Jandarma Genel
Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis,17
Şubat 1993 Çarşamba günü bindiği uçağının düşmesi sonucu, yanındaki 3 subay ve
1 astsubayla birlikte şehit oldu. Dönemin yetkilileri, uçağın buzlanma
nedeniyle düştüğünü açıkladı ve üstünkörü bir soruşturmayla dosyayı kapattı.
Oysa, durum oldukça karışıktı ve Eşref
Bitlis sıradan bir komutan değildi. 1974 Kıbrıs Barış Harekatı’na katılmıştı.
Geçmişi başarılarla dolu, yüksek niteliklere sahip yurtsever bir kurmay subaydı.
NATO’cu olmayan ender komutanlardan biriydi. Görev yaptığı her yerde saygı
görmüş, aşırı sevilmişti. Kıbrıs halkının gösterdiği sevgi ve bağlılık
nedeniyle, buraya albaylık dahil tümgeneral ve korgeneral rütbeleriyle üç kez
atanmıştı. Hakkında, ‘Atatürk’ten bu yana
bu düzeyde bir komutan gelmedi’ diye yorumlar yapılıyordu.(x) Ölmeseydi
Genelkurmay başkanı olacağı söyleniyordu.
Nitelik
Eşref Bitlis, Jandarma Genel
Komutanlığı döneminde, ayrılıkçı kalkışmaya karşı büyük bir mücadele yürütmüş ve
terör örgütünü bitirme noktasına getirmişti. “İncirlik Üssü’nden kalkan ABD uçakları, PKK’ya yardım dağıtıyor” diyor,
ABD yönetimindeki ‘Çekiç Güç Kuvvetleri’nin
Türkiye’den ayrılması gerektiğini söylüyordu. ABD’nin Kuzey Irak’ta oluşturmaya
çalıştığı Kürt devletini, Türkiye için tehdit unsuru olarak görüyordu. Atatürk’ün bölgeye yönelik Kürt politikasını
güncelleyen bir anlayışa sahipti.
ABD Büyükelçiliği, Eşref
Bitlis’i birkaç kez hükümete şikayet etmişti. Kazadan 2 ay önce, 17 Aralık
1992’de Çekiç Güç’e bağlı Amerikan
savaş uçakları, helikopterine taciz uçuşu yapmış düşürmeye çalışmıştı.
Bu
değerli komutan, 17 Şubat 1993 Çarşamba günü, Beechcraft B200 King Air tipi uçağının Ankara üzerinde düşmesi
sonucu şehit oldu. Resmi çevreler, ‘kaza
buzlanma nedeniyle olmuştur’ deyip dosyayı kapattı ama bu olay kamu
vicdanında bugüne dek aydınlığa kavuşmadı.
‘Soruşturma’
Uçağın düşmesinin ardından Yenimahalle Cumhuriyet Savcılığı
ve Kara Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Savcılığı olaya elkoydu. Sivil savcılık,
uçağın askeri olması ve şehit olanların asker kimliği nedeniyle, soruşturmayı
olduğu gibi askeri savcılığa devretti.
Kara Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Savcılığı, olayı ele aldı ve
hazırlık soruşturmasını 5 Mayıs 1993 tarihinde sonuçlandırdı. Kararda, “uçak buzlanma nedeniyle düşmüştür, bu nedenle kovuşturmaya yer yoktur” deniyordu.
Askeri
savcılığın kararında şunlar yer alıyordu; “Genel
olarak uçak kazalarında düşme nedenlerinin tam ve kesin olarak açıklığa
kavuşturulması son derece güçtür. Olayımızda pilotaj faktörü dışında saptanan
buzlanma faktörünün giderilmesi ile pilot davranışları kuşkusuz birtakım
ihtimallere dayalı olarak açıklanabilmektedir. Nitekim pilotun motorlarda
‘anormallik’ olduğunu bildirmesi buzlanma ihtimalini düşündürmüştür”.1
Uzmanlar Farklı Şeyler Söylüyor
Konunun uzmanları yaptıkları çözümlemelerde farklı sonuçlara
ulaştılar. Buzlanma açıklaması için meteoroloji raporlarının çarpıtıldığını
söylediler. Dosyada iki meteoroloji raporu vardı ve Askeri Savcılık raporlar
konusunda herhangi bir meteoroloji uzmanından değerlendirme almamıştı. Emir
komuta zinciri içinde, bilirkişi niteliği taşımayan subayların ihtimallere ve
çarpıtmalara dayanan raporunu, ‘bilirkişi
incelemesi’ olarak kabul etmişti. Oysa, hukuki olarak yapılması gereken, yeterliliği
olan bir bilirkişi kurulu atayıp onların incelemesine göre karar vermekti.
Savcılık,
o günkü değeri 29 milyar lira olan pahallı bir uçağın sigortasız olduğunu da
araştırmamıştı. Satış şartnamesinde, -40 derecede uçabileceği belirtilen uçağın
-4 derecede düşmesi karşısında, uçak şirketi hakkında dava açma yoluna gidilmemişti.
Savcılık, uçağın düşmesinden üç ay sonra dosyayı tamamlayıp ‘kovuşturmaya Yer Olmadığı Kararı’ nı vermişti
ama bu üç ay boyunca, yapılması gereken araştırma ve soruşturmayı yeterince
yapmamıştı.
Görmezden Gelinenler
Savcılığın elinde, sabotaj
olasılığının ciddiye alınmasını gerektirecek bir rapor vardı. Hazırlık evrakı
içinde yer alan bu raporu; şirketin Amerikalı uzmanları ve Kara Havacılık Okulu
Kurmay Başkanı, uçak enkazı üzerinde iki gün çalışarak hazırlamışlardı. Raporda,
motorların önemli parçalarının bazılarının ‘kayıp’,
bazılarının da ‘tahrip edilmiş olduğu’ saptanmıştı.
Uçağın motorlarını üreten Pratt
and Whitney şirketi, bir düşme anında motorların dış çeperinin kesinlikle
parçalanmayacağını söylüyordu. Önemli kişileri taşıyan, bu nedenle pahalı olan bu
uçaklarda, parçalanması mümkün olmayan bu tür motorlar kullanılıyordu. Oysa,
buzlanma sonucu düştüğü belirtilen uçağın her iki motorunun kimi önemli parçaları kayıptı ve tahrip edilmişti.
Askeri Savcılık, kaybolan parçaların bulunmasını istemedi, kaybolma
nedenlerini araştırmadı. Sabotaj ihtimalini açıklığa kavuşturacak olan bu
noktayı görmezden geldi ve soruşturmadı. Hangarın gece nöbetçisinin ifadesinde
sözünü ettiği şüpheli şahsı araştırmadı.
Oysa,
uçağın düşmesinden bir gün sonra alınan ifadelerden birisi dikkat çekiyordu. 16
Şubat günü uçağın bulunduğu hangarın nöbetçilerinden Er Tahir Metin ifadesinde, saat 19:30’da astsubay olduğunu tahmin
ettiği bir kişinin hangardan Havacılık Okulu’na doğru gittiğini gördüğünü ve
bunu çok garip bulduğunu belirtmişti. Askeri Savcılık, bu ifadeyi
değerlendirmemiş, bu konuda bir belge koymamıştı.
Genelkurmay’ın Tutumu
‘Kovuşturmaya Yer
Olmadığı Kararı’yla ilgili olarak Genelkurmay’ın tutumu da ilginçti. Genelkurmay,
Askeri Savcılığın yasanın tanımladığı koşullara uyan bilirkişi incelemesine başvurmamasına
bir şey demedi. Önüne koyulan bilgi ve belgeleri tartışmasız kabul etti. Kuvvet
komutanı bir orgeneral ile dört subayın yaşamını yitirdiği çok önemli bir
olayın bu biçimde ele alınması, TSK’nın geleneklerine uygun düşmüyordu.
Olayın, bu denli özensiz ele alınması olağan değildi. Bir
soruşturmada bu kadar çok hata olamazdı. Olgular, bütün kanıtlarıyla şunu
ortaya koyuyordu; uçak motorlardaki buzlanma sonucu düşmemişti, pilotlar kusurlu değildi,
motorlarda ve uçakta yapım hatası yoktu.
Bunların
dışında ortada tek bir olasılık kalıyordu. “Eşref Bitlis’in uçağı sabotaj
sonucu düşürülmüştür. Sabotaj motora yapılmıştır…”2
1993 Yılı ve Gelecek
Eşref Bitlis olayında, gerçekler
bu güne dek ortaya çıkarılmadı. Jandarma Genel Komutanı olan bir orgeneralin ‘faili meçhul’ kalan ölümünün perde
arkası aydınlatılmadı. TSK, ordu komutanını koruyamayan ve ölümünü
aydınlatamayan duruma düştü. Önemli oranda itibar kaybına uğradı. İlerde
düzenlenecek yıkıcı kumpaslara karşı kendini koruyacak dirençten yoksun edilgen
bir görünüm verdi.
1993
yılı, Türkiye’de suikast ve öldürmeler yılı oldu. Eşref Bitlis’ten 23 gün önce 24 Ocak’ta Uğur Mumcu öldürüldü. 12 gün önce 5 Şubat’ta ‘Kürt Raporu’nu hazırlayan Adnan
Kahveci garip bir trafik kazasında öldü. 24 Mayıs’ta 33 silahsız er
Bingöl’de öldürüldü. 2 Temmuz’da 33 aydın Sivas’ta yakıldı. 5 Temmuz’da
Erzincan Başbağlar köyünde 33 köylü öldürüldü, köy ateşe verildi. 22 Ekim’de
Diyarbakır Bölge Jandarma Komutanı Tümgeneral Bahtiyar Aydın öldürüldü. 1993’te son olarak, 4 Kasım’da Jandarma
istihbaratında görev yapan terörle mücadelenin kilit ismi Binbaşı Cem Ersever öldürüldü.
Not: Bu yazı, İkrami Özturan’ın ‘Çuvaldız’ kitabından yararlanılarak hazırlandı.
DİPNOTLAR
1 tr.wikipedia.org, Son erişim tarihi: 31
Mayıs 2014
2 Adnan Akfırat, Eşref Bitlis Suikastı
T2174a.blogcu.com, 03 Eylül 2013
Yazık çok yazık,neler oluyor neler...
YanıtlaSil