2 Şubat 2016 Salı

AVRUPA'DA TÜRK KARŞITLIĞI


Batılılaşma olarak tanımlanan ve çoğu kez tutkuya dönüşen Batı hayranlığı, ülkemizde ikiyüz yıldır yaşanan bir konudur. Batının gelişkinliğiyle ülkemizdeki geri kalmışlığı kıyaslayan insanlarımız, yalnızca gördükleriyle yetinerek “biz de öyle olsak”, “onlar gibi yaşasak” gibi düşüncelere kapılıyor. Üstelik bu anlayış, düşünce düzeyinden çıkıp devlet politikası durumuna getiriliyor. Avrupa Birliği’ne girerek “Avrupa’yla bütünleşmek”  ulusal erek durumuna getiriliyor. Oysa, Avrupalıların Türklere ve Türkiye’ye bakışı dün olduğu gibi bugünde hiç olumlu değildir. Olumluluk bir yana, çoğu kez aşağılama içeren dışlayıcı yargılara, kanıtsız suçlamalara dayanır. Avrupa’ya özenenler başta olmak üzere insanlarımız, büyük bir çoğunlukla bunları bilmiyor. Değer verip yücelttiği Avrupalı aydınlanmacıların, Türkler için neler söyleyip yazdığından haberi yok. Kişilikli tutum ve davranış için bunların bilinmesi gerekiyor. Yazıyı bu amaçla yayınlıyoruz.


Avrupalılık Anlayışı

Avrupalılar, yalnızca Orta Çağ ya da Yakın Çağ’da değil, tarihlerinin hemen her döneminde, Türkler başta olmak üzere kendileri dışındaki uygarlıkları yok saymışlar ve onları Avrupa’ya yabancı ve düşman unsurlar olarak görmüşlerdir. Antik Çağ’dan beri yerleşik bir gelenek haline gelen bu tutum, güçlü oldukları dönemlerde baskı ve sömürüye, güçsüz dönemlerde ise boyun eğme ve entrikaya yönelmiştir.
Avrupa uygarlığı olarak tanımlanan Batı anlayışı, tarihsel açıdan, Antik Çağ Grek ve Roma uygarlığının sahiplenilmesine dayanır. Ege ve Roma uygarlıklarının kendi soyları tarafından yaratıldığını söylerler. Ancak, Antik Ege uygarlığıyla Avrupa aydınlanması arasında 2500, Roma’yla 1500 yıllık, bilim ve uygarlık dışı karanlık bir dönem vardır. Aynı dönemde Doğuda, ileri uygarlıklar bulunuyordu.

Türk Karşıtlığı

Avrupalılık anlayışının temelini oluşturan Batı Aydınlanması’nda, Türk karşıtlığının şiddetli, kapsamlı ve kalıcı bir yeri vardır. Özelliği olan bu karşıtlığın Avrupalılar açısından anlaşılabilir ancak haklı olmayan nedenleri vardır. Türklerle Avrupalılar arasında, Batı Roma İmparatorluğu’nun yıkılışından günümüze dek süren ve doğrudan ekonomik çıkara dayanan silahlı bir çatışma yaşanmıştır.
Türkler güçlenip varsıllaştıkça Avrupalılar, Avrupalılar güçlenip varsıllaştıkça Türkler yoksullaşmış ve bu çatışma neredeyse tarihin tümünü kapsamıştır. Yönetim yapılanması, yaşam biçimi ayrımları ve kültürel ayrılıkları içeren toplumsal özellikler, bu uzun çatışmanın sonuçlarından etkilenerek yön ve biçim bulmuş, karşılıklı olarak yerleşik karşıtlıklar oluşturmuştur.

Çatışmalar Tarihi

Türklerle Avrupalılar arasındaki çatışmada, Batı Roma’nın yıkılışından Karlofça Antlaşması’na dek (1699) geçen 1200 yıl içinde Türkler Avrupa, 1699’dan bugüne dek (1923-1938 dışında) geçen 300 yıl içinde ise Avrupalılar Türkler üzerinde, üstünlük sağlamıştır. Batıda her zaman var olan, ancak benzeri Türklerde bulunmayan ırkçılığı içeren karşıtlık, bu uzun çatışmalar sürecinin bir ürünüdür.
Avrupalıların, Hıristiyanlığı kullanarak Doğu Akdeniz havzasını ve Doğu ticaret yollarını ele geçirmek için düzenlediği tam 8 Haçlı Seferini Türkler göğüsledi ve onları yenilgiye uğrattı. Avrupalılar, 2.Viyana Kuşatması’ndan kurtuldukları gün olan 12 Eylül’ü; “Türk Günü” adı vererek ve Türk düşmanlığını işleyerek, hala kutluyorlar. Avrupalı anneler çocuklarını hala, “Türkler geliyor”  diye korkutuyor.

Tarihsel Saplantı

Batı toplumlarının incelenmesinde kullanılan sorgulayıcı gözlem ve araştırma zenginliği, konu Türk tarihi olduğunda yerini bilim dışı kanıtsız savlara ve akıl dışı davranışlara bırakır. Söylenen ve yazılanların niteliği çok düzeysizdir; kin ve tiksintiye dayalıdır. 670 yılında İstanbul’daki Müslüman kuşatmasını yermek için yazılan Apocalypse de Pseudo-Methodios adlı kitapta Türkler için şunlar yazılıdır: “Kuzeyden gelen kavimler insan eti yerler, vahşi hayvanların kanlarını su gibi içerler. Yılan, akrep gibi toprak üzerinde sürünen ne kadar iğrenç hayvan varsa bunları ve hayvan leşlerini yerler. Yeni doğmuş bebekleri öldürüp, onları annelerine sunar, sonra da etini yerler. Yeryüzünü kirletip, kokuturlar. Hiç kimse bunlara karşı gelemez”.1
1940’larda Türkiye’de de ders veren ünlü bilim adamı Prof.Dr.Fritz Neumark, Avrupalıların Türklere ve Türk tarihine bakışını açıklarken şunları söylemektedir: “İçtenlikle itiraf etmeliyim ki Avrupalı, Türkleri sevmez; sevmesi de mümkün değildir. Türk ve İslam düşmanlığı Hıristiyanların ve kilisenin asırlardır hücrelerine sinmiştir. Avrupalılar Türkleri Müslüman olduğu için sevmez ama laiklik şöyle dursun, Türkler Hıristiyan olsa da onlara düşman olarak bakmaya devam eder. Türkler pek farkında değiller ama Avrupalılar şu gerçeğin farkındadırlar: Tarihten Türkler çıkarılırsa ortada tarih diye birşey kalmaz”.2

Tarihten Korkmak

Batılıların eskiye giden ve bugün de süren Türkiye ve Türk karşıtlığı, kaçınılmaz olarak doğrudan Türk tarihini hedef almakta ve bu tarih hala “belleklerden silinmesi” gereken gizil (potansiyel) bir çekince (tehlike) olarak görülmektedir. Türkiye’de “Avrupa Birliği Büyükelçisi” olarak görev yapan Karen Fogg’un; “Bir de şu Türk tarihinden kurtulsak”3 biçimindeki sözleri bu görüşün günümüzdeki en açık ve kaba örneğidir.

Tarihin Gerçekliği

İnsanlık tarihinin gelişim süreci içinde pek çok uygarlık ortaya çıktı, gelişti ve kendinden sonrasını etkileyerek ortadan kalktı. Yaşamın sürekli yenilenen ve gelişen akışı içinde yer alan uygarlıklar, bir yandan kedine ait özgünlüğü temsil eder; bir başka yandan nesnel koşulların etkisiyle evrenselin bir parçası durumuna gelir.
Toplumsal ilerleme ya da gerilemede belirleyici olan, toplumun özünü oluşturan iç gücüdür ancak bu gerçek; toplumlararası ilişkilerin ve birbirlerine yaptıkları etkinin önemini azaltmaz. Her uygarlık, dayandığı toplumsal yapının aldığı biçime göre yükselir ya da çözülür. Bu belirleyicidir. Ancak, yükseliş ve çözülüşlerde dış ilişkilerin de önemli bir yeri vardır, bu ise etkileyicidir.

Uygarlığın Ölçütü

Uygarlıkların, başka uygarlıkları egemenliği altına alınarak özümlemesi (asimile etmesi) daha gelişkin bir uygarlığa sahip olmayı gerekli kılar. Baskıya dayalı özümleme, silah teknolojisi ve askeri üstünlükle; doğal özümleme ise ekonomik ve kültürel üstünlükle olanaklıdır. Hangisi olursa olsun bunları gerçekleştirebilen bir toplum daha gelişkin ve güçlü bir toplumdur.
Sınıflar ve toplumlar arası çatışmaların geçerli olduğu bir dünyada, uygarlığın ölçütü yalnızca toplumsal ya da sanatsal gelişkinlik değil, bunlarla birlikte; toplumsal örgütlenme, devlet yapılanması, silah teknolojisi ve askeri örgütlenmede sağlanan gelişkinliktir. Kendini koruyacak gücü yaratamayan toplumlar, yeterince gelişmemiş demektir. Bu toplumlar, kendilerini koruyamadıkları gibi başka toplumlar üzerinde egemenlik kuramazlar, tersine başka uygarlıklar tarafından egemenlik altına alınarak özümlenirler.

Genlere İşlemiş Karşıtlık

Batı kültürünün içine sinmiş olan Türk karşıtlığı, 21.yüzyıla girildiği günümüzde de etkisinden pek bir şey yitirmeden sürmektedir. Kişisel davranışlarda, biçimsel kibarlıkların arkasında ustaca gizlenmiş son derece kaba duygular vardır ve bu kabalık, üstelik okullarda okutulan ders kitaplarına yansıtılmıştır.
1987 yılında Almanya’da yayımlanan sözlükte Türkler şöyle tanımlanır: “Türkler: Dinsiz, hoşgörüsüz, kaba, vicdansız, acımasız, ahlak kurallarına saygısız, en korkunç günahları işlemeye yatkın, lanetlenmiş korkunç barbarlar, sinsi, korkak, kibirli, aşağılık, güvenilmez, tanrı tanımaz, iğrenç kokulu, kötü, soyu sopu belirsiz bir halktır...” 4

Temizlik Sorunu

Türkler’e yakıştırılan olumsuz nitelikler içinde herhalde en aykırı olanı, Türkler’in “iğrenç kokulu” ve “pis” olduğunu ileri sürmektir. Temizlik ve onun göstergesi hamam, Türk toplumunun temizliğe verdiği önemin simgesidir. İslam inancı gerektiğinde günde beş kez su ile temizlenmek (abdest) ibadet koşuludur. Oysa, Avrupalılar özellikle Hıristiyanlığı kabul ettikten sonra, yıkanmayı, vücut temizliğini bilmez durumdaydılar ve çok pistiler.
Hıristiyan rahibeler birkaç yüzyıl önceye dek, yemek yemeyi hor görür, tenle temas eden yiyeceğin insan ruhunu kirlettiğine inanırlardı. Bu nedenle pisliği, dinsel bir koruyucu olarak görür, “temizlikten tiksinti duyarlardı”. Onlara göre; “yıkanmamış ellerle yemek yemek insanı kirletmezdi”.5
Hıristiyan kadınlar, “çıplak vücutlarının erkekler tarafından görülme tehlikesi” nedeniyle yıkanmaz, pisliği erdem sayarlardı. Pisliğin ürünü olan bitler, “Tanrı’nın incileri ve azizliğin belirtisi” sayılırdı. Ermişliğin simgesi sayılan din büyükleri “yüce azizler”, ayaklarının “ırmak geçmek dışında suya hiç değmediğini” söyleyerek övünürlerdi.6 Kastilya (İspanya) Kraliçesi İsabella; yaşamı boyunca iki kez yıkanmıştı.7
18.Yüzyıla dek erkeklerin parfüm kullanmalarının nedeni “pis bedenlerinin kokusunu önlemek”, peruk takmalarının nedeni ise “bitle dolu olan saçlarını” örtmekti.8
17.Yüzyıl başında İstanbul’a gelen İngiliz Büyükelçiliği görevlileri, ayak yolunu (helâ) bilmiyor, gereksinimlerini oturak (lazımlık) denilen kaplarla gideriyorlardı. Ancak, oturağı çevreyi kirletmeyecek biçimde, belli bir yere değil, pencereden dışarıya döküyorlardı. Bu nedenle İstanbul içinde oturmalarına izin verilmemiş ve o zaman için kent merkezine oldukça uzak bir yer olan Sarıyer’e yerleştirilmişlerdi. 19.Yüzyıla gelindiğinde, kesin olarak ayakyolu kullanma sözü vermeleri üzerine Taksim’e taşınmalarına izin verilmişti.9

DİPNOTLAR

1        “Anastasios Lolos (editör), Die Apolaypse des Pseudo-Methodies, Meisenheim am Glan”, 1976, sf.130; ak. S.Yerasimos, “Türkler” Doruk Yay., sf.18
2      Unıverstelıler@topica.com, ak, Yalçın Bayer Hürriyet, 23.06.2002
3      Haluk Tarcan H.tacan@wanadoo.fr
4      “Das Neue Lexikon Der Vorurteile” Jogschies 1987, 100; ak. Prof.Bozkurt Güvenç “Türk Kimliği” Remzi Kit, 6.Bas.-2000, sf.291
5     “İncil” Matta, 15/20; ak. H.Kılıç, “Batı’da Kadın” Otopsi Yay., İst.-2000, sf.149
6     “Batı Felsefesi Tarihi” Bernard Russel, 2.Cilt, sf.130; ak. a.g.e. sf.149
7     “Tabular ve Tuhaf Adetler” Ayhan Korkmaz  Aykın Yay.; ak. Cumhuriyet 22.05.2004
8     “Kadın ve Erkek ruhsal ve Cinsel İlişkiler Ansiklopedisi” 2.Cilt, sf. 374; ak. a.g.e sf.227
9     a.g.e.; Cumhuriyet 22.05.2004





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder