17 Ocak 2016 Pazar

KÜRESEL ÖRGÜT AĞI - 1 (ASKERİ ÖRGÜTLENME)



21 Şubat 1947 günü, Washington’daki İngiltere Elçiliği ABD Dışişleri Bakanlığına iki nota vererek, Yunanistan’daki askerlerini çekeceğini ve Türkiye’yle artık ilgilenmeyeceğini bildirdi. İngilizler, önceden belirlenmiş olduğu anlaşılan bu notalarla, ABD’yi dünya önderliğine çağırıyor ve Amerikalıların sorumluluk yüklenmesini istiyordu. İngiltere, Fransa, Hollanda ve Belçika; dünyanın değişik yerlerindeki askeri üslerini gönüllü olarak Amerikalılara devretti ve bu ülkeye çok yönlü stratejik kolaylıklar sağladı. Ordularını, ortak savunma örgütleri aracılığıyla ABD’nin emrine verdiler ve olanakları ölçüsünde askeri harcamalara katıldılar. Bunları yaparken, ulusçu kaygılarla herhangi bir rahatsızlık duymadılar. Yeni bir dünya kuruluyordu ve bu dünyada yerlerini almalıydılar.


Askeri Örgütlenme

ABD, 2.Dünya Savaşı süresince, ileri teknoloji içeren köklü bir silah uranına (sanayisine) ve büyük bir silahlı güce sahip olmuştu. Savaş sonrasında ordularını dağıtmadı. Avrupa ve Pasifik ağırlıklı olmak üzere, dünyanın hemen her yerine askeri birlikler yerleştirdi, üsler kurdu. Gerektiğinde sayısını hızla arttırma olanağına sahip, iki milyonluk büyük bir orduyu sürekli hazır tuttu. (1985’te 2 151 600, 2014 yılında yedeklerle birlikte 3 038 000 asker).1 Bağlaşıklarının ordularını, ortak askeri örgütler ve ikili yardım anlaşmalarıyla etkisi altına aldı.

Batının Yeni Egemeni

Dünyanın tümünü kapsayacak askeri örgüt ağının kurulup yaşatılması için, gerekli olan akçalı güç ve teknolojik olanaklar ABD’nde vardı. Onun öncülüğü tartışmasız kabul görüyordu. Kapitalist dünyanın yeni önderi oydu. Yüklendiği sorumluluğa uygun yetkiyle donatılmalıydı.
ABD’nin kapitalist dünyanın önderliğini üstlenmesi; bağlaşıklarının sorunlarını çözmek, onlara yardımda bulunmak gibi bir kaygıya dayanmıyordu. Böyle bir özgörev (misyon) yüklenmesi; dev boyutlu uranını (sanayisini), büyük akçalı gücünü ve tarımsal ürünlerini dünya pazarlarına açma gereksiniminden kaynaklanıyordu. Dünya ticaretinin serbestleştirilmesi ve mali sermaye dolaşımı önündeki engellerin kaldırılması, en başta ona gerekliydi.
ABD dış yatırımları 1914 yılında sermaye dışsatımlayan (ihraç eden) ülkelerin toplam yatırımlarının ancak yüzde 6,3’ü iken, bu oran 1960 yılında yüzde 59,1’e çıkmıştı. Aynı dönemde İngiltere’nin dış yatırımları, yüzde 50,3’den yüzde 24,5’e, Fransa’nın ise yüzde 22,2’den yüzde 4,7’ye düşmüştü.2 Bu nedenle, küresel ilişkileri geliştirecek düzenlemelerin öncülüğünü ABD’nin üstlenmesi yalnızca olağan değil aynı zamanda zorunluydu.

Silahlanma Yarışı

ABD, askeri harcamalara ve silahlanmaya bütçesinde büyük paylar ayırdı. Konvansiyonel silahlanmanın yanında, büyük bir nükleer güç oluşturdu. 1985 yılında, yalnızca Stratejik Kuvvetler buyruğunda; (ABD ordusunda Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri dışında örgütlenmiş olan dördüncü güç) 1000 adet kıtalar arası balistik füze (ICBM); herbiri on nükleer başlık taşıyan 48 adet MX Peacemaker füzesi; 241 adet uzun, 56 adet orta menzilli, nükleer bomba taşıyan uçak; 640 füze taşıyan 37 nükleer denizaltı; toplam 498 adet nükleer seyir füzesi taşıyan 4 denizaltı; Awacs erken uyarı sistemleri, 30 km. yükselebilen büyük hızlı füze uçakları ve alçak yörüngede dolaşan keşif uyduları vardı.3
ABD’nin oluşturduğu askeri güç; kimi ülke yöneticileri için güvence, kimileri için de savaşılması gereken düşmandı. 1950’lerin sonlarında Sovyetler Birliği’nin de nükleer silah üretmesi, bu konuda bir denge oluşturdu. Caydırıcılık çift taraflı işlemeye başladı.
Sovyetler Birliği dağılana dek bu denge sürdü ve bu süre içinde, dünyanın birçok yerinde, ulusal bağımsızlık savaşları ortaya çıktı. ABD, oluşturduğu büyük askeri güce karşın, caydırıcı olamadığı ulusal bağımsızlık savaşlarına, dolaylı ya da dolaysız karışmaktan çekinmedi. ABD Silahlı Kuvvetleri ve denetimi altındaki bağlaşık güçler, Yeni Dünya Düzeni’nin sigortası oldu.

Savaş Sonrası

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, ABD, İngiltere ve Sovyetler Birliği tarafından düzenlenen Yalta ve Potsdam Antlaşmalarıyla, dünyanın sınırları yeniden belirlendi. Emperyalizmin etki alanında kalan ‘hür dünyanın’ örgütlenmesine hemen başlandı. Japonya’nın başeğmesiyle ABD Pasifik’te tek egemen güç durumuna gelmişti. Bölgeye yönelik kararlar içeren, Manila ve SEATI Antlaşmalarıyla, Avustralya, Yeni Zelanda, Pakistan, Filipinler ve Tayland gibi ülkeler, birinci sınıf ‘dost ülkeler’ durumuna getirildi. Koşulsuz teslim olan Japonya ile ‘Karşılıklı İşbirliği ve Güvenlik Anlaşması’ yapıldı.
Güney Amerika’da, ABD açısından herhangi bir ciddi sorun yaşanmıyordu. Buralarda, savaş öncesinde ilişkiler geliştirilmiş, hemen tüm Orta ve Güney Amerika, ABD denetimine girmişti. Avrupa ve Ortadoğu’nun örgütlenmesi önemliydi. Bu bölge için ‘Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü’, NATO kuruldu.

Kuzey Atlantik Anlaşması Örgütü: NATO

Amaç

Batı ve Güney Avrupa ülkelerini kapsayan ve kuruluş amacı Kuzey Atlantik Bölgesinde barış ve güvenliği koruma,  dengeyi (istikrarı) ve erinci (huzuru) geliştirme olarak ilan edilen NATO 1949 yılında kuruldu.
Sovyetler Birliği’nin etkinlik alanlarını genişletip güçlenmesinden duyulan kaygı, NATO’nun dile getirilmeyen gerçek kuruluş nedeniydi. Soğuk savaş sürecini başlatan bu dönem, Sovyet karşıtlığına dayanan etkili bir yaymacanın (propagandanın) sürdürüldüğü, düşüngüsel (ideolojik) ve politik gerilimlerin arttırıldığı bir dönemdi.
Yaymacanın etkili gücüne Sovyetler Birliği’nin siyasi yanlışlıkları da eklenince, birçok ülke istek ve kararlılıkla ABD çevresinde toplanmıştı. Dünya’yı, ‘Komünizm tehlikesinden’ ve ‘Rus saldırganlığından’ kurtarmak sürekli yinelenen söylemlerdi. Her şey bu amaca bağlanmıştı.
Yaymaca öylesine yoğundu ki, bundan belki de en çok, Amerikalı yöneticiler etkilendi. 1949 yılında Savunma Bakanı James V.Forresdal, bürosunda otururken ansızın yerinden fırlayıp avazı çıktığı kadar ‘Ruslar geliyor, Ruslar geliyor’ diye bağırmaya başlamış, sekreterinin korku dolu haykırışları arasında hastaneye kaldırılmıştı. Savunma Bakanı, Washington yakınlarındaki bir ruh hastalıkları kliniğinde, ‘Rusların eline düşmemek için’ intihar etmişti.4

Katılım ve Çelişkiler

NATO, 4 Nisan 1949 günü Washington’da, ABD, Belçika, İngiltere, Danimarka, Fransa, Hollanda, İtalya, İzlanda, Kanada, Lüksemburg, Norveç ve Portekiz’in imzaladığı antlaşma ile kuruldu. 1952’de Türkiye (18 Şubat) ve Yunanistan, 1955’te Almanya, 1982’de de İspanya örgüte katıldı.
Katılan ülkelerin eşit haklara sahip olmaları, stratejik kararların ve savunma dizgelerinin (sistemlerinin) birlikte oluşturulması gibi yazılı NATO ilkeleri hep kağıt üzerinde kaldı. Örgütün karar ve işleyişini her zaman ABD çıkarları belirledi. 1957 yılında, Sovyetler Birliği, kıtalararası nükleer başlıklı füzeler üretince ABD, ortaklarının görüşlerini dikkate almadan tek başına, ‘Barış içinde birlikte yaşama’ politikasını kabul etmiş ve soğuk savaşın bittiğini ilan etmişti.
Gelişmelerden rahatsız olan Fransa ve İngiltere, Washington’a başvurarak, NATO’nun nükleer stratejisinin anlaşma hükümleri gereği birlikte belirlenmesini istedi. Ancak, doyurucu bir yanıt alamadılar. Bunun üzerine Fransa kendi nükleer gücünü oluşturma çabasına girdi ve ABD’nin Fransa’da nükleer silah bulundurmasını yasakladı. Fransa’nın isteğini engellemek için IBM ve Control, Data’ya lisans vermeyi reddetti. Bu gelişme nedeniyle Fransa, nükleer silah izlencesini (programını) bir süre durdurmak zorunda kaldı.
ABD Savunma Bakanı Robert Mc. Namara, 1962 yılında konuyla ilgili Amerikan görüşlerini açıkladı ve düşman korkutmasının gelişmesini değerlendirebilecek tek ülkenin Birleşik Devletler olduğunu, yaşamsal bulmadığı konular için kendisini tehlikeye atamayacağını açık sözlülükle dile getirdi. Bunun üzerine Fransa, askeri gücünü Akdeniz ve Atlantik NATO Birleşik Deniz Komutanlığı’ndan çekti.5 1966 yılında da askeri kanattan tam olarak ayrıldı.
Benzer bir davranışı, Türkiye’nin 1974 Kıbrıs çıkartması sonrasında Yunanistan yaptı. Ancak, Yunanistan 1980 yılında geri döndü. 1975 Yılında, Kıbrıs çıkartması sırasında, Amerikan silahlarının kullanılmış olması gerekçe yapılarak Türkiye’ye silah ambargosu uygulandı. Türkiye buna, İncirlik dışındaki Amerikan üslerini kapatarak yanıt verdi.
ABD, NATO üyesi İngiltere ve Fransa’yı, 1956 Süveyş bunalımı sırasında desteklemedi. Tersine onları, Kanal bölgesindeki askeri güçlerini çekmeye zorladı ve verdiği petrolü kesmekle gözkorkuttu (tehdit etti). Tutumu kuşkusuz, bölgeye yönelik ABD stratejisine uygun bir tutumdu. Herkesin kendini düşündüğü bir dünyada yaşanıyordu. İngiltere ve Fransa’nın Kanal bölgesindeki eylemleri ABD çıkarlarına zarar veriyordu. Sovyetler Birliği’nin 3.Dünya ülkeleri üzerindeki etkisi giderek artıyordu ve ABD bu gelişmeyi durdurmak zorundaydı.
1991 Irak savaşı sırasında bu kez, NATO üyesi Almanya ve yakın bağdaşık Japonya, ABD’yi yeterince desteklemedi, yalnızca para yardımında bulundular. Bu davranış ABD’yi kızdırdı. Arizona senatörü Jonh Mc. Cain, Japonya ve Almanya’nın katkılarını “adi bir gösteri” olduğunu belirterek yapılan para yardımının “ABD’ye yapılmış bir hakaret” olduğunu açıkladı.6

Türkiye-Yunanistan

NATO’nun iç çelişkilerine bir örnek de Türkiye-Yunanistan gerginliğidir. Sovyet yayılmacılığına karşı ortak savunma amacıyla NATO üyesi olan bu iki ülke, Sovyetler Birliği’nin artık olmadığı bir dünyada hala NATO üyesi görünmektedir ancak birbirlerinin düşmanıdır. Yunanistan, Türkiye’nin de üye olduğu bir NATO ülkesi olarak; ‘baş düşman’ Rusya’dan, ‘müttefik’ Türkiye’ye karşı kullanmak üzere S300 füzeleri almaktadır. Bu karışık ilişki, NATO’nun, ABD dışındaki üyelerin haklarıyla fazla ilgilenmediğini gösteren bir örnektir.

NATO’nun Varlık Nedeni

Harp Akademileri Komutanlığı’nın yayınladığı, Bugünün ve Geleceğin Dünya Güç Merkezleri ve Dengeleri ile Türkiye’ye Etkileri isimli kitapta NATO’nun bugünkü konumu hakkında şöyle söyleniyor: “Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla NATO büyük ölçüde, varlık nedenini yitirmiş bulunuyor. Bugün NATO’nun tek varlık nedeni Avrupa’yı Amerikan güdümünde tutmaktır. Ancak bunda başarılı olup olamayacağı çok kuşkuludur. Çünkü ‘ortak düşman’ ortadan kalkınca Birleşik Amerika ile Avrupa’nın yolları ayrılmaya başlamış görünüyor”.7
Verilen örnekler NATO’nun, söylendiği gibi üye ülkelerin ortak savunma çıkarlarını koruyan bir işleyiş içinde olmadığını göstermektedir. Dünyaya yeni bir biçim verilirken, ekonomik ve siyasi ortamın denetlenmesi için tüm dünyayı kapsayan bir askeri örgüt ağına gereksinim duyulmuş ve bunun önemli bir parçası olarak NATO kurulmuştur. Başka askeri örgütlerde olduğu gibi NATO’da da, temel olan ABD’in çıkarıdır. Başka ülkelerin çıkarları bu temele uygun olmak zorundadır.

Yeni Yöneliş

NATO, bugün kuruluş amaçlarındaki gerekçeler ortadan kalkmış olmasına karşın varlığını sürdürmektedir. Daha da ilginç olan, ‘sosyalist’ düzenleri dağılan Doğu Avrupa ülkelerinin teker teker NATO’ya alınmasıdır. Kimleri neye karşı savunacağı belli olmayan bir savunma örgütü, varlığını genişleterek sürdürmektedir.
NATO, dün olduğu gibi bugün de, üyelerinin ortak savunmasını değil; Yeni Dünya Düzeni’ni, doğal olarak da başta ABD olmak üzere yazgısını onunla bütünleştirmiş birkaç gelişmiş ülkenin çıkarlarını savunan bir askeri örgüttür. Yeni Dünya Düzeni’nin askeri örgütlerinden birisidir.
20.Yüzyılın son on yılında varlık nedenini açıklamakta zorlanan NATO, gerçek niteliğini Mart 1999’da Sırbistan’a yaptığı askeri karışma ile eylemli olarak ortaya koymuş oldu. ABD NATO’yu, her yönüyle denetleyebildiği Birleşmiş Milletler’in bile üzerine çıkarıyor ve bu örgütün; “Üye devletlerin güvenliğine yönelik tehdidin olduğu her yerde kullanılacağını” açıklıyordu.
Karışmadan bir ay sonra askeri eylemce sürerken, kuruluşunun 50.yıldönümü nedeniyle Washington’da bir doruk düzenledi. NATO, bu dorukta; Soğuk Savaş döneminde Sovyet “yayılmasına” karşı kurulan bağlaşmanın Yeni Dünya Düzeni’nde üstleneceği yeni rol için bir “stratejik konsept” belirledi. Bu belirlemeyle, zaten yapılmakta olan işin adı kondu ve NATO’nun bundan böyle; “Üyelerini kapsayan ortak savunma ilkesini korumakla birlikte artık, üye devletlerin güvenliğine yönelik ‘yeni tür’ saldırılara karşı doğrudan müdahale edileceği” karar altına alındı.
“Yeni Stratejik Konsept” bildirgesi; NATO’nun bundan böyle BM’e danışmadan üye devletlerin topraklarının dışındaki sorunlara da karışacağını ve dünyanın her yerinde “barış operasyonları” düzenleyeceğini açıklıyordu. Kendi içinde çelişkiler taşımasına karşın NATO, bu kararla bütün dünya uluslarına; “Güç bende, bana sormadan hiçbir şey yapamazsınız” diyordu.

Tarumar Doktrini

Çoğu kimse, Roosevelt’den sonra ABD başkanlığına getirilen Truman’ın adını taşıyan uygulamanın, Yunanistan ve Türkiye’ye yardımı öngören bir izlence olarak bilir. Oysa konunun gerçek boyutu, Sovyetler Birliği’nin Güneyindeki bu iki ülkeye, yardım etmenin ötesindedir.
İsim babası gazeteciler olan Truman Doktrini, ABD’nin savaştan sonra izleyeceği politikaların yönünü gösteren ilk örnektir. Bu “doktrin” güçlü bağlaşıklara olduğu kadar güçlü düşmanlara da yönelen bir göstergeydi.
ABD 1.Dünya Savaşı sonrasında olduğu gibi dünyayı başıboş bırakmayacak, ona yeni bir düzen verecek ve bu düzenin temelinde de, ulusal bağımsızlık savaşımlarıyla Sovyetler Birliği’ne karşıtlık yer alacaktı. Truman’ın önerileri Kongre’de ele alınırken senatör Vandenberg: “Asıl gerçek, bu sorunun temelinde Amerikan-Sovyet ilişkilerinin bulunmuş olmasıdır” diyordu.8

Anti-Sovyetizm

İngiltere, 1947’de, “Yunanistan çekileceği Türkiye’yle ilgilemeyeceğini” açıklarken, bu iki ülkeyi ABD denetimine bırakmış oluyordu. Onca ülke varken Türkiye ve Yunanistan’ın seçilmiş olması kuşkusuz nedensiz değildi. Yunanistan’da komünistlerin öncülüğünde ciddi bir iç savaş sürüyordu. Sovyetler Birliği Türkiye’den, boğazların denetiminde söz hakkı ve Doğuda toprak istemlerinde bulunmuştu. Bu istemin, Türkiye’ye karşı bir saldırıya varacağını düşünmek kolay değildi ancak Türk hükümeti gelişmeden rahatsız olmuştu.
Ayrıca, bu iki ülke Sovyetler Birliği’ne karşı stratejik konuma sahipti, savaş sonrası siyasi gelişmeler nedeniyle, kolay etki altına alınabilir konumdaydılar. İngiliz tarihçi Coral Bell, ABD’nin Türkiye ve Yunanistan’ı seçmiş olmasını, bu iki ülkenin konumunun, anti-Sovyet nitelikli yeni Amerikan politikasına son derece uygun olmasına bağlar: “Duruma genel olarak bakıldığında, Sovyetlerin Yunanistan ve Türkiye’nin bağımsızlığını zedeleyecek biçimde girişeceği bir saldırı, oldukça uzak bir ihtimal gibi görünüyordu. Bu ülkelerin durumları, yeni Amerikan politikasına bir kılıf uydurmaya yaramaktan öteye gitmiyordu”.9

“Yardım”

ABD, Truman Doktrini çerçevesinde Türkiye ve Yunanistan’a 400 milyon dolar para ve hemen tümü savaş artığı kullanılmış askeri malzeme ‘yardımı’ yaptı.10 ‘Yardım’ koşulları, özellikle Türkiye için, Kemalizmin tam bağımsızlık anlayışı açısından kabul edilebilir nitelikte değildi.
Ancak, o günlerde yönetimde bulunan hükümet, ‘yardım’ koşullarını hiç irdelemeden imzaladı ve yirmi beş yıl önce kazanılan ulusal bağımsızlıktan ödün verme sürecinde kabul edilmez yeni bir adımlar attı.

Soğuk Savaş İlanı

Truman Doktrini, Sovyetler Birliği ile Batı arasında, ‘genel savaşın dışında her türlü düşmanlığa’ kapılarını ardına kadar açan bir dönemi başlattı, Yeni Dünya Düzeni’nin temel anlayışını ortaya koydu. Doktrin, bir savaş ilanıydı ancak bu savaş soğuk savaştı.
Kore’den başlayıp Vietnam’a dek uzanan sıcak çatışmalar dönemini hazırlayan Truman Doktrini’ne, ABD içinden de eleştiriler gelmişti. Başkan yardımcılığına kadar yükselmiş olan politikacı Henry Wallace, 13 Mart 1947’de yaptığı bir konuşmada bu politikayı; “Tümüyle boşuna bir çaba ve askeri üs kurulmasından başka sonuç vermeyecek bir program” olarak nitelendirilmiş ve Truman’ı “Amerika’nın büyük geleneğine ihanet etmekle” ve “çağımızı korkuyla yaşanılan bir yüzyıl” haline getirmekle suçlamıştı.11
ABD açısından son derece yararlı bir girişim olan Truman Doktrini, başta NATO ve Marshall Planı olmak üzere hemen tüm uluslararası antlaşmaların öncüsü olmuştur. Daha sonra Truman’ın da belirttiği gibi “Truman Doktrini ile Marshall Planı her zaman için, bir cevizin iki yarısı” olmuştu.12

Güneydoğu Asya Anlaşması: SEATO

Anti-Sovyet Kuşak

Avrupa’da NATO aracılığıyla yürütülen politikanın benzeri, Uzakdoğu’da SEATO aracılığıyla uygulandı. Batıdan NATO, Güney’den Truman Doktrini ve daha sonra Bağdat Paktıyla, Pakistan’a dek kuşatılan Sovyetler Birliği, Güneydoğu Asya’da da SEATO aracılığıyla denetlenmeğe çalışıldı. Güney’deki örgüt zincirinde Müslüman ülkelerin yer alması nedeniyle, bu bölüme Yeşil Kuşak adı da verilmiştir.
Gerek SEATO ve gerekse başka askeri antlaşmaların görev alanı, yalnızca Sovyetler Birliği’nin yalıtılmasıyla sınırlı değildir. Her örgüt, belirlenen amacına uygun olarak, bulunduğu bölgedeki ulusal bağımsızlık savaşımları ile dolaysız biçimde ilgilendi ve bu tür girişimlerin yok edilmesine etkin biçimde katıldı.

Manila Anlaşması

SEATO, 8 Eylül 1954 tarihinde, Filipinler’in başkenti Manila’da imzalanan Manila Antlaşması ile kuruldu. Merkezi Bankok’ta bulunan örgüte ABD’den başka, Fransa, Avustralya, İngiltere, Yeni Zelanda, Filipinler ve Pakistan katıldı.
Çin’e ve Vietnam’da yükselen bağımsızlık savaşımına karşı askeri güç oluşturma girişimi, örgütün ilk eylemiydi. Ancak, Çin’e ve Vietnam’a karşı başarılı olunamadı. ABD tarihindeki ilk askeri yenilgiyi Vietnam’da aldı. Bu yenilgi,  SEATO’nun yaşamının NATO kadar uzun olamamasına neden oldu.

Askeri Anlaşmalar

ABD, 2.Dünya Savaşı’ndan sonra tasarladığı askeri ereğini büyük oranda gerçekleştirmiştir. Burada ele alınan örgütlerden başka pek çok ikili ya da çoklu askeri antlaşma yapılmıştır.
Bu antlaşmaların bir bölümü şunlardır; Batı Yarım Küresinde: Amerika Kıtası Devletleri Karşılıklı Yardım Antlaşması (Rio Paktı) (1947), Danimarka’yla yapılan Grönland Antlaşması (1951), İzlanda ile yapılan Savunma Antlaşması (1951); Avrupa’da: İspanya ile yapılan Savunma Antlaşması (1963), Yakın Doğuda: ABD, İngiltere, Türkiye, İran, Irak, Pakistan arasında yapılan Karşılıklı İşbirliği Paktı-CENTO (1955), İran ile yapılan Karşılıklı İşbirliği Antlaşması (1959), Türkiye ile yapılan Karşılıklı İşbirliği Antlaşması (1959); Afrika’da: Libya ile yapılan İşbirliği Antlaşması (1959); Asya’da: Pakistan ile yapılan Karşılıklı İşbirliği Antlaşması (1959); Güneydoğu Asya’da: Toplu Savunma Antlaşması (1954), Avustralya ve Yeni Zelanda ile birlikte yapılan Güvenlik Antlaşması-ANZAK PAKTI (1951); Japonya ile Karşılıklı İşbirliği ve Savunma Antlaşması (1960), Milliyetçi Çin ile yapılan Karşılıklı Savunma Antlaşması (1954), Kore ile yapılan Karşılıklı Savunma Antlaşması (1953)...

Eylemceler (Operasyonlar)

Bu antlaşmaların da yardımıyla, birlikte ya da tek tek birçok askeri eylem gerçekleştirilmiştir. Dünyanın değişik yerlerinde düzenlenen askeri eylemler sayılırsa ortaya uzun bir liste çıkar.
Bir bölümü şunlardır: 1948 Berlin (Askeri Müdahale-ABD), 1946-1949 Yunanistan İç Savaşı (Askeri Müdahale, İngiltere-ABD Birlikte), 1950 Formoza Boğazı Krizi (Askeri Müdahale-ABD), 1950-1953 Kore Savaşı (Askeri Müdahale-ABD, İngiltere, Fransa, Belçika ve Türkiye dahil 15 ülke), 1956 Mısır-Süveyş Krizi (Askeri Müdahale- İngiltere, Fransa), 1955 Fas Ulusal Kurtuluş Savaşı (Askeri Müdahale-Fransa), 1954-1956 Tunus Ulusal Kurtuluş Savaşı (Askeri Müdahale-Fransa), 1961 Küba Domuzlar Körfezi Çıkartması (Askeri Operasyon-ABD), 1961 ve 1989 Panama (Askeri Müdahale-ABD), 1964 Kongo Ulusal Kurtuluş Savaşı (Askeri Müdahale-Belçika, ABD), 1965 Dominik İç Savaşı (Askeri Müdahale-ABD), 1968-1975 Vietnam Ulusal Kurtuluş Savaşı (Askeri Müdahale-ABD), 1967 Yunanistan Faşist Askeri Darbesi (Destek ve Örgütleme-ABD), 1964 Kamboçya Sınır İhlali (Askeri Müdahale-ABD), 1973 Şili Faşist Askeri Darbesi (Destek ve Örgütleme-ABD), 1982 Folkland Krizi (Askeri Müdahale-İngiltere), 1983 Grenada Çıkarması (Askeri Müdahale-ABD), 1986 Libya (Askeri Müdahale-ABD), 1994 Haiti (Askeri Müdahale-ABD), 1991 Körfez Krizi (Askeri Müdahale-ABD, İngiltere, Fransa)...
Askeri eylemlerin birçoğu; yürürlükteki uluslararası antlaşmalar, ülkelerin hükümranlık hakları ve evrensel değerler çiğnenerek gerçekleştirilmiştir. Kore Savaşı, Sovyetler Birliği’nin BM Güvenlik Konseyi’ne katılmadığı bir oturumda; ABD, İngiltere ve Fransa’nın oylarıyla başlatılmıştır. 1958 Lübnan karışması, NATO üyelerine bile duyurulmadan yapılmıştır. Şili’de, demokratik kurallarla yönetime gelen seçilmiş Devlet Başkanı, dışardan örgütlenen askeri darbeyle öldürülerek yönetimden uzaklaştırılmıştır. Askeri eylemlerin birçoğu, Birleşmiş Milletler’in onay ve bilgisi dışında gerçekleştirilmiştir.

DİPNOTLAR

1                “Amerika Birleşik Devletleri - Savunma” Büyük Larousse, sf.525 ve tr.m.wikipedia.org
2                “Impact Of Western Man”, New York, 1966, sf.150 ak. Harry Magdoff, “Emperyalizm Çağı” Odak Yay., 1974, sf.75
3                “Amerika Birleşik Devletleri-Savunma” Büyük Larousse Gelişim Yay., sf.525
4                “Bir Hürriyet Havarisinin Sabıka Dosyası” Yağmur Atsız, Boyut Kit., 1.Basım 1998, sf. 38
5                “NATO” “Büyük Larousse” Gelişim Yay., sf. 8554
6                “Bonn and Tokyo Are Criticized for Not Bearing More of Gulf Cost” The New York Times, 13.09.1980, S.A., ak. Jaffry E. Garten, “Soğuk Barış” Sarmal Yay., 1994, sf. 181
7                “Bugünün ve Geleceğin Dünya Güç Merkezleri ve Dengeleri ile Türkiye’ye Etkileri” Harp Akademileri Komutanlığı Yay., sf. 4
8                “Truman Doktrini: Soğuk Savaş İlan Ediliyor” Coral Bell, “20.Yüzyıl Tarihi” Arkın Kit., Sayı 43, sf. 845
9                a.g.e. sf. 844
10             “Truman Doktrini” Büyük Laorusse, Gelişim Yay., sf. 11, 723
11             “Truman Doktrini: Soğuk Savaş İlan ediliyor” Coral Bell, “20.Yüzyıl Tarihi” Arkın Kit., Sayı 43, sf. 845

12             a.g.e. sf. 846

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder