17 Şubat 2019 Pazar

EŞREF BİTLİS’İ ANARKEN



Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis,17 Şubat 1993 Çarşamba günü bindiği uçağının düşmesi sonucu, yanındaki 3 subay ve 1 astsubayla birlikte şehit oldu. Dönemin yetkilileri, uçağın buzlanma nedeniyle düştüğünü açıkladı ve üstünkörü bir soruşturmayla dosyayı kapattı. Oysa, durum oldukça karışıktı ve Eşref Bitlis sıradan bir komutan değildi. 1974 Kıbrıs Barış Harekatı’na katılmıştı. Geçmişi başarılarla dolu, yüksek niteliklere sahip yurtsever bir kurmay subaydı. NATO’cu olmayan ender komutanlardan biriydi. Görev yaptığı her yerde saygı görmüş, aşırı sevilmişti. Kıbrıs halkının gösterdiği sevgi ve bağlılık nedeniyle, buraya albaylık dahil tümgeneral ve korgeneral rütbeleriyle üç kez atanmıştı. Hakkında, ‘Atatürk’ten bu yana bu düzeyde bir komutan gelmedi’ diye yorumlar yapılıyordu.(x) Ölmeseydi Genelkurmay başkanı olacağı söyleniyordu.


Nitelik

Eşref Bitlis, Jandarma Genel Komutanlığı döneminde, ayrılıkçı kalkışmaya karşı büyük bir mücadele yürütmüş ve terör örgütünü bitirme noktasına getirmişti. “İncirlik Üssü’nden kalkan ABD uçakları, PKK’ya yardım dağıtıyor” diyor, ABD yönetimindeki ‘Çekiç Güç Kuvvetleri’nin Türkiye’den ayrılması gerektiğini söylüyordu. ABD’nin Kuzey Irak’ta oluşturmaya çalıştığı Kürt devletini, Türkiye için tehdit unsuru olarak görüyordu. Atatürk’ün bölgeye yönelik Kürt politikasını güncelleyen bir anlayışa sahipti.
ABD Büyükelçiliği, Eşref Bitlis’i birkaç kez hükümete şikayet etmişti. Kazadan 2 ay önce, 17 Aralık 1992’de Çekiç Güç’e bağlı Amerikan savaş uçakları, helikopterine taciz uçuşu yapmış düşürmeye çalışmıştı.
Bu değerli komutan, 17 Şubat 1993 Çarşamba günü, Beechcraft B200 King Air tipi uçağının Ankara üzerinde düşmesi sonucu şehit oldu. Resmi çevreler, ‘kaza buzlanma nedeniyle olmuştur’ deyip dosyayı kapattı ama bu olay kamu vicdanında bugüne dek aydınlığa kavuşmadı.

‘Soruşturma’

Uçağın düşmesinin ardından Yenimahalle Cumhuriyet Savcılığı ve Kara Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Savcılığı olaya elkoydu. Sivil savcılık, uçağın askeri olması ve şehit olanların asker kimliği nedeniyle, soruşturmayı olduğu gibi askeri savcılığa devretti.
Kara Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Savcılığı, olayı ele aldı ve hazırlık soruşturmasını 5 Mayıs 1993 tarihinde sonuçlandırdı. Kararda, “uçak buzlanma nedeniyle düşmüştür, bu nedenle kovuşturmaya yer yoktur” deniyordu.
Askeri savcılığın kararında şunlar yer alıyordu; “Genel olarak uçak kazalarında düşme nedenlerinin tam ve kesin olarak açıklığa kavuşturulması son derece güçtür. Olayımızda pilotaj faktörü dışında saptanan buzlanma faktörünün giderilmesi ile pilot davranışları kuşkusuz birtakım ihtimallere dayalı olarak açıklanabilmektedir. Nitekim pilotun motorlarda ‘anormallik’ olduğunu bildirmesi buzlanma ihtimalini düşündürmüştür”.1

Uzmanlar Farklı Şeyler Söylüyor

Konunun uzmanları yaptıkları çözümlemelerde farklı sonuçlara ulaştılar. Buzlanma açıklaması için meteoroloji raporlarının çarpıtıldığını söylediler. Dosyada iki meteoroloji raporu vardı ve Askeri Savcılık raporlar konusunda herhangi bir meteoroloji uzmanından değerlendirme almamıştı. Emir komuta zinciri içinde, bilirkişi niteliği taşımayan subayların ihtimallere ve çarpıtmalara dayanan raporunu, ‘bilirkişi incelemesi’ olarak kabul etmişti. Oysa, hukuki olarak yapılması gereken, yeterliliği olan bir bilirkişi kurulu atayıp onların incelemesine göre karar vermekti.
Savcılık, o günkü değeri 29 milyar lira olan pahallı bir uçağın sigortasız olduğunu da araştırmamıştı. Satış şartnamesinde, -40 derecede uçabileceği belirtilen uçağın -4 derecede düşmesi karşısında, uçak şirketi hakkında dava açma yoluna gidilmemişti. Savcılık, uçağın düşmesinden üç ay sonra dosyayı tamamlayıp ‘kovuşturmaya Yer Olmadığı Kararı’ nı vermişti ama bu üç ay boyunca, yapılması gereken araştırma ve soruşturmayı yeterince yapmamıştı.

Görmezden Gelinenler

Savcılığın elinde, sabotaj olasılığının ciddiye alınmasını gerektirecek bir rapor vardı. Hazırlık evrakı içinde yer alan bu raporu; şirketin Amerikalı uzmanları ve Kara Havacılık Okulu Kurmay Başkanı, uçak enkazı üzerinde iki gün çalışarak hazırlamışlardı. Raporda, motorların önemli parçalarının bazılarının ‘kayıp’, bazılarının da ‘tahrip edilmiş olduğu’ saptanmıştı.
Uçağın motorlarını üreten Pratt and Whitney şirketi, bir düşme anında motorların dış çeperinin kesinlikle parçalanmayacağını söylüyordu. Önemli kişileri taşıyan, bu nedenle pahalı olan bu uçaklarda, parçalanması mümkün olmayan bu tür motorlar kullanılıyordu. Oysa, buzlanma sonucu düştüğü belirtilen uçağın her iki motorunun kimi önemli parçaları kayıptı ve tahrip edilmişti.
Askeri Savcılık, kaybolan parçaların bulunmasını istemedi, kaybolma nedenlerini araştırmadı. Sabotaj ihtimalini açıklığa kavuşturacak olan bu noktayı görmezden geldi ve soruşturmadı. Hangarın gece nöbetçisinin ifadesinde sözünü ettiği şüpheli şahsı araştırmadı.
Oysa, uçağın düşmesinden bir gün sonra alınan ifadelerden birisi dikkat çekiyordu. 16 Şubat günü uçağın bulunduğu hangarın nöbetçilerinden Er Tahir Metin ifadesinde, saat 19:30’da astsubay olduğunu tahmin ettiği bir kişinin hangardan Havacılık Okulu’na doğru gittiğini gördüğünü ve bunu çok garip bulduğunu belirtmişti. Askeri Savcılık, bu ifadeyi değerlendirmemiş, bu konuda bir belge koymamıştı.

Genelkurmay’ın Tutumu

‘Kovuşturmaya Yer Olmadığı Kararı’yla ilgili olarak Genelkurmay’ın tutumu da ilginçti. Genelkurmay, Askeri Savcılığın yasanın tanımladığı koşullara uyan bilirkişi incelemesine başvurmamasına bir şey demedi. Önüne koyulan bilgi ve belgeleri tartışmasız kabul etti. Kuvvet komutanı bir orgeneral ile dört subayın yaşamını yitirdiği çok önemli bir olayın bu biçimde ele alınması, TSK’nın geleneklerine uygun düşmüyordu.
Olayın, bu denli özensiz ele alınması olağan değildi. Bir soruşturmada bu kadar çok hata olamazdı. Olgular, bütün kanıtlarıyla şunu ortaya koyuyordu; uçak motorlardaki buzlanma sonucu düşmemişti, pilotlar kusurlu değildi, motorlarda ve uçakta yapım hatası yoktu.
Bunların dışında ortada tek bir olasılık kalıyordu. “Eşref Bitlis’in uçağı sabotaj sonucu düşürülmüştür. Sabotaj motora yapılmıştır…”2

1993 Yılı ve Gelecek

Eşref Bitlis olayında, gerçekler bu güne dek ortaya çıkarılmadı. Jandarma Genel Komutanı olan bir orgeneralin ‘faili meçhul’ kalan ölümünün perde arkası aydınlatılmadı. TSK, ordu komutanını koruyamayan ve ölümünü aydınlatamayan duruma düştü. Önemli oranda itibar kaybına uğradı. İlerde düzenlenecek yıkıcı kumpaslara karşı kendini koruyacak dirençten yoksun edilgen bir görünüm verdi.

1993 yılı, Türkiye’de suikast ve öldürmeler yılı oldu. Eşref Bitlis’ten 23 gün önce 24 Ocak’ta Uğur Mumcu öldürüldü. 12 gün önce 5 Şubat’ta ‘Kürt Raporu’nu hazırlayan Adnan Kahveci garip bir trafik kazasında öldü. 24 Mayıs’ta 33 silahsız er Bingöl’de öldürüldü. 2 Temmuz’da 33 aydın Sivas’ta yakıldı. 5 Temmuz’da Erzincan Başbağlar köyünde 33 köylü öldürüldü, köy ateşe verildi. 22 Ekim’de Diyarbakır Bölge Jandarma Komutanı Tümgeneral Bahtiyar Aydın öldürüldü. 1993’te son olarak, 4 Kasım’da Jandarma istihbaratında görev yapan terörle mücadelenin kilit ismi Binbaşı Cem Ersever öldürüldü.

Not: Bu yazı, İkrami Özturan’ın ‘Çuvaldız’ kitabından yararlanılarak hazırlandı.

DİPNOTLAR

1       tr.wikipedia.org, Son erişim tarihi: 31 Mayıs 2014
2       Adnan Akfırat, Eşref Bitlis Suikastı T2174a.blogcu.com, 03 Eylül 2013

1 yorum: