir gün kaldığı Tokat’ta akşam kentin ileri gelenleriyle toplantı düzenledi. Toplantıda görüşlerini ve edindiği son bilgileri aktaran bir konuşma yaptı. Tokatlıları milli mücadeleye çağırarak; “Savaşmak için topumuz, tüfeğimiz olmayabilir. Bu durumda dişimiz ve tırnağımızla dövüşeceğiz” dedi.31

Amasya Genelgesi (Tamimi)

Samsun’dan Amasya’ya dek geçen bir ay içindeki çalışmalarıyla, giriştiği eylemin amaç ve niteliğini ortaya koymuştu. Ancak, eylemin, “kişisellikten çıkarılarak bütün ulusun birlik ve dayanışmasını sağlayacak ve temsil edecek bir kurul adına yapılması”32 gerekiyordu. Dile getirdiği görüşlerini; öz olarak koruyup bir genelge haline getirdi ve yanındaki komutanlara da imzalatarak ülkenin her yanına, asker ve sivil yöneticilere gönderdi. “Türkiye’nin Bağımsızlık Bildirisi”33, ünlü Amasya Genelgesi böyle ortaya çıktı. “Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın ilanı”34 anlamına gelen bu genelge, aynı zamanda “Kemalist Devrimin doğuş bildirisiydi”.35
Amasya Genelgesi için Nutuk ’ta “18 Haziran 1919 günü Trakya’ya verdiğim direktifte işaret ettiğim bir noktanın uygulama zamanı gelmiş bulunuyordu. Hatırınızdadır ki bu nokta, Anadolu ve Rumeli ulusal örgütlerini birleştirmek, bunları bir merkezden yönetmek ve adlarına iş görmek üzere, Sivas’ta genel bir ulusal kongre toplamaktı. Bu amaçla emir subayım Cevat Abbas Bey’e 21/22 Haziran 1919 gecesi Amasya’da söyleyip yazdırdığım genelgenin başlıca noktaları şunlardı” der ve genelgeyi Nutuk ’un 26 sıra numaralı belgesi olarak açıklar.36
Nutuk ’ta, sekiz madde haline getirilerek özetlenen Amasya Genelgesi; ülkenin ve ulus varlığının tehlikede olduğunu, buna karşın İstanbul Hükümeti’nin üzerine düşeni yapmadığını belirtir ve “milletin istiklalini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır” diyerek, ulusu örgütlenmeye çağırır; Erzurum ve Sivas’ta yapılacak kongrelere delegeler seçilmesini ve gönderilmesini ister. Amasya Genelgesi’nde şöyle söylenir: “Vatanın bütünlüğü ve milletin istiklali tehlikededir. İstanbul Hükümeti, üzerindeki sorumluluğun gereklerini yerine getirmemektedir. Bu durum, milletimizin adı var kendi yok gibi görünmesine yol açmaktadır. Milletin istiklalini, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır... Milletin içinde bulunduğu durumu göz önüne alıp haklarını dünyaya duyurmak için, her türlü etki ve denetimden uzak bir milli kurulun yaratılması gerekmektedir... Anadolu’nun her yönden en güvenli yeri olan Sivas’ta, milli bir kongrenin süratle toplanması kararlaştırılmıştır... Bunun için bütün illerin her sancağından, halkın güvenini kazanmış üç delegenin, olabildiğince çabuk yetişmek üzere, hemen yola çıkarılması gerekmektedir. Her olasılığa karşı, bu iş ‘milli bir sır’ gibi tutulmalı ve delegeler, gereken yere kimliklerini gizleyerek gelmelidirler... Doğu illeri adına 23 Temmuz’da, Erzurum’da bir kongre toplanacaktır. O güne kadar öteki il delegeleri de Sivas’a ulaşabilirlerse, Erzurum kongresinin üyeleri de Sivas’ta yapılacak genel toplantıya katılmak üzere yola çıkacaklardır.”37

İstanbul’un Telaşı

İstanbul Hükümeti, 8 Haziran’da başlattığı geri dön buyruklarını, Amasya Genelgesi’nden sonra sıklaştırarak yineledi. Dahiliye Vekili Ali Kemal, Bakanlar Kurulundan, Mustafa Kemal’i görevden uzaklaştırma yetkisini almış ve 24 Haziran’da, yani onun Amasya’dan ayrılmasından iki gün önce, tüm illere bir yönerge göndermişti. Yönergede, “iyi bir asker olmasına karşın” Mustafa Kemal’in, “zamanın siyasetini bilmediği için yeni görevinde başarılı olamadığı, İngiltere ’nin ısrarıyla görevinden alındığı ve yaptığı yanlışların açık olarak ortaya çıktığı” ileri sürülüyor ve şöyle söyleniyordu: “İpsiz-sapsız ve zaten kanunen takip edilen bazı heyetler için (Müdafaa-i Hukuk ve Kuvayı Milliye örgütleri kastediliyor y.n.) sağa-sola telgraflar çekti. Artık, o zatın görevinden alınmış bir kişi olduğunu biliniz. Hiçbir isteğini yapmayınız. Hükümet işlerine karıştırmayınız. Kendisini yakalamaya ve tutuklamaya muktedirseniz, derhal tutuklayıp gönderiniz.”38
Gücünü ve varlık nedenini yitirmiş bir hükümetin İstanbul’dan gönderdiği buyruklar, doğal bir sonuç olarak, kağıt üzerinde kaldı. Haklı olmanın ve ulusa dayanmanın verdiği güç, halkın desteğiyle birleşince, onu geri dönüşe zorlamak ya da tutuklamak, olanaksız duruma gelmişti.
Ayrıca, askeri güç olanaklarının yetersizliğine karşın, önlem almada, karşı önlem geliştirmede çok ustadır. Tokat’tan Erzurum’a gitmek için Sivas’a uğradığında (27 Haziran 1919) Ali Kemal’in yönergesinden henüz haberi yoktu. Ancak, önlemini almış ve geleceğini bildiren telgrafını, yola çıktıktan 6 saat sonra çektirmişti. Sivas Valisi Reşit Paşa telgrafı aldığında; O, Sivas’ın birkaç kilometre yakınındaki Nümune Çiftliği’ne gelmiş bulunuyordu.
Padişah’ın Mustafa Kemal’i tutuklamak için özel yetkilerle Elazığ Valisi yaptığı Ali Galip Sivas’tadır ve valinin yanında alınması gereken “tutuklama önlemlerini” konuşmaktadır. Reşit Paşa, telgrafı gösterir ve “işte geliyor, buyur tevkif et” der. Ali Galip “sapsarı kesilir” ve ne diyeceğini şaşırır. En doğru sözü gene Sivas Valisi söyler ve “madem ki tevkif edemiyoruz, öyleyse buyrun karşılamaya çıkalım” der.39
Nümune Çiftliği’nde Valiyi beklerken yanında karargah subaylarından başka, herhangi bir askeri güç yoktur. Ancak, geleceğini henüz duymuş olan Sivas halkı; çocuk, öğrenci, esnaf ve memuruyla geçeceği yolu doldurmuş, ülkeyi kurtarmak için direnişe geçen “Çanakkale Kahramanını” karşılamaya çıkmıştır.
Karşılayanlar içinde, Arıburnu ya da Anafartalar’da onun komutası altında çarpışmış erler, onbaşılar, çavuşlar, yedek ya da muvazzaf subaylar ve aileleri vardır. Mustafa Kemal’i karşılarında görünce coşkulu bir heyecana kapılarak gözyaşlarını tutamamışlar, bütün Sivaslıları da duygulandırmışlardır. Şevket Süreyya Aydemir, o günü, Tek Adam adlı yapıtında şöyle anlatır: “Mustafa Kemal’i karşılarında gördüklerinde Sivaslılar; özgürlüğüne kavuşmuş tutsaklar, gençliğini duyumsayan tükenmişler ya da aniden iyileşen hastalar gibiydi. O gün, Sivas’ın havasını birden; ümit, şenlik ve halkın kendine gelişinin rüzgarı sardı. Halk sanki o gün orada, egemenliğine yeniden kavuştu. İstanbul, ilk kez o gün Sivas’ta yenildi. İstanbul Hükümetinin Nazır emri, ilk kez o gün orada yırtıldı.”40
Mustafa Kemal’i yenilmez kılan, Sivaslılar’ın davranışında somutlaşan halk desteği ve bu desteğin yarattığı büyük manevi güçtü.

DİPNOTLAR

  1. Bozkurt”, H.C.Armstrong, Arba Yay., İst.-1996, sf.88-89
  2. Atatürk”, Paraşkev Paruşev, Cem Yay., İst.-1981, sf.71
  3. Bozkurt”, H.C.Armstrong, Arba Yay., İst.-1996, sf.239
  4. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün 1923 Eskişehir-İzmit Konuşmaları” Arı İnan, 1982, Türk Tarih Kurumu Yay.
  5. Atatürk” L. Kinross, Altın Kit. Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.202
  6. Nutuk” M. K. Atatürk, I.Cilt, T. Dil Kur. Bas., 4.Bas., 1999, sf.95
  7. Atatürk’ten Hatıralar”, Celal Bayar, sf.28-29; ak. Ş.S.Aydemir, “Tek Adam” II.Cilt, Remzi Kit., 8.Bas., İst.-1981, sf.297
  8. Atatürk” L. Kinross, Altın Kit. Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.204
  9. Mustafa Kemal” B. Méchin, Bilgi Yay., Ankara-1997, sf.170
  10. a.g.e. sf.170
  11. Tek Adam” Ş. S. Aydemir, II.Cilt, Remzi Kit., 8.Bas., 1981, sf.88
  12. a.g.e. sf.88
  13. a.g.e. sf.89
  14. Atatürk” L. Kinross, Altın Kit. Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.206
  15. a.g.e. sf.206
  16. Milli Mücadelede İttihatçılık”, E.J.Zürcher, Bağlam Yay., 2.Bas., İst.-1995, sf.142
  17. Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber”, M. M. Kansu, I.Cilt, Türk Tarih Kur. Yay., 3.Bas., Ank.-1988, sf.25
  18. Bozkurt”, H.C.Armstrong, Arba Yay., İst.-1996, sf.92
  19. a.g.e. sf.92
  20. Kaynakçalı Atatürk Günlüğü” U. Kocatürk, T.İş Ban.Yay., Ank., sf.121
  21. Bir Sovyet Diplomatının Türkiye Anıları” S.İ.Aralov, Birey ve Toplum Yay., 2.Bas., İst.-1985, sf.65
  22. Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyet’in Doğuşu” Dietrich Gronon, Altın Kitaplar Yay., 2.Bas., İst.-1994, sf.150
  23. Atatürk” L. Kinross, Altın Kit. Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.206
  24. Hüsrev Gerede’nin Anıları” Hazırlayan Sami Önal, Literatür Yay., İst.-2002, sf.31
  25. Atatürk” L. Kinross, Altın Kit. Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.207
  26. a.g.e. sf.209
  27. Tek Adam” Ş. S. Aydemir, II.Cilt, Remzi Kit., 8.Bas., 1981, sf.38
  28. a.g.e.sf. 37 ve “Atatürk” L.Kinross, Altın K. Yay., 12.B., İst-1994, sf.209
  29. Nutuk”, M. K. Atatürk, I.Cilt, T. Tar. Kur. Bas., 4.Bas., Ank.-1989, sf.55
  30. Kaynakçalı Atatürk Günlüğü” U.Kocatürk, T İş Ban.Yay., Ank., sf.92
  31. Atatürk” L. Kinross, Altın Kit. Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.211
  32. Nutuk”, M. K. Atatürk, I.Cilt, T. T. K. Bas., 4.Bas., Ank.-1989, sf.41
  33. Atatürk” L. Kinross, Altın Kit. Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.210
  34. Büyük Larousse, Gelişim Yayınları, I.Cilt, sf.487
  35. Atatürk” L.Kinross, Altın Kit. Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.210
  36. Nutuk”, M. K. Atatürk, I.Cilt, T. T K. Bas., 4.Bas., Ank.-1989, sf.43
  37. a.g.e. sf.43
  38. Tek Adam” Ş. S. Aydemir, II.Cilt, Remzi Kit., 8.Bas., 1981, sf.44
  39. a.g.e. sf.47
  40. a.g.e. sf.49-50

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder