5 Şubat 2015 Perşembe

HAÇLI SEFERLERİ


Haçlı seferleri, dünyayı talan ve kırım alanına dönüştüren sömürgeciliğin ön adımıdır. Onuncu yüzyılda, koyu bir karanlık ve yoksunluk içindeki Avrupalılar için, varsıl Ortadoğu ve Uzakdoğu gerçek bir hazineydi. Oraya ulaşma ve ele geçirme isteği, sınır konmamış bir hırs ve toplumsal tutku durumuna gelmişti. Hırsları ve istekleri o denli yoğundu ki, çılgınlığa dönüşen saldırganlık tarihte benzeri olmayan bir vahşete dönüşmüştü. Kilisenin dinsel söylemlerle beslediği bu girişim, varlığı ve etkisini günümüze dek sürdürmüştür. Haçlı anlayışı, bin yıldır süren ve talana dayanan Batı politikasının tarihsel ve düşünsel temelini oluşturmuştur.



Yoksul Avrupa

Avrupa, Batı Roma İmparatorluğu’nun yıkılışından sonra altıyüz yılı aşkın bir süre, çatışmalarla dolu karışık ve yoksul bir dönem yaşadı. Ancak, birinci binyıl biterken feodal düzen oturmaya ve göreceli olarak daha düzenli bir ortam oluşmaya başlamıştı. Ekili alanlar genişliyor, tarımda verim artıyor ve bu artışlar o dönemde ortaya çıkan nüfus patlamasıyla birleşince kent yaşamı canlanıyordu.
Ancak bu gelişmeler, artan nüfusun gereksinimlerini karşılamaya yetmiyor ve halkın yoksulluğunu giderilemiyordu. Feodal despotlar ve işsiz şövalyeler kentleri köyleri yağmalıyor, köylüler ürünlerine el koyan senyör’lere karşı ayaklanıyordu.

Koşullar ve Sonuçlar

Yaşanan süreç, sorunlara çözüm getirecek koşulları da yaratacak; toplumsal düzeni, gereksinimlere yanıt verecek bir biçim almaya zorlayacaktı. Bu “zorlama” 10.yüzyıl Avrupası’nda birbirine bağlı iki iç gelişmeye yol açtı. Tarımsal ilerleme kentleşmeyi, kentleşme mal üretimini ve tecimi (ticareti) geliştirdi.
Ancak, toplum içinde bu gelişime engel oluşturan ilişkiler de varlığını sürdürüyordu. Feodaller, köylülerin ürünlerine üretime yönelmeksizin el koymayı sürdürüyor, bu nedenle sermaye birikiminin sağlanmasında geciktirici bir rol oynuyordu. Ayrıca, feodalizmin parçalı yönetim düzeni, birbirinden bağımsız kentler arasında yapılan alışverişin, bütünlüğü olan tecimsel (ticari) dizge durumuna gelmesini önlüyor; bu da ekonomik gelişim önünde, bir başka engel oluşturuyordu.
Sermaye biriktirmek ve tecimi geliştirmek için yeni yol ve yöntemler bulunmalı ve uygulanmalıydı. Bu arayışın varacağı yer doğal olarak, dışa açılmak ve dışardan gelir getirmekti. Dışarı açılma sözkonusu olduğunda ise gözlerin döndüğü yer, kaçınılmaz olarak, varsıllığı dillerden düşmeyen Doğuydu.
Çin ve Hindistan’ın “sonsuz” kaynakları ve o dönemde ileri bir toplumsal gönenç yaratmış olan Ortadoğu’nun varsıllığı, yoksul Avrupa için gerçekten ulaşılması ve ele geçirilmesi gereken bir “hazine”ydi. Bu istek Avrupalı feodalleri, herhangi bir insani değere sahip olmayan “altın avcıları” durumuna sokmuştu. Hırsları ve istekleri o denli yoğundu ki, kendilerine hiçbir sınır koymuyorlardı. Kristof Kolomb, Hindistan ya da Çin’e gideceğim diye, bilmeden Amerika’ya ulaşmıştı.

Haçlı Anlayışı

Haçlı Seferleri, bu eğilimin bir parçası ve başarılı olamayan ilk uygulamasıydı. Daha sonra, yerli halkları perişan edecek sömürgeciliğe dönüşen bu uygulama, varlığını ve etkisini bugüne dek sürdürmüştür. Haçlı anlayışı bin yıldır süren ve saldırganlığa dayanan Batı politikalarının, tarihsel ve düşünsel temelini oluşturmuştur.

Ortadoğu’nun Varsıllığı

Müslümanların 8.yüzyılda İspanya’yı fethetmesi, Yakındoğu’daki Emevi-Abbasi egemenliği ve daha sonraki Selçuklu Devleti’nin artan gücü; hem varsıl bir uygarlık yaratmış, hem de Hıristiyanlığın Doğuya uzanan “ileri karakolu” Bizans’ı güç durumda bırakmıştı.
Doğuya ulaşmak amacındaki Batı dünyası, bu amacı gerçekleştirmek bir yana, ellerindeki toprakları bile koruyamıyor ve geriye doğru sürekli küçülüyordu. Haç merkezi Kudüs Müslümanların eline geçmiş, Türkler Anadolu’da 11.yüzyılın sonunda İznik’i merkez yapacak denli Bizans’a sokulmuştu. Doğunun ticaret yolları ve limanları Müslümanların elindeydi; Anadolu’da Türkler, İspanya’da Berberiler, Avrupa’nın iki yakasını tutmuştu.

Din Kılıklı Yağma Girişimi

Birincisi 1095, sonuncusu ise 1268’de yapılan ve hemen tümü Türkler tarafından engellenen Haçlı Seferleri, 12. ve 13.yüzyılları kapsayarak yaklaşık 200 yıl sürdü. Sekiz ayrı girişimden oluşan seferler, dolaysız bir yağma hareketiydi ancak bu girişim, koyu bir “din” baskısı altında tutulan Avrupa halklarına, “baskı altındaki din kardeşlerinin kurtarılması” ve “Hıristiyanlığı yayma görevinin yerine getirilmesi” olarak sunuldu. Buna kendi deyişleriyle, “İsa’ya yeni kuzular toplamak” diyorlardı.1
Barbar Müslümanlar’ın elegeçirdiği “kutsal topraklar” kurtarılacak, buralarda “inanç özgürlüğü” yeniden sağlanacaktı. Halka bunlar söylendi ve “elde edilecek gelirden pay almak isteyen” tüm Hıristiyanlar savaşıma çağrıldı. Yüzbinlerce insan, kumaştan büyük haçlar dikilmiş giysiler giyerek, savaşmak üzere Ortadoğu’ya gitti; bu savaşta ölenler “cennete”, kalanlar ise “altına” kavuşacaktı.

Papa’nın Çağrısı

Papa II.Urbanus, 18 Kasım 1095 tarihinde Katolik Kiliseleri Clermont Konsilini (piskoposlar meclisi) toplayarak “Doğu Hiristiyanlarının çektiği acılar” üzerine bir vaaz verdi. Aynı vaazda tüm Hıristiyanları, onlara yardım için “İslam’a karşı verilecek savaşa” çağırdı ve bu çağrıya uyanların, “İsa’nın mezarını ziyaret eden hacılar gibi” tüm günahlarından arınacağını açıkladı.2
Bu çağrı, Hıristiyanların yoksul ve eğitimsiz kesimlerinde son derece etkili oldu. Avrupa’da, toplumsal çılgınlığa dönüşen Türk ve Müslüman düşmanlığı yayıldı. “Altın elde etmek” ya da “cennete gitmek” isteyen yüzbinlerce insan, çocuklarını ve ailelerini bırakarak 200 yıl boyunca bu serüvene katıldılar.
Gidiş geliş o denli uzun sürüyordu ki “kıskanç Hıristiyanlar” kilisenin önerilerine uyarak “kendileri yokken günah işlememeleri” için karılarına “bekâret koruyucular” takıyordu. Üzeri deriyle kaplanan, ön bölümünde bir kilit ve alt bölümünde “cinsiyetle ilgili olmayan gereksinimler” için iki küçük delik bırakılan demirden yapılmış bu araçlar, kalçanın hemen üstünden kitleniyor, anahtarı da haçlı seferine katılan kocada bulunuyordu.3

Sınır Tanımayan Yağma Hırsı

Haçlılar, yalnızca ulaşabildikleri Müslüman kentlerini değil, geçtikleri her yeri, din ayırımı gözetmeden yağmaladılar. Ele geçirdikleri yerlerde siyasi entrikalar çevirip darbeler düzenlediler, kendilerine ait “krallıklar” kurdular, toplu öldürmelere giriştiler. Pierre I’Ermite ve Yoksul Gaviler komutasındaki I.Haçlı Seferinde, Hıristiyan olan Macaristan ve Balkanlar’da başlayan yağma, İstanbul önlerine dek sürmüştü. Bizans İmparatoru I.Eleksios, bu başıbozuk orduyu, İstanbul’a bulaşmamaları için hemen Anadolu’ya geçirmişti. Ancak bunlar ele geçirdikleri Antakya, Urfa, Şam ve Kudüs’ü Bizans’a vermediler, buralarda “krallık” ve “kontluklar” kurdular. 1101 ve 1104 yıllarındaki iki büyük savaşta, Türkler tarafından kılıçtan geçirilen Haçlı ordusunun, çok küçük bir bölümü geri dönebildi.
Dördüncü Haçlı Seferi’nde, Haçlı ordusu, Venedikliler ile Macaristan arasında anlaşmazlık konusu olan ve Macarların elinde bulunan Zadar kentini ele geçirerek Venediklilere verdi. Aynı seferde, Bizans İmparatorluğu’nu sarsan hanedan çekişmelerine karıştılar ve İstanbul’u ele geçirdiler, Bizans İmparatoru İznik’e kaçtı.

Haçlı Vahşeti

Haçlılar’ın çıkar sözkonusu olduğunda Hıristiyanları da kapsayan toplu öldürme eylemleri, Müslümanlara yöneldi ancak Yahudileri de içine aldı. I.Haçlı Seferi sonunda Kudüs’ü ele geçirdiklerinde, kentteki Müslümanlar ve Yahudilerin tümü kılıçtan geçirildi. Haçlılar’a karşı ana direnme gücünü oluşturan Türkler, doğal olarak en çok kırıma uğrayan kesimdi.
İbnül Esir, Tarih-ül Kamil adlı yapıtında, Haçlı vahşetini ortaya koyan olaylar aktarmış ve şunları yazmıştır: “Açlık çeken Haçlılar’ın Türk şehitlerini mezardan çıkarıp yemeleri, tarihin her zaman korku ve lanetle anacağı bir vahşet hatırasıdır. Birgün 1500 şehit birden çıkarılmış ve bunlardan 300’ünün mübarek başı kesilerek, Türkler’e karşı ittifak görüşmelerine gelen Arap elçilerinin görmesi için Mısır’a gönderilmişti. Arap elçiler Türkler’in bu biçimde öldürülmüş olmasına sevinmişler ve kesik başları atlarına yükleyerek götürmüşlerdi.”4

Çocuk Haçlı Seferi”

Avrupa’da yaratılan ve toplumsal çılgınlığa dönüşen “dinsel coşku” o düzeye varmıştı ki, V.Haçlı Seferi sırasında başlarında “genç peygamberlerin” bulunduğu ve çok sayıda çocuğun katıldığı iki ayrı “Çocuk Haçlı Seferi” bile düzenlendi; Macaristan’da “Genç Çobanlar Haçlıları” Aziz Louis’yi “kurtarmak için” yola çıktı.
Marsilyalı esir tüccarları insanlık dışı bu girişimden yararlandı ve çok sayıda “genç hacı adayını” Mısır’a sattılar; binlerce Hıristiyan çocuk ya öldü ya da esir pazarlarına düştü.5 Katolik kilisesinin para hırsı çok yüksekti ve kutsal sayılan her şey parayla satılıyordu. Kilise, büyük bir feodal imparatorluk durumuna gelmişti, saray entrikalarını çok aşan uygulamalar yapılıyordu. Örneğin 1033 yılında, iç dengeleri korumak için, 12 yaşında bir çocuk Papa seçilmişti.6

Haçlı Seferlerinin Türklere Etkisi

Haçlı Seferlerinin; gerek Avrupalılar gerekse bu seferlere karşı koyup yenilgiye uğratan Türkler için önemli ve kalıcı sonuçları oldu. Ekonomik, siyasi, toplumsal, dinsel alanları kapsayan ve etkileri bugüne dek gelen bu sonuçlar, Ortadoğu ve Avrupa, bağlı olarak da dünya tarihine uzun süre yön verdi.
Haçlı ruhu” Avrupa’da; siyasetten kültüre, dinden ekonomiye dek her alanda yerleşik bir anlayış ve toplumsal bir gelenek olarak varlığını yüzlerce yıl sürdürdü. “Kutsal toprakları kurtarma” düşüncesi sürekli canlı kaldı. Bu düşünceye daha sonra; Bizans, Kıbrıs, Ege adaları ile Yunanistan’ın savunulması ve Türklerin Anadolu’dan gönderilmesi amacı eklendi.
Başka biçimlerde de olsa, haçlı saldırı ve anlayışı günümüze dek sürdü. Birçok Hıristiyan, 14.yüzyıl boyunca Haçlı giysileri giydi. 1334’de düzenlenen yeni bir Haçlı Seferiyle, İzmir Türkler’den (Aydınoğulları’ndan) geri alındı. 1365’de Kıbrıslı I.Pierre, Haçlı ordusu desteğiyle İskenderiye’yi yağmaladı. 1389’da Osmanlılara karşı düzenlenen Haçlı Seferi, Kosova’da bozgunla sonuçlandı. Niğbolu (1396), Varna (1444), 2.Kosova’da (1448) Haçlı orduları yine yenildiler. İnebahtı Deniz Savaşı (1499) ve 2.Viyana Kuşatması’nda Osmanlılar, Haçlı ordularıyla savaştılar.
Özellikle ilk dönemdeki Haçlı Seferleri Anadolu’da büyük bir yıkıma yol açtı ve o dönemde beylikler halinde olan Türk varlığının, merkezi bir devlete ulaşmasını, eşdeyişle Osmanlı Beyliği’nin bir imparatorluğa dönüşmesini geciktirdi.

Haçlı Seferlerinin Avrupa’ya Etkisi

Haçlı Seferlerinin Avrupa’ya dönük sonuçları daha etkili ve daha kalıcıydı. Bu seferleri çıkar sağlamak için kârlı bir yatırım alanı olarak gören Avrupalı feodaller, gereksinim duydukları parayı bulmak için mülklerine karşılık borç alıyor, yenilgiyle döndüklerinde ya da öldüklerinde ise bu taşınmazları yitiriyorlardı. Bu durum doğal olarak, senyörlük kurumunun temsil ettiği feodal yönetim birimlerinin parçalanmasını hızlandırıyor ve merkezi krallıkların güçlenmesine yol açıyordu.
Başlangıçta saygınlığı yüksek olan Katolik Kilisesi, yenilgilerle eski gücünü yitirdi ve Hıristiyanlık büyük parçalar halinde, yeni mezheplere bölündü. Kilisenin güç yitirmesine neden olan bu sonuç, merkezi krallıkların güçlenmesini ve halkın kralların peşine takılmasını hızlandırdı. Beysoylular, devlet ve toplum üzerindeki egemenliklerini arttırdılar. Kral ve hanedan dışındaki sınıflar arasında eşitsizlikler, senyör düzenine oranla göreceli olarak azaldı. Eskiden geçim aracı durumuna getirilerek yaygınlaşan soygunculuk, yolkesicilik ortadan kalkmaya, kanun ve kural egemenliği gelişmeye başladı.7

Ekonomik Sonuçlar

Haçlı Seferleri, önemli ekonomik sonuçlar doğurdu. Karadan yapılan seferler, özellikle sefer yolu üzerinde bulunan yerleşim birimlerinde yıkıma neden olup ekonomik işleyişe zarar verirken, askerlerin deniz yoluyla taşınması Doğu Akdeniz tecimini canlandırdı.
Bu canlanma Avrupa’da, bir yandan gemi yapımcılığını geliştirdi, diğer yandan seferlerin bir anlamda amacı olan dış tecimi büyüttü. Avrupa’da çok tutulan ve pahalıya satılan; baharat, ipek, yün ya da halı gibi değerli ürünlerin pazara sürülmesi, tecimsel sermayenin güçlenmesine yol açtı. Cenova, Piza ve Venedik gibi kıyı kentleri, önemli tecim merkezleri oldu.
Papalar ya da senyörlerin, seferlerde kullanmak için İtalyan bankerlerinden borç almaları, bankacılığın gelişmesine yol açtı. Sanayiciler ve tecimenler (tüccarlar), savaşları ekonomik büyümenin aracı olarak başarıyla kullandılar ve bu kullanım günümüze dek süren bir gelenek oluşturdu, Batı politikalarının temeline yerleşti.

Doğudan Öğrenilenler

Avrupalılar; pirinç, şeker kamışı, pamuk, dut, şeftali, incir, kayısı gibi tarımsal ürünleri Haçlı Seferleriyle öğrendiler ve Güney Avrupa’da bunları yetiştirmeye başladılar.8 O güne dek Avrupa’da bilinmeyen yeldeğirmenleri, arbalet (oluklu ok), tambur, trampet Ortadoğu’dan öğrenildi; koku, pomat, ipekliler ve alkolsüz içecekler kullanım maddeleri oldu. Beysoyluların (aristokratların) o güne dek iç duvarları çıplak olan şatolarında; bakırdan işlenmiş süs kaplamaları, Avrupa’da üretilemeyen Doğu kumaşları ve değerli halılar görülmeye başlandı. Avrupalılar, büyük buluşlardan olan pusulayı, kağıdı ve top barutunu, Haçlı Seferleri sırasında Doğudan öğrendiler.9
Avrupalıların yalnızca ekonomik değeri olan ürünlerde değil, düşünce yapıları ve bilim alanlarında da Doğudan öğrendikleri o denli çok bilgi vardı ki, bu edinimlerin önem ve boyutu, belki de en iyi, Citeaux tarikatı rahiplerinden Guillaurne de Saint-Thierry’nin değerlendirmelerinde görülür. Saint-Thierry, Haçlı Seferlerine katılanlar ve onların Avrupa’ya getirdikleri bilgiler için şunları söyleyecektir: “Mon-Dieu kardeşleri! Onlar (seferlere katılan rahipler y.n.), Batının karanlıklarına Doğunun ışığını, Galya’nın (bugünkü Fransa, Belçika, Almanya’nın Batısı ve İtalya’nın kuzeyini içine alan bölge y.n.) soğukluğuna eski Mısır’ın dinsel ateşini getirmişlerdir.”10

DİPNOTLAR

  1. Rönesans ve Felsefesi” Yalçın Kaya, Tiglat Mat., 1999, sf.9
  2. Discours Politiques et Militaries”François de la Nove, ak. Michael J.Heath, “Crusading Commenplaces : La Nove Lucinge and Rhetoric Against the Turks” Genevze Droz S.A. sf.31
  3. Batıda Kadın” Hüseyin Kılıç, Otopsi Yay.-2000, sf.156
  4. Tarih–ül Kamil”‘in 1303 Mısır Basımı C.10, s. 94 ve Fransızca Çeviri C.1, S. 192; Danişmend s.100; ak. Prof.İlhan Arsel, “Arap Milliyetçiliği ve Türkler” Kaynak Yay. 6.Basım-1999, sf.280
  5. Büyük Larousse” Gelişim Yay., 8.Cilt, sf.4916
  6. Batıda Kadın” Hüseyin Kılıç, Otopsi Yay.-2000, sf.132
  7. Ana Britannica” Ana Yayıncılık A.Ş. 14.Cilt, sf.284
  8. Tarih II”, Kaynak Yayınları, 2.Cilt, sf.243
  9. a.g.e. sf.243
  10. Orta Çağ’da Entellektüeller” Jacques Le Goff, Ayrıntı Yay.-994, sf.39


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder