Jön
Türkler, savaşımları ve politik etkileriyle değil, aldıkları
adla tanındılar. İkinci sınıf liberal
meşrutiyetçi
görüşler ileri sürdüler ve her etnik kökenden insanı içlerinde
barındırdılar ancak her nedense Jön
Türkler
olarak tanımlandılar. Kendilerine özgü sağlam bir dünya
görüşleri yoktu ve güçlü bir siyasi akım olamadılar ancak
adları dünya siyaset sözlüğüne girdi. Jön
Türkler
sözcüğü ilginç bir biçimde, çeşitli dillerde kullanılan
evrensel bir tanım oldu. Değişik ülkelerde, düzen karşıtı
siyasi sürgünlere onlardan sonra, Jön
Türkler
denmeye başlandı; Meksika
Jön Türkleri,
İran
Jön Türkleri
gibi.
Nitelik
19.yüzyılın
son çeyreğinde kimi Osmanlı
aydınları,
o güne dek pek görülmeyen biçimde padişaha karşı örgütlü
bir savaşım başlattı. 1876’da başlayan, 1895’ten sonra
canlanan ve 1908’e dek süren bu savaşıma katılanlar, Türkiye
ve dünyada Jön
Türkler adıyla
tanımlandı.
Önemli
bir siyasi savaşıma girişmişlerdi ancak örgütlenme olarak
giriştikleri savaşımı kaldırabilecek donanıma sahip değillerdi.
Sayıları az ve etkisizdiler; bilinç düzeyleri giriştikleri eylem
için yeterli değildi; halkla ilişki kurmuyor, ona güvenmiyor ve
bir seçkinler kadrosu oluşturmaya çalışıyorlardı.
Hemen
tümü yurt dışına kaçmış, orada siyasi
sürgün
olarak yaşıyordu. Batıyı tam olarak tanımıyor, toplumsal
ilişkilerini bilmiyor ancak gördüklerinden etkilenerek Batıya
öykünüyorlardı (taklit ediyorlardı). Kuramsal yetersizlikleri
nedeniyle olay ve ilişkileri kavrayamıyor, edindikleri yetersiz
bilgileri sürekli yineleyerek, bunları Türkiye için geçerli
görüşler olarak öneriyorlardı.
Dar
bir sürgün kümesi olarak kaldılar ve Türkiye’de siyasi bir güç
durumuna gelemediler. Savaşımları ve politik etkileriyle değil,
aldıkları adla tanındılar. İkinci sınıf liberal
meşrutiyetçi
görüşler ileri sürdüler ve her etnik kökenden insanı içlerinde
barındırdılar ancak her nedense Jön
Türkler
olarak tanımlandılar.1
Kendilerine
özgü sağlam bir dünya görüşleri yoktu ve güçlü bir siyasi
akım haline gelemediler ancak adları dünya siyaset sözlüğüne
girdi. Jön
Türkler
sözcüğü ilginç bir biçimde, çeşitli dillerde kullanılan
evrensel bir tanım oldu. Değişik ülkelerde, düzen karşıtı
siyasi sürgünlere onlardan sonra, Jön
Türkler
denmeye başlandı; Meksika
Jöntürkleri,
İran
Jöntürkleri
gibi.2
Düşünsel
Karmaşa
Jön
Türkler,
görüşleri netleşmiş, ilkeli birlikteliklere sahip, bağdaşık
(homojen) bir siyasi örgüt ya da küme olamadılar. En temel
konularda bile ayrı düşünüyor, düşünceleri içinde uzlaşmaz
karşıtlıklar varlığını sürdürebiliyordu. Sıradan üyeler
bir yana, örgütün tepesinde yer alan önder konumdaki insanlar
bile, birbirinden çok değişik görüşler ileri sürebiliyor,
dengesiz davranışlarda bulunabiliyordu.
Türkiye’nin
o dönemdeki düşünsel düzeyi için, ileri ve olumlu sayılabilecek
görüşlerle, bilimsel bir değeri olmayan öznel savlar iç içe
girmişti. Uzun süren durağanlık
ve eylemsizlik
dönemlerinden sonra, bireysel şiddete dayanan birkaç eylem
yapıyor, ardından yeniden sessizliğe gömülüyorlardı.
Jön
Türkler Dönemi
Kimi
tarihçiler Jön
Türk
deviniminin (hareketinin), I.Meşrutiyet’in
ilanı olan 1876’dan, İttihat
ve Terakki’nin
kendisini dağıttığı (feshettiği), 1918’e dek geçen dönemi
kapsadığını kabul eder. Bu kabul, II.Meşrutiyet’in
ilanı olan 1908’den hemen önce başlayan, İttihatçıların
etkin olduğu son on yılın ayrımlı olduğunu kabullenmek
koşuluyla, geçerli olabilir.
Örneğin,
Askeri Tıbbıye öğrencilerinin 1889’da kurduğu İttihadı
Osmani
örgütü, İttihat
ve Terakki’nin
başlangıcı sayılır. Ancak, 1876-1908 ile 1908-1918 arasındaki
dönemler, siyasi içerik ve somut erekler (hedefler) açısından
ayrı özelliklere ve ayrı yönelişlere sahiptir. Bu nedenle, Jön
Türk
deviniminin tümünü tek bir süreç gibi ele almak yanılgılara
yol açabilir.
İlk
Dönem
İttihadı
Osmani’nin
kuruluşu, uzunca bir süre durgunluk içindeki Jön
Türk
devinimine göreceli bir canlılık kazandırdı. Önceleri yalnızca
yüksek okul öğrencilerini kapsayan bu örgüt, daha sonra değişik
kesimden insanları içine almaya başladı ve 1895’teki Ermeni
olaylarından sonra çeşitli eylemler gerçekleştirdi.
Paris’te
bulunan ve Jön
Türkler’in
önderi konumundaki Ahmet
Rıza Bey’le
(1859-1930) ilişki kuruldu; Paris’te bir merkez, İsviçre ve
Mısır’da şubeler oluşturuldu. Meşveret
adlı örgüt gazetesi Paris’te, Osmanlı
ve Mizan
gazeteleri Cenevre’de, Kanunisani
ve Halk
gazeteleri ise Kahire’de yayımlanmaya başlandı.3
Eylemsizlik
Jön
Türkler’in
değişik yönlere dağıldıkları 1877 ile 1889 yılları arasında,
örgütsel eylem sayılabilecek tek bir olaya rastlanır. Bu, “Jön
Türkler’in düşledikleri padişah”
V.Murad’ı
yeniden tahta geçirmek amacıyla eyleme geçen Ali
Suavi
olayıdır.4
O
dönemin aydınlarından biri olan Ali
Suavi’nin
(1839-1878), 1878 yılında gerçekleştirdiği ve tarihe Çırağan
Vakası
olarak geçen darbe girişimi, dengesiz Jön
Türk
eylemlerinin en belirgin örneklerinden biridir. Suavi,
Abdülhamit’in
Meşrutiyet’e
son vermesine
ve Rus
yenilgisine
tepki olarak kişisel olanaklarıyla sıradışı bir eyleme girişti.
“V.Murat’ı
yeniden tahta geçirmek”
ve “galip
Rus kuvvetlerine karşı Balkanlar’da bir direniş başlatmak
üzere”5,
silahlandırdığı Filibe göçmenleriyle Çırağan Sarayı’nı
bastı.
Sonuç,
“eylemin”
kendisi kadar sıradışıydı; Yedisekiz
Hasan Paşa,
Ali
Suavi’nin
başına bir sopayla vurup onu öldürmüş ve toplumda sayıları
zaten az olan bir aydın daha yok olup gitmişti. Ali
Suavi,
Yıldız Sarayı yakınında belirsiz bir yere gömülmüştü.
Önderler
Jön
Türk
deviniminde Ahmet
Rıza Bey,
Murat
Bey (Mizancı
Murat),
Prens
Sabahattin
ilgi çeken ve önder konumunda olan kişilerdir. Jön
Türkler’in
genel özelliklerini taşırlar ya da bir başka deyişle bu
özelliklerin oluşmasında birinci derecede etkilidirler. Bilinç
düzeylerine ve sürgün yaşamının güç koşullarına bağlı
olarak, karmaşık duygu ve davranışlar içindedirler.
Jön
Türk
önderlerinin hemen tümü, değişik düzeylerde devletle ilişkisi
olan üst sınıftan insanlardı. Ahmet
Rıza,
Bursa Maarif
Müdürü
ve Osmanlı Devleti’nin Fransız
Devrimi’nin
100.yılı nedeniyle Paris’e gönderdiği kurulun üyesiydi.
Mizancı
Murat
(1854-1917), Hariciye
Matbuat Kalemi
görevlisiydi ve Mülkiye’de,
öğretmen okullarında öğretmenlik yapmıştı. Prens
Sabahattin
(1878-1948)
Abdülhamit’in
kızkardeşinin oğluydu.
Ahmet
Rıza
Ahmet
Rıza,
Fransız düşünürü Auguste
Comte’un
etkisi altındadır. Kimi görüşleri, etkiden de öte Türkçe’ye
çevrilmiş yinelemeler durumundadır; “Toplumların,
doğa yasaları gibi kurallara bağlı”
olduğunu, bu nedenle yönetimde görev alacak insanların, “doğa
yasalarını öğrenip kavramış”
olması, yani “eğitilmesi”
gerektiğini söyler. Toplumu yönetenler ona göre, “iyi
eğitim almış bir uzmanlar zümresi”
olmalıdır.6
“Emeğini
alnının teriyle kazanan, çıkarını kilisenin zararında aramayan
adam, kimseden, hiçbir hükümetten korkmaz.. Millette böyle
duygular ancak eğitim ile uyanır”
der.7
Bu görüşler, Auguste
Comte’un
sözlerinin hemen aynısıdır.
Auguste
Comte
Olguluculuğu’nun
(pozitivizm)
otoriter
yanı,
Osmanlı toplumu için görüş geliştirmeğe çalışan Ahmet
Rıza
ve Meşveret
yazarlarını,
ister istemez halktan uzaklaştırır ve onları seçkinciliğe
götürür. Meşveret’teki
yazılarda, “kitlelere
güven duyulamayacağı için başlarına yönetici bir ‘elit’ in
geçmesi gerektiği”,
“yönetimde
bulunma” ve
“
yönetme” nin
“elit”
için, başta gelen doğal bir hak olduğu ileri sürülür.8
1
Aralık 1902 tarihli yayında şunlar yazılıdır: “Elit,
yetenekleri sıradan olanların kendisine egemen olmasına izin
verirse, işte o zaman acınacak duruma düşer... Sıradanlık,
‘elit’i az bir zaman içinde yok edecek ve ondaki büyük ışığı
karartacaktır. Varolabilmek için ‘elit’in istila edici ve
fethedici olması şarttır.”9
Mizancı
Murat
Çıkardığı
gazetenin adı nedeniyle Mizancı
olarak anılan Murat
Bey,
Ahmet
Rıza
Bey’in
hem örgütsel rakibi, hem de Jön
Türk
deviniminin bir başka kuramcısıydı. Düşünce yapısı, nitelik
olarak ayrımlı değildi ancak davranış biçimi olarak kendine
özgü ve oldukça sıradışı özellikleri vardı.
Jön
Türkler’in
hemen tümü gibi, Batı kültürüyle kaynaşılması gerektiğine
inanıyordu. Devlet işlerinin düzeltilmesini savunuyor ve Türklük
konusunu ortaya atarak milli kültürün korunması gerektiğini
ileri sürüyordu. Ancak, İslam
birliğini (panislamist)
de savunabiliyordu.10
“Araplar’ın
her türlü gelenek ve göreneğini değerlendirelim ancak Türk
olduğumuzu unutmayalım”11
diyor, ardından Türk tarihini küçülten onunla alay eden yazılar
yazıyordu. 31 Mart gerici ayaklanmasında, ayaklanmayı destekleyen
Serbesti,
Sabah,
Volkan
gibi gazetelere bu yönde çelişkili yazılar yazıyordu.12
Kimi zaman, Türk tarihini karalayan öyle görüşler ileri
sürüyordu ki, tarihçiler ona “kendi
milletini kötüleyen yazar”
adını takmıştı.13
Mizancı
Murat
Türkiye’de bulunurken kapitülasyonlara karşı çıkmış14,
Avrupalı devletlere verilen ayrıcalıkları eleştirmiş15,
yabancıların “mülkiye
memurlarının görevlerine”
karışmasını kınamış16
ve “Osmanlıları
sömüren yabancı tüccarlara” karşı
yazılar yazmıştı. Ancak, Avrupa’ya kaçtıktan sonra bu tür
görüşleri pek ileri sürmedi. Tam tersi, Batının Osmanlı
Devleti’ne yardım etmesi gerektiği yönünde görüşler
geliştirdi. Avrupa’dan yapılacak yardımın, Osmanlı Devleti’nin
“ıslahı”
için şart olduğunu söylemeye başladı.17
Mizancı’nın
etkilendiği Batılı düşünür, Rousseau’dur.
Ahmet
Rıza’nın
Comte’un
görüşleri için
yaptıklarını, o Rousseau’nun
“sosyal
sözleşme”
anlayışı için yapar. Diğer Jön-Türk
aydınları arasında da etkisi olan bu anlayışı, Türk toplumuna
uygulamaya çalışır. Bu davranış, Türk devlet geleneğinin
gerçek boyutunu kavrayamamaktan kaynaklanan, doğruyla yanlışın
iç içe girdiği bir yabancılaşma eğilimi durumuna gelir.
Prens
Sebahattin
Jön-Türk
devinimi içinde yer alan üçüncü kuramcı, ülkemizde ve dışarda
üzerinde en çok durulmuş olan Prens
Sabahattin’dir.
Sabahattin’in
yüz yılı aşkın bir süre önce ileri sürdüğü görüşler,
Türkiye’de dış etkinin artmaya başladığı İkinci Dünya
Savaşı sonrası politikalarla örtüşünce kendisine gösterilen
ilgi artmış, düşüncelerinin ayrıntılı olarak incelenmesine
büyük destek verilmiştir.18
Gösterilen
ilginin temelinde, Prens
Sabahattin’in
düşünceleriyle, 1945’ten sonra uygulamaya konulan Yeni
Dünya Düzeni
ideolojisi arasındaki örtüşme yatmaktadır. Kurtuluş Savaşı’ndan
ve on beş yıllık bağımsızlık döneminden
sonra, Türkiye’ye verilmek istenen ve verilmekte olan “yeni”
biçimle, emperyalist istekleri temsil eden Prens’in
düşünceleri arasındaki uyum, Sabahattin’in
güncelleştirilmesinin ana nedenidir.
Prens
Sabahattin’in
görüşleri, diğer Jön
Türk
önderlerinde olduğu gibi; yüzeysel araştırmalara, bilimsel
değeri olmayan incelemelere ve aydın olgunluğundan yoksun savlara
dayanır. O dönemde Türkiye’de pek bilinmeyen ve Batıda
azgelişmiş ülkeler için geliştirilen sömürge
liberalizmine
yönelik yapay önermeler, hiç değiştirilmeden yinelenmiştir.
Kuramsal
tez gibi ileri sürülen görüşlerde, ne Türk toplumu ne de tam
olarak Batı toplumları ele alınıp incelenmiştir. Veriye
dayanmayan ve söylem düzeyinde kalan dayanaksız savlar, son derece
sert ve kimi zaman Türk toplumunu aşağılar niteliktedir.
Prens
Sabahattin,
Türkiye’ye uygulamak istediği ve toplama görüşlerden oluşan
seçmeci
(eklektik)
düşüncelerini, koyu bir Katolik olan Frederic
Le Play’ın
Paris’te kurduğu “Science
Sociale”
okulunda, Edmond
Demolins’den
öğrendi. Toplum ve siyaset hakkında burada öğrendiklerini, hemen
hiçbir yorum katmadan yinelemekten başka bir şey yapmadı. Batı
Avrupa ve Amerika’da gelişen sanayinin gereksinimlerine yanıt
vermek amacıyla, azgelişmiş ülkelere önerilen aşırı
liberalizm
ve özendirilen devletsizleştirme,
Le
Play
okulunun ele aldığı konulardı.
Prens
Sabahattin’in
“teşebbüsi
şahsi”
(özel girişimcilik) ve “ademi
merkeziyetçilik”
(yerinden yönetim) gibi Türkçe tanımlarla ileri sürdüğü
görüşler, bu “okul”
un
öğrencilerine verdiği eğitimin temel anlayışıydı. Bu
konuların Türkiye için ne anlama geldiğinin, Osmanlı toplumunda
bilinmemesi, basit bir “aktarıcı”
olan Prensi “kuramcı”
gibi görülmesini sağlamıştı.
Ademi
Merkeziyetçilik (Yerinden Yönetim)
Koyu
bir Batı yanlısı olan Prens
Sabahattin
bu yanlılığı o denli ileri götürüyordu ki, 1902’de Paris’te
yapılan Birinci Jön
Türk
Kurultayı’nda
“İngilizler’in
yardımıyla Abdülhamit’e karşı askeri darbe düzenlenmesi”ni19
ısrarla
savundu, Kurultay’ın
bu yönde karar alması için yoğun çaba harcadı ve Kurultay’a
Rum,
Ermeni, Arap azınlıklar adına katılan delegelerin desteğini
alarak bu kararı çıkardı.20
Batının
yüz yıl önce Prens
Sabahattin
aracılığıyla gündeme getirdiği “ademi
merkeziyetçilik”
günümüzde, “kamu
yönetimi reformu”
adıyla yine gündemdedir. Atatürk’ün
ulusal bağımsızlık döneminde önlenen bu girişim, dün de bugün
de aynı amaca yöneliktir. Sabahattin;
yönetim
yetkisinin merkezden alınarak yerel yönetimlere devredilmesini,
bunun için etnik kökenine bakılmaksızın tüm
yurttaşları kapsayan belediye ve il genel meclislerinin
oluşturulmasını ve bu meclislerde, azınlıkların nüfusu
oranında yer almasını istiyordu.
Ona
göre, merkezi yönetim
yalnızca vali, kaymakam (mutasarrıf), defterdar
ve mahkeme başkanını atayabilmeli, bunlar dışındaki eğitim,
sağlık, kültür alanlarında görev alacak kişiler yerel
unsurlardan oluşmalı, merkezi hükümet bunların çalışma ve
atamalarına karışmamalıydı. Yerel yönetimler kendi
denetimlerini kendileri yapmalı, Osmanlı uyruklular arasında
ayrıcalıklı etnik küme (Türkler
kastediliyor)
bulunmamalı, jandarma örgütünde her azınlık kümesi yer
almalıydı.21
Kilisenin
Desteği
Prens
Sabahattin,
büyük ülke yetkililerince olduğu kadar, belki de ondan daha çok
Katolik Kilisesi tarafından desteklendi. Kendisi de o çevrelere çok
yakındı. Bir Katolik papazı 1906’da yazdığı Constantinople
aux Derniers Jours d’Abdul Hamid
adlı kitapta, Abdülhamit’i
yeriyor, Sabahattin’i
ise yüceltiyordu.22
Prens,
2 Eylül 1908’de İstanbul’a geldiğinde, Hıristiyan topluluklar
tarafından coşkuyla karşılanmıştı. “Özellikle
Rumlar onu bir kahraman olarak kabul ediyor ve desteğini kaybetmemek
için büyük çaba harcıyordu.”23
4
Eylül’de, yani ülkeye dönüşünden yalnızca iki gün sonra,
Fener Rum Patrikhanesi’nin iki temsilcisi onu ziyaret etmiş ve
Patrik
Joachim Efendi’nin
iyi dileklerini iletmişti.24
Prens
Sabahattin’in
Batıcılıktaki
aşırılığı ve Hıristiyanlara yakınlığı, Türk yazarlarınca
olduğu kadar Avrupalı yazarlarca da ele alınıp işlenmiş bir
konudur. Ernest
Ramsauer,
Prens’in Kilise tarafından kullanıldığını ileri sürer.25
Türk
yazar Bahattin
Şakir
Bey,
yaptığı eleştiride, Sabahattin’in
Hıristiyan azınlıklara verdiği aşırı değeri konu eder ve
şunları söyler: “Sabahattin
Bey, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Hıristiyan unsurları o kadar
dev aynasında görüyor ki, yazdıklarını okurken insan Tatavla’yı
Paris, Kumkapı’yı Londra sanıyor (Tatavla
ve Kumkapı, o dönemde Hıristiyanlar’ın yoğun olarak yaşadığı
İstanbul semtleri y. n.).”26
Devlete
Karşıtlık
Devlet’e
ve devlet yöneticilerine karşı sert eleştirilerde bulunmak, Jön
Türkler’in
ortak özelliğidir. Ancak Prens
Sabahattin’in
bu konudaki yargıları, eleştiriden çok aşağılama
niteliğindedir.
Ahmet
Rıza Bey,
“devlet
işlerinin, tembel Osmanlı görevlilerinden alınarak uzmanlara
verilmesini”
istemişti.
Mizancı
Murat,
“asalak
saray bürokrasisinden”
söz ederek27,
devletin bunlardan arındırılmasını istemişti.
Prens
ise şunları söylüyordu: “Yönetim
gücünü elinde bulunduran o arsızlar kafilesi, kişinin ortaya
çıkardığı her yüce değere hayvanca saldırıyor, ta ki
despotluğun zulmü altında hiçbir baş kalmasın, milletin bütün
fertleri aynı düzeyde olsun.”28
İhanet
Eylemleri
Prens
Sabahattinciler,
Kürt ve Arap bölgeleri başta olmak üzere örgütlenebildikleri
yerlerde çalışmalar yaptılar ve halkı ayaklanmaya çağırdılar.
1906’da Kastamonu’da gösteriler düzenlediler, Trabzon ve
çevresinde İngiliz hayranlığını yaydılar.
Buradaki
çalışmaları Kurtuluş
Savaşı
sonuna dek sürdürdüler. Trabzon
ve Havalisi
Ademi
Merkeziyet Cemiyeti,
Erzurum
Kongresi’ne
katılan Trabzon,
Sürmene,
Giresun
ve Tirebolu
delegeleri aracılığıyla 22 maddelik bir rapor sundu. Bu raporda;
“Türk
ırkının, yaradılış olarak en kolay kabul edeceği uygarlığın
Anglo-Sakson uygarlığı”
olduğu söyleniyor ve “Doğu
Anadolu illerinde, bu uygarlığı temsil eden milletlerin yol
göstericiliği ve yardımı”
isteniyordu.29
1906-1908
döneminde, özellikle Doğu Anadolu’da ortaya çıkan
ayaklanmaları Sabahattinciler’in
düzenlediğine yönelik savlar vardır. E.Ramsauer,
1907 Erzurum ayaklanmasıyla “Sabahattinci
örgütlerin ilişkisi olduğunu”
ileri sürer.30
Teşebbüsi
Şahsi Ademi Merkeziyet Cemiyeti’nin
Erzurum Şubesi’ni açan Hüseyin
Tosun Bey,
“söylemden
eyleme
(nazariyattan fiiliyata) geçmek
için”,
Prens
Sabahattin’in
onayını alarak, Kafkasya üzerinden Erzurum’a gelmiş ve “hayvan
vergisini gerekçe yaparak”
karışıklıklar çıkarmış, silahlı eylemlerde bulunmuştu.31
Ermenilere
Destek
Prens
Sabahattinciler’in
Erzurum’da ayaklanma çıkarabilecek güce ulaşması nedensiz
değildir. Merkezi yönetim işleyişini yadsıyarak yerel
yönetimcilik’i
savunan bu küme, azınlıklar içinde en büyük desteği
Ermeniler’den alıyordu ve yöre Ermeni nüfusun bol olduğu bir
bölgeydi.
“Anadolu’da
Ermeni guruplarla birlikte propaganda hareketine girişen topluluk,
propagandasında, cemiyetin 1907 kongresinde karara bağlanan
programına dayanıyor ve yörede gittikçe artan bir başarı...”
sağlıyordu.32
Avrupa’da
yayın yapan bazı Jön
Türk
gazeteleri, 1907 yılında Erzurum ve Van yöresinde silahlanan
Ermeniler’in hükümetçe tutuklanması üzerine olaya tepki
gösteriyor ve “silahlanmanın
tutuklamalar için bahane”
olduğunu, tutuklamaların yörede “yerel
ve temsili düzen isteyen Ermenilere”
yöneldiğini ileri sürüyordu.33
Sabahattincilerin,
31 Mart 1909 gerici ayaklanmasıyla da ilişkileri vardır.
Ş.S.Aydemir,
“İngiliz
yanlısı Prens Sabahattin’in ayaklanmadan, önceden haberi
olduğu”nu34,
Ecvet
Güresin,
İngilizler’in Derviş
Vahdeti
ve Volkan
gazetesine yardım ettiğini söyler.35
İttihatçılar’ın
en ünlü üç isminden biri olan Cemal
Paşa,
“Mahmut
Şevket Paşa’nın öldürülmesi ve İttihat ve Terakki’ye
komplolar hazırlanmasında”,
“İlgiltere’nin
İstanbul Büyükelçiliği baş çevirmeni Fritz Maurice ve Ateşe
Tyrell’in parmakları olduğunu”
bunun hükümet soruşturmaları sırasında açığa çıktığını
açıklar.36
Jön
Türklerin Yazgısı
Jön
Türkler,
dağılma sürecine giren İmparatorluğun “varlığını
ve bütünlüğünü sürdürmek amacıyla”37
ortaya
çıkan insanlardı. Amaçlarına, anayasaya dayalı meclislerle ve
Batılılaşarak ulaşacaklarına inanıyor ve inançlarının doğal
sonucu, Abdülhamit
yönetimine karşı çıkıyorlardı. Abdülhamit’e
karşıtlık, onların varlık nedeniydi.
Giriştikleri
savaşımın kapsamına uygun bilgi ve bilinçle donanmadıkları
için, kimi zaman amaçlarıyla çelişen durumlara düştüler.
Devleti kurtaralım derken devlete daha çok zarar verdiler.
Abdülhamit’e
her
koşulda karşıtlık
onları, devlete karşıtlıkla bütünleşen ve ister istemez büyük
devlet politikalarının dümen suyuna götüren acıklı bir duruma
düşürdü; en azından bir bölümünü, nesnel ya da öznel
olarak, büyük devletlerin işbirlikçisi durumuna getirdi.
Gerçeği
Yaşayarak Görmek
Jön
Türkler,
özellikle 20.yüzyıl başlarında, bilinç yoluyla göremedikleri
kimi gerçekleri, yaşayarak öğrendiler. Bir bölümü el
yordamıyla da olsa İmparatorluğun, bütünleşmek istenilen Batı
tarafından yıkılmakta olduğunu artık görmeye başlamış.
Batı
karşıtı söylemler ve Türk ulusçuluğu, acılı olaylar ve
toprak yitikleri yaşanan bu dönemde ortaya çıktı. Ancak, yine
bilinç eksikliğinin yol açtığı, bir başka yanlışa düşüldü.
Soyut bir kavram olarak Batı’dan
yana olmak
yerine bu kez, emperyalist bir çatışmaya hazırlanan büyük
devletler arasında seçim arayışına gidilerek, bu devletlerden
birine yanaşılması gerektiği söylendi.
Bu
kez, “Avrupalı
devlerin”
neyi paylaşamadıklarını ve çatışma nedeninin ne olduğunu
bilmiyorlardı. Sömürgecilik ve kapitalist emperyalizm, ekonomik ve
tarihsel dayanaklarıyla incelenmemiş, uluslararası ilişkilerin
gerçek niteliği kavranamamıştı.
DİPNOTLAR
- “Jön Türkler ve Araplar” Hasan Kayalı, Tar.Vak.Yurt Yay., 2.Bas.-2003, sf.4
- Büyük Larousse, Gelişim Yay. 10.Cilt, sf.6114
- a.g.e. sf.6114
- “Ali Suavi ve Çırağan Sarayı Vak’ası”, İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Belleten, VIII (1944) sf.71 ve 111; ak. Prof Şerif Mardin, “Jön Türkler’in Siyasi Fikirleri” İletişim Yay., 9.Baskı-2002, sf.32
- Büyük Larousse, Gelişim Yay. 1.Cilt, sf.387
- “Layiha” Ahmet Rıza, sf. 7; ak. Şerif Mardin, “Jön Türklerin Siyasi Fikirleri” İletişim Yay., 9.Baskı-2002, sf.181, 213
- “Mukaddime” Meşveret, Ahmet Rıza, 13 Cemaziyulahir 1313, sf.1; ak. a.g.e. sf.190-191
- “La Constitution et le Peuple Ottoman” Halil Ganem, Mechveret, 15.09.1889, sf.4; ak. a.g.e. sf.212
- “L’Inaction des Jeunes Turces” Ahmet Rıza, Mechveret, 01.12.1902, sf.1, a.g.e. sf.213
- “The Young Turks” Ramsauer sf.38; ak. a.g.e. sf.117
- “Mebahis-i Edebiye” Mizan, 13.Sefer 1304; ak. a.g.e. sf.114
- “Jön Türklerin Siyasi Fikirleri” Prof. Şerif Mardin, İletişim Yay., 9. Bas.-2002, sf.109
- a.g.e. sf.132
- “Müdahatât-ı Ecnebiyeyi Men İçin En Kısa Tarik” Mizan, 18 Ramazan 1304; ak. s.g.e. sf.111
- “İmtiyazât-ı Ecnebiye” Mizan, 10 Recep 1305; ak. a.g.e. sf.111
- “Avrupa’dan İlk Sadalar” Mizan, 12 Ramazan 1305; ak. a.g.e. sf.111
- “Jön Türklerin Siyasi Fikirleri” Prof. Şerif Mardin, İletişim Yay., 9. Basım-2002, sf.111-112
- “Jön Türklerin Siyasi Fikirleri” Prof. Ş.Mardin, İletişim Yay., 9. Bas.-2002, sf. 287
- Büyük Larousse, Gelişim yay., 15.Cilt, sf.9562
- a.g.e. 10.Cilt, sf.6114
- a.g.e. 1.Cilt, sf.96
- “The Young Turks” Ramsauer sf. 88; ak. Prof.Ş.Mardin “Jön Türkler’in Siyasi Fikirleri” İletişim Yay., 9.Basım-2002, sf.289
- “Prince Sabaheddin” The Times 05.09.1908, sf. 5; ak. Aykut Kansu “1908 Devrimi” İletişim Yay., İstanbul-1995, sf.262
- “Prince Sabaheddine” The Levant Herald and Eastern Express, 05.09.1908, sf.1; ak. a.g.e. sf.262
- “The Young Turks” Ernest Ramsauer, sf. 88; ak. Prof.Şerif Mardin “Jön Türklerin Siyasi Fikirleri” İletişim Yay., 9.Bas.-2002, sf.288
- “Sabahattin Bey’e Cevap” Şurayı Ümmet, 01.06.1907, sf. 2; ak. a.g.e. sf.289
- “Jön Türklerin Siyasi Fikirleri” Prof.Ş.Mardin İletişim Yay., 9.Bas.-2002, sf.292
- “Terbiye-i Milliye” Prens Sabahattin, Terakki, Haz. 1908, sf.3; ak a.g.e. sf.292
- “Milli Kurtuluş Tarihi” D.Avcıoğlu, İst.Mat., 1. Cilt, İst.-1974, sf.214
- “1908 Devrimi’nin Halk Dinamiği” H.Zafer Kars, Kaynak Yay., 2.Bas.-1997
- a.g.e. sf.49
- “Jön Türkler ve 1908 İhtilali” E. Ramseur, İst.-1972, sf.150; ak. a.g.e. sf.45
- “Mechveret”, 1 Mart 1908 no: 197, sf. 3; ak. a.g.e. sf.45
- “Enver Paşa” Ş.S.Aydemir, Remzi Kitabevi, 2.Cilt, sf.254; ak. a.g.e. sf.60
- Ecvet Güresin, Cumhuriyet 29.04.1968, a.g.e. sf.60
- “Cemal Paşa Hatıraları” Cemal Paşa, sf.112; ak. a.g.e. sf.60
- “Jön Türk Modernizmi ve Alman Ruhu” Mustafa Gencer, İletişim Yay.-2003, sf.45
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder