14
Mart her yıl tıp bayramı olarak kutlanır. İlk tıp bayramı,
tıbbiyeliler ve hekimlerce 14 Mart 1919’da işgale karşı eylem
biçiminde kutlanmıştır. Böylece tıp bayramı Türkiye’de
hekimlerin yurt savunma hareketi olarak başlamıştır. Aşağıdaki
yazıyı, sağlıkçılarımızın bayramını kutlamak ve ülkemizde
sağlık devrimini gerçekleştiren Cumhuriyet hekimlerinin anısına
saygı için yayınlıyoruz.
Kurtuluş
Savaşı sırasında, 13 milyon olan nüfusun yarıya yakını
hastaydı. Bazı bölgelerde hastalıklı insan oranı yerel nüfusun
yüzde 86’sına ulaşıyordu. 1923 yılında 3 milyon trahomlu
hasta vardı (nüfusun dörtte biri). Sıtmalı köylüler kimi
yörelerde, hastalık nedeniyle, hasat yapamayacak kadar bitkin
düşmüştü. 93 Rus Savaşında Türk Ordusu, Ruslar’a değil,
tifüse yenilmişti.
Cumhuriyet
Hükümeti koşulların ağırlığına ve olanaksızlıklara karşın,
sorunların üzerine büyük bir istek ve kararlılıkla gitti.
Sorunu ele alış, yalnızca istek ve kararlılık düzeyinde
bırakılmadı. Her konuda olduğu gibi önce bilime ve gerçeklere
uygun bir ulusal sağlık stratejisi saptandı. Koruyucu
sağlık,
halk
sağlığı,
toplum
sağlığı
kavramları üzerine oturan bu strateji kararlı bir biçimde
uygulanarak, olağanüstü başarılar elde edildi.
Türk
Tıbbı
16.yüzyıla
dek Avrupa’dan açık ara ilerde olan Türk tıbbı, 10.yüzyıldan
sonra 600 yıl boyunca büyük gelişme sağlamış ve dünya tıbbına
İbni
Sina,
Zekeriya
Razi
gibi simge isimler armağan etmişti. Bu dönemdeki Türk hekimleri;
tanı (teşhis) ve sağaltım (tedavi) yöntemleri, halk sağlığı,
klinik eğitim, deneycilik, hekimliğin temel kuralları ve
denetlenmesi gibi konularda çağını aşan uygulamalar yaptılar.
Osmanlılarda Yıldırım
Beyazıt
döneminde Bursa’daki Darültıp,
daha sonra İstanbul’da açılan tıp
medreseleri,
dönemin en ileri eğitim kurumlarıydı. Buralarda alanlarının en
iyisi olan ve geleceği etkileyen hekimler yetiştirildi.
İmparatorluğun
gerileme döneminde, her alanda olduğu gibi, tıp alanında da büyük
bir çöküş yaşandı. 19.yüzyıla gelindiğinde, ortada, Türk
hekimliği diye bir şey neredeyse kalmamıştı. Tıbbı Doğu’dan
öğrenen Avrupalılar, Osmanlı İmparatorluğu limanlarında
uluslararası bir sağlık örgütü kurmuş, Türkiye’ye uğrayan
gemilerini, “kolera
ve vebadan korumak için !”,
Türk hükümetinin karışma yetkisi olmayan ayrıcalıklı haklar
almışlardı. Onur kırıcı bu uygulamayla; mali, ticari ve adli
kapitülasyonlardan sonra, “sağlık
kapitülasyonu”
da elde etmişlerdi. 1
Osmanlı’da
Durum
20.yüzyıla
girildiğinde, Osmanlı Devleti’nde sağlıkla ilgili bir bakanlık
yoktu. Bu işler, Dahiliye
Nazırlığı ’na
bağlı, yeterince ilgi gösterilmeyen Sıhhıye
Umum Müdürlüğü ’yle
yürütülüyordu. Devlet, dış borç ödemekten sağlığa ödenek
ayıramıyor, tıbbın yarattığı olanaklardan yararlanamayan halk,
hastalıklar içinde yaşayıp, genç yaşta ölüp gidiyordu.
Ortalama yaşam süresi 50’nin altındaydı.
Kadınların
durumu erkeklerden daha kötüydü. Kadınlar, hekim ve ilaç nedir
bilmiyordu. Kadınların, özellikle genç kızların, bağnaz
inançlar nedeniyle, erkek doktora muayene olması yasaktı. Kadın
doktorun olmadığı bir toplumda bu, kadınların tıptan
yararlanmaması demekti.
Erkek
Türk doktor çok azdı ve sağlık hizmetleri büyük şehirlerde
toplanmış olan azınlık doktorları tarafından görülüyordu.
Doktora götürülmeyi göze alabilen kadınlar dertlerini ebeye
anlatır, ebe doktora söyler, doktor da muayene etmeden ilaç
yazardı.
Dertlerine
çare arayan insanlar (kuşkusuz daha çok kadınlar) yatırlara,
üfürükçülere giderler, fal baktırıp, muska yazdırırlar ve
adak adarlardı. Ateş düşürmek için kurşun dökmek, sülük
yapıştırmak, kupa çekmek, ağrıyan organları döverek ya da
yararak ‘
şeytan çıkarmak ’,
o zamanın ‘tıbbi
’
operasyonlarıydı. Ağrı için eczaneye değil otçulara gidilirdi.
Zaten eczane de pek yoktu. Türkiye’de hiç diş hekimi yoktu. Bu ‘
hizmet ’
berberlerin ek işleriydi. Onlar da en küçük dolgu sorununda bile
dişi uyuşturmadan, kerpetenle çekerlerdi.
Boşinançlar
Devletin
sağlık hizmeti vermemesi, eğitimsizlikle birleşince, halk bilim
ve akıl dışı düşünceler ediniyor ve ortaya sağlıkla ilgili
son derece geri bir ortam çıkıyordu. Bilgisizlik ve umarsızlıktan
(çaresizlikten) kaynaklanan sağlıkla ilgili boşinançlar
(hurafe)
çok yaygındı.
Eğitimsizlikten
kaynaklanan inanç bozukluğu ve hurafeler, sağlık hizmetlerinin
bozulduğu günümüzde yeniden yayılmaktadır. Diyanet
Vakfı ’nın
1996’da yayımladığı “Yaşayan
Hurafeler”
adlı kitapta, geçmişten gelen, bugün de kullanıldığı
belirtilen hurafelerden
bazıları şöyledir: “Çocuğun
ayakları, Cuma günü, bir cami kapısına bağlanır, Cuma
namazından sonra çözülürse, o çocuk hasta olmaz-Erkek çocuk
sünnet olurken annesi oklava sallarsa, sünnet acısız ve kolay
olur- Hamileyken yumurta yiyen kadının çocuğu haylaz
olur-Aybaşılı (adet, regl) kadın sebze bahçesinden geçerse,
sebzeleri kurutur-Çocuk fıtıklı doğarsa, donu, çalı ağacının
bir dalı yarılarak arasından geçirilirse fıtığı iyileşir-Dişi
ağrıyan bir kişi, mezarlığa gider, mezar taşını ısırır,
arkasına bakmadan geri gelirse ağrısı geçer-Makasın ağzı açık
kalırsa kefen biçer-Cenaze yıkanırken, teneşirin altına dökülen
su, bir şişeye konup habersiz sarhoşa içilirse, sarhoş içkiyi
bırakır...” 2
Büyük
Sorun
Kurtuluş
Savaşı sürerken; tifo, tifüs, kolera, trahom, verem, sıtma,
çiçek, sifilis (frengi) Anadolu’da çok yaygındı. Savaşmakta
olan ordunun tıbbi gereksinimleri, en alt düzeyde bile
karşılanamıyor, askerler, gıdasızlık ve ilaçsızlık nedeniyle
yoğun biçimde hastalanıyordu. Örneğin 1921 yılında Konya’da
12.Kolordu hastanesinde yatanların yüzde 80’i zatürre
hastasıydı. Ve gereğince ilaç yoktu...
Genelkurmay
Sağlık Dairesi
raporlarına göre, hastanelere başvuran ve yatırılan hasta
sayısı, 1921’de 151783, 1922’de 247988’ydi. Yaralıların
taşınması ciddi bir sorundu. Bozkırlarda hasta ve yaralı nakli
çok zor koşullar altında yapılıyordu. 3
Hasta ve yaralılar at, eşek, katır ve kağnıyla taşınıyordu.
Bu
koşullar yalnızca o günlere ait değildi. Dünya Savaşı’nda da
durum aynıydı. Anadolu’nun genç insanları, Balkan Savaşından
beri, kurşun kadar, hastalıktan da kırılıp durmuştu.
Kurtuluş
Savaşı sırasında, 13 milyon olan nüfusun yarıya yakını
hastaydı. Bazı bölgelerde hastalıklı insan oranı yerel nüfusun
yüzde 86’sına ulaşıyordu. 1923 yılında 3 milyon trahomlu
hasta vardı (nüfusun dörtte biri). Sıtmalı köylüler kimi
yörelerde, hastalık nedeniyle, hasat yapamayacak kadar bitkin
düşmüştü. 93 Rus Savaşında Türk Ordusu, Ruslar’a değil,
tifüse yenilmişti. 4
Tıp
eğitimi yapan okul, yok denecek düzeydeydi. Ülkenin tek hekim
yetiştiren kurumu Darülfünun,
(sonradan İstanbul Üniversitesi) çağdaş tıp eğitimini tam
anlamıyla vermekten uzaktı. Cumhuriyetin ilk yıllarında bile
durum böyleydi. 1921 yılında tüm ülkede, çoğu İstanbul’a
yığılmış, önemli bölümü azınlıklardan oluşan 312 doktor
vardı. 13 ilde sağlık müdürü, tüm ilçelerin üçte birini
oluşturan 96 ilçede hiç doktor yoktu. 5
Girişimgücü
ve Kararlılık
Sağlık
koşullarının iyileştirilmesine, Kurtuluş Savaşı içinde
başlandı. Mustafa
Kemal,
ünlü 1 Mart 1922 Meclis konuşmasında, kişi ve toplum sağlığına
yönelik yakın hedefleri; “Milletimizin
sağlığının korunması ve daha sağlıklı hale getirilmesi, ölüm
oranlarının düşürülmesi, nüfus artışının sağlanması,
salgın hastalıkları etkisiz kılarak toplum sağlığının
iyileştirilmesi, böylelikle ulus bireylerinin dinç ve çalışmaya
yetenekli duruma getirilmesi, amacımızdır”
biçiminde dile getirmişti. 6
Cumhuriyet
Hükümeti, birçok alanda olduğu gibi sağlık alanında da
yetişmiş kadro, teknoloji ve alt yapıdan yoksun, sorunlarla yüklü
bir yapı devralmıştı. Örgütsüzlük ve parasızlık, her türlü
umudu yok edecek düzeydeydi.
Cumhuriyet
Hükümeti koşulların ağırlığına ve olanaksızlıklara karşın,
sorunların üzerine büyük bir istek ve kararlılıkla gitti.
Sorunu ele alış, yalnızca istek ve kararlılık düzeyinde
bırakılmadı. Her konuda olduğu gibi önce bilime ve gerçeklere
uygun bir ulusal sağlık stratejisi saptandı. Koruyucu
sağlık,
halk
sağlığı,
toplum
sağlığı
kavramları üzerine oturan bu strateji kararlı bir biçimde
uygulanarak, olağanüstü başarılar elde edildi.
Bireysel
Değil Toplumsal
Atatürk,
sağlık sorununu yalnızca bireysel bir sorun ve hastalık tedavisi
olarak ele almadı. Bu soruna, toplum sağlığı olarak büyük önem
verdi ve bunu devletin en temel görevi saydı.
Şöyle
diyordu: “Ulusun
tüm bireylerinin sağlıklı olmaları için sağlık koşullarını
gerçekleştirmek devlet durumunda bulunan siyasal kuruluşun en
birinci görevidir.” 7
Dikkat
edilirse burada, devletin devlet olabilmesi için halk sağlığına
eğilmesinin gerektiği söylenmektedir. Atatürk
için, “halk
sağlığı ve sağlamlığı”
her zaman üzerinde durulacak olan ulusal bir sorundur. “Sağlık
yalnızca hastalık ya da sakatlığın olmayışı değil; bedensel,
ruhsal ve sosyal yönlerden iyilik durumudur”
diyordu. 8
İlk
Örgüt
23
Nisan 1920’den on gün sonra çıkarılan bir yasayla, Türk
tarihinin sağlıkla ilgili bakanlık düzeyinde ilk örgütü olan,
“Sıhhat
ve İçtimai Muavenet Vekaleti”
kurulur. Bu yasa, TBMM’nin çıkardığı ilk üç yasadan biridir.
İlk
Sağlık Vekili Dr.Adnan
Adıvar’dı
ve vekaletin tüm kuruluş kadrosu, bir sekreter ve bir sağlık
memuru olmak üzere kendisiyle birlikte üç kişiydi.
Yoktan
Var Etmek
1920
yılında 260 olan hekim
sayısı, 1921’de 312, 1922’de 337’ye çıkarıldı, 434 sağlık
memuru
istihdam edildi. 9
Salgın hastalıklarla mücadele için 1920 yılında, yabancıların
hayal olarak nitelendirdikleri yerli aşı üretimine geçildi.
Sivas’ta üretilen üç milyon çiçek aşısının tümü halka
uygulandı.
Sıtmalı
yörelere, 1925-1931 arasında 6500 kilogram kinin
dağıtıldı. 10
Frengi
mücadelesine, yetmezlik içindeki devlet bütçesinden harcamalar
yapıldı. 11
Halka
hizmet götürecek hekim sayısını arttırmak için, askeri
doktorların bir bölümü ordudan alınarak sivil alanda
görevlendirildi. 1921’de, bir yıl önce üç milyon ünite
üretilen çiçek aşısı miktarı 5 milyona çıkarıldı.
Sivas’taki aşı
üretim merkezi
genişletilerek bir yıl içinde 537 kilo kolera,
477 kilo tifo
aşısı
üretildi ve bu aşıların tümü halka uygulandı.
İstanbul
ve Sivas
’tan
sonra Diyarbakır
’da
da bakteriyoloji, kimya laboratuarı ve aşı merkezi birimlerine
sahip sağlık merkezi kurularak; sağlık hizmetlerinin dağılımında
denge sağlanmaya çalışıldı.
Afyonkarahisar,
Eskişehir
ve Niğde
gibi illerde tıbbi temizleme (sterilizasyon) merkezleri açıldı.
Urla
ve Sinop
karantina merkezleri, bakımdan geçirilerek yeniden devreye sokuldu.
1000 kg devlet kinini,
Ziraat Bankası aracılığıyla hastalara dağıtıldı. Devlet
hastanelerine başvuran 30 bin hastanın 20 bini tedavi edildi. 12
Bütün bunlar, yoksunluk içinde sürdürülen Kurtuluş Savaşı
sırasında gerçekleştirildi.
Hekime
Verilen Önem
Cumhuriyet’ten
sonra, hekimlerin görev ve çalışma koşullarını belirleyen yeni
yasalar çıkarıldı. Serbest çalışan hekimlerle diş
hekimlerinin, eczacıların, ebelerin mesleki çalışma kuralları
saptandı. Hekimlerin mesleki örgütü, Tabibler
(Etibba) Odası
kuruldu. Genel
Sağlık Kanunu
çıkarıldı; 309 maddelik bu “mükemmel”
yasa, “Cumhuriyet’in
büyük eserlerinden biri”
olarak kabul edildi. 13
Tıp
eğitimini özendirici kararlar alındı. Gelir düzeyi düşük olan
başarılı öğrencilerin de tıp eğitimi alması özendirildi,
ücretsiz öğrenci pansiyonları, burs olanakları sağlandı.
İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesinin olanakları, ayrıcalıklı
desteklerle arttırıldı. Üniversite’deki öğrenci sayısı
1000’e çıkarıldı. Hekimlere zorunlu hizmet yükümlülüğü
getirildi. Anadolu’da hizmet yapan hekimlerin aylıkları
yükseltildi. O yıllarda koruyucu sağlık hizmetlerinde çalışan
bir hekim, zorunlu hizmet yaparken, başbakandan daha fazla ücret
alıyordu. 14
Ankara’da,
sağlık sorunlarının bilimsel incelemesini yaparak, hastalıklarla
savaşımda yöntem belirleyecek, aşı ve serum araştırması yapıp
üretecek, ‘ Merkez
Sağlık Müessesesi ’
kuruldu. Müessese’nin
kimya ve bakteriyoloji bölümleri, 1931 yılında açıldı. Diğer
aşı üreten kuruluşların nitelik ve üretim yetenekleri
yükseltildi.
Tıp
fakültesinde okuyan öğrencileri ücretsiz yatırmak ve yedirmek
için 1924’te 200 kişilik ‘Tıp
Talebe Yurdu ’
açıldı. 1929’da 300 kişilik duruma getirildi. Anadolu’nun
değişik bölgelerinde, sağlık
memuru
ve ebe
yetiştiren okullar açıldı, İzmir’de yüz yataklı özürlüler
okulu hizmete sokuldu. 15
Sayrılıkla
(Hastalıkla) Savaşım
1925
yılında başlatılan sıtma
mücadelesi ’yle,
1931’e dek 2 milyon hastaya ulaşıldı. Adana’da, uzman hekim
yetiştirecek bir Sıtma
Enstitüsü,
yurdun değişik bölgelerinde 11
Sıtma
Dispanseri
açıldı.
Aynı
yıl sifilis
ve trahom
mücadelesi
’ne
girişildi; Urfa,
Maraş
ve Siverek
’te
kalıcı; Gaziantep,
Kilis,
Besni,
Malatya
ve Siverek
’te
gezici trahom hastaneleri kuruldu.
1924’te
Heybeliada
’da
bir Verem
Sanatoryumu;
Ankara, Bursa ve İstanbul’da verem
dispanserleri
açıldı. 1930’da özellikle Doğu Karadeniz’de yaygın olan
ölümcül ankilostom
parazitine karşı mücadele başlatıldı, üç yıl içinde 43 865
hasta tedavi edildi.
“Darülkelp
Tedavihanesi”
adıyla yalnızca İstanbul’da bulunan, bu nedenle Anadolu’da
birçok acılı ölüme neden olan Kuduz
’u
önlemek için, Sivas, Diyarbakır ve Erzurum’da Kuduz
Tedavi Müessesi
açıldı; yerli kuduz aşısı üretildi. 16
Çok
Yönlü Atılım
1925
yılında 1.Ulusal
Tıp Kongresi
toplandı. Hekimlik mesleğinin uygulama kurallarını düzenleyen ve
halen yürürlükte olan 1219
sayılı yasa
çıkarıldı. İlk Türk
Kodeksi
bu dönemde hazırlandı. 1930 yılında 1593 sayılı Umumi
Hıfzısıhha Yasası
çıkarıldı. Bu yasanın, Bakanlığın görevlerini belirleyen 18
maddesinden 15’i, koruyucu sağlık hizmetleriyle ilgiliydi ve o
dönemin, uluslararası düzeyde en ileri sağlık yasalarından
biriydi. 17
Hastalıklar
ve korunma yöntemleri konusunda halkı aydınlatmak için, sağlık
müzeleri açıldı. Ankara,
Sivas,
Diyarbakır
ve Erzurum
’da,
hekimliğin tüm uzmanlık dallarını içinde toplayan Numune
Hastaneleri
kuruldu. Ankara,
Konya,
Balıkesir,
Adana,
Çorum,
Malatya,
Erzurum
ve Kars
’ta
doğum
ve çocuk
bakımevleri açıldı.
150
ilçede, ücretsiz muayene ve tedavi eden, parasız ilaç veren 150
dispanser kuruldu. 1922 yılında 100 olan hastane sayısı, 1932’de
177’ye, 7127 olan yatak sayısı 10646’ya; 22 olan dispanser
sayısı 339’a çıkarıldı. Dispanserlerde 1922’de 189 yatak
varken, bu sayı 1932’de 1318 oldu. 18
Köylüye
Ulaşmak
Sağlık
hizmetlerini köylere dek yaymak için “seyyar
tabiblik”
uygulaması getirildi. Bu işe öncülük etmek ve köy
taramalarındaki deneyimleri Anadolu’nun tümüne yaymak için,
Etimesut’ta,
Toplum
Sağlığı Numune Dispanseri
kuruldu.
Türkiye’ye
özgü bir uygulamayla, hekimler at, eşek ya da kağnıyla köyleri
dolaşarak hastalık taraması yaptılar. Hastanelere uzak yörelere
“Muayene
ve Tedavi Evi”
adıyla 5–10 yataklı sağlık hizmet birimleri kuruldu. Buralarda
5 yataklı olanlara bir “hükümet
hekimi”,
on yataklı olanlara ise ayrıca bir hekim görevlendirildi. Sayıları
zaman içinde 300’e varan bu birimlerin açılmasına, 1950’den
sonra, Adnan Menderes Hükümeti tarafından son verildi. 19
1936
yılında, Ankara’da “Halk
Sağlığı Okulu”
açıldı. Bu okul uzun süre, her düzeyde sağlık personeli
yetiştirdi ve halk sağlığı alanında uzmanlık eğitimi verdi.
Sağlık Bakanlığı’na kurmay bir danışmanlık birimi olarak
hizmet veren bu okul, 12 Eylül 1980’den sonra kapatıldı. 20
Sağlık
Devrimi
Devlet
hastanelerinden sağlık ocaklarına dek değişik kamu kurumlarıyla,
toplumun her kesimine ücretsiz sağlık hizmeti götürülürken,
memur ve işçilerin sosyal ve sağlık gereksinimlerini karşılayacak
yeni yapılanmalara gidildi. 1937 yılında “3008
sayılı İş Yasası”
çıkarıldı. İşçilerin sosyal güvenlik haklarını güvence
altına alan bu yasanın yanı sıra memurların yararlanacağı
“Emekli
Sandığı”
kuruldu.
Cumhuriyetin
ilk 15 yılında sağlık konusunda yapılanlar incelendiğinde,
uluslararası ölçekte bir sağlık devrimiyle karşı karşıya
olunduğu görülecektir. Toplum sağlığını hedef alan, her
kesime ulaşan, parasız, eşit ve nitelikli bir sağlık düzeni
kurulmuştu. Bu, o dönemde (hatta bugün), gelişmiş ülkelerde
bile bulunmuyordu.
DİPNOTLAR
- “Tarih-IV-Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri” Kaynak Yayınları, 3.Baskı, İstanbul-2001, sf.331
- “Yaşayan Hurafeler” Hürriyet, 18.12.1996
- “Anadolu İhtilali” 2.Cilt, ak. Şevket Süreyya Aydemir “Tek Adam” Remzi Yayınevi, 8.Baskı, 1981, 2.Cilt, sf.498
- “Cumhuriyet Dönemi Sağlık Hizmetlerinin Tarihçesi” Prof.Dr.Ahmet Saltık, Bilim ve Ütopya Dergisi, Şubat 1998, sayı 44, sf.17-19
- a.g.e. sf.18
- “Atatürk’ün 1 Mart 1922 Tarihli Meclisi Açış Konuşması” “Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri” 1.Cilt, sf.216-217; ak. Seyfettin Turan, “Atatürk’te Konular Ansiklopedisi” Yapı Kredi Yayınları, 2.Baskı, 1995, sf.446
- “Cumhuriyet Dönemi Sağlık Hizmetleri Tarihi” Prof.Dr.Ahmet Saltuk, Bilim ve Ütopya Dergisi, Şubat 1998, sayı 44, sf.19
- a.g.d. 19
- “Atatürk’ün 1 Mart 1922 Meclisi Açış Konuşması” “Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri” 1. Cilt, sf.216–217, ak Seyfettin Turan “Atatürk’te Konular Ansiklopedisi” Yapı Kredi Yay., 2.Baskı 1995, sf.446, ve “Atatürk’ün 1 Mart 1923 Meclis Açış Konuşması” “Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri” 1. Cilt, sf.279–281 ak. a.g.e. sf.447
- “Tarih-IV-Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri” Kaynak Yayınları, 3.Baskı, İstanbul-2001, sf.334
- “Cumhuriyet Dönemi Sağlık Hizmetleri Tarihi” Prof.Dr.Ahmet Saltuk, Bilim ve Ütopya Dergisi, Şubat 1998, sayı 44, sf.18
- “Atatürk’ün 1 Mart 1923 Meclisi Açış Konuşması” “Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri” 1. Cilt, sf.279–281 ak. Seyfettin Turan “Atatürk’te Konular Ansiklopedisi” Yapı Kredi Yay., 2.Baskı 1995, sf.447
- “Tarih-IV-Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri” Kaynak Yayınları, 3.Baskı, İstanbul-2001, sf.334-335
- “Cumhuriyet Dönemi Sağlık Hizmetleri Tarihi” Prof.Dr.Ahmet Saltık, Bilim ve Ütopya Dergisi sf.18
- “Tarih-IV-Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri” Kaynak Yayınları, 3.Baskı, İstanbul-2001, sf.335
- a.g.e. sf.337-338
- “Cumhuriyet Dönemi Sağlık Hizmetleri Tarihi” Prof.Dr.Ahmet Saltık, Bilim ve Ütopya Dergisi sf.17
- “Tarih-IV-Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri” Kaynak Yayınları, 3.Baskı, İstanbul-2001, sf.338-341
- “Cumhuriyet Dönemi Sağlık Hizmetleri Tarihi” Prof.Dr.Ahmet Saltık, Bilim ve Ütopya Dergisi, sf.17-19
- a.g.d. sf.19
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder