19 Kasım 2014 Çarşamba

İTTİHAT VE TERAKKİ CEMİYETİ / FIRKASI - 1


Hükümet yetkililerinin pençei zulmüne düşüp tutuklansam, etlerimi kemiklerimden ayıran bir işkenceye uğrasam bile, örgütün sırlarını ve üyelerinin adlarını açıklamayacağıma yemin ederim. Örgüt üyelerinden biri herhangi bir felakete uğrarsa, kendisine ve ailesine, elimden geldiği kadar, para dahil, her biçimde yardımda kusur etmeyeceğim... Eğer, namus sözü vererek yükümlendiğim yeminime ihanet edecek olursam, ihanet edenleri takip için örgütün görevlendirdiği yetkililerin uygulayacağı ölüm cezasına karşı, kanımı şimdiden helal ederim...”                                                                                                                                                                       İttihatçı Yemini

Tıbbiye, Harbiye, Mülkiye

İstanbul Askeri Tıbbiye öğrencilerinden beş kişi (Ohrili İbrahim Temo, Arapkirli Abdullah Cevdet, Diyarbakırlı İshak Sukuti, Kafkasyalı Mehmet Reşit, Bakülü Hüseyinzade Ali) 1889’da bir araya gelerek İttihadı Osmani (Osmanlı Birliği) adlı bir örgüt kurdular. İmparatorluğun dağılmasına engel olma amacıyla kimseyi beklemeden kendi aralarında örgütleniyorlardı.
Bu işin başını çekenler Askeri Tıbbıye, Harbiye, Mülkiye öğrencileri ve Kurmay Okulu’nun genç subaylarıydı. Bunlar, ulusçu arayışların ve gizli örgütlenmenin tüm çekincelerini göze alıyor ve sert bir savaşıma hazırlanıyordu. İttihadı Osmanî, o dönemdeki örgütlenme girişimlerinden yalnızca biriydi. Ancak, bu örgüt, birçok değişim sürecinden geçerek büyüyüp kalıcılaşacak ve İttihat ve Terakki adını alarak Türkiye’nin yazgısına yön veren bir örgüt durumuna gelecektir.
İttihadı Osmani’yi kuranlar, aynı yıl, Paris’teki Jön Türkler’in önderi Ahmet Rıza ile ilişkiye geçtiler ve örgütün adını Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti olarak değiştirdiler. İmparatorluğun kurtarılması için, “istibdatın kaldırılması” ve “hala her derde deva görülen”1 1876 Anayasası’yla Meclis’e işlerlik kazandırılması gerektiğine inanıyorlardı.
İstanbul’da ortaya çıkan yeni karşıtçılık dalgası, yurt içinde Abdülhamit karşıtlığını yaygınlaştırırken, yurt dışında küçük bir sürgün kümesi olarak kalan ve yok olma sürecine giren Jön Türk devinimini (hareketini) de canlandırmıştı. Sonraki birkaç yıl içinde örgüt, başka girişimleri içine almaya ve büyümeye başladı. Başka okullarda da gizli hücreler kuruldu, değişik kesimlerden üye alındı. 20.yüzyıl başından, Birinci Dünya Savaşı sonuna dek Türkiye’nin en etkin örgütü olan İttihat ve Terakki Cemiyeti/Partisi, bu örgütün süreği (devamı) olarak ve böyle bir süreç sonunda oluştu.

Yurtdışı Örgütü

İttihadı Osmani İstanbul’da kuruldu ancak başlangıçta daha çok yurt dışında örgütlendi. Bir merkez gibi çalışan Paris’teki şubeden başka Cenevre, Kahire, Rumeli ve Kafkasya şubeleri açıldı. Kuruluş aşamasının heyecanı, yerini, kısa bir süre sonra gizli örgütlenmenin ve ağır sürgün koşullarının sert gerçeklerine bıraktı. Gücünü halktan almayan örgüt, ilk beş yıl büyümek bir yana, başlangıçtaki gücünü bile koruyamadı ve az sayıdaki üyesini de yitirmeye başladı.
Ancak, 1894’den sonra o günlerde yayılan Ermeni eylemlerine tepki olarak örgüt büyümeye, giderek daha çok asker ve memur üye olmaya başladı. Kazım Karabekir’in verdiği bilgilere göre, Paris’te “Ahmet Rıza ve birkaç gençle yalnız kalan” örgütün üye sayısı İstanbul’daki katılımlarla 1893’te 900’e, 1896’da ise 18 bine ulaşmıştı.2

İlk Darbe

Yönetimi ele geçirmek için yeterince güçlendiğine inanan örgüt, 1896’da bir hükümet darbesi yapmaya karar verdi. Ancak, darbe yapılacağı günden bir gün önce Abdülhamit’e bildirildi.3 Darbecilerin çoğu tutuklandı ve sürgüne gönderildi. 1896 yılındaki yargılamalar, cezalar ve sürgünler, bu denli sert bir savaşıma hazır olmayan örgütü dağıttı.
1897’de getirilen ve ceza alanlarla birlikte kaçanları da kapsayan af, örgütün ülke içindeki birimlerini tümüyle çökerttiği gibi, yurt dışındaki yapılanmaları da neredeyse yok olma noktasına getirdi. Abdülhamit, Tüfekçibaşı Ahmet Celalettin Paşa’yı Paris’e göndererek “mücadeleyi bırakan örgüt üyelerine para ve devlet görevleri” önerdi. Bu öneriye, örgüt önderi Mizancı Murat başta olmak üzere çok sayıda üye olumlu yanıt verdi ve savaşımı bırakarak İstanbul’a geri döndü.4

Osmanlı Liberaller Kurultayı

Örgütü canlandırmak üzere 1902 yılında Paris’te bir kurultay düzenlendi. Birinci Osmanlı Liberaller Kurultayı adı verilen bu kurultayı, Fransız Hükümeti yetkilisi Lefevre Pontalis’in evinde toplanan ve Prens Sabahattin, Ali Haydar Mithat, Kaymakam İsmail, Rum temsilcisi Mozuros, Ermeni temsilci Sisliyan’dan oluşan bir girişimci kurul tarafından düzenledi. Kurultayda “Abdülhamit’i devirmek”, bunun için “ordunun harekete katılmasını sağlamak” ve “yabancı devletlerin karışmasını (müdahalesini) kabul etmek” gibi kararlar alındı.5
Yabancı devlet karışmasını” kabul eden karar, örgütsel canlanmayı değil, yeni bir ayrışmayı gündeme getirdi. Ahmet Rıza başta olmak üzere örgütün ilk kurucuları, bu kararı kurultaya kabul ettiren Prens Sabahattinciler’den ayrıldılar. Yabancı karışmasını kabul edenler Teşebbüsü Şahsi ve Ademi Merkeziyet Cemiyeti’ni, kabul etmeyenler Terakki ve İttihat Cemiyeti’ni kurarak yollarını birbirlerinden ayırdılar.

Subaylar Örgütü”

1906 yılında Selanik’te Osmanlı Hürriyet Cemiyeti adında yeni bir örgüt daha kuruldu. Bu örgüt; savaşım anlayışı, örgütlenme biçimi ve göze aldığı eylemlerin niteliği bakımından öncekilere hiç benzemiyordu. Çünkü kurucular ve üyeler artık öğrenciler değil, büyük bir çoğunlukla ordudaki subaylardı.
Selanik Askeri Rüştiyesi Müdürü Yarbay Tahir, Binbaşı Nakiyettin (Yücekök), Kurmay Yüzbaşı Edip Servet (Tör), Yüzbaşı Kâzım Nami (Duru), Yüzbaşı Ömer Naci, Yüzbaşı İsmail Canpolat, Yüzbaşı Hakkı Baha, Selanik Posta İdaresi Başkatibi Mehmet Talat (Paşa), Rahmi (Aslan), Mithat Şükrü (Bleda) örgütün kurucularıydı.6
Paris’teki Terakki ve İttihat Cemiyeti, yeni örgütle hemen ilişkiye geçerek Dr.Nazım Bey’i gizlice Selanik’e gönderdi. Görüşmeler olumlu sonuç verdi ve iki örgüt Osmanlı Terakki ve İttihat Cemiyeti adı altında birleşti. Bu, örgütün ilk birleşme girişimi ve ilk isim değişikliğiydi. 1908’de II.Meşrutiyet’in ilanından sonra, bu kez Sabahattinci Teşebbüsü Şahsi ve Ademi Merkeziyet Cemiyeti ile birleşmeye gidildi ve İttihat ve Terakki Cemiyeti adı alındı. Son birleşme kalıcı olmadı ancak alınan ad bir daha değiştirilmedi.

Gizlilik

Osmanlı Hürriyet Cemiyeti’yle başlayan yeni girişim, gizliliğe önem veren ve katı kuralları olan savaşkan bir örgüt ortaya çıkardı. Gizliliğe o denli önem veriliyordu ki, kurucuların adları Meşrutiyet ilan edilip yönetime gelindikten sonra bile açıklanmadı. Üye seçiminde çok dikkatli davranılıyor, kurallara bağlanmış törenlerle kabul edilen üyeler, yeminlerine ve sorumluluklarına sonuna dek sadık kalıyordu.
Güvenilir rehber üyelerce önerilen üye adayları, Yemin Kurulu (Tahlif Heyeti) önünde örgüt yemini ederdi. Kurul başkanı, önce örgütün amaçlarını, üyelik yükümlülüklerini anlatır, daha sonra Genel Merkez (Merkezi Umumi)’nin hazırlamış olduğu tek tip yemini okurdu. Aday üye, inandığı dinin kutsal kitabı, hançer ve tabanca üzerine el basarak yemini yinelerdi.

Yemin

Yeminde; Osmanlı ülkesinin birliği ve ilerlemesi için çalışılacağı, örgütün belirlediği her türlü yöntem ve kurala uyulacağı, örgüt sırlarının hiçbir koşulda, hiç kimseye açıklanmayacağı belirtiliyor, “namus sözü” veriliyordu.
Gizliliğe ve örgüte bağlılığa verilen önem, yeminde şu sözlerle dile getiriliyordu: “Hükümet yetkililerinin pençei zulmüne düşüp tutuklansam, etlerimi kemiklerimden ayıran bir işkenceye uğrasam bile, örgütün sırlarını ve üyelerinin adlarını açıklamayacağıma yemin ederim. Örgüt üyelerinden biri herhangi bir felakete uğrarsa, kendisine ve ailesine, elimden geldiği kadar, para dahil, her biçimde yardımda kusur etmeyeceğim... Eğer, namus sözü vererek yükümlendiğim yeminime ihanet edecek olursam, ihanet edenleri takip için örgütün görevlendirdiği yetkililerin uygulayacağı ölüm cezasına karşı, kanımı şimdiden helal ederim...”7

Fedailer”

Örgüt, özellikle askeri amaçlı özel görevleri yerine getirmek için “fedai” adını verdiği birimler oluşturmuştu. En güvenilir ve inanmış üyelerden oluşan bu birimler, silahlı şiddet dahil, her türlü yöntemi içeren eylemler gerçekleştirmiştir.
Fedailer eylem sırasında ölürse, yeminde verilen söz yerine getirilir ve ailelerinin bakımı üstlenilirdi. Örgütün emir ve amaçlarına aykırı davranan üyeler için, Merkez Kurulları yargılama yapar ve suçlu bulunması durumunda, üye cezalandırılırdı. Örgütte o denli güçlü bir sıkıdüzen (disiplin) sağlanmıştı ki, Abdülhamit’in çok iyi çalışan gizli polis (hafiye) örgütüyle bu sıkıdüzene dayanarak baş edilebilmişti.

Masonlarla İlişki

İttihat ve Terakki’nin öne çıkan bir başka özelliği, Masonlukla olan ilişkileridir. İmparatorluğun Batıya bağlanmasıyla orantılı olarak artan masonculuk, Jön Türkler, özellikle de İttihatçılar arasında oldukça yaygındı. İngiliz, Fransız ve Almanların kurduğu Mason örgütleri, akçalı ya da siyasi gücü yüksek Osmanlı uyruklarına yönelmiş, kurduğu ilişkiler ağıyla geniş bir işbirlikçiler kitlesi yaratmayı başarmıştı.
Masonlar, devletin dağılmaması için bir şeyler yapmaya çalışan Abdülhamit’e her zaman karşı çıkarak, Jön Türk hareketini desteklemişlerdir. I.Meşrutiyet’in mimarı Mithat Paşa ve Mason Padişah V.Mehmet’i tahta geçirmek için darbe yapmaya kalkan Ali Suavi Masondu.
İttihat ve Terakki, ağırlıklı olarak, İmparatorluğun en gelişkin yöresi olan Selanik çevresinde örgütlenmişti. Aynı yörede Masonlar da çok iyi örgütlenmişlerdi. İttihat ve Terakki yöneticileri, Masonlarla geliştirecekleri işbirliği aracılığıyla, onların gizli örgütlenme yöntemlerinden yararlanacaklarına ve bu yolla kendilerini Abdülhamit’e karşı koruyabileceklerine inanıyordu.
Celal Bayar, bu yaklaşımı anılarında, “Abdülhamit’in hafiyelerinin nüfuz edemediği Mason locaları, ihtilalciler için nisbeten daha emin bir yer sayılırdı. Ayrıca onlar bu yolla, Avrupa’daki arkadaşları Jön Türklerle haberleşme imkanını da elde ederdi” diye açıklar.8
İttihat ve Terakki yöneticilerinden, Talat Paşa, Kazım Paşa, Mithat Şükrü (Bleda), Binbaşı Naki Bey (Yücekök), Manyaszade Tevfik, Drama Jandarma Komutanı Hüseyin Muhittin Makedonya Locası’nın; Cemal Paşa, Faik Süleyman Paşa, İsmail Canbolat, Mustafa Doğan, Kolağası Dr.Faik Mustafa ise Veritas Locası’nın üyeleriydiler. Selanik Milletvekili Musevi Emanuel Karasu bu locanın büyük üstadıydı.9
20.yüzyıl başlarında, Araplarla İttihat ve Terakki’nin ilişkilerini inceleyen Büyük Britanya Dış İlişkiler Dairesi, Arap liderlerin ittihatçılara iki nedenle güvenmediğini ileri sürer. İngiliz belgelerine göre bu iki neden, “İttihat ve Terakki liderlerinin tümünün ayırımsız Farmason” olması ve “Selanik dönmelerinin İttihat ve Terakki Cemiyeti’yle bütünleşmesi” ydi.10

Etnik Köken

R.W.Seton-Watson adlı araştırmacılar, İttihat ve Terakki yöneticilerinin yalnızca Masonculukla olan ilişkileri değil, etnik kökenleri konusunda da görüşler ileri sürerek şu saptamayı yaparlar: “İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne ilişkin başlıca gerçek, onun Türk ve Müslüman olmayan karakteridir. En başından beri gerçek liderleri arasında safkan Türk zor bulunur. Enver ateist (tanrı tanımaz y.n.) bir Polonyalı’nın oğludur. Cavit dönmedir ve Museviler’e bağlıdır. Talat, Müslüman olmuş bir Bulgar çingenedir. Gurubun geçici lider figürlerinden biri olan Ahmed Rıza yarı Çerkez, yarı Macar’dır.”11
Seton-Watson aynı konudaki görüşlerini şöyle sürdürür: “İttihatçı hareketin gerçek beyinleri Musevi ya da Sabataycı’ydı (müslüman görünen Musevi ya da dönme y.n.). Akçalı (mali) yardımlar; varsıl dönmelerden, Selanik Musevileri’nden ve Viyana, Budapeşte, Berlin ve belki de Paris ve Londra’nın kapitalistlerinden geliyordu...”12

İttihat Terakki ve II.Meşrutiyet

İttihat ve Terakki Cemiyeti, 23 Temmuz 1908’de giriştiği eylemlerle Abdülhamit’e, “Kanunisaniyi kabul etmesi ve meclisin açılmasına izin vermesi için” üç gün süre tanıdı. Abdülhamid, sürenin ilk günü, yani 23 Temmuz’da, istekleri kabul etti ve II.Meşrutiyet ilan edildi. Meşrutiyet’le bütünleşen örgüt, başlangıçta Rumeli halkından ve basından destek gördü.
Yönetime gelecek bir güce ulaştığı görülünce; İkdam, Sabah gibi eski gazetelerin yanında, İslamcı yayınlarıyla tanınan Sıratel Müstakim gibi gazeteler bile cemiyet yanlısı yayınlar yaptı. Selanik’te çıkan İttihat ve Terakki, Hürriyet, Rumeli ve İstanbul’da yayın yapan Şurayı Ümmet ve Tanin gibi örgüte bağlı gazeteler de eklenince, örgüt oldukça geniş bir basın gücüne ulaşmış oldu.

Erken Gelen Yönetim Gücü ve Yönetimden Kaçınma

İttihat ve Terakki, toplumda uyandırdığı saygınlığa ve yaygın etkisine karşın, ilginç bir biçimde, hükümet kurmaya yanaşmadı. Oysa, yönetime yürüyen bir devinim olarak, toplumun hemen her kesiminde ya içtenlikli ya da çıkar amaçlı ilgi görüyor, basın tarafından destekleniyordu. Kendisinden daha güçlü bir siyasi örgüt yoktu. Aralık 1908’de yapılan seçimler, büyük bir çoğunlukla kazanılmıştı. Devlet kurumları, birlikte çalışmaya hazırdı. Buna karşın, İttihat ve Terakki, örneği herhalde olmayan bir tutumla, yönetime gelmedi.
Bilinçli bir seçimle, hükümetleri dışardan yönlendirme gibi garip bir tutum izledi. Talat Paşa, “Bizim şimdiden bir kabine oluşturmamızın sakıncaları vardır. Devirmeye çalıştığımız Abdülhamit ile işbirliği içine girme gibi bir durum ortaya çıkacaktır. Böyle bir durum bizi zayıf düşürür. Hükümet işlerini çevirecek arkadaşlarımız vardır... Şimdi gücümüzü dışardan gösterelim. Önce İttihat Terakki’nin güçlenmesi gerekir.”13
Yönetim sorumluluğundan kaçınmanın temelinde, bilgisizliğin yol açtığı bilinçsizlik, kendine ve halka güvenmeme eğilimi yatıyordu. Dünya ve ülke sorunları gerçek boyutuyla kavranamamış, kurtuluşa dönük uygulanabilir izlenceler yaratılamamıştı.
Abdülhamit’i devirme ve hürriyeti sağlama ile sınırlı kalan ve Jön Türkler’in Batıcı görüşlerinden etkilenen İttihat ve Terakki önderleri, yönetime gelmekten korkuyordu. İmparatorluğun karşı karşıya olduğu çekinceyi (tehlikeyi), bu çekincenin yönetime yüklediği sorumluluğu ve kendi niteliklerini biliyorlar; yetersizlikleri onları, en azından başlangıçta, yönetimi dolaylı olarak elde bulundurma davranışına yöneltiyordu.

Hükümetsiz Hükümet

II.Meşrutiyet’in ilanından sonra kurulan ilk hükümet olan Sait Paşa Hükümeti’ne İttihat ve Terakki hiç bakan vermedi. Daha sonraki Kamil Paşa Hükümeti’nde ise, yalnızca Adalet Bakanı (Adliye Nazırı) Manyaszade Tevfik, örgüt üyesiydi. Hükümete girilmemesine karşın, aynı yıl içinde halka, kimin nasıl yapacağı belli olmayan sözler verildi.
İzlence olarak açıklanan bildirgelerde; köklü ve ivedi siyasi yenilikler yapılacağı, dinine ve etnik kökenine bakılmaksızın halkın tümünün özgürlüklerden eşit olarak yararlanacağı, ulusal birliğin kurulacağı, ekonomik kalkınmanın gerçekleştirileceği ve adil bir vergi düzeni getirileceği söyleniyordu.14

DİPNOTLAR

1   “Milli Mücadelede İttihatçılık” Erik Jan Zürcher, Bağlam Yay., İkinci Bas.–1995, sf.41
2   “İttihat ve Terakki Cemiyeti” Kazım Karabekir, Emre Yay., 2.Baskı–1995, sf.486, 466
3   “Young Turks” Ernest Edmondson Ramsauer, Prelude to the Revolution 1908, New York 1970; ak. Erik Jan Zürcher, “Milli Mücadelede İttihatçılık” Bağlam Yayınları, 2.Basım–1995, sf.42
4   Milli Mücadelede İttihatçılık”, E.J.Zürcher, Bağlam Yay., 2.Bas.–1995, sf.43
5    Büyük Larousse, Gelişim Yay., 15.Cilt, sf.8948
6    a.g.e. 10.Cilt, sf.5992
7    İttihat ve Terakki Cemiyeti” Kazım Karabekir, Emre Yay., 2.Bas.–1995, sf.518–519
8    Türk Direniş ve Devrimleri” Prof.Çetin Yetkin, Otopsi Yay., II.Cilt 2003, sf.713
9     a.g.e. sf.713–714
10  Büyük Britanya Dış İlişkiler Dairesi, Handbooks, no:96 a&b, sf.67 ve 18; ak. Zeine N.Zeine “Türk Arap İlişkileri”, Gelenek Yay., İst.- 2003, sf.81
11  The Rise of Nationality in the Balkans” R.W. Seton–Watson, (Londra) sf.135-136; ak, Zeine N.Zeine, “Türk Arap İlişkileri”, Gelenek Yay., İst.–2003
12   a.g.e. sf.82
13 İttihat ve Terakki” Taylan Sorgun, Kum Saati Yay., 2.Basım–2003, sf.136
14  Büyük larousse, Gelişim Yay., 10.Cilt, sf.5993

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder