21 Kasım 2014 Cuma

İTTİHAT VE TERAKKİ CEMİYETİ / FIRKASI – 2


İttihatçıların gidişleri de gelişleri gibi sıra dışı ve acılı oldu. Otuz yaşından genç olan bu insanlar, on yıl içinde yönetime geldiler, ülkenin geleceğine yön verdiler ve İmparatorlukla birlikte tarih oldular. Oysa, canları pahasına, birlikte battıkları İmparatorluğu kurtarmak istiyorlardı. Yürekli ve ataktılar. Giriştikleri savaşım için gerekli bilinçten yoksundular ancak yurt sevgisine dayanan inançları ve yüksek amaçları vardı.


Cemiyetten Fırkaya

Meşrutiyet Devrimi”ni gerçekleştiren, hükümeti denetleyen ve topluma yenilikler için açık sözler veren İttihat ve Terakki Cemiyeti, ilk yasal kurultayını, gizli olarak yaptı. Bu tutum, örgütün örneği olmayan bir başka ilginç girişimiydi. Otuz beş yıl süren siyasi baskının sonucu olacak, devleti denetleyen ve yönetime gelme gücüne ulaşan bir parti, kurultayını gizli yapıyordu.
1908 Kasım’ında toplanan bu kurultayda, Cemiyet’in (dernek) fırka’ya (parti) dönüştürülmesi kararlaştırıldı. Ancak, cemiyet-fırka ilişkilerine örgütün dağıldığı 1918’e dek tam bir açıklık getirilemedi. İttihat-Terakki gerçekte, ne bir dernek ne de bir parti oldu. Ancak, çoğu kez hem dernek hem parti gibi çalıştı. İlk seçimlere dernek olarak girdi, oluşan mecliste parti gibi davrandı.

1908 Seçimleri ve Azınlıklar Meclisi

Aralık 1908 seçimlerinde, Türk milletvekillerinin büyük çoğunluğunu İttihat ve Terakki adayları kazandı. Ancak, gerek İttihat ve Terakki listesinden gerekse başka partilerden seçilen milletvekilleri; siyasi öncelikler, etnik kimlik ve kültürel yapılanma bakımından, birbiriyle uyumsuz, son derece karmaşık bir meclis yapısı oluşturmuştu.
Meclis’te 175 Türk milletvekiline karşı, 60 Arap, 33 Arnavut, 25 Rum, 12 Ermeni, 6 Kürt, 4 Bulgar, 3 Sırp ve 4 Yahudi milletvekili vardı.1 Şevket Süreyya Aydemir’in, II.Meşrutiyet için yaptığı sayısal saptama biraz değişiktir. Enver Paşa adlı yapıtında şu sayıları verir: 142 Türk, 60 Arap, 25 Arnavut, 23 Rum, 12 Ermeni, 5 Yahudi, 4 Bulgar, 3 Sırp, 1 Ulah.2

Devlete Karşıtlık

Meclis’in bir tür azınlıklar meclisi durumuna gelmesi, buradaki Türk olmayan milletvekillerine, neredeyse sınırsız bir özgür ortam yaratmıştı. Bunlar Batılı devletlerce o denli şımartılmışlardı ki, İmparatorluğun merkezindeki Meclis’te, Osmanlı Devleti’yle alay eden konuşmalar yapıyor, önergeler veriyordu.
Başo Efendi adında bir azınlık milletvekili Meclis’te yaptığı bir konuşmada, “Benim Osmanlılığım, Osmanlı Bankası’nın Osmanlı olması kadardır” diyordu.3
Seçimleri İttihat ve Terakki adayları kazanmıştı ancak aday gösterilen kişilerin birçoğu İttihatçı sayılamayacak nitelikte kişilerdi. Dar kadroyla gizlilik koşullarında çalışan örgüt, birdenbire ortaya çıkan ve kitlesel açılımı gerektiren yeni koşullara yanıt verecek kadro genişliğine sahip değildi.
Yönetim gücüne ulaşması nedeniyle her tür insan örgüte akın etmişti. Görünüşte, çok sayıda milletvekiline sahipti ancak bunlar Meclis’te etkili olamıyordu. Örgütün önergeleri kimi zaman kendi milletvekilleri tarafından engelleniyordu. Örneğin, 31 Mart ayaklanmasının bastırılmasından hemen sonra, yani örgütün en güçlü olduğu günlerde, “müsteşarlığa atanacak görevlilerin, İttihat ve Terakki üyesi olması” önerisi, karşıt partilerin değil, örgüte bağlı milletvekillerinin karşı çıkması nedeniyle geri çekilmişti.4

Öngörüsüzlük ve Karanlık Gelecek

İttihatçılar, yıpranmamak amacıyla hükümette yer almadılar ancak bu tutum nedeniyle daha çabuk yıprandılar. İmparatorluğu ayakta tutacak yeniliklerden söz ediyorlar ancak yenileşmeyi sağlayacak tek araç olan yönetimi, tam olarak ele almıyorlardı.
Bu garip ve ürkek tutum, siyasi sonuçlarını vermekte gecikmeyecekti. Ülkenin, ivedi çözüm bekleyen sorunları, çok ağır ve karmaşıktı. Sürekli toprak yitiriliyor, yaklaşan savaş, ülkeyi varlığıyla ilgili karanlık bir geleceğe doğru sürüklüyordu. Buna karşın, İttihat ve Terakki yöneticileri, devleti aracılarla yönetmeye çalışıyordu.
Koşulların zorlaması sonucu, üst yöneticilerden, önce Cavit Bey (Maliye Bakanı), sonra Talat Bey (İçişleri Bakanı), 1909’da hükümete girdi. Aynı yıl yapılan Anayasa değişikliğiyle, Padişah’ın yetkileri sınırlandı; hükümet yetkileri arttırıldı, sansür yasaklandı. Kabinede iki kişiyle temsil edilme ve yapılan değişiklikler, yıpranmayı önleyemedi.
1910’da bir küme milletvekili, örgütten ayrılıp Ahali Fırkası’nı kurdu. Merkezi Paris’te olan Osmanlı Islahatı Esasiye Fırkası, başarısız bir darbe girişiminde bulundu. İttihat ve Terakki içinde Miralay Sadık ve Abdülaziz Mecdi önderliğinde, Hizbi Cedit adıyla tutucu bir kanat ortaya çıktı. Bunlara karşı Hizbi Terakki adlı bir başka hizip oluştu. Meşrutiyet’in ikinci yılı nedeniyle 1910’da yayınlanan “Millete Beyanname” adlı bildiride, “ülkede birlik ve bütünlüğün sağlanamadığı” itiraf ediliyor, “ ekonomi ve eğitime ağırlık verilerek” birliğin kısa bir sürede sağlanacağı açıklanıyordu.5

Baskınlar, Darbeler

İttihat ve Terakki 1912’de, Halaskâr Zabitan örgütünün yaptığı baskı sonucu hükümetten uzaklaştırıldı, Meclis feshedildi. Ancak, 23 Ocak 1913’deki ünlü Babıâli Baskını’yla 31 Mart Ayaklanması’nı bastıran Mahmut Şevket Paşa sadrazam yapıldı ve beş ay sonra yeniden hükümete adam sokuldu.
Halaskâr Zabitan, buna Mahmut Şevket Paşa’yı öldürerek yanıt verdi. Bu olay, İttihat ve Terakki’nin yönetime dolaysız biçimde ağırlığını koymasına neden oldu. Örgüt, denetleyen konumdan yöneten konuma geldi.
Sait Halim Paşa başkanlığında, tüm üyeleri ittihatçılardan oluşan, bir hükümet kuruldu. 12 Haziran 1913’de toplanan Kurultay, Cemiyet’in kesin olarak fırka’ya dönüştürülmesine karar verdi. Ancak, bu karara karşın, Genel Merkez üyelerinin tümünün hükümette yer almasına izin verilmedi. Mithat Şükrü (Bleda), Bahattin Şakir gibi önemli isimler kabineye girmedi.

Batıya Bağlanma

İttihat ve Terakki, kendisinin olduğu kadar İmparatorluğun da sonunu getirecek kararı, Almanya’yla geliştirilen ilişkiler konusunda aldı. İngiltere ve Fransa’ya yapılan göstermelik bağlaşma (ittifak) önerisi geri çevrilince, ordunun “modernizasyonu” adına Almanya’ya yanaşıldı. Almanya’dan yoğun biçimde askeri uzman getirildi, çok sayıda subay Almanya’ya gönderildi. Askeri anlaşma, kısa bir süre içinde siyasi yakınlaşmaya dönüştürüldü ve bu yakınlaşma 2 Ağustos 1914’de imzalanan gizli bir bağlaşma antlaşmasıyla sonuçlandırıldı.
Türk-Alman ilişkilerine, Almanya hayranlığıyla tanınan ve örgütün en etkili yöneticilerinden biri konumuna gelen Enver Paşa yön verdi. Sözde satın alınan ve subaylarına Türk üniforması giydirilen iki Alman gemisi’nin (Goeben ve Breslav), Rus limanlarını bombalaması sonucu bir oldu bittiyle, Dünya Savaşına girildi.
Dört yıl süren ve Anadolu halkını perişan eden savaş sonunda, Almanya’nın yenilmesi nedeniyle yenik sayılan Osmanlı İmparatorluğu, galiplerce işgal edildi. İttihat ve Terakki, 14 Kasım 1918’de yaptığı bir kurultayla örgütü dağııtı. Yerine, ne anlama geldiği pek de belli olmayan, Teceddüt (yenilik) adlı bir parti kurulduğu açıklandı.
İttihat ve Terakki yöneticilerinin sonları İmparatorluk gibi acılı oldu. Talat ve Cemal Paşaları Ermeniler öldürdü; Enver Paşa, “Turan devleti kurmak için” gittiği Orta Asya’da vuruldu; Cavit Bey, Yüzbaşı İsmail Canbolat, Doktor Nazım, Atatürk’e suikast girişimi nedeniyle idam edildiler; Kara Kemal intihar etti.
Örgütün sıradan üyeleri çoğunlukla Kurtuluş Savaşı’nı desteklediler; Müdafaa-i Hukuk Dernekleri’ni örgütleyerek savaşa ve daha sonra kurulacak olan Cumhuriyet Halk Fırkası’na katıldılar; birtakımı, Cumhuriyet’in kuruluşunda ve geliştirilmesinde etkin görevlerde bulundular.

Batıcı Milliyetçilik

İttihat ve Terakki, diğer Jön Türk örgütleri gibi Batıcıydı. Başlangıçta, Türkiye’de geleneksel hale gelen İngiliz-Fransız etkisine girdi. Daha sonra Almanya’ya yöneldi. Başka Jön Türk örgütlerinden ayrımlı olarak, özellikle 1913’ten sonra, ulusçu eğilimlere sahipti. Ulusçulukları bilgi ve bilince değil, daha çok duyguya dayanıyordu. Bu nedenle, bir başka Batılı ülke Almanya’ya yanaşmada bir sakınca görmediler, üstelik bunu ulusçuluk adına yaptıklarını söylediler.
Batı Avrupa biçiminde bir ulusal devlet oluşturmak istiyorlar ancak bunun yalnızca kapsamlı bir ulusal bağımsızlık savaşımı ile gerçekleşebileceğini göremiyorlardı. İngiliz-Fransız üstünlüğüne karşı, Almanlar’a dayanarak amaçları yönünde bir güç oluşturacaklarını sanıyorlardı.

Alman Eğitimi

Osmanlı Ordusu’nun geleceği olan genç subayları, Almanya’da ve Türkiye’de Alman “uzmanlara” eğittirdiler. Oysa, “dost ve müttefik” saydıkları Almanya, Osmanlı topraklarını sömürgeleştirme peşindeki emperyalist bir ülkeydi.
Eğitim, siyasi yakınlaşmayı, siyasi yakınlaşma ise üstün güce karşı duyulan bağımlılık duygularını geliştiriyordu. Sanayi ve teknolojik bağımlılık artıyor, kendine güvene dayalı ulusal direnme gücü zayıflıyordu. Subaylar arasında, Almanya’ya olan bağımlılık, teknolojik geriliğin gerekli kıldığı bir zorunluluk gibi görülüyor ve olağanlaşıyordu.
İttihat ve Terakki önderlerinden Enver Paşa, 1908’den sonra Berlin’e askeri ateşe olarak gönderilmişti. Aynı yıl, Türkiye’ye yüzlerce Alman askeri eğitmen gelmiş, Almanya’ya birçok Türk subay gönderilmişti.6 NATO aracılığıyla bugün ABD ile yaşananların bir benzeri, o dönemde, İngiliz-Fransız gücüne karşı milli güç yaratma adına, Almanya’yla yaşanıyordu.
Almanya’nın İstanbul Büyükelçisi Wangenheim, Şansölye Bethmann Hollweg’e 1912’de şunları yazıyordu: “Türkiye’de ordu önder rolünü oynadığı sürece, Almanya rekabette olduğu ülkelere karşı avantajlı bir pozisyonda olacaktır. Zira Türk anlayışına göre, Alman ve Türk orduları arasında silah arkadaşlığı bulunmaktadır.”7

Osmanlıcılık

İttihatçılar, başlangıçta tam anlamıyla Osmanlıcıydılar. 1908’de Avrupalılar’a, “Osmanlılar, mezhep ve cins farkı olmaksızın kardeştir. Ülkenin yüksek ve ortak yararları karşısında ne Hıristiyan ne Müslüman vardır. Osmanlılıktan başka bir şey yoktur. Hepsinin çıkarları, gelecek umutları ve kaderleri aynıdır” diyorlardı.8
İki yıl içinde Libya, tüm Batı Trakya ve Girit’i, on yıl içinde de, Suriye, Irak ve Arabistan’ın tümünü yitirdiler. Enver Paşa, Osmanlıcılığın yükselmesi için değil, Anadolu Türklüğünü kurtarmak için giriştiği Turancılık savaşımında öldü. Talat ve Cemal Paşalar, dost bildikleri Alman kentlerinde ve sahipsizlik içinde, Ermeni kurşunlarıyla can verdiler.
Kardeş” gördükleri Osmanlı azınlıkları, hem İmparatorluğu hem de onları yok etti. Oysa; Tunalı Hilmi 1908’de Avrupalılar’a, “Osmanlılık Türklük değildir, mezhep ve cins ayrımı olmaksızın kardeşliktir” derken, Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanmasının siyasi merkezi gibi çalışan Fener Rum Patrikhanesi, “Osmanlı milleti diye bir tanım kullanılıyorsa da gerçekte böyle bir millet yoktur” diyordu.9

Yapılmak İstenenler; Yapılanlar

İttihatçıların Osmanlıcılık olarak tanımladıkları düşünsel karmaşadan kendilerini kurtarmaları, gerçekleri ortaya koyan araştırmalarla değil, yaşanan acılı olaylar ve el yordamıyla oldu. Ulusçuluğa ulaştıklarında, artık geç kalmışlardı. Üstelik Türk ulusçuluğunun kuramını oluşturacak ne yeterli bilgileri, ne de zamanları vardı. Yine de, 1913’ten sonra başlayan ulusçu yönelme, birçok yeniliğe ortam hazırladı.
Eğitimde çağdaşlaşma, üniversite (darülfünun) özerkliği, Batı takvimi, ulusal ekonomi, özel girişimcilik, kooperatifçilik gibi konularda araştırmalar ve uygulamalar yapıldı. Eğitime karışmayacak, yalnız din işleriyle uğraşacak Darülhikmetül İslamiye örgütü geliştirildi; siyasetle ilişkisi olmayan kültür ve spor dernekleri kuruldu; Türk Ocağı desteklendi. Ulusal Savunma (Müdafaa-i Milli), Donanma, Çocuk Esirgeme (Himaye-i Eftal), Kızılay (Hilal-i Ahmer) gibi örgütler denetim altına alınıp geliştirildi.
Haber alma ve eylem örgütü olarak Teşkilatı Mahsusa kuruldu. Benimsenen ulusçuluk ilkesine uygun olarak, ulusal ekonomi siyaseti izlendi, yerli malı kullanma, kooperatifçilik ve özel girişimcilik teşvik edildi. İtibari Milli Bankası açıldı, mahkemeler Adliye Nezareti’ne bağlandı, yargıda yeniliklere gidildi.10

Yokoluş

İttihatçılar, kendilerinin yarattığı koşullar nedeniyle, İmparatorlukla birlikte yok oldular. Almanya’yla kurulan ilişkiler, yarattığı bağımlılıkla, ülkeyi emperyalist devletler arasındaki büyük savaşa sürükledi. Konumuna ve gereksinimlerine hiç de uygun düşmeyen bu savaş; ülkenin parçalanmasına, katılma sorumluluğunu taşıyanların da ortadan kalkmasına yol açtı.
İttihatçıların gidişleri de gelişleri gibi sıra dışı ve acılı oldu. Otuz yaşından genç olan bu insanlar, on yıl içinde yönetime geldiler, ülkenin geleceğine yön verdiler ve İmparatorlukla birlikte tarih oldular. Oysa, canları pahasına, birlikte battıkları İmparatorluğu kurtarmak istiyorlardı. Yürekli ve ataktılar. Giriştikleri savaşım için gerekli bilinçten yoksundular ancak yurt sevgisine dayanan inançları ve yüksek amaçları vardı.

Değerlendirmeler

Taylan Sorgun İttihatçılar için şunları söylemektedir: “Destanlarla büyümüş gencecik bir nesil, avuçlarının içinden bir imparatorluğun kayıp gitmeye başlamasını yaşarken, öfkelerinin ve kaderlerinin üzerindeki ‘Yıldız kabusu’ içinde bunalıyorlardı. Onlar kendilerini çok geçmeden, bir büyük devlet kavgası içinde bulacaklardır. Ve o devlet kavgasının ideallerle dolu, inatçı, vuruşkan havası içinde; hapishaneler, sehpalar, tutuklanmalar ve prangalar, köşebaşlarındaki pusular, jurnaller, koca bir imparatorluğun çöküşünü yaşayışları ve yoksul Anadolu yaylası insanlarının cephelerde tükenişleri, sanki doğdukları zaman vazgeçilmez kaderleri olmuştu.”11
Mustafa Kemal, hemen hiçbir konuda anlaşamamasına karşın, İttihat ve Terakki’nin “vatansever bir örgüt” olduğunu kabul eder ve bu örgütün yurtseverliğinin her türlü “tartışmanın üzerinde” olduğunu söyler. Üstelik bunu, ittihatçıların bir sürek avı gibi arandıkları işgal altındaki İstanbul’da, Fransız Büyükelçiliğinde görevli Rahip Frew’e karşı yapar.
Kendisiyle görüşme isteminde bulunan Frew’in, İttihat ve Terakki hakkında ileri geri konuşması üzerine şunları söyler: “ İttihat ve Terakki’nin temsilcisi değilim, fakat izninizle söylemeliyim ki, İttihat ve Terakki vatansever bir cemiyettir. Başlangıcından çok zaman sonrasına kadar ben de bu cemiyet içinde bulundum. Cemiyet, hiçbir zaman sizin aşağılamalarınızı hak edecek bir nitelik almamıştır. Birçok kusuru ve yanlışı olabilir. Ama yurtseverliği tartışmaların üstündedir.”12

DİPNOTLAR

  1. 1908 Devrimi” Aykut Kansu, İletişim Yay., 1995, sf.359– 428
  2. Enver Paşa” Şevket Süreyya Aydemir, Remzi Yay., 3.Bas, 2.Cilt, sf.93
  3. İttihat ve Terakki” Taylan Sorgun, Kum Saati Yay., 2.Bas.–2003, sf.223
  4. Büyük Larousse, Gelişim Yayınları, 10.Cilt, sf.5993
  5. Büyük Larousse, Gelişim Yayınları, 10.Cilt, sf.5993
  6. Jön–Türk Modernizmi ve Alman Ruhu” Mustafa Gencer, İletişim Yay., İst.–2003, sf.54
  7. a.g.e. sf.54
  8. Türk Direniş ve Devrimleri” Prof. Çetin Yetkin, Otopsi Yay., II. Cilt– 2003, sf.717–718
  9. a.g.e. sf.718
  10. Büyük Larousse, Gelişim Yay., 10.Cilt, sf.5993
  11. İttihat ve Terakki” Taylan Sorgun, Kum Saati Yay., 2.Baskı– 2003, sf.13
  12. Atatürk’ün İstanbul’daki Çalışmaları” Sadi Borak, Kaynak Yay., 2.Bas., İst.–1998, sf.243

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder