21 Şubat 1947 günü,
Washington’daki İngiltere Elçiliği ABD Dışişleri Bakanlığına iki nota vererek,
Yunanistan’daki askerlerini çekeceğini ve Türkiye’yle artık ilgilenmeyeceğini
bildirdi. İngilizler, önceden belirlenmiş olduğu anlaşılan bu notalarla, ABD’yi
dünya önderliğine çağırıyor ve Amerikalıların sorumluluk yüklenmesini
istiyordu. İngiltere, Fransa, Hollanda ve Belçika; dünyanın değişik
yerlerindeki askeri üslerini gönüllü olarak Amerikalılara devretti ve bu ülkeye
çok yönlü stratejik kolaylıklar sağladı. Ordularını, ortak savunma örgütleri
aracılığıyla ABD’nin emrine verdiler ve olanakları ölçüsünde askeri harcamalara
katıldılar. Bunları yaparken, ulusçu kaygılarla herhangi bir rahatsızlık
duymadılar. Yeni bir dünya kuruluyordu
ve bu dünyada yerlerini almalıydılar.
Askeri Örgütlenme
ABD, 2.Dünya Savaşı
süresince, ileri teknoloji içeren köklü bir silah uranına (sanayisine) ve büyük
bir silahlı güce sahip olmuştu. Savaş sonrasında ordularını dağıtmadı. Avrupa ve
Pasifik ağırlıklı olmak üzere, dünyanın hemen her yerine askeri birlikler
yerleştirdi, üsler kurdu. Gerektiğinde sayısını hızla arttırma olanağına sahip,
iki milyonluk büyük bir orduyu sürekli hazır tuttu. (1985’te 2 151 600, 2014
yılında yedeklerle birlikte 3 038 000 asker).1 Bağlaşıklarının
ordularını, ortak askeri örgütler ve ikili yardım anlaşmalarıyla etkisi altına
aldı.
Batının Yeni Egemeni
Dünyanın
tümünü kapsayacak askeri örgüt ağının kurulup yaşatılması için, gerekli olan
akçalı güç ve teknolojik olanaklar ABD’nde vardı. Onun öncülüğü tartışmasız
kabul görüyordu. Kapitalist dünyanın yeni önderi oydu. Yüklendiği sorumluluğa
uygun yetkiyle donatılmalıydı.
ABD’nin
kapitalist dünyanın önderliğini üstlenmesi; bağlaşıklarının sorunlarını çözmek,
onlara yardımda bulunmak gibi bir kaygıya dayanmıyordu. Böyle bir özgörev
(misyon) yüklenmesi; dev boyutlu uranını (sanayisini), büyük akçalı gücünü ve
tarımsal ürünlerini dünya pazarlarına açma gereksiniminden kaynaklanıyordu.
Dünya ticaretinin serbestleştirilmesi ve mali
sermaye dolaşımı önündeki engellerin kaldırılması, en başta ona gerekliydi.
ABD dış yatırımları
1914 yılında sermaye dışsatımlayan (ihraç eden) ülkelerin toplam yatırımlarının
ancak yüzde 6,3’ü iken, bu oran 1960 yılında yüzde 59,1’e çıkmıştı. Aynı
dönemde İngiltere’nin dış yatırımları, yüzde 50,3’den yüzde 24,5’e, Fransa’nın
ise yüzde 22,2’den yüzde 4,7’ye düşmüştü.2 Bu nedenle, küresel
ilişkileri geliştirecek düzenlemelerin öncülüğünü ABD’nin üstlenmesi yalnızca
olağan değil aynı zamanda zorunluydu.
Silahlanma Yarışı
ABD,
askeri harcamalara ve silahlanmaya bütçesinde büyük paylar ayırdı.
Konvansiyonel silahlanmanın yanında, büyük bir nükleer güç oluşturdu. 1985
yılında, yalnızca Stratejik Kuvvetler
buyruğunda; (ABD ordusunda Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri dışında örgütlenmiş
olan dördüncü güç) 1000 adet kıtalar arası balistik füze (ICBM); herbiri on
nükleer başlık taşıyan 48 adet MX
Peacemaker füzesi; 241 adet uzun, 56 adet orta menzilli, nükleer bomba
taşıyan uçak; 640 füze taşıyan 37 nükleer denizaltı; toplam 498 adet nükleer
seyir füzesi taşıyan 4 denizaltı; Awacs
erken uyarı sistemleri, 30 km. yükselebilen büyük hızlı füze uçakları ve alçak
yörüngede dolaşan keşif uyduları vardı.3
ABD’nin
oluşturduğu askeri güç; kimi ülke yöneticileri için güvence, kimileri için de
savaşılması gereken düşmandı. 1950’lerin sonlarında Sovyetler Birliği’nin de
nükleer silah üretmesi, bu konuda bir denge oluşturdu. Caydırıcılık çift
taraflı işlemeye başladı.
Sovyetler Birliği
dağılana dek bu denge sürdü ve bu süre içinde, dünyanın birçok yerinde, ulusal
bağımsızlık savaşları ortaya çıktı. ABD, oluşturduğu büyük askeri güce karşın,
caydırıcı olamadığı ulusal bağımsızlık savaşlarına, dolaylı ya da dolaysız
karışmaktan çekinmedi. ABD Silahlı Kuvvetleri ve denetimi altındaki bağlaşık
güçler, Yeni Dünya Düzeni’nin
sigortası oldu.
Savaş
Sonrası
İkinci
Dünya Savaşı’ndan sonra, ABD, İngiltere ve Sovyetler Birliği tarafından
düzenlenen Yalta ve Potsdam Antlaşmalarıyla, dünyanın
sınırları yeniden belirlendi. Emperyalizmin etki alanında kalan ‘hür dünyanın’ örgütlenmesine hemen
başlandı. Japonya’nın başeğmesiyle ABD Pasifik’te tek egemen güç durumuna
gelmişti. Bölgeye yönelik kararlar içeren, Manila
ve SEATI Antlaşmalarıyla, Avustralya,
Yeni Zelanda, Pakistan, Filipinler ve Tayland gibi ülkeler, birinci sınıf ‘dost ülkeler’ durumuna getirildi.
Koşulsuz teslim olan Japonya ile ‘Karşılıklı
İşbirliği ve Güvenlik Anlaşması’ yapıldı.
Güney Amerika’da, ABD
açısından herhangi bir ciddi sorun yaşanmıyordu. Buralarda, savaş öncesinde
ilişkiler geliştirilmiş, hemen tüm Orta ve Güney Amerika, ABD denetimine
girmişti. Avrupa ve Ortadoğu’nun örgütlenmesi önemliydi. Bu bölge için ‘Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü’,
NATO kuruldu.
Kuzey
Atlantik Anlaşması Örgütü: NATO
Amaç
Batı
ve Güney Avrupa ülkelerini kapsayan ve kuruluş amacı Kuzey Atlantik Bölgesinde
barış ve güvenliği koruma, dengeyi
(istikrarı) ve erinci (huzuru) geliştirme olarak ilan edilen NATO 1949 yılında
kuruldu.
Sovyetler
Birliği’nin etkinlik alanlarını genişletip güçlenmesinden duyulan kaygı,
NATO’nun dile getirilmeyen gerçek kuruluş nedeniydi. Soğuk savaş sürecini
başlatan bu dönem, Sovyet karşıtlığına dayanan etkili bir yaymacanın
(propagandanın) sürdürüldüğü, düşüngüsel (ideolojik) ve politik gerilimlerin
arttırıldığı bir dönemdi.
Yaymacanın
etkili gücüne Sovyetler Birliği’nin siyasi yanlışlıkları da eklenince, birçok
ülke istek ve kararlılıkla ABD çevresinde toplanmıştı. Dünya’yı, ‘Komünizm tehlikesinden’ ve ‘Rus saldırganlığından’ kurtarmak
sürekli yinelenen söylemlerdi. Her şey bu amaca bağlanmıştı.
Yaymaca öylesine
yoğundu ki, bundan belki de en çok, Amerikalı yöneticiler etkilendi. 1949
yılında Savunma Bakanı James V.Forresdal,
bürosunda otururken ansızın yerinden fırlayıp avazı çıktığı kadar ‘Ruslar geliyor, Ruslar geliyor’ diye
bağırmaya başlamış, sekreterinin korku dolu haykırışları arasında hastaneye
kaldırılmıştı. Savunma Bakanı, Washington yakınlarındaki bir ruh hastalıkları
kliniğinde, ‘Rusların eline düşmemek
için’ intihar etmişti.4
Katılım ve Çelişkiler
NATO,
4 Nisan 1949 günü Washington’da, ABD, Belçika, İngiltere, Danimarka, Fransa,
Hollanda, İtalya, İzlanda, Kanada, Lüksemburg, Norveç ve Portekiz’in imzaladığı
antlaşma ile kuruldu. 1952’de Türkiye (18 Şubat) ve Yunanistan, 1955’te
Almanya, 1982’de de İspanya örgüte katıldı.
Katılan
ülkelerin eşit haklara sahip olmaları, stratejik kararların ve savunma
dizgelerinin (sistemlerinin) birlikte oluşturulması gibi yazılı NATO ilkeleri
hep kağıt üzerinde kaldı. Örgütün karar ve işleyişini her zaman ABD çıkarları
belirledi. 1957 yılında, Sovyetler Birliği, kıtalararası nükleer başlıklı
füzeler üretince ABD, ortaklarının görüşlerini dikkate almadan tek başına, ‘Barış içinde birlikte yaşama’
politikasını kabul etmiş ve soğuk savaşın bittiğini ilan etmişti.
Gelişmelerden
rahatsız olan Fransa ve İngiltere, Washington’a başvurarak, NATO’nun nükleer
stratejisinin anlaşma hükümleri gereği birlikte belirlenmesini istedi. Ancak,
doyurucu bir yanıt alamadılar. Bunun üzerine Fransa kendi nükleer gücünü
oluşturma çabasına girdi ve ABD’nin Fransa’da nükleer silah bulundurmasını
yasakladı. Fransa’nın isteğini engellemek için IBM ve Control, Data’ya
lisans vermeyi reddetti. Bu gelişme nedeniyle Fransa, nükleer silah izlencesini
(programını) bir süre durdurmak zorunda kaldı.
ABD
Savunma Bakanı Robert Mc. Namara,
1962 yılında konuyla ilgili Amerikan görüşlerini açıkladı ve düşman
korkutmasının gelişmesini değerlendirebilecek tek ülkenin Birleşik Devletler
olduğunu, yaşamsal bulmadığı konular için kendisini tehlikeye atamayacağını
açık sözlülükle dile getirdi. Bunun üzerine Fransa, askeri gücünü Akdeniz ve Atlantik NATO Birleşik Deniz
Komutanlığı’ndan çekti.5 1966 yılında da askeri kanattan tam
olarak ayrıldı.
Benzer
bir davranışı, Türkiye’nin 1974 Kıbrıs çıkartması sonrasında Yunanistan yaptı.
Ancak, Yunanistan 1980 yılında geri döndü. 1975 Yılında, Kıbrıs çıkartması
sırasında, Amerikan silahlarının kullanılmış olması gerekçe yapılarak
Türkiye’ye silah ambargosu uygulandı. Türkiye buna, İncirlik dışındaki Amerikan
üslerini kapatarak yanıt verdi.
ABD,
NATO üyesi İngiltere ve Fransa’yı, 1956 Süveyş bunalımı sırasında desteklemedi.
Tersine onları, Kanal bölgesindeki askeri güçlerini çekmeye zorladı ve verdiği
petrolü kesmekle gözkorkuttu (tehdit etti). Tutumu kuşkusuz, bölgeye yönelik
ABD stratejisine uygun bir tutumdu. Herkesin kendini düşündüğü bir dünyada
yaşanıyordu. İngiltere ve Fransa’nın Kanal bölgesindeki eylemleri ABD
çıkarlarına zarar veriyordu. Sovyetler Birliği’nin 3.Dünya ülkeleri üzerindeki
etkisi giderek artıyordu ve ABD bu gelişmeyi durdurmak zorundaydı.
1991 Irak savaşı
sırasında bu kez, NATO üyesi Almanya ve yakın bağdaşık Japonya, ABD’yi
yeterince desteklemedi, yalnızca para yardımında bulundular. Bu davranış ABD’yi
kızdırdı. Arizona senatörü Jonh Mc. Cain,
Japonya ve Almanya’nın katkılarını “adi
bir gösteri” olduğunu belirterek yapılan para yardımının “ABD’ye yapılmış bir hakaret” olduğunu
açıkladı.6
Türkiye-Yunanistan
NATO’nun iç
çelişkilerine bir örnek de Türkiye-Yunanistan gerginliğidir. Sovyet
yayılmacılığına karşı ortak savunma amacıyla NATO üyesi olan bu iki ülke,
Sovyetler Birliği’nin artık olmadığı bir dünyada hala NATO üyesi görünmektedir
ancak birbirlerinin düşmanıdır. Yunanistan, Türkiye’nin de üye olduğu bir NATO
ülkesi olarak; ‘baş düşman’
Rusya’dan, ‘müttefik’ Türkiye’ye
karşı kullanmak üzere S300 füzeleri almaktadır. Bu karışık ilişki, NATO’nun,
ABD dışındaki üyelerin haklarıyla fazla ilgilenmediğini gösteren bir örnektir.
NATO’nun Varlık Nedeni
Harp
Akademileri Komutanlığı’nın yayınladığı, Bugünün
ve Geleceğin Dünya Güç Merkezleri ve Dengeleri ile Türkiye’ye Etkileri
isimli kitapta NATO’nun bugünkü konumu hakkında şöyle söyleniyor: “Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla NATO
büyük ölçüde, varlık nedenini yitirmiş bulunuyor. Bugün NATO’nun tek varlık
nedeni Avrupa’yı Amerikan güdümünde tutmaktır. Ancak bunda başarılı olup
olamayacağı çok kuşkuludur. Çünkü ‘ortak düşman’ ortadan kalkınca Birleşik
Amerika ile Avrupa’nın yolları ayrılmaya başlamış görünüyor”.7
Verilen örnekler
NATO’nun, söylendiği gibi üye ülkelerin ortak savunma çıkarlarını koruyan bir
işleyiş içinde olmadığını göstermektedir. Dünyaya yeni bir biçim verilirken,
ekonomik ve siyasi ortamın denetlenmesi için tüm dünyayı kapsayan bir askeri
örgüt ağına gereksinim duyulmuş ve bunun önemli bir parçası olarak NATO
kurulmuştur. Başka askeri örgütlerde olduğu gibi NATO’da da, temel olan ABD’in
çıkarıdır. Başka ülkelerin çıkarları bu temele uygun olmak zorundadır.
Yeni Yöneliş
NATO,
bugün kuruluş amaçlarındaki gerekçeler ortadan kalkmış olmasına karşın varlığını
sürdürmektedir. Daha da ilginç olan, ‘sosyalist’
düzenleri dağılan Doğu Avrupa ülkelerinin teker teker NATO’ya alınmasıdır.
Kimleri neye karşı savunacağı belli olmayan bir savunma örgütü, varlığını
genişleterek sürdürmektedir.
NATO,
dün olduğu gibi bugün de, üyelerinin ortak savunmasını değil; Yeni Dünya Düzeni’ni, doğal olarak da
başta ABD olmak üzere yazgısını onunla bütünleştirmiş birkaç gelişmiş ülkenin
çıkarlarını savunan bir askeri örgüttür. Yeni
Dünya Düzeni’nin askeri örgütlerinden birisidir.
20.Yüzyılın
son on yılında varlık nedenini açıklamakta zorlanan NATO, gerçek niteliğini
Mart 1999’da Sırbistan’a yaptığı askeri karışma ile eylemli olarak ortaya
koymuş oldu. ABD NATO’yu, her yönüyle denetleyebildiği Birleşmiş Milletler’in
bile üzerine çıkarıyor ve bu örgütün; “Üye
devletlerin güvenliğine yönelik tehdidin olduğu her yerde kullanılacağını”
açıklıyordu.
Karışmadan
bir ay sonra askeri eylemce sürerken, kuruluşunun 50.yıldönümü nedeniyle
Washington’da bir doruk düzenledi. NATO, bu dorukta; Soğuk Savaş döneminde Sovyet “yayılmasına”
karşı kurulan bağlaşmanın Yeni Dünya
Düzeni’nde üstleneceği yeni rol için bir “stratejik konsept” belirledi. Bu belirlemeyle, zaten yapılmakta
olan işin adı kondu ve NATO’nun bundan böyle; “Üyelerini kapsayan ortak savunma ilkesini korumakla birlikte artık,
üye devletlerin güvenliğine yönelik ‘yeni tür’ saldırılara karşı doğrudan
müdahale edileceği” karar altına alındı.
“Yeni Stratejik Konsept”
bildirgesi; NATO’nun bundan böyle BM’e danışmadan üye devletlerin topraklarının
dışındaki sorunlara da karışacağını ve dünyanın her yerinde “barış operasyonları” düzenleyeceğini
açıklıyordu. Kendi içinde çelişkiler taşımasına karşın NATO, bu kararla bütün
dünya uluslarına; “Güç bende, bana
sormadan hiçbir şey yapamazsınız” diyordu.
Tarumar
Doktrini
Çoğu
kimse, Roosevelt’den sonra ABD
başkanlığına getirilen Truman’ın
adını taşıyan uygulamanın, Yunanistan ve Türkiye’ye yardımı öngören bir izlence
olarak bilir. Oysa konunun gerçek boyutu, Sovyetler Birliği’nin Güneyindeki bu
iki ülkeye, yardım etmenin ötesindedir.
İsim
babası gazeteciler olan Truman Doktrini,
ABD’nin savaştan sonra izleyeceği politikaların yönünü gösteren ilk örnektir.
Bu “doktrin” güçlü bağlaşıklara
olduğu kadar güçlü düşmanlara da yönelen bir göstergeydi.
ABD 1.Dünya Savaşı
sonrasında olduğu gibi dünyayı başıboş bırakmayacak, ona yeni bir düzen verecek
ve bu düzenin temelinde de, ulusal bağımsızlık savaşımlarıyla Sovyetler
Birliği’ne karşıtlık yer alacaktı. Truman’ın
önerileri Kongre’de ele alınırken senatör Vandenberg:
“Asıl gerçek, bu sorunun temelinde
Amerikan-Sovyet ilişkilerinin bulunmuş olmasıdır” diyordu.8
Anti-Sovyetizm
İngiltere,
1947’de, “Yunanistan çekileceği
Türkiye’yle ilgilemeyeceğini” açıklarken, bu iki ülkeyi ABD denetimine bırakmış
oluyordu. Onca ülke varken Türkiye ve Yunanistan’ın seçilmiş olması kuşkusuz
nedensiz değildi. Yunanistan’da komünistlerin öncülüğünde ciddi bir iç savaş
sürüyordu. Sovyetler Birliği Türkiye’den, boğazların denetiminde söz hakkı ve
Doğuda toprak istemlerinde bulunmuştu. Bu istemin, Türkiye’ye karşı bir
saldırıya varacağını düşünmek kolay değildi ancak Türk hükümeti gelişmeden
rahatsız olmuştu.
Ayrıca, bu iki ülke
Sovyetler Birliği’ne karşı stratejik konuma sahipti, savaş sonrası siyasi
gelişmeler nedeniyle, kolay etki altına alınabilir konumdaydılar. İngiliz
tarihçi Coral Bell, ABD’nin Türkiye
ve Yunanistan’ı seçmiş olmasını, bu iki ülkenin konumunun, anti-Sovyet
nitelikli yeni Amerikan politikasına son derece uygun olmasına bağlar: “Duruma genel olarak bakıldığında,
Sovyetlerin Yunanistan ve Türkiye’nin bağımsızlığını zedeleyecek biçimde
girişeceği bir saldırı, oldukça uzak bir ihtimal gibi görünüyordu. Bu ülkelerin
durumları, yeni Amerikan politikasına bir kılıf uydurmaya yaramaktan öteye
gitmiyordu”.9
“Yardım”
ABD,
Truman Doktrini çerçevesinde Türkiye
ve Yunanistan’a 400 milyon dolar para ve hemen tümü savaş artığı kullanılmış
askeri malzeme ‘yardımı’ yaptı.10
‘Yardım’ koşulları, özellikle Türkiye
için, Kemalizmin tam bağımsızlık
anlayışı açısından kabul edilebilir nitelikte değildi.
Ancak, o günlerde
yönetimde bulunan hükümet, ‘yardım’
koşullarını hiç irdelemeden imzaladı ve yirmi beş yıl önce kazanılan ulusal
bağımsızlıktan ödün verme sürecinde kabul edilmez yeni bir adımlar attı.
Soğuk Savaş İlanı
Truman Doktrini,
Sovyetler Birliği ile Batı arasında, ‘genel
savaşın dışında her türlü düşmanlığa’ kapılarını ardına kadar açan bir
dönemi başlattı, Yeni Dünya Düzeni’nin
temel anlayışını ortaya koydu. Doktrin,
bir savaş ilanıydı ancak bu savaş soğuk savaştı.
Kore’den
başlayıp Vietnam’a dek uzanan sıcak çatışmalar dönemini hazırlayan Truman Doktrini’ne, ABD içinden de
eleştiriler gelmişti. Başkan yardımcılığına kadar yükselmiş olan politikacı Henry Wallace, 13 Mart 1947’de yaptığı
bir konuşmada bu politikayı; “Tümüyle
boşuna bir çaba ve askeri üs kurulmasından başka sonuç vermeyecek bir program”
olarak nitelendirilmiş ve Truman’ı “Amerika’nın büyük geleneğine ihanet
etmekle” ve “çağımızı korkuyla
yaşanılan bir yüzyıl” haline getirmekle suçlamıştı.11
ABD açısından son
derece yararlı bir girişim olan Truman
Doktrini, başta NATO ve Marshall
Planı olmak üzere hemen tüm uluslararası antlaşmaların öncüsü olmuştur.
Daha sonra Truman’ın da belirttiği
gibi “Truman Doktrini ile Marshall Planı
her zaman için, bir cevizin iki yarısı” olmuştu.12
Güneydoğu
Asya Anlaşması: SEATO
Anti-Sovyet Kuşak
Avrupa’da
NATO aracılığıyla yürütülen politikanın benzeri, Uzakdoğu’da SEATO aracılığıyla
uygulandı. Batıdan NATO, Güney’den Truman
Doktrini ve daha sonra Bağdat Paktı’yla, Pakistan’a dek kuşatılan Sovyetler
Birliği, Güneydoğu Asya’da da SEATO aracılığıyla denetlenmeğe çalışıldı.
Güney’deki örgüt zincirinde Müslüman ülkelerin yer alması nedeniyle, bu bölüme Yeşil Kuşak adı da verilmiştir.
Gerek SEATO ve gerekse
başka askeri antlaşmaların görev alanı, yalnızca Sovyetler Birliği’nin
yalıtılmasıyla sınırlı değildir. Her örgüt, belirlenen amacına uygun olarak,
bulunduğu bölgedeki ulusal bağımsızlık savaşımları ile dolaysız biçimde
ilgilendi ve bu tür girişimlerin yok edilmesine etkin biçimde katıldı.
Manila Anlaşması
SEATO,
8 Eylül 1954 tarihinde, Filipinler’in başkenti Manila’da imzalanan Manila Antlaşması ile kuruldu. Merkezi
Bankok’ta bulunan örgüte ABD’den başka, Fransa, Avustralya, İngiltere, Yeni
Zelanda, Filipinler ve Pakistan katıldı.
Çin’e ve Vietnam’da
yükselen bağımsızlık savaşımına karşı askeri güç oluşturma girişimi, örgütün
ilk eylemiydi. Ancak, Çin’e ve Vietnam’a karşı başarılı olunamadı. ABD
tarihindeki ilk askeri yenilgiyi Vietnam’da aldı. Bu yenilgi, SEATO’nun yaşamının NATO kadar uzun
olamamasına neden oldu.
Askeri
Anlaşmalar
ABD,
2.Dünya Savaşı’ndan sonra tasarladığı askeri ereğini büyük oranda
gerçekleştirmiştir. Burada ele alınan örgütlerden başka pek çok ikili ya da
çoklu askeri antlaşma yapılmıştır.
Bu antlaşmaların bir
bölümü şunlardır; Batı Yarım Küresinde:
Amerika Kıtası Devletleri Karşılıklı Yardım Antlaşması (Rio Paktı) (1947),
Danimarka’yla yapılan Grönland Antlaşması (1951), İzlanda ile yapılan Savunma
Antlaşması (1951); Avrupa’da: İspanya ile yapılan Savunma Antlaşması (1963),
Yakın Doğuda: ABD, İngiltere, Türkiye, İran, Irak, Pakistan arasında yapılan
Karşılıklı İşbirliği Paktı-CENTO (1955), İran ile yapılan Karşılıklı İşbirliği
Antlaşması (1959), Türkiye ile yapılan Karşılıklı İşbirliği Antlaşması (1959);
Afrika’da: Libya ile yapılan İşbirliği Antlaşması (1959); Asya’da: Pakistan ile
yapılan Karşılıklı İşbirliği Antlaşması (1959); Güneydoğu Asya’da: Toplu
Savunma Antlaşması (1954), Avustralya ve Yeni Zelanda ile birlikte yapılan
Güvenlik Antlaşması-ANZAK PAKTI (1951); Japonya ile Karşılıklı İşbirliği ve
Savunma Antlaşması (1960), Milliyetçi Çin ile yapılan Karşılıklı Savunma
Antlaşması (1954), Kore ile yapılan Karşılıklı Savunma Antlaşması (1953)...
Eylemceler (Operasyonlar)
Bu
antlaşmaların da yardımıyla, birlikte ya da tek tek birçok askeri eylem
gerçekleştirilmiştir. Dünyanın değişik yerlerinde düzenlenen askeri eylemler
sayılırsa ortaya uzun bir liste çıkar.
Bir
bölümü şunlardır: 1948 Berlin (Askeri
Müdahale-ABD), 1946-1949 Yunanistan İç Savaşı (Askeri Müdahale, İngiltere-ABD
Birlikte), 1950 Formoza Boğazı Krizi (Askeri Müdahale-ABD), 1950-1953 Kore
Savaşı (Askeri Müdahale-ABD, İngiltere, Fransa, Belçika ve Türkiye dahil 15
ülke), 1956 Mısır-Süveyş Krizi (Askeri Müdahale- İngiltere, Fransa), 1955 Fas
Ulusal Kurtuluş Savaşı (Askeri Müdahale-Fransa),
1954-1956 Tunus Ulusal Kurtuluş Savaşı (Askeri Müdahale-Fransa), 1961 Küba Domuzlar Körfezi Çıkartması (Askeri
Operasyon-ABD), 1961 ve 1989 Panama (Askeri Müdahale-ABD), 1964 Kongo Ulusal
Kurtuluş Savaşı (Askeri Müdahale-Belçika, ABD), 1965 Dominik İç Savaşı (Askeri
Müdahale-ABD), 1968-1975 Vietnam Ulusal Kurtuluş Savaşı (Askeri Müdahale-ABD),
1967 Yunanistan Faşist Askeri Darbesi (Destek ve Örgütleme-ABD), 1964 Kamboçya
Sınır İhlali (Askeri Müdahale-ABD), 1973 Şili Faşist Askeri Darbesi (Destek ve
Örgütleme-ABD), 1982 Folkland Krizi (Askeri Müdahale-İngiltere), 1983 Grenada
Çıkarması (Askeri Müdahale-ABD), 1986 Libya (Askeri Müdahale-ABD), 1994 Haiti
(Askeri Müdahale-ABD), 1991 Körfez Krizi (Askeri Müdahale-ABD, İngiltere,
Fransa)...
Askeri eylemlerin
birçoğu; yürürlükteki uluslararası antlaşmalar, ülkelerin hükümranlık hakları
ve evrensel değerler çiğnenerek gerçekleştirilmiştir. Kore Savaşı, Sovyetler
Birliği’nin BM Güvenlik Konseyi’ne katılmadığı bir oturumda; ABD, İngiltere ve
Fransa’nın oylarıyla başlatılmıştır. 1958 Lübnan karışması, NATO üyelerine bile
duyurulmadan yapılmıştır. Şili’de, demokratik kurallarla yönetime gelen
seçilmiş Devlet Başkanı, dışardan örgütlenen askeri darbeyle öldürülerek yönetimden
uzaklaştırılmıştır. Askeri eylemlerin birçoğu, Birleşmiş
Milletler’in onay ve bilgisi dışında gerçekleştirilmiştir.
DİPNOTLAR
1 “Amerika Birleşik Devletleri - Savunma” Büyük Larousse, sf.525 ve
tr.m.wikipedia.org
2 “Impact Of Western Man”, New York, 1966, sf.150 ak. Harry Magdoff, “Emperyalizm Çağı” Odak
Yay., 1974, sf.75
3 “Amerika Birleşik Devletleri-Savunma” Büyük Larousse Gelişim Yay.,
sf.525
4 “Bir Hürriyet Havarisinin Sabıka Dosyası” Yağmur Atsız, Boyut Kit.,
1.Basım 1998, sf. 38
5 “NATO” “Büyük Larousse” Gelişim Yay., sf. 8554
6 “Bonn and Tokyo Are Criticized for Not Bearing More of Gulf Cost”
The New York Times, 13.09.1980, S.A., ak. Jaffry
E. Garten, “Soğuk Barış” Sarmal Yay., 1994, sf. 181
7 “Bugünün ve Geleceğin Dünya Güç Merkezleri ve Dengeleri ile Türkiye’ye
Etkileri” Harp Akademileri Komutanlığı Yay., sf. 4
8 “Truman Doktrini: Soğuk Savaş İlan Ediliyor” Coral Bell, “20.Yüzyıl
Tarihi” Arkın Kit., Sayı 43, sf. 845
9 a.g.e. sf. 844
10 “Truman Doktrini” Büyük Laorusse, Gelişim Yay., sf. 11, 723
11 “Truman Doktrini: Soğuk Savaş İlan ediliyor” Coral Bell, “20.Yüzyıl Tarihi” Arkın Kit., Sayı 43,
sf. 845
12 a.g.e. sf. 846
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder