26 Nisan 2017 Çarşamba

ULUS DEVLET KARŞITLIĞI



Kabile ekonomisi, yeni-Osmanlıcılık, eyaletçilik, yerel yönetimcilik gibi tanımlamalarla dile getirilen; devletsiz ve örgütsüz cemaat toplumları, uluslararası şirketler için en uygun pazardır. Din, dil, yerel kültür, mezhep ve etnik köken gibi eskiye dayanan toplumsal oluşumlar, bu tür pazarların yaratılmasının dayanak noktalarıdır. Bu dayanaklar, ulus-devletin yerine geçirilmek istenen ‘yeni’ toplum biçiminin yaratılmasında, gelişmiş ülkelere neredeyse hazır bir ortam sunar. Parçalanmanın ‘filozofları’ küreselleşmeciler, düşüncelerini gizlemiyor. “Küresel ekonomi büyüdükçe uluslardan oluşan oyuncuları küçülmeli” diyorlar.

Güçlünün Egemenliği

Gelişmiş ülkelerin azgelişmiş ülke devletlerine olan karşıtlığı ve onların iç işlerine yönelik ilgileri sömürgecilik dönemine dek uzanır. Ülkelerarası ilişkilerde üstün konuma gelerek çıkar elde etmenin güce dayandığı ve bu gücün de örgütlü devlet gücü olduğu açıktır. Bu bakımdan gelişmiş ülkeler, kendi devlet aygıtlarını son derece yetkinleştirirken, geri kalmış ülke devletlerini güçsüz kılmak için her yolu dener.
Sömürüye dayalı çıkar sağlama amaçlarının doğal sonucu olan bu eylem, tarihin her döneminde aynı anlayışla gerçekleştirilmiş ve devletlerarası ilişkilerin temel özelliğini oluşturmuştur: Güçlü olan güçsüzü ezer... Ülkelerarası ilişkilerin bu yalın gerçeği, toplumsal yaşamın gelişim ve değişim kurallarını belirler ve tüm insanlığı ilgilendiren bir uygarlık sorunu olarak tarihteki yerini alır.

Ulus Devletin Önemi,

Büyük devletlerce sürdürülen küresel savaşımın temel ereği, dış karışmaya karşı direnç gösterecek yerel ya da bölgesel örgütlerin her yönden etkisiz kılınmasıdır. Yerel ya da bölgesel örgütlerin en güçlüsü, doğal olarak ulus-devletlerdir. Nerede ülkelerarası sömürü ve baskı varsa orada ulus-devlet karşıtlığı da vardır.
Ayrıcalıklı üstünlüklerin ve toplumsal varsıllığın korunması ya da ele geçirilmesi, bu yöndeki istekleri eyleme dönüştürecek olan devlet aygıtının gücüyle ilgili bir sorundur. Her devlet kendinden güçsüz devletleri etkisi altına alır, güçlü olanlarca etki altına alınır. Yaşambilimin (biyolojinin) doğal yasalarına benzeyen bu gerçek, etkili işleyişini ve kaçınılmaz sonuçlarını her zaman yürürlükte tutmuştur. Günümüzde uygulanan ulus-devlet karşıtı Yeni Dünya Düzeni politikaları, çok yönlü uygulama yöntemleri ve teknolojik olanaklarla benzerleri içinde en ileri türü oluşturur.

Devletin Ekonomideki Öncülüğü

Devleti güçlü kılacak ekonomik ve akçalı olanaklar; özel şirket yatırımları, bunlardan alınan vergiler ve kamu yatırımlarıdır. Kamu yatırımlarının önceliği ve devletin öncülüğü olmadan kalkınabilmiş bir ülke henüz ortaya çıkmadı. Gelişmiş kapitalist ülkelerin sanayileşerek kalkınmaları, 15. ve 16.yüzyıldaki korumacılığa dayalı devletçilik (merkantilizm) üzerine kuruludur.
Ortaçağ ilişkilerinden kurtularak toplumsal ilerlemeyi sağlamanın tek yolu, devrimci bir anlayışla savaşım içine girmek ve bu savaşımı başarıya ulaştıracak bir örgüte sahip olmaktır. Bu örgüt ulus-devlettir.
Feodalizmi tasfiye ederek, Batı toplumlarını Ortaçağ’dan çıkaran liberal kapitalizm dönemi, devrimci bir süreçtir. Bu süreç içinde etkin rol alan kentsoyluluk (burjuvazi) ve onun öncülüğünde oluşturulan ulus-devletler, o dönemin devrimci sınıf ve örgütleriydiler.
20.yüzyılda, mali sermaye etkinliğinin üretimin önüne geçmesi yani rantiye kârlarının yoğunlaşması, tekelci şirket egemenliğine yol açtı ve liberalizm bütün ilerici özelliğini yitirdi. Büyük emperyalist bir güç durumuna gelen Batılı devletler, bu dönemde, kendilerinin kalkınıp güçlenmelerinin temel dayanağı olan ulus-devlet gücünü, azgelişmiş ülkelerde ortadan kaldırmaya girişti.

Ülkesine Yabancılaşan Ülke Yöneticileri

Ulus-devlet karşıtlığı, başlangıçta dolaylı ilişkilerle yürütüldü. Devlet yetkilileri, en üstten başlamak üzere ve belirli bir program içinde elde edildi. Ülkesine ve ulusal haklarına yabancılaşan politikacılar ve kamu yöneticileri, kendilerine iletilen hemen her dış öneriyi büyük bir bağlılıkla yerine getirdi.
Birbirini bütünleyen ve ulus-devlet varlığını güçsüzleştiren bu uygulamaların gerçek niteliğini o dönemde çok az kişi kavrayabildi. Bunlar da değişik yöntemlerle susturuldu. Bu dönem, ulus-devlet karşıtlığının dolaylı yöntemlerle sürdürüldüğü siyasi etkinlik dönemiydi.
Devleti yönetenlerin elde edilmesine paralel olarak, ülkeler borçlandırılmaya başlandı. Dış kredi akışı, yeni düzene bağlılıkları sınanmış kesimlere yönlendirilerek, işbirlikçi iş çevreleri yaratıldı. Ulus devletin ekonomik karşıtları olarak yaratılan bu çevre, sürekli desteklenerek güçlenmesi sağlandı.

Yeni Yöntem

1980’lere gelindiğinde, politik işleyişi ve ekonomik kaynakları üzerinde denetim kurulmamış, borcu olmayan ve kendi kendine yeterli ülke kalmamıştı. Bu ülkelerin ulusal pazarları üzerinde kurulan denetim, pazar içi serbestliği sınırsızlaştırmak ve engelleyici yerel yasalardan sıyrılmak için, ulus-devlet yapılarından büyük oranda kurtulunmuştu. Bu nedenle 80’den sonra, devlet kadroları üzerinde kurulan egemenlikle yetinilmedi ve ulus-devletlerin varlığını sona erdirmeye yönelik politikalar, dolaysız bir biçimde uygulamaya konuldu.
Yerel birimlere dayanan yönetim biçimleri, dinsel ve etnik yapılanmalar ve ayrılıkçılık, özelleştirmeler ve çok hukukluluk vb. gündeme getirildi. Bu gündem, her türlü propaganda aracıyla günümüzün gerçeği olarak sunuldu ve buna, ‘yapısal reformlar’ adı verildi.

Ulus Devlet Karşıtlığının Ekonomik Temeli

1970’lere dek büyük birimler halinde örgütlenen ve bir merkezden yönetilen uluslararası şirketler, bu tarihten sonra; değişime kolay uyum gösteren, pazar esnekliğine sahip, müşteri duyarlılıklarına daha iyi yanıt verebilen, bürokratik giderleri düşük, küçük ve özerk birimler halinde yapılanmaya başladı.
Küçülen birimler, üretim ve pazarlamada daha hızlı hareket ediyor, personel rejiminde kısıntı kolaylıkları sağlıyor ve yönetici sayılarını artırarak sorumluluk performansını arttırıyordu. Ayrıca, işgücünün ucuz olduğu azgelişmiş ülkelere yönelen şirket yatırımları, bu ülkelerde; az işçi çalıştıran ve yerel ölçülere uyum gösteren birimler halinde örgütlenerek daha çok kâr sağlıyordu.

Küçülmenin Kuramı

Küresel şirketler, özellikle 1980’den sonra, stratejik konulardaki karar yetkisi şirket merkezinde kalmak koşuluyla, alt şirket, bağlı şirket ya da şube olarak küçük birimler halinde çalışmaya başladı. Bu örgütlenme biçimiyle uluslararası şirket, ciroları ve kazançları sürekli büyüyen, alt birimleri ise sürekli küçülen “güçlü küresel koordinasyona sahip yerel işletme toplulukları” haline geldi.
1970 yılında tüm dünyada, 10 bin küresel şirketin 30 bin alt birimi varken, 1979’da küresel şirket alt birim sayısı 80 bine çıkmıştı. 1980’den sonraki 13 yıl içinde hızlı bir artış gösteren alt birim şirketlerinin sayısı bu süre içinde yüzde 257 artarak 1993 yılında 206 bine ulaşmıştı.1
Küreselleşme ideologlarından John Naisbitt şöyle söylüyor: “Büyük şirketlerin özerk ve küçük ünitelere bölünerek daha iyi çalışabileceklerini görüyoruz. Aynı durum, ülkeler için de geçerli eğer dünyayı tek pazarlı bir dünya haline getireceksek, parçaları küçük olmalı... Bin ülkelik bir dünya, ulus-devletin ötesine geçmeyi belirten bir mecaz... Evrenselleşerek daha kabilesel davranıyoruz. Etnik köken, dil, kültür, din ve yerel inançlar giderek gelişiyor... Yeni liderler, artık devletlerarasında değil, bireyler ve şirketler arasındaki stratejik ittifakları kolaylaştıracak ya da en azından karşı çıkmayacaktır. Bugün, dünyamızda tanık olduğumuz şey birbirinden ayrı ve karmaşık bir olaylar yumağı değil, bir süreç; hükümetsiz bir yönetimin yayılmasına doğru ilerleme süreci...”2

Ulus-Devletin Yokedilmesi

Uluslararası şirket etkinliğinin küresel örgütlenmede aldığı yeni biçim, bu biçime uyum gösteren pazar koşullarını yaratma isteğini de beraberinde getirdi. Bu isteğin somut karşılığı, kendi pazarını koruma eğilimi içinde olan ulus-devletlerin önce baskı altına alınması daha sonra açık pazar haline getirilmesiydi.
Ulus-devletin ticari alandaki varlığı, korumacı gümrük yasaları; ekonomideki varlığı, bağımsız maliye ve kamu işletmeleri; siyasi varlığı ise ulusal yönetim ve hukuktur. Bunların yokedilmesi, doğal olarak ulus-devlet karşıtlığının ana ereği oldu.
Günümüzün zorunlu gerçekleri olarak sunulan; serbest piyasa ekonomisi, gümrük birliği anlaşmaları, özelleştirme, yerel yönetimcilik ve uluslararası arabuluculuk (tahkim) gibi uygulamalarla, azgelişmiş ülkelerde ulus-devletin varlık nedenleri ve bu nedenlere kaynaklık eden yaşam alanları birer birer ortadan kaldırıldı. Ulus-devlet varlığıyla şirket egemenliğinin ters orantılı ilişkisi, dünya politik düzeninin temel çelişkisini oluşturdu.

Söylenenler; Yapılanlar

General Electric’i 1990’ların başında adeta yeniden yaratan Jack Welch’in, şirket birimlerine uygulanma zorunluluğuyla verdiği kesin ve net buyruk şuydu; “Küçük düşünün... Büyük şirket kütlemize, küçük şirket ruhunu ve küçük şirket hızını kazandırmak için amansız bir mücadele veriyoruz.” Welch, dev boyutlu şirketini, daha etkili hale getirmek için, küçük birimler biçiminde yeniden örgütledi. Bu yöndeki uygulamalar kısa süre içinde sonuçlarını verdi ve şirketin eleman sayısı 368 binden 268 bine düşerken, yıllık satışlar 1992 rakamlarıyla 27 milyar dolardan 62 milyar dolara, net kazanç ise 1.5 milyar dolardan 4.7 milyar dolara çıktı.3
Dünyanın en büyük güç üretim şirketi olan ABB (Asea Brown Boveri), Zürih’ten yönetilen merkezi şirket yapısını, özerklik haklarına sahip 1200 küçük şirket şubesine böldü. Ortalama 200 kişinin çalıştığı şubeler, ana şirket gelirlerini kısa sürede 30 milyar dolara çıkardı. Genel Müdürlükte çalışan eleman sayısı 4000’den 200’e indirildi, gelirler arttı. Bir İsveç-İsviçre şirketi olan bu firma, satışlarının yüzde 90’ını dış ülkelerden elde eder duruma geldi. Genel Müdür Percy Barnevik; “Sürekli büyüyor aynı zamanda sürekli küçülüyoruz. Biz yalnızca küresel bir işletme değil, aynı zamanda güçlü bir küresel koordinasyona sahip yerel işletmeler topluluğuyuz” diyor.4

“Kent Devletleri”

Eskiden diplomatik söylemler içinde gizlenen ulus-devlet karşıtlığı, artık bütün gelişmiş ülke başkentlerindeki resmi ve özel açıklamalarda açıkça dile getiriliyor. Ekonomistler, gazete editörleri ya da çokbilmiş stratejistler hükümet yetkililerinin sözcülüğünü yapıyor. New Perspectives Quarterly dergisi yayın yönetmeni şöyle diyor: “Yeni Dünya Düzeni’nin en önemli yapı taşları, silahlı uluslar yerine global ölçekli şirketlere ev sahipliği yapan, teknolojik olarak gelişmiş kent devletleri olacak”.5

DİPNOTLAR

1    “Centre on Transnational Corporations” araştırmaları ve BM “World Invenstment Report 1994” ak. Ergin Yıldızoğlu “Globalleşme ve Kriz” Alan Yay. 1996 sf. 15
2   “Global Paradoks” John Naisbitt Sabah Yayınları 1994 sf. 14,24 ve 34
3   “Şirket Yönetiminde GE yaklaşımı; Jack WelchYeni General Elektric’i Nasıl Yarattı?” Robert Slater Sabah Kit.1994 ve “Global Paradoks” John Naisbith Sabah Kit. 1994 sf.5
“Global Paradoks” John Naisbith Sabah Kitapları 1994 sf. 5
“New Perspectives Quarterly (NPQ)” Cilt 2, Sayı 5 ak. Hıdır Göktaş - Metin Gölbay, “Soğuk Savaştan Sıcak Barışa” Alan Yay. 1994 sf. 40





1 yorum: