23 Mart 2015 Pazartesi

KURTULUŞ SAVAŞ’INDA İÇ SAVAŞ


Vahdettin, Kurtuluş Savaşı’nı bastırmak için; hükümet olanaklarını, fetvaları ve Anlaşma (İtilaf) Devletleri’nin desteğini kullandı. Tinsel (manevi) dayanağı, Halifelik ve buyruğu altındaki fetva makamı Şeyhülislam, siyasi dayanağı ise İngiltere’ydi. Ağır suçlamalar içeren çok sayıda fetvada; Yunanlılara karşı savaşan millicilerin kafir, milli güçlere karşı savaşanların ise gazi ve şehit olacağı ileri sürülüyordu. “Halifeliğe karşı gelenlerin dinden imandan çıktıkları” bunların şâki (eşkıya) sayıldığı, “Kuran hükümlerine göre öldürülmelerinin vacip (yapılması zorunlu) olduğu” bildiriliyordu. Fetvalar, İngiliz ve Yunan uçakları, bağlaşık (müttefik) torpidoları, konsolosluklar, Rum ve Ermeni örgütleri, Fener Patrikhanesi’nin papazları tarafından ülkenin her yerine dağıtılıyordu. Teali İslam (İslamı Yüceltme) adlı bir “hocalar örgütü”, yayınladığı bildiride, “Yunan ordusunun hilafet ordusu sayılması gerektiğini” söylüyordu.


İç Ayaklanmalara Önem Vermeliyiz”


İngiltere’nin İstanbul Büyükelçiliği’nde görevli, Baştercüman Ryan Londra’ya 23 Eylül 1920’de gönderdiği raporda; “Yunanlılar ölçüsüz ödünler istiyor, millicileri ezmek için bu ödünleri vermek yerine, iç ayaklanmalara daha çok önem vermeliyiz” diyor ve önerisine gerekçe oluşturmak üzere şu düşünceleri ileri sürüyordu: “Müttefikler, milliyetçilerin haklı olduklarını kabul etmek ya da onlarla savaşı göze almak arasında bir seçim yapmak zorundadır. Milliyetçi liderlerle mücadele için üç yol vardır: Müttefiklerin doğrudan harekete geçmesi, Yunanlılar’ın daha çok kullanılması ya da Sevr’i olduğu gibi kabulden yana Türklerin kullanılması. Müttefiklerin doğrudan askeri harekata girişmesi söz konusu olamaz... Anadolu içlerindeki bir macera için para ve asker harcamaya hükümetler niyetli değildir. Yunanlılar’ın daha çok kullanılması da mümkün görünmemektedir. Bu durum karşısında Sevr Anlaşması’nın olduğu gibi kalmasını istiyorsak, bunun için tek yol, gönüllü Türk unsurlarını kullanmaktır. Aslında İstanbul Hükümeti de bizden bunu istemektedir.”1

Kediyle Dövüşmek İçin Bir Kedi Bul”

Baştercüman, görüşlerinde kendi açısından haklıydı. Büyük Savaştan yeni çıkan Anlaşma Devletleri, savaşacak durumda değildi. Yunanlılar’ın Batı Anadolu’dan başka, İstanbul’dan Pontus’a dek uzanan istekleri bitmek bilmiyordu. İşbirlikçileri harekete geçirerek Türkler’i birbirine kırdırmak ’ucuz ve zahmetsiz’ bir yoldu. Sömürgeciliğin ilk dönemlerinden beri kullanılan ve “bir kediyle dövüşmek için, bir kedi bul!”2 diye tanımlanan yöntem, yüzyıllardır denenmiş, en sağlam ve güvenilir yoldu.
Türkiye’de, para ve silahla desteklenen bir çatışma ortamı yaratılmalı, iç savaşa dönüştürülecek bu çatışmayla, ‘ulusçu önderlerin’ önü kesilmeliydi. Bu iş için, hem devlet başkanı, hem ‘ruhani önder’ olan Padişah büyük bir olanaktı. Çünkü, İstanbul’da “umutlarımı, Allah’tan sonra İngiltere’ye bağladım” diyen bir padişah vardı.3

İç Savaş

Öneri kabul gördü ve Anadolu’yu kan gölüne çeviren acımasız bir ayaklanma başladı. “Kurnaz ve korkak, ama aptal olmayan”4 Vahdettin; millicilerle uzlaşıyor görünerek İstanbul’da meclis toplama girişiminde olduğu gibi, adını ve makamını doğrudan ortaya koymadan, halifelikle somutlaşan manevi gücünü kullanarak iç savaşı başlattı.
Ulusçuları kendisinin siyasi rakipleri gibi değil; saltanat geleneklerine, “devlete ve Allah’a düşman inançtan yoksun başkaldıranlar” olarak tanıtacak, halktan “öbür dünyadaki yaşamlarını sonsuza dek kurtarabilmeleri için” bu “başkaldıranlarla” savaşmalarını isteyecekti.5
Bu iş için; hükümet olanaklarını, fetvaları ve Anlaşma Devletleri’nin desteğini kullandı. Tinsel dayanağı, Halifelik ve emri altındaki fetva makamı Şeyhülislam, siyasi dayanağı ise İngiltere’ydi. Ağır suçlamalar içeren çok sayıda fetva yayınlattı.

Fetvalar

Fetvalarda, Yunanlılara karşı savaşan millicilerin kafir, milli güçlere karşı savaşanların ise gazi ve şehit olacağı ileri sürülüyordu.6 “Halifeliğe karşı gelenlerin dinden imandan çıktıkları” bunların şâki (eşkıya) sayıldığı, “Kuran hükümlerine göre öldürülmelerinin vacip (yapılması zorunlu) olduğu” bildiriliyor ve şunlar söyleniyordu: “Eşkıya (Kuvayı Milliyeciler y.n.) ile savaşmaya gönderilen mücahitler, eğer çarpışmadan çekinir ya da firar ederlerse en büyük günahı (günah-ı kebire) işlemiş olacaklar, dünyada büyük sıkıntılar (tâzir-i şedide), ahirette büyük acılar (âzab-ı elîme)müstahak olacaklardır.”7
Fetvalar, İngiliz ve Yunan uçakları, bağlaşık torpidoları, konsolosluklar, Rum ve Ermeni örgütleri, Fener Patrikhanesinin papazları tarafından ülkenin her yerine dağıtılıyordu. Teali İslam (İslamı Yüceltme) adlı bir “hocalar örgütü”, yayınladığı bildiride, “Yunan ordusunun hilafet ordusu sayılması gerektiğini” söylüyordu.8
Şeyhülislam Dürrüzade Abdullah, fetvasında: “Suçlu Mustafa Kemal’dir. Sevgili Padişahı ile sadakatli milletin arasına giren odur. O olmasa galip devletler de, devlet ve milletimizden merhamet ve lütuflarını esirgemeyeceklerdir. Mustafa Kemal’i yok edin, Kuvayı Milliyecileri katledin. Bu bir cihattır. Din ve Padişah yolunda ölenler şehit, kalanlar gazidir...” diyordu.9

Bilgisizlik ve Bağnazlık

Olaylar, başlangıçta İngilizler’in ve Padişah’ın umduğu gibi gelişti. Ulusal direniş, ülkenin tümünde kabul görüp güçlenirken, Türkiye birdenbire denetimsiz bir yeğinliğin (şiddetin) içine girdi. Bilgisizlik ve bağnazlığa dayanarak din adına yapıldığı söylenen öldürme eylemleri, işgalcilere yarar, ülke savunucularına büyük zarar verdi.
Gazi olduğunda para alan, ‘şehit’ olursa cennete gideceğine” inanan toplumun en geri unsurları, kendilerini güçlü gördükleri her yerde; vurdular, kırdılar, öldürdüler ve işkence ettiler. Güçten düşmüş askeri birlikleri tutsak ediyor, genç subayları “taşlayarak öldürüyor” ya da “çarmıha geriyorlardı.”10
Aynı işi yapan Yunan Ordusu ilerlerken, Fransızlar Güney’i “kan gölüne çevirirken”, yerli Rumlar Batıda, Ermeniler Doğuda yakıp yıkarken, İngilizler kimi Kürt aşiretlerini kışkırtırken; kendisine Hilafet Ordusu diyen gericiler, ölçüsüz bir saldırganlıkla, soydaşlarını ve dindaşlarını, gözünü kırpmadan öldürüyor, ulusal direniş bitirmeye çalışıyordu. “Kasabalar kasabalara, aileler ailelere, kardeş kardeşe, baba oğula düşmüştü”11; “Türk Türkü boğazlıyordu”. Anadolu, insanlarının büyük acı çektiği, belki de en karanlık dönemini yaşıyordu.

İlk Hedef; Subaylar

İngiliz-Padişah yönlendirmesinde Hilafet adına ayaklananlar, bilinçli bir biçimde, Kuvayı Milliyeyi örgütleyerek ulusal direnişe yön veren öncü subayları hedef almıştı. Genellikle başıbozuk topluluklar halinde saldırıyorlardı ancak Kuvayı Milliye’nin güçlenmekte olduğu önemli yerlerde kime, nasıl ve ne zaman saldıracaklarını da çok iyi biliyorlardı. Mustafa Kemal’in “bütün yurtta çok hazırlık yapıldı” dediği12 dış destekli ayaklanmalar, doğrudan ulusal direnişi öndersiz bırakmaya yönelmişti. Bu yöneliş doğrultusunda birçok cinayet işlediler, çok sayıda millici önder öldürdüler.13

Öldürmeler

Atatürk’ün Nutuk’ta, vicdani görev olduğunu söyleyerek bilgi verdiği, İzmit’in ünlü direnişçisi Yahya Kaptan, 10 Ocak 1920’de, (sarıldığı köyün yakılma tehdidi üzerine) teslim olmasına karşın, Padişahçı birlikler tarafından öldürüldü.14
Bu cinayet, Kuvayı Milliye’ye karşı başlatılacak genel saldırının ilk işaretiydi.15 İki ay sonra, 13 Mart 1920’de, Mustafa Kemal’in Nutuk’ta “yiğit bir arkadaşımız” diye tanımladığı16 ve Akbaş cephaneliğini basarak büyük miktarda silahı Anadolu’ya gönderen Edremit Kaymakamı Köprülü Hamdi Bey, Biga’da işkence edilerek öldürüldü. Aynı gün, 21 Kuvayı Milliyeci şehit edildi.17
TBMM’nin açılmasından bir gün önce 22 Nisan’da 24.Tümen Komutanı Albay Mahmut Bey18, Kurmay Subay Yakup Sami, Levazım Başkanı Rıfkı Bey, Hendek’te Abaza çeteleri tarafından şehit edildiler.19 Düzce’de; Teğmen Ruhsar, Binbaşı İhsan, Yarbay Rahmi ve Yarbay Arif Beyler, aynı biçimde yaşamlarını yitirdiler.20
Bolu’da hastanede yatan yaralı subaylar yataklarından sürüklenip sokakta “başları taşla ezilerek” öldürüldü.21 Ankara’nın dibine, Ayaş Beli’ne dek gelen ayaklanmacılar “halkla görüşmeler yapmak için gönderilen” iki subayı taşladılar, “yarı ölü vaziyette hapishaneye sürüklediler” daha sonra “idam edilmek üzere” İstanbul’a gönderdiler.22
Konya’da Delibaş Mehmet’in adamları, Mustafa Kemal’in yolladığı bir subayın önce “tırnaklarını söktüler”, sonra “kol ve bacaklarını kestiler”.23 İzmit-Bandırma bölgesinde etkili olan ve kendilerine Muhammet’in Ordusu (Kuvayı Muhammediye) adını veren Ahmet Anzavur güçleri, yakaladıkları Kuvayı Milliyecilerin tümünü öldürüyordu. Çerkez asıllı, okuma yazma bilmeyen Anzavur koyu bir Müslüman olduğunu ileri sürüyor, “koynundan Kuran’ı eksik etmemek” ve “din düşmanlarını diri diri incir ağaçlarına astırmakla” övünüyordu.24

Ayaklanma Yayılıyor

1919’un son aylarından 1921 kışına dek geçen yaklaşık bir yıl içinde ve 34 bölgede25, ulusal direnişi hedef alan 60 ayaklanma ortaya çıktı.26 Bu ayaklanmalardan Marmara’nın Güneyinde; Bandırma, Gönen, Susurluk, Kirmasti (Mustafa Kemal Paşa), Karacabey ve Biga: Doğu Marmara’da; İzmit, Adapazarı, Düzce, Hendek, Bolu ve Gerede; Ankara’nın hemen Batısında Nallıhan ve Beypazarı: Ankara’nın Güneyinde; Konya, Ilgın, Kadınhan, Karaman, Seydişehir ve Koçhisar: Ankara’nın Kuzeyinde; Ümraniye, Refahiye, Zara, Hafik ve Çorum: Ankara’nın Doğusunda; Yozgat, Yenihan, Boğazlıyan, Zile ve Erbaa en önemli ve çekinceli (tehlikeli) olanlarıydı.
Atatürk, gerici ayaklanmalar için Nutuk’ta şöyle söyler: “Kargaşa ateşleri bütün ülkeyi yakıyor; hıyanet, cehalet, kin ve taassup dumanları bütün vatan semalarını koyu karanlıklar içinde bırakıyordu. Ayaklanma dalgaları, Ankara’da karargahımızın duvarlarına kadar çarptı. Karargahımızla şehir arasındaki telefon ve telgraf tellerini kesmeye kadar varan, kudurgan bir saldırış karşısında kaldık.”27

İdam Cezaları

Ülkelerini kurtarmak için öne atılan bir avuç yurtsever, gerçekten “kudurgan bir saldırı” karşısında kalmıştı. Karargah olarak kullanılan Ankara dışındaki Ziraat Mektebi’ni koruyacak bir askeri güç yoktu. Millici önderlerin hemen tümü, İstanbul 1. Sıkıyönetim Mahkemesi’nce idama mahkum edilmişti.
Önce, 11 Mayıs 1920’de Mustafa Kemal ve sonraki 15 gün içinde; Fevzi (Çakmak), Ali Fuat (Cebesoy), İsmet (İnönü), Ahmet Rüstem, Bekir Sami, Celalettin Arif, Kara Vasıf, Yusuf Kemal, Ankara Müftüsü Rıfat (Börekçi), Fahrettin (Altay), Adnan (Adıvar) ve (Türk tarihinde ilk kez bir kadın) Halide Edip (Adıvar) aynı cezaya çarptırıldılar.28 Bu insanlar, tüm olanaklarıyla ülkenin her yerinde ilerleyen işgal ordularını durdurmaya çalışıyorlar, herhalde bütün bir milletin ‘şerefini temsil eden’ bir ‘namus savaşı’ yürütüyorlardı.

Sarılmışlık

Ülkenin her yerinden gelen haberlerin tümü, “artık silah sesleri bile duyulan” ayaklanmaların yaklaşması kadar kötüydü. Yunanlılar “geçtikleri yerleri yakarak, insanları katlederek”29 ilerliyordu. Fransızlar Ermenilerle birlikte Güney’i kan gölüne çevirmişti. İngiliz ajanlar Padişah’ın adamlarıyla birlikte “Kürtler’i ayaklandırmaya” çalışıyordu. İç savaş, “her yanı kuşatmış, onları yutmak üzereydi.”30 Telgraf ve telefon hatları kesilmişti. Sivas’a gidilmesi düşünülüyordu.31

En Sıkıntılı Günler”

Mustafa Kemal, Ş.S.Aydemir’in söylemiyle, “hayatının en mihnetli (sıkıntılı, çileli y.n.) günlerini”32 yaşamaktadır. Ayaklanmalarla çevrili Ankara’ya sıkışmıştır; elinde ciddi bir güç yoktur. Karşı çıktığı emperyalist ittifak, onu ve yaratmak istediği ulusal hareketi ezmeye kararlıdır. Saray başta olmak üzere tüm işbirlikçiler, ayrılıkçı azınlıklar ve Batının mali-askeri olanakları harekete geçirilmiş, Ankara hedefe konmuştur.
Aydemir, o günleri Tek Adam adlı yapıtında şöyle anlatır: “Ankara dışında bir tepenin üzerinde iki katlı, soğuk ve çıplak mektep binasına kapanarak, gece gündüz didinen, çaba harcayan bu Tek Adam, o günlerde, denebilir ki, kaderiyle tek başına boğuşuyordu. Ne askeri, ne ordusu vardır. Dünyanın en büyük devletlerine karşı çıkmıştır. Padişah onu asi ilan etmiş, başını getirene ödül koymuştur. Anzavurlar, Gavur İmamlar, Saray’a cariye satarak şereflenen Gürcü, Abaza, Çerkez beyleri ayaklanmışlardır. Yerli-yabancı casuslar ortalıkta kol gezmekte, her taşın altında bir yılan kaynamaktadır... Hilafet Ordusu’nun bildirilerini, isyan bölgelerinde; İngiliz konsoloslar, Ermeni doktorlar, Rum komitacıları dağıtmaktadır. 1909’da ‘mektepli keseceğiz’ diyen 31 Mart kaçkını Kör İmam, ‘millici keseceğiz’ diyerek yine sahnededir. Ankara Ziraat Mektebi’ne dört yandan, azgın bir kin ve düşmanlık dalgası gelmektedir.”33

Yalnız ve Kararlı

Umutsuz gibi görünen koşullara karşın, belirlediği yolda yürüdü. Komutası ve ordusu olmayan bir paşa, parası ve gücü olmayan bir örgüt önderiydi. Ülkeyi, “yabancıların boyunduruğundan kurtarmak ve bağımsızlığını kazandırmak için”34 büyük bir işe girişmişti; ancak, şu anda sarılmış durumdaydı. İnanç ve kararlılığından başka bir şeyi yoktu.
Türkiye iç savaşla kana bulanmış ve geleceği hiçbir zaman olmadığı kadar yabancıların insafına kalmıştı.”35 Ölüme mahkum edilerek, başına ödül konmuş bir “asiydi”. Dışardan bakan bir göz, uğruna yaşadığı ve bir ömür boyu emek verdiği özlemlerinin tümünün sona erdiğini sanabilirdi.36 Kurtuluş’tan sonra söylediği; “Ben Erzurum’dan İzmir’e, bir elimde silah, bir elimde sehpa, öyle geldim”37 sözlerinde çok haklıydı; bu söz, o günlerin koşullarıyla tam olarak örtüşüyordu.

Canlı ve Çalışkan

En güç koşulda bile, ertesi gün zafere ulaşacakmış gibi çalışıyordu. Ziraat Mektebi’nin koridorlarında her zaman devinim (hareket), odalarında sabaha dek ışık vardı. Zamanının çoğunu telgraf odasında geçiriyordu. Bilgi alıyor, buyruklar veriyor, yazıyor, yanıtlıyor ve kendisini görmeye gelenlerle konuşuyordu. Üzüntü ve kaygılarını gizleyerek arkadaşlarına güç veren konuşmalar yapıyor, kimi zaman şakalaşıyor ya da öfkesini bastırarak her gelişmeyi onlarla birlikte değerlendiriyordu.
Yüksek bir derişim (konsantrasyon) gücüne sahipti; her zaman canlı ve çalışkandı. Ondaki canlılık, sanki görünmez aktarımlarla, ülkenin her yanında direnen millicilere yayılıyor, onlara güç ve kararlılık veriyordu. O günün koşullarını, Halide Edip (Adıvar) şöyle anlatır: “Genellikle birkaç saat uyuyabilmek için sabahın erken saatlerinde odalara çekilirdik. Fakat uyumak mümkün olmazdı. Hilafet Ordusu mensuplarının ne zaman bizim yerimizi de basıp, yatağımızda bizi boğazlayacağını tahmin edemiyorduk. Hepimiz yorgunluktan bitkin haldeydik. Mustafa Kemal Paşa’yı o günlerdeki kadar yorgun, üzgün ve bazen de ümitsiz görmüş değilim.”38

Soylu Kurt”

Armstrong’un söylemiyle, “köşeye sıkışmış soylu bir kurt gibi”39 dövüşüyordu. Yapılan hiçbir ihaneti unutmuyor, zamanı geldiğinde hesabı sorulmak üzere “bir kenara yazıyordu.” Türk tarihinden gelen devlet geleneklerine bağlı kalarak, vatana ihaneti asla affetmiyor, ulus düşmanlarına acımanın “insanlık değil, insanlık değerlerini yitirmek”40 anlamına geldiğini söylüyordu.
Düşünce ve eyleminde başarısızlığa hiç yer yoktu. Başarısız olursa ne yapacağını soran yabancılara, başarısızlık gibi bir sonucun söz konusu olamayacağını söylüyor; “Yaşamı ve bağımsızlığı için kendini adamayı göze alan bir ulus yenilemez, yenilgi ulusun ölümü demektir” diyordu.41
Önce, “Ankara’yı çevresindeki asi kıskacından” kurtardı. Hızlı davranan, vurucu gücü yüksek milis güçlerine ve elde kalan askeri birliklere dayanan birkaç eylemceyle (harekatla) bunu başardı. Başarıyla birlikte, paraya ve yabancı desteğe dayanan Halife Ordusu, özellikle Sevr’in imzalanmasından sonra kendiliğinden dağılmaya başladı.
Padişahın isteğiyle millicilere karşı çıkmak için biraraya gelen eşraf, gerçek durumu gördü ve ayaklanmacılarla ilişkisini kesti. Hilafet Ordusu’ndaki birçok birlik savaşmayı reddetti; kimi yerlerde “gerçekleri kendilerinden gizledikleri için” komutanlarını öldürdüler.42 Padişah’ın derleme ordusu kısa bir süre içinde yok olup gitti.

Anadolu Müftüleri

Anadolu’da, il ve ilçe müftüleri bir araya gelerek, Şeyhülislam fetvalarını yadsıyan karşı fetvalar yayınladılar. Ankara Müftüsü Rıfat Efendi başta olmak üzere 153 Anadolu müftüsü çıkardıkları beş ayrı fetvada; milli mücadeleye katılmanın din ve vatan görevi olduğunu, “bu uğurda ölenlerin şehit kalanların gazi” sayılacağı belirtti. Ve İstanbul fetvalarının geçerli olmadığını hükme bağladı.43
Ulusal savaşımdan yana davranan din adamlarından Karaisalı (Adana) Müftüsü Hoca Mehmet Efendi ise fetvasında şöyle söylüyordu: “Padişah, İngilizler’e kötülük ve bela (Fecayi) aracı olmaktadır. Ona bağlılık, şeriat hükümlerine karşı çıkmaktır. Bu nedenle, dini ve ülkeyi kurtarmak için savaş meydanına atılan önderlere ve komutanlara katılmak, onların sözünü dinlemek (itaat) farz olunmuştur.”44
Ayaklanma merkezlerine İstiklal Mahkemeleri, gönderildi; işbirlikçiler, kışkırtıcılar, subayları ve Kuvayı Milliye önderlerini öldürenler yargılanarak asıldılar. Mustafa Kemal ve arkadaşlarına ölüm cezası veren, İstanbul Birinci Sıkıyönetim Mahkemesi üyeleriyle Sadrazam Damat Ferit, Vatana İhanet Kanunu gereğince idam cezasına mahkum edildiler.45 Cezalar, Anadolu’daki büyük din adamlarının fetvalarıyla onaylanarak tüm ülkeye bildirildi.46



Üç Cephede Çarpışma

İç ayaklanmalarla uğraşırken, aynı anda üç cephede; Güneyde Fransızlar, Doğuda Ermeniler, Batıda Yunanlılar’la savaştı. Rum ilerleyişini durdurdu. Maraş, Antep ve Adana’da Fransızlar’ı yendi. Maraş’ta Fransız karargahı tümüyle yok edilmişti.
Ermeniler’i sürdü, başkaldıran Kürt aşiretlerini bastırdı. Konya demiryolu çevresini İtalyan müfrezelerinden temizledi, Eskişehir’deki ana demiryolu kavşağında bulunan İngiliz birliklerini İzmit’e dek sürdü. Anadolu’da ele geçirdiği işgalci subayların tümünü tutuklattı, bunları Malta’ya sürülen milletvekillerini kurtarmak için rehin olarak kullandı.47
Bunca işi, buyruğu altındaki ‘bir avuç’ inançlı subayla birlikte başardı. Ülkeyi kurtarmaya kararlı subaylar, önce kendilerini, sonra halkı örgütlediler. Yaşamlarının son sekiz yılını cephelerde geçirerek çelikleşen ve yenilmesi güç savaşçılar durumuna gelen bu insanlar, ‘ölümüne’ yürüttükleri bir uğraş içine girmişler, engel tanımaz biçimde savaşıyorlardı. Önderlerinin kararlılığı ve savaşçılığı, onları dolaysız etkiliyor, herkes yapabileceğinden de çok şey yapmak için her şeyini ortaya koyuyordu.

Gizemli Bir Destan Kahramanı”

Mustafa Kemal adı, subayların gözünde, saygı ve sevgi duyulan bir komutandan çok öte, sanki Türk ulusunu kurtarmak için yaratılmış gizemli bir destan kahramanı, boyun eğdirilmesi olanaksız bir istenç (irade) gücüydü. Savaşı mükemmel yönetiyor, aynı zamanda bizzat kendisi büyük bir dirençle savaşıyordu.
Söz konusu savaş olduğunda, “bütün şansların hepsi” ondan yana oluyor, korku nedir bilmeyen bilinçli ataklığıyla girdiği her savaşı kazanıyordu. Bu özelliğini, yalnızca kendi subayları değil, düşman subayları da biliyordu.
Kurtuluş Savaşı yıllarında İngiliz Ordusu’nda istihbarat subaylığı yapan ve doğal olarak ulusal savaşıma karşı olan H.C.Armstrong, anılarında, Ankara’nın ayaklanmalarla sarıldığı günleri anlatırken, onun savaşçılığını da ele alır ve şunları söyler: “Mustafa Kemal sırtını duvara vererek dövüştü. Sık sık hasta oluyordu. Böbreklerindeki sorun zaman zaman büyük acılar çekmesine, sık sık ateşlenmesine yol açıyordu. Yaşamı sürekli tehlike altındaydı. Ankara çevresindeki köyler birer birer Hilafet Ordusu’na katılmaya başlamıştı. Ziraat Mektebi’nin her an basılma olasılığı vardı. Bu durumda kuşkusuz linç edilerek öldürülecekti. Nöbetçiler geceleri çevrede kuşkulu kişiler görüyordu. Bekçi köpeği Karabaş zehirlenmişti. Mustafa Kemal ve Albay Arif giysilerini çıkarmadan uyuyordu. Arif akşamları uyuyor, daha sonra Mustafa Kemal’in uyuduğu sabah saatlerine kadar nöbet bekliyordu. Avluda, dizginleri hazır, eyerlenmiş ve yalnızca kolonlarının sıkıştırılmasını bekleyen atları, bir mahmuz darbesiyle Sivas’a doğru yola koyulmak üzere hazır bekliyordu. Halide Edip, silah kullanmayı öğrenmişti; Adnan, yanında zehir bulunduruyordu. Padişahın adamlarının, yakaladıkları millicilerin tümüne yaptığı işkenceyle karşılaşmaktansa, zehiri kullanmayı yeğleyeceklerdi... Mustafa Kemal köşeye sıkışan soylu bir kurt gibi dövüştü. Ne sordu, ne merhamet gösterdi...”48

DİPNOTLAR

  1. Milli Kurtuluş Tarihi” D.Avcıoğlu, I.Cilt, İst. Mat.,-1974, sf.151-152
  2. Amerikan Gizli Belgeleriyle Türkiye’nin Kurtuluş Yılları” Orhan Duru, İş Bankası Kültür Yay., İstanbul-2001, sf.34
  3. Milli Kurtuluş Tarihi” D.Avcıoğlu, I.Cilt, İst. Mat., İst.-1974, sf.100
  4. Mustafa Kemal” B.Méchin, Bilgi Kit., Ank.-1997, sf.189
  5. a.g.e. sf.189
  6. Tek Adam” Ş.S.Aydemir, II.Cilt, Remzi Kit., 8.Bas., İst.-1981, sf.332
  7. a.g.e. sf.285
  8. Ankara’nın İlk Günleri” Y.Nadi, sf.117; ak. Ş.S.Aydemir,a.g.e.sf.286
  9. Tek Adam” Ş.S.Aydemir, II.Cilt, Remzi Kit., 8.Bas., 1981, sf.234
  10. Mustafa Kemal” B.Méchin, Bilgi Kit., Ankara-1997, sf.190
  11. Bozkurt” H.C. Armstrong, Arba Yay., İstanbul-1996, sf.100
  12. Nutuk” M.K.Atatürk, II.Cilt, T. T. K. Yay., 3.Bas., 1989, sf.595
  13. Mustafa Kemal” B. Mechin, Bilgi Kit., Ank.-1997, sf.190
  14. Nutuk” M.K.Atatürk, I.Cilt, T. T. K. Yay., 3.Bas.,1989, sf.431
  15. a.g.e sf.437
  16. a.g.e. sf.525
  17. Tek Adam” Ş.S.Aydemir, II.Cilt, Remzi Kit., 8.Bas.,1981, sf.301
  18. Türkün Ateşle İmtihanı” H.E.Adıvar, Atlas Kit., II.Bas.,1994, sf.122
  19. Milli Mücadele Anıları” A.F.Cebesoy, Temel Yay., İst.-2000, sf.401
  20. Milli Mücadelede Ayaklanmalar” General Kenan Esengin, Kamer Yay., 3.Bas., İstanbul-1981, sf.231
  21. Tek Adam” Ş.S.Aydemir, II.Cilt, Remzi Kit., 8.Bas., 1981, sf.231
  22. Bozkurt” H.C. Armstrong, Arba Yay., İstanbul-1996, sf.102
  23. Mustafa Kemal” Benoit Mechin, Bilgi Kit., Ankara-1997, sf.190
  24. Atatürk” L.Kinross, Altın Kitaplar Yay., 12. Bas., İst.-1994, sf.271
  25. a.g.e. sf.271
  26. Tek Adam” Ş.S.Aydemir, II.Cilt, Remzi Kit., 8.Bas., 1981, sf.293
  27. Nutuk” M.K.Atatürk, II.Cilt, T. T. K. Yay., 3.Bas., 1989, sf.595
  28. Türkün Ateşle İmtihanı” H.E.Adıvar, Atlas Kit., II.Bas., İst-1994, sf.114; “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, II.Cilt, Remzi Kit., 8.Bas.,1981, sf.289-290 ve “Atatürk” L. Kinross, Altın Kit.Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.267
  29. Bozkurt” H.C. Armstrong, Arba Yay., İstanbul-1996, sf.101
  30. a.g.e. sf.101
  31. Türkün Ateşle İmtihanı” H.E.Adıvar, Atlas Kit., II.Bas., 1994, sf.125
  32. Tek Adam” Ş.S.Aydemir, II.Cilt, Remzi Kit., 8.Bas., 1981, sf.219
  33. a.g.e. sf.219-220
  34. Mustafa Kemal” Benoit Méchin, Bilgi Kit., Ankara-1997, sf.194
  35. a.g.e. sf.194
  36. a.g.e. sf.194
  37. Çankaya” F.R.Atay, Betaş A.Ş. İstanbul-1980, sf.209
  38. Türkün Ateşle İmtihanı” H.E. Adıvar, Atlas Kit., II.Bas., 1994, sf.124
  39. Bozkurt” H.C. Armstrong, Arba Yay., İstanbul-1996, sf.101
  40. Milli Kurtuluş Tarihi” D.A., I.Cilt, İst. Mat., İst.-1974, sf.1732
  41. Atatürk” L.Kinross, Altın Kit. Yay., 12. Bas., İst.-1994, sf.230
  42. Mustafa Kemal” B. Mechin, Bilgi Kit., Ankara-1997, sf.196
  43. Tek Adam” Ş.S.Aydemir, II.Cilt, Remzi Kit., 8.Bas., 1981, sf.288
  44. Anadolu İnkılabı” Miralay Mehmet Arif Bey, Arba Yay., 2.Bas., sf.42
  45. Atatürk Anadolu’da” Tevfik Bıyıkoğlu, Kent Bas., 1981, sf.47
  46. Atatürk” L.Kinross, Altın Kitaplar Yay., 12. Bas., İst.-1994, sf.268
  47. Bozkurt” H.C. Armstrong, Arba Yay., İstanbul-1996, sf.105
  48. a.g.e. sf.104

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder