9 Şubat 2015 Pazartesi

KIBRIS VE AVRUPA BİRLİĞİ - 1


Kıbrıs konusunun geldiği noktayı anlamak ve gideceği yönü görmek için konuyu geçmişiyle ele almak, günümüz koşullarını görmek ve bu bütünlük içinde yorumlamak gerekir. Türklerin, Balkanlardan ve Ege adalarından Anadolu’ya çekilmesi, Kurtuluş Savaşı’yla kurulan Cumhuriyet’in temel yaklaşımları, İkinci Dünya Savaşı sonrası politikaları, AB süreci ve ekonomik çöküntü göz önüne getirildiğinde karşımıza ürkütücü bir tablo çıkmaktadır. “Tarih tekerrür eder” özdeyişi tarihten ders alanlar için doğru değildir. Ancak, tarihten ders almayanlar ve ulusal bilincini yitirenler için “tarih tekerrür” eder. Girit’i bilmeyen Kıbrıs’ı kavrayamaz, Kurtuluş Savaşı’nı anlamayan bağımsızlığın önemini bilemez; bu nedenle de her zaman yitiren yan olur. Batının çözümlerini kurtuluş gibi görmek, ulusal hakları yitirmeyi peşin olarak kabul etmekten başka bir anlama gelmez.


Girit’i Anımsamak

Türkler, Kıbrıs’tan 98 yıl sonra 1669’da Girit’i ele geçirdi. O güne dek Girit’i elinde bulunduran Venedikliler Kıbrıs’ta olduğu gibi Hıristiyan halka o denli baskı uygulamışlardı ki Osmanlı yönetimi, tarihin her döneminde istilaya uğrayan Giritliler için adeta bir kurtuluş olmuştu. Girit halkı, kendilerine geniş haklar tanıyan Türk yönetimi altında tam 152 yıl boyunca, tarihlerinin en verimli dönemini yaşadı.
1821 yılında Yunanistan’da (Mora) başlayan ve Batılı büyük devletlerin desteklediği milliyetçi ayaklanmalar etkisini Girit’te de göstermekte gecikmedi ve Girit yeniden karışıklıklar ve acılarla dolu yeni bir çatışma dönemine girdi.
Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa 1822 ayaklanmasını bastırdı. Ancak Giritli Rumlar adanın, Osmanlı İmparatorluğu’ndan o yıl kopmuş olan Yunanistan Krallığı’na bağlanması için 1830 yılında yeniden ayaklandı. Bu ayaklanma ve 11 yıl sonraki 1841 ayaklanması, Osmanlı Devleti tarafından bastırıldı.
Rumlar 1866 yılında yeniden ayaklandılar ve Girit’in Yunanistan’a katıldığını ilan ettiler. Ayaklanma bir süre bastırılamadı. Ancak yüksek yetkilerle adaya gönderilen Serdarı Ekrem Ömer Paşa başarılı oldu ve isyanı denetim altına almaya başladı. Tam isyan bastırılmak üzereyken Batılı büyük devletler devreye girdiler ve Osmanlı İmparatorluğu’na bir nota vererek Girit’te uluslararası bir komisyonun kurulmasını istediler. İstek kabul edilmedi ve adaya olağanüstü yetkilerle Sadrazam Ali Paşa gönderildi.

Girit Nizamnamesi

Batılıların notası kabul edilmemişti ancak Sadrazam Ali Paşa’nın Girit’in yeni yönetim yapısını belirleyen ve adına Girit Nizamnamesi (1868) adı verilen kararlarıyla, ada Rumlarına Batılıların vereceği haklardan belki de daha çoğu verilmişti. Girit, aynı bugünkü Kıbrıs gibi “görüşmeler”, “tartışmalar” ve “ödünlerle” dolu ve sonuçta adadaki Türk varlığını ortadan kaldıracak bir sürece girmişti.
Girit Nizamnamesi, Girit’in yönetim yapısında yaptığı değişikliklerle ada Rumlarını görünüşte eşit, ancak eylemsel olarak üstün duruma getiriyordu. Nizamname, adayı beş sancağa bölüyor ve sancaklardan ikisinde Türkler, üçünde Rumlar mutasarrıf (Osmanlılarda il ve ilçe arasındaki yönetim birimi olan sancakları yöneten devlet görevlisi) oluyordu. Kaza (ilçe) kaymakamları ise kaza halkının çoğunluğuna göre belirleniyor, Hıristiyan kaymakamın yardımcısı Müslüman, Müslüman kaymakamın yardımcısı Hıristiyan oluyordu.
Kaza ve sancaklarda oluşturulacak idare meclislerine ek olarak kazalarda üçü Hıristiyan üçü Müslüman altı seçilmiş üye öngörülüyor, halkın tümünün Hıristiyan olduğu yerlerde altı üyenin tümü Hıristiyanlardan oluşuyordu.
Kaza meclislerinden ayrı olarak 84 üyeli bir Girit Meclisi oluşturuluyor ve bu meclis yılda bir kez toplanarak Girit’in genel sorunlarının karara bağlamasını öngörüyordu. Adada yazışmaların Türkçe ve Rumca yapılması kabul ediliyor ve Hıristiyanlarla Müslümanlar arasındaki davalara bakacak olan Karma Mahkemeler kuruluyordu.1

1878 Ayaklanması ve Halepa Anlaşması

Giritli Rumlar, kısa bir süre sonra Girit Nizamnamesi’nin koşullarını yeterli görmeyerek Yunanistan’a bağlanmanın yollarını açacak yeni haklar peşinde koşmaya başladılar ve Osmanlı İmparatorluğu’nun dış borç faizlerini bile ödeyemeyecek duruma düştüğü 1878 yılında yeniden ayaklandılar. 1878 ayaklanmasının sonucu, Girit Rumlarının amaçları yönünde daha geniş haklar kazandıkları Halepa Anlaşması oldu.
Halepa Anlaşması, Hanya’nın anlaşmaya adını veren bölgesinde ve Batılı ülke konsoloslarının önünde imzalandı. Anlaşmaya göre Girit’e beş yıl süreli bir genel vali atanıyor ve genel vali Hıristiyan ya da Müslüman olabiliyordu. Genel vali Hıristiyan olduğunda yardımcısı Müslüman, Müslüman olduğunda ise Hıristiyan oluyordu. Girit Genel Meclisi 80 üyeden oluşuyor, bu üyelerin 49’u Rum, 31’i Müslüman oluyordu. Rumca Türkçe gibi resmi dil sayılıyor, Osmanlı kağıt parası kullanımdan kaldırılıyor ve basın üzerindeki tüm kısıtlamalar kaldırılıyordu.2

1897 Ayaklanması ve Yunan Çıkarması

Rumlar Halepa Anlaşması’nın koşullarını da yeterli görmedi ve sürekli duruma getirdikleri yeni hak istemlerini ve bu istemlere uyan eylemlerini sürdürdü. 1897 yılında çatışmalar yeniden alevlendi ve Yunanistan’ın kışkırtmasıyla adada Türklere yönelik çete eylemleri arttı. Yunanistan, önceki anlaşmaları hiçe sayarak Girit’e 1500 kişilik askeri güç çıkardı ve asker çıkarmakla kalmadı, Teselya’da Osmanlı sınırına yönelik çete eylemlerine girişti.
Bunun üzerine Osmanlı İmparatorluğu Yunanistan’a savaş açtı ve kısa bir süre içinde kesin bir askeri zafer kazandı. Osmanlı Ordusu Atina’ya doğru ilerlerken Batılı devletler devreye girdiler ve ateşkes imzalattılar.
Girit’de İngiltere, Fransa, İtalya ve Rusya himayesinde özerk bir yönetim kuruldu. Girit’in Osmanlı İmparatorluğu’nun eyaleti olduğu söylendi (eyalet-i mümtaziye) ancak bu yalnızca görünüşte böyleydi. Yunanistan Kralı’nın oğlu Georgios, “Olağanüstü Komser” sıfatıyla Girit’deki “özerk” yönetimin başına getirildi, dört büyük devlet Girit’i işgal altına aldı.

Askeri Yengi Yetmiyor

Osmanlı İmparatorluğu, kesin galip geldiği bir savaşın sonunda Batılı ülkelerin politik manevra ve dayatmalarıyla Girit’i fiilen yitirmiş oldu; savaş alanlarında kazanılan yengi, masa başında yenilgiye dönüştürülmüştü.
Yenilginin adı 11 yıl sonra kondu ve 1908 Meşrutiyeti’nin ilanından sonra “Girit Meclisi” adanın Yunanistan’a katıldığını ilan etti. Osmanlı devlet yetkilileri, bugün Kıbrıs konusunda “sert” ve “kararlı” açıklamalar yapan kimi politikacılar gibi, olayı “şiddetle” protesto etti. Ancak bu protestolar sonuca yönelik hiçbir etki yaratmadı; “Protestocular”, Balkan savaşlarından sonra Londra ve Bükreş Anlaşmaları ile Girit’in Yunanistan’a ilhakını kabul etti.
Doksan yıl süren ve Batıya verilen ödünlerle dolu bir süreçten sonra Girit yitirildi. Onbinlerce Giritli Müslüman Türk, servetlerini orada bırakarak Türkiye’ye göçtü ve yoksulluk içinde yaşamlarını sürdürmeye çalıştı.

Kıbrıs’ın Önemi

Batının Kıbrıs’a verdiği önem ve bu öneme uygun düşen politik–askeri davranışlar çok eski bir öyküdür. Kıbrıs’ın Doğu Akdeniz’deki stratejik konumu, bu adanın tarihin her döneminde saldırılar ve ele geçirme girişimleriyle karşılaşmasına neden olmuştur. Suriye, Filistin, Anadolu, Yunanistan ve Mısır arasındaki ticaret yollarının kavşak noktasında olan Kıbrıs, Doğu Akdeniz’e egemen olmak isteyen devletlerin, Antikçağdan beri ele geçirmeyi amaçladıkları bir yer olmuştur. Bu nedenle Kıbrıs’ın tarihi, yoğun ve sürekli çatışmalarla dolu bir tarihtir.
Türkler, Kıbrıs’ı 1571 yılında ele geçirdi. Türklerin Ada’yı elinden aldığı Venedikliler, Girit gibi Kıbrıs halkı üzerine o denli ezici bir baskı kurmuştu ki yerli Rum halkı, değişik dönemlerde Osmanlı padişahlarına gönderdiği gizli elçilerle kendilerinin “Venedik zulmünden” kurtarılmasını istemişti. 1777 yılında adada yaşayan 88 bin kişinin 47 binini Türkler oluşturuyordu. Kıbrıs’daki Türk egemenliği, 1878’e dek tam 307 yıl sürdü.

İngilizler ve Kıbrıs

Kıbrıs’ı Türklerin elinden almaya yönelen ilk Batılı devlet, o dönemin en güçlü devleti olan İngiltere oldu. İngiltere Doğu Akdeniz, Süveyş ve Hindistan ticaret yolunun güvenliğini sağlamak için Kıbrıs’a kesin bir biçimde gereksinim duyuyordu. Amacını gerçekleştirmek için Osmanlı İmparatorluğu’nun en güçsüz anını bekledi.
1838’den sonra, Tanzimat uygulamalarıyla Türkiye pazarını ele geçirmiş, ticari ayrıcalıklar elde etmiş ve borçlandırma yoluyla Osmanlı Devleti’ni akçalı (mali) açıdan çökertmişti. 1874–1875 yılı Osmanlı bütçesinin yüzde 76.5’i dış borç ödemelerine ayrılmış durumdaydı. 3 Osmanlı devleti, içine düştüğü akçalı bağımlılık nedeniyle herhangi bir siyasi direnç gösteremiyordu.

Geçici” İşgal

İngiltere, 1875 yılında ortaya çıkan Hersek ayaklanmasını izleyen uluslararası gelişmelerden de yararlanarak, önce Osmanlı devletini Rusya’ya karşı korumak ve “Doğu Akdeniz’de güvenliği sağlamak” savlarıyla İstanbul’u zorlamaya başladı. Abdülhamit’in zorlamalara karşıçıkması üzerine bu kez Kıbrıs’a zorla gireceğini Babıâli’ye bildirdi ve 12 Temmuz 1878 günü, “geçici olmak koşuluyla” Kıbrıs’ı işgal etti. Bu “geçici işgal” değişik biçimlere bürünerek 1960 yılına dek 82 yıl sürdü.
İngiliz işgalinin ilk 50 yılı sonrasında adadaki Türk nüfus beşte bire dek düştü. Kıbrıslı Rumlar, tarihsel düşleri olan Yunanistan’la birleşme (ENOSİS) isteklerini İngilizlere ilettiler. Özellikle, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Batılı Devletlerin hazırladığı “Atlantik Beyannamesi” nde, “self determinasyon”un (kendi kaderini tayin hakkı) yer almış olması Rumları ümitlendirmişti. Ancak İngiltere 1947 yılında Kıbrıs’la ilgili hiçbir statü değişikliğini kabul etmeyeceğini açıkladı.

Kilise Öncülüğünde Ayaklanma

Kıbrıs Rumları, İngiltere’nin olumsuz tavrına karşın 1948 Mayısında, kilisenin öncülük ettiği bir “halk oylaması” düzenledi ve yapılan “oylama” sonucu doğal olarak “ezici bir çoğunlukla” “ENOSİS” çıktı. İngiltere bu oylamayı dikkate almadığı gibi kendi yönetimine karşı girişilen her eylemi sert biçimde bastırdı.
Yunanistan 1951 yılında NATO’ya katıldı. Bu gelişme Kıbrıs Rumlarını umutlandırmıştı. Kıbrıs’ın egemenliğinin Yunanistan’a verilmesi, yani “ENOSİS” in gerçekleşmesi durumunda; Yunanistan’ın bir bölgesi durumuna gelecek olan Kıbrıs’ın doğal olarak NATO’ya gireceğini, İngilizlerin üslerini koruyacakları için bu gelişmeye onay vereceğini düşünüyorlardı. Ancak İngiltere bu tür yaklaşımları kabul etmedi ve Kıbrıs’tan vazgeçmeyeceğini 1953 yılında Yunanistan’a bildirdi.

Grivas ve Gizli Örgütler

Yunan tezinin kabul görmemesi Kıbrıs’ta kitlesel gösterilerin yapılmasına neden oldu ve gizli silahlı örgütler kurulmaya başlandı. Yunan subayı olarak Yunanistan’ın Anadolu’yu işgalinde görev alan ve Türk düşmanlığıyla tanınan Albay Gherghios Grivas, Başpiskopos Makarios’a danıştıktan sonra 3 yeraltı gerilla örgütü EOKA’yı (Kıbrıs Savaşçıları Ulusal Örgütü) harekete geçirdi. 31 Mart 1955 gecesi Kıbrıs’ın değişik bölgelerinde polis karakolları ve resmi daireler bombalandı.
Terör eylemleri yayılırken, Kıbrıs halkı bir bütün olarak İngiltere’nin sömürgeci egemenliğine karşı direniyor ve İngiliz hükümeti bu toplu direncin sıkıntısını yaşıyordu. Ancak her şeye karşın Kıbrıs’tan da vazgeçemiyordu; Kıbrıs’a gereksinimi vardı. Bu gerçeği Başbakan Anthony Eden Avam Kamarasında yaptığı konuşmada çok açık olarak şöyle dile getirmişti; “İngiltere ve Batı Avrupa’nın Ortadoğu’daki petrol kaynaklarını koruyabilmesi için İngiltere’nin Kıbrıs’a ihtiyacı vardır.”4

İngiltere’nin Çözümü

İngiltere’nin girdiği açmaza bulduğu çözüm, dört yüz yıllık sömürgeci imparatorluğunun bilinen yöntemi oldu. Ada halkı etnik ayırımlar üzerinden bölünerek birbiriyle çatıştırılacaktı. Düşünülen çatışma için Türk–Rum ayrılığının kullanılması, bunun için de Türkiye’nin anlaşmazlığın tarafı durumuna getirilmesi gerekiyordu. Oysa Türkiye’nin o güne dek, Kıbrıs’la ilgili herhangi bir isteği ve bu isteğe bağlı bir politikası yoktu.
Adnan Menderes hükümeti, politik seçeneklerini Batılı ülkelerin önceliklerine göre belirlemeyi yerleşik bir tutum durumuna getirmişti. Bu tutumun doğal sonucu olarak hükümet, İngiltere’nin Türkiye’yi Kıbrıs sorununa katmak için gösterdiği aşırı isteğin ne anlama geldiğini göremedi. İngiltere’nin etkinlik kurmak istediği alanlarda ve sömürgelerde etnik ayrılıklar temelinde çatışma çıkarmaya dayanan politikası şimdi Kıbrıs’ta uygulanacak ve Türk–Rum çatışması sağlanacaktı. Bu çatışmanın özdeksel (maddi) temeli Kıbrıs’ta fazlasıyla vardı.
Rumlar Ada’nın tümünde silahlanmış ve ENOSİS için savaşıma (mücadeleye) kendilerini hazırlamıştı. İngilizlere karşı yürütecekleri savaşımda Türkleri dikkate bile almıyorlardı. Türk nüfus onlar için, ENOSİS’ten sonra baskı altına alınarak Ada’dan uzaklaştırılacak bir azınlıktı.

ENOSİS

ENOSİS’in Türkler açısından kabul edilmezliği açık bir gerçekti. Bu açık gerçeğe karşın Türkiye, 1955’e dek herhangi bir önlem almamış bu konuyu gündemine bile getirmemiş ve hemen hiç irdelememişti. Kısa ya da uzun dönemli, Kıbrıs Türklerinin ve Türkiye’nin çıkarlarını savunan bir politikaya ve bu politikaya uygun hazırlıklara sahip değildi. Bu nedenle Kıbrıs sorununa, kendi belirlediği ulusal bir politika ile değil, İngiltere’nin çıkarlarına uygun düşen zaman ve biçimde, bir oldu bittiyle katılmak zorunda kalmıştı.

Türk Mukavemet Teşkilatı (TMT)

Türkiye, Kıbrıs’ta eylemlerini sürdüren EOKA’ya karşı 1958 yılında, Türk Mukavemet Teşkilatı’nı (TMT) oluşturdu. TMT’nin kurulma düşüncesinin, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’ya, bağlı olarak da İngiltere’ye ait olduğu yönünde kanı ve savlar vardır (Fatin Rüştü Zorlu 27 Mayıs İhtilali’nden sonra idam edilmiştir). TMT’nin kuruluşu ve Kıbrıs’a silah sokulması çok dar bir kadronun bilgi ve kararı ile yapıldı.
1955’den sonra Türkiye’de Kıbrıs ve Yunanistan, Yunanistan ve Kıbrıs’ta ise Türkiye karşıtı kitle gösterileri yapıldı. Hükümet destekli bu yapay gösteriler, özellikle adada yaşayan Türk ve Rum halkı arasında ağır bir etnik gerilimin oluşmasına yol açtı ve yüzyıllar boyu birlikte yaşayan iki halk hızla, uzlaşması olanaksız düşmanlar durumuna gelmeye başladı.
Türkiye’de “taksim” düşüncesi oluşurken, Yunanistan’da ENOSİS düşüncesi pekişti. 1955 yılında 6–7 Eylül olayları ortaya çıktı ve İstanbul’daki Rum kökenli Türk yurttaşlarının işyerleri yağmalandı. 27 Mayıs Devrimi’nden sonra kurulan mahkemelerde Menderes ve Zorlu, Kıbrıs’a gönderilmek için ordudan temin edilen silahlar ve 6–7 Eylül olayları için suçlandılar.5

Londra ve Zürih Anlaşmaları

İngiltere, 1959 yılında Türkiye ve Yunanistan’ı Kıbrıs sorununu görüşmek üzere toplantıya çağırdı. Kıbrıs’tan herhangi bir temsilci çağrılmamıştı. İngiltere, Kıbrıslıları Kıbrıs’la ilgili hiçbir toplantıya çağırmamayı her zaman temel ilke durumuna getirmişti.
Üçlü görüşmeler 1959 Zürih ve Londra anlaşmalarının imzalanmasıyla sonuçlandı. Anlaşmalara göre Kıbrıs, 16 Ağustos 1960’dan başlamak üzere bağımsız bir cumhuriyet olacak, İngiltere’ye Ada’nın belli bölgelerinde egemenlik hakları tanınacak, Türkiye ve Yunanistan Kıbrıs’ta küçük de olsa askeri kuvvet bulunduracaktı.
16 Ağustos 1960’da kurulan bağımsız Kıbrıs Cumhuriyetinin ilk Cumhurbaşkanı Makarios, Cumhurbaşkanı yardımcısı Fazıl Küçük oldu. Kabul edilen anayasaya göre, Türklere Kıbrıs’ın yönetim ve yürütme organlarında yüzde 30 oranında katılma hakkı tanınmıştı. 1959 Zürih ve Londra görüşmelerinin bir diğer önemli sonucu, “Kıbrıs’ın bağımsızlığının korunması” ve “Kabul edilen anayasanın uygulanmasını sağlamak üzere”; Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’yi garantör ülke durumuna getiren Garanti Anlaşması’ydı.
İngiltere’nin yalnız kalması ve Ada’da gördüğü toplumsal tepkinin şiddeti nedeniyle imzalamak durumunda kaldığı Zürih ve Londra anlaşmalarının Kıbrıs’ta kalıcı bir barışı sağlayamayacağı çok açıktı. Kıbrıs’ta çatışmalar ve kanlı olaylar gecikmedi. İngiltere sömürgeci geçmişine uygun düşen bir politik manevrayla, hem üslerini korumuş hem de kendisini çatışmaların hedefi olmaktan çıkarmıştı. Şimdi çatışacak olan Rumlarla Türkler, çatışmaları “izleyecek” olan da kendisiydi.

Rum Saldırıları

İlk çatışmalar her zaman olduğu gibi, Rumların anlaşmalara, uluslararası hukuka ve insanlığa uymayan saldırgan davranışlarıyla ortaya çıktı. Rumlar Anayasa’nın Türklere verdiği hakları tanımak istemiyor ve yok sayıyordu. Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi’nin Türkler’den yana verdiği kararlar uygulanmıyor ve Rumlar EOKA aracılığıyla sürekli olarak saldırgan bir tavır içinde oluyorlardı. Rumların gerçek hedefleri bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti’ni yaşatmak değil, Yunanistan’la birleşmekti.
1963 yılında Makarios, Anayasa’yı değiştirmek istediklerini resmen açıkladı. Bu açıklama sanki Türklere karşı girişilecek genel bir saldırının işareti gibiydi. Açıklamadan hemen sonra Aralık 1963’de, üç gün içinde 24 Türk öldürüldü.
Saldırıları durdurmak için Türk jetleri Ada üzerinde uyarı uçuşları yaptı. Bir ay sonra (Ocak 1964) Londra’da bir toplantı yapıldı ve burada Rumlar gerçek niyetlerini açıkça ortaya koydular. Daha üç yıl önce imzalanmış olan ve bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluşuna temel oluşturan Garanti Anlaşması’nın kaldırılmasını istediler, Londra toplantısından bir sonuç çıkmadı.
Rum saldırıları artarak sürdü. Türk donanması 1964 yılında Kıbrıs’a doğru yola çıktı, ancak üç gün sonra geri döndü. Nisan 1964’de Makarios, tek yanlı olarak Zurich ve Londra anlaşmalarını tanımadığını açıkladı. Türk Dışişleri Bakanı’nın gerekirse Kıbrıs’a çıkartma yapabileceğini açıklaması üzerine, ABD Başbakanı Johnson Başbakan İnönü’ye “Bizden aldığınız silahları Kıbrıs ’ta kullanamazsınız” biçimindeki ünlü mektubunu yazdı.

Darbeler

1967’de Yunanistan’da faşist bir darbe oldu ve “Albaylar Cuntası” adı verilen bir yönetim kuruldu. EOKA örgütü cuntadan aldığı destekle Türklere karşı saldırılarını yoğunlaştırdı. Boğazköy ve Geçitkale köylerine saldırdılar. Türk çıkarma birlikleri yine Akdeniz’e açıldı, ancak yine geri döndü. Türk jetleri yine uyarı uçuşları yaptı. 1967 yılında “Kıbrıs Geçici Türk Yönetimi” kuruldu.
EOKA’nın lideri Albay Gherghios Grivas 1974 başında öldü. EOKA’nın yerine kurulan EOKA-B, Türklere karşı saldırılarını sürdürdü. EOKA-B tarafından 15 Temmuz 1974 tarihinde, Yunan subaylarının yönetimindeki Ulusal Muhafız Birlikleri aracılığıyla bir faşist darbe de Kıbrıs’da yapıldı. Agrotur İngiliz üssüne sığınan Makarios, ABD’ye kaçtı. EOKA-B lideri Nikos Sampson Cumhurbaşkanı ilan edildi.
Türkiye, darbeye karşı Ada’da üsleri bulunan ve Garantör devlet konumundaki İngiltere’ye duruma karışması için başvurdu ve doğal olarak reddedildi. İngiltere dilediğini elde etmişti. Çatışmayı üzerinden atmış, üslerini korumuş ve Rumlarla Türkleri birbirini kıran düşmanlar durumuna getirmişti.

1974 Çıkartması

Türk Ordusu’nun Kıbrıs’a çıkartma yapması, hem Nikos Sampson cuntasının, hem de Yunanistan’daki “Gizikis Cuntası” nın devrilmesine yol açtı. Yunanistan’da General Gizikis’in yerine Konstantin Karamanlis, Kıbrıs’ta Sampson’un yerine Makarios Cumhurbaşkanı oldular. Sorunu çözmek için yapılan görüşmelerde Rumlar, askeri üstünlük kendilerindeymişçesine, 1959 Zurich ve Londra anlaşmalarına hiç uymayan yeni öneriler getirdiler.
Makarios, Türklere nüfusları oranında (yüzde 18) toprak verilmesini, bu toprakların Kıbrıs’ın değişik yerlerinde kantonlardan (yasama yetkisi olmayan küçük yönetim birimleri) oluşmasını, bu kantonların merkezi yönetime bağlanmasını istiyordu. Türkler ise coğrafi esaslara göre iki kümede toplanan bölgesel yönetim birimlerinin oluşturulmasını istiyordu.
Rumların istekleri, önceki anlaşmaları yok sayıyor ve üstelik Türkleri Rum toplumu içinde küçük birimler durumunda hapsetmiş oluyordu. Böyle bir oluşumda Türklerin kendilerini koruması tam olarak ortadan kalkıyordu.
Görüşmelerden doğal olarak bir sonuç çıkmadı ve eylemsel olarak Türklerin elinde olan topraklarda, 13 Şubat 1975’de Kıbrıs Türk Federe Devleti (KTFD) kuruldu, Rauf Denktaş bu devletin ilk cumhurbaşkanı oldu.

Türkiye’nin Durumu

Türkiye’de, Avrupa Birliği’ne aşırı “istekli” politikacıların yönetimde olması, Kıbrıs’ın Türkiye ve Türklerden koparılması için Batılılara değer biçilmez olanaklar sunmaktadır. Türkiye’de halk içinde ulusal direnme gücünün örgütsüz duruma getirilmiş olması, AB politikalarına ve bu politikaları uygulamayı görev sayan “Türk” politikacılarına geniş bir serbest alan yaratmıştır.
Halkın karar süreçlerine katılması kesin ve saltık (mutlak) biçimde önlenmiştir; ulusal tepkiler yavaş da olsa oluşmasına karşın halk henüz örgütlü değildir. Kamuoyu deliksiz bir tekel durumuna gelen Batı yanlısı medyanın etkisi altındadır. Bu durum, küresel egemenlik peşindeki güçleri, Kıbrıs “sorununun” artık kesin olarak çözülme zamanının geldiğine inandırmaktadır. Gelinen noktanın herkesin anlayacağı açık anlamı, Türkiye’nin Kıbrıs’tan uzaklaştırılmasıdır. G8’lerden, Birleşmiş Milletlere, Davos’tan AB’ye, Pentagon’dan NATO’ya dek hemen tüm uluslararası örgütlerde konuşulan budur.

DİPNOTLAR

1 Büyük Larousse Gelişim Yayınları sf.4584
2 a.g.e. sf.4955
3 “Kıbrıs Sorunu” Davit Philips, 20.Yüzyıl Tarihi, Arkın Kitapevi, sf.964
4 a.g.e. sf.965
5 “Aslında Hiç Kimse Uyumuyordu” Albay (E) İsmail Tansu, ak. Tufan Türenç “Neler Yapmadık Şu Kıbrıs İçin” Hürriyet 17.11.2001

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder