5 Ekim 2013 Cumartesi

AVRUPA GÜÇ DURUMDA


Avrupa’da giderilemeyen ekonomik ve toplumsal bir bunalım yaşanıyor. Pazar gereksinimini karşılamak için oluşturulan Avrupa Birliği, büyüklerin özellikle Almanya’nın etkisi altına girmiş durumda. Fransa ve İngiltere durumdan rahatsız. Kimilerine göre geleceği olmayan AB oluşumu sorunları çözemiyor. Yabancı düşmanlığına dayalı ırkçılık ve milliyetçilik yayılıyor. Ekonomik göstergeler olumlu değil. Orta sınıf küçülüyor, yoksulluk artıyor. Yunanistan, Portekiz, İrlanda, İtalya ve Fransa başta olmak üzere AB ülkeleri akçalı (mali) sorunlarla boğuşuyor. Buna karşın, Türkiye’de Avrupa Birliği’nin peşine takılanların tutumlarında bir değişiklik yok. Sesleri şimdi daha az çıkıyor ancak tek yanlı Gümrük Birliği’nin yıkıcı sonuçlarından söz eden yok. Türkiye’nin Batı’nın açık pazarı olduğu günümüzde Avrupa’nın durumunu göstermek istedik. Yazıyı bu nedenle yayınlıyoruz.


Yakın Geçmiş

Avrupalılar, 20.yüzyıl içinde kümelere (gruplara) ayrılarak iki kez savaştı ve birbirlerine ölçüsüz zarar verdi. Her iki savaşın da nedeni, ekonomik yarışma (rekabet) ve pazar paylaşımıydı. Paylaşım savaşlarının yol açtığı yitikleri (kayıpları) birlikte yaşayan Avrupalılar, pazar gereksinimini silahlı çatışmaya varmadan çözebilmenin yol ve yöntemlerini aradılar. Bu arayışın somut sonucu Avrupa Birliği oldu.
Yirmi yıl arayla ortaya çıkan iki büyük savaş seksen milyon insanın ölümüne, ölçülemeyen maddi zarara yol açtı. Her iki savaşın da temelinde, büyük bir sanayi gücüne ulaşan ancak bu güce yeterli gelecek sömürgesi bulunmayan Almanya, ABD ve Japonya’nın dış pazar gereksinimleri vardı. 20.yüzyıl başında Dünya’nın büyük bölümünü sömürge haline getirmiş olan İngiltere ve Fransa, sahip oldukları hegemonya alanlarını korumak, diğerleri ise bu alanlardan pay almak istiyordu; dünya yeniden paylaşılmalıydı, birinci savaşın nedeni buydu.
İkinci Dünya Savaş’ı, birincisinin yinelenmesi (tekrarı) gibiydi. Avrupa’yı “yerle bir” eden savaş elli milyon insanın ölümüne neden oldu. Batılı büyük devletler, yine kendilerinin çıkardığı bu savaştan da büyük yitiklerle çıktı. Birinci Savaştan sonra kurulan ve “yalnız” olan Sovyetler Birliği, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Doğu Avrupa’nın tümünü ele geçirdi, azgelişmiş ülkeler üzerindeki etkisini arttırdı ve süper bir güç haline geldi. Her iki savaşta da uğrunda savaşılan, on milyon kilometrekarelik toprağı ve bir milyar nüfusuyla Çin sömürge olmaktan kurtuldu ve “sosyalist” bir düzen kurmaya girişti. Batılılar için “kayıp” gerçekten çok büyüktü.

Sıcak Çatışmadan Kaçınmak

Batı’nın devlet yetkilileri ve onlara yön veren sermaye güçleri, aralarında yapacakları üçüncü bir savaşın kendi varlıklarının sonunu getirebileceğini görüyorlardı. Savaşlardan sonra dünyaya verilecek yeni biçimde, herkese yetecek, ortak kullanılacak ve sürekli olacak bir pazar işleyişinin kurulması gerekiyordu.
Ancak, “daha çok üretim, daha çok kâr ve sürekli kâr” işleyişinin geçerli olduğu sermaye düzeninin sürekliliği demek, “sonsuz genişlikte bir pazarın” yaratılması demekti. Oysa ülkelerin ve dünyanın sınırları sonsuz değildi.
Belli dönemlerde güçlenerek ülkeleri ele geçirenler, daha sonra zamana ve gelişim farklılıklarına bağlı olarak, ele geçirdikleri ülkelerden pay isteyen güçlü rakiplerle karşılaşıyorlardı. Bu ise çatışma demekti ve çatışma, emperyalist sistemin zorunlu bir sonucuydu. Tekelci kapitalizm var oldukça çatışma kaçınılmazdı ama ertelenmesi ya da geciktirilmesi mümkündü. Genişletilmiş ortak pazarlar, bu amaca hizmet edebilirdi.

Pazarı Ortak Kullanma

Ortak pazarlar, bu sistemin bir ürünü olarak ortaya çıktılar ve zaman içinde geliştiler. İkinci Dünya Savaşı öncesinde, her biri bir başka büyük devletin kullanım alanına giren ülke pazarları, ayrı ayrı ve yalnızca bir egemen devlet tarafından kullanılıyordu. Savaştan sonra, ülke pazarları birbirine bağlanarak; geniş, alım gücü yüksek ve her ülkenin kendi gücü oranında yararlanabileceği “ortak pazarlar” haline getirildi.
Silahlı çatışmadan kaçınmak için geliştirilen “ortak pazar” girişimi, büyük güçler arasındaki ticari yarışı ortadan kaldırmadı ancak batılı devletlerin kendi aralarındaki yeni bir silahlı çatışmayı, elli yıldan fazla bir süre ertelemeyi başardı.
Avrupalılar bu “başarıyı”, 15 Aralık 2001’de yaptıkları Laeken Zirvesi’nde devlet başkanlarının imzasıyla yayınladıkları Bildiride şöyle dile getirdiler: “Avrupa Birliği bir başarı öyküsüdür. Yarım yüzyılı aşkın bir süredir Avrupa barış içinde yaşıyor.. Birlik, çoğunluğu Orta ve Doğu Avrupalı olmak üzere on yeni ülkeyi daha bünyesine katarak, Avrupa tarihinin, İkinci Dünya Savaşı ve onu izleyen yapay bölünme sayfasını nihayet kapatabilecektir. Bunca zaman sonra Avrupa, elli yıl önce altı ülkenin liderliğinde olduğundan farklı bir yaklaşım gerektiren gerçek bir dönüşümle, kan dökülmeden büyük bir aile olma yolundadır.”[1]

Ortak Pazar Sorunları Çözmüyor

Avrupalılar, yarım yüzyılı çatışmasız geçirmelerine seviniyor ancak çok güvendikleri Avrupa Birliği oluşumu giderek artan sorunlar yaşıyor. Daralan dünya pazarları, yeğinleşen (şiddetlenen) uluslararası yarış, işsizlik, üretimsizlik ve sosyal güvenlik sorunları büyüyen dalgalar halinde Avrupa’yı sarıyor. Avrupa kendini; ABD, Japonya ve Çin’e karşı korumaya çalışıyor. ABD ile yapmayı düşündüğü serbest pazar girişimi sorunları çözmeyecek belki de arttıracaktır.

Sorunlar

Avrupa Birliğinin önünde tarım başta olmak üzere çözülmesi gereken pek çok sorun var. Dünya pazarları, hala yeterince geniş değil. Ekonomik yarışçılar güçlü, işsizlik başta olmak üzere sosyal sorunlar durmadan artıyor. Özellikle Almanya ve Fransa arasında; nükleer enerji, silahlanma, AB bütçesine katılım ve tarım destekleme izlenceleri (programları) konusunda ciddi düşünce ayrılıkları var. Başta Yunanistan, İspanya, İtalya ve Fransa olmak üzere AB ülkelerinde büyük boyutlu akçalı (mali) bunalım sürüyor.
Üye ülkelerin kullanımına açılan alım gücü yüksek, geniş bir Pazar yaratılmıştır ancak pazardan yararlanma olanağı eşit değildir. Almanya’nın ekonomik gücü başta Fransa olmak üzere AB’nin diğer üyelerini rahatsız etmektedir. Almanya, Avrupa Birliği’ni arka bahçesi durumuna getirmek üzeredir.

Gelir Dağılımı Giderek Bozuluyor

Toplumsal gönencin (refahın) göstergesi olan gelir dağılımındaki dengesizlik AB ülkelerinde hızla artıyor. İngiltere’de en zengin yüzde 20’nin toplam gelir içindeki payı 1975–1985 arasındaki on yılda yüzde 38’den yüzde 42’ye çıkarken, aynı dönemde en yoksul yüzde 20’nin payı yüzde 6.6’dan yüzde 6.1’e düştü. Fransa ve Almanya’da durum ayrımlı (farklı) değil.
Dünya gelir dağılımında, zengin ve yoksul ülkeler düzeyinde yaşanan dengesizliklerin hemen aynısı, gelişmiş ülkelerde sınıflar arasında yaşanıyor. Bu gelişmeden rahatsız olanlar, artık yalnızca küreselleşme işleyişini eleştirenler değil. “Zenginler Kulübü” OECD yetkililerinden Mark Pearson şunları söylüyor: “Sermayeden elde edilen gelirde büyük artış var ama bu çok eşitsiz olarak dağıtılıyor.”[2]

Eşitsiz Dağılım Yoksul Ülkelerde Daha çok

Dünya nüfusunun yüzde 20’sini oluşturan gelişmiş ülkeler, 1970 yılında tüm dünya gelirlerinin yüzde 73.9’una sahipken, bu oran 1989 yılında yüzde 82.7’ye yükseldi. Aynı dönemde en yoksul yüzde 20 ülkenin küresel gelirdeki payları yüzde 2.3’den yüzde 1.4’e düştü.[3]

Zenginler Daha Zengin Yoksullar Daha Yoksul

Rakamlar yalan söylemez; dünyanın her yerinde zenginler daha çok zenginleşirken, yoksullar daha çok yoksullaşıyor. Küreselleşmenin en özlü sonucu budur. Bu gerçeği, yalnızca rakamlar açıklamıyor. Küreselleşmenin birinci sınıf savunucu ve uygulamacıları da hiç çekinmeden, bunu açıkça dile getiriyorlar. Dünya Bankası Avrupa Başkan Yardımcısı Jean François Richard, 4 Kasım 1999’da yapılan 8.Ulusal Kalite Kongresi’nde şunları söylüyor: “Gelecek 20 yılda yeni dünya ekonomisinde, zenginler daha zengin, fakirler daha fakir olacaktır.”[4]

Varsıl (Zengin) Ülkelerin Yoksul İnsanları

Birleşmiş Milletler Sosyal Kalkınma Enstitüsü’nün (UNRISD) Cenova Başkanı Draham Ghai, Birleşik Krallık Kalkınma Çalışmaları Grubu’na sunduğu bildiride şu bilgileri veriyor: “İngiltere’de yoksulluk sınırı altında yaşayan ailelerin oranı 1974’te yüzde 9,4’den, 1983’te yüzde 11,9’a, 1988’de yüzde 20’ye yükselmiştir. Bu oranların sayısal karşılığı 1974’de 5 milyon, 1988’de 12 milyon insandır. Yoksulluk sınırı altında yaşayan çocuk sayısı 1979’da 1,6 milyon iken, 1988’de 3 milyona çıkmıştır. Bu sayı İngiltere’deki tüm çocukların dörtte biridir.”[5]
Avrupa’da yoksulluk sınırı altında yaşayan ailelerin oranı; Portekiz’de yüzde 29, Yunanistan’da yüzde 24, İspanya’da yüzde 19, İtalya’da yüzde 18, Fransa’da yüzde 14, Almanya’da yüzde 12.[6]

Süreğen (Kronik) Sorun; İşsizlik

Fransa’da aktif nüfusun yüzde 12,4’ü işsiz, yüzde 17’si ise “part–time” işlerde çalışıyor.[7] İşsizler, malların hizmetle ödendiği değiş tokuş kooperatifleri kuruyor. Fransa devlet telefon şirketi, sokaklarda yaşayan evsizler arasında donarak ölme olaylarının artması üzerine, soğuk havalarda yardım ulaştırılabilmesi için ücretsiz telefon hattı açıyor. Yoksullara yemek dağıtan aşevlerinden yararlananların sayısı 1993–1997 arasında yüzde 100 arttı.[8]
Fransa’da örgütlenerek hemen her gün eylem yapan işsizler için, Fransız araştırmacı Alain Lebaube; “Gördüğümüz, işsiz işçinin doğuşudur. İşçiler sanki işsizlik tarafından işe alınmışlar.”[9] Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac, 1997 Haziranında Almanya Başbakanı Helmut Kohl ile birlikte düzenlediği basın toplantısında, Avrupa’daki yoksulluk konusunda şunları söylüyor: “Burada yolunda gitmeyen bir şey var. 19.yüzyıldan bu yana süren tarihi geleneklerin aksine Avrupa, ilk kez yoksulluğun giderek arttığı bir dönem yaşıyor.”[10]
Hitler’den beri işsizliğin en yüksek düzeye tırmandığı Almanya’da, resmi kayıtlara göre 4,5 milyon insan işsiz. Yoksulluk yardımı alanların sayısı 1995’de yüzde 9.1 oranında arttı.
Almanya’nın borsa ve bankalar kenti Frankfurt’ta, her beş kişiden biri yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Belçika’nın elmas kenti Antwerp’te yayınlanan bir haftalık gazete, kentteki yoksulluğu şöyle anlatıyor: “Kentimiz muhtaç durumda, toplumumuz muhtaç durumda. Uzun zamandır, tahmin ettiğimizden çok daha fazla muhtaç durumda.”[11]
Fransa, dünyada, en iyi eğitilmiş gençleri kendisinin yetiştirdiğini söylüyor, ama bu gençlerin yüzde 20’sine iş bulamıyor. Fransa Sosyal Güvenlik Bakanı; “Sosyal Devletin ölümünü izliyoruz” diyor.[12]

Hükümetler Umarsız (Çaresiz)

Küresel sistemin, olumsuz sonuçlarıyla gelişmiş ülkeleri de kapsamı içine alarak yayılması, Batılı hükümetleri zorlamaktadır. 7–10 Haziran 1999’da Köln’de gerçekleştirilen G–8 ülkeleri dışişleri bakanları toplantısında yayınlanan sonuç bildirisi, gelişmiş ülkelerin yarattıkları sorunlardan kendilerinin de tedirgin olduklarını gösteriyor. Bu bildiride şunlar söyleniyor: “Birleşmiş Milletler, halkları ve gelecek kuşakları savaş afetinden kurtarmak için ana amacını gerçekleştirememiştir. Uluslararası istikrar, bölgesel ya da ülke içi etnik çatışmalardan büyük zarar görmüştür. Egemen devletlerin dağılması, parçalara ayrılması, uluslararası barışa, güvenliğe ciddi tehlike oluşturmayı sürdürmektedir. Küreselleşme, hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelere, yeni zaaflar ve yeni tehlikeler getirmiştir. Uluslararası mali kriz, toplumsal bağları zedeleyebilir; bizleri, küreselleşmenin sağladığı toplumsal yararları güvence altına alma zorunda bırakabilir.”[13]

“Küreselleşmenin Yıkıcı Etkisi”

Avrupa Tekstil Giyim ve Deri İşçileri Sendikaları Federasyonu (ETUF: TCL) Genel Sekreteri Patrick Hschert günümüz işçi sorunlarıyla ilgili olarak şunları söylüyor: “Tüm dünya çalışanlarının küreselleşme ile ilgili sorunu vardır. Küreselleşmenin yıkıcı etkileri azgelişmiş ülkelerde daha fazladır, ama gelişmiş ülkeler de bugün, hiç alışık olmadıkları sorunlarla karşı karşıyadırlar.”[14]
UNCTAD’ın 1997 raporunda, dünyanın en zengin ülkelerinde kişi başına düşen milli gelir yoksul ülkelerden 50 kat daha fazla olmasına karşın, bu ülkelerin de; “yurttaşlarının tümünü kapsayan yaygın bir yaşam standartı yükselmesini sağlayamadığını” belirtmektedir.[15]
İngiltere’de 1791’den beri yayın yapan ve haberlerinin güvenilirliğiyle ünlenen, liberal aydınların gazetesi The Observer, 16.11.1997 tarihli sayısında endişe içinde şu soruyu soruyor: “Dünya ekonomisi derin bir felaketin eşiğinde duruyor. Uluslararası ilişkilerde ilginç gelişmeler var, silahlanma yarışı hızlanıyor, 1929’a benzer bir çöküş dönemine mi giriyoruz?”[16]

Daha Çok Kazanç (Kâr) Daha Yoğun Sömürü

Tüm dünyaya güçlü görüntüler vermeye çalışan Batı’nın bugünkü durumu, gerçekten “iç açıcı” değildir. Gelişmiş ülkeler, aynı 20.yüzyıl başında olduğu gibi bugün de; birbirleriyle kıran kırana bir rekabet çatışması içindeler, ama azgelişmiş ülkelere karşı birlikte hareket ediyorlar. Tek amaçları, ülkelerindeki ekonomik sorunları, dış kaynaklı gelirlerle çözmek. Bunu gerçekleştirmenin tek yolu daha çok kâr sağlamak, bunun için de daha çok sömürmektir. Bu amaç ancak şiddet kullanmakla gerçekleştirilebilir. Irak, Sırbistan ve Afganistan bunun için bombalanıyor.
Anavatanında yaşadığı süreğen ekonomik ve sosyal sorunlar, alım gücü düşen dünya pazarları, üretimsizlik ve borç yüküyle Avrupalılar güç durumdadır. Düzlüğe çıkmak için gözlerini Ortadoğu ve Kuzey Afrika’ya dikmiş durumdalar. ABD’nin NAFTA’sı, Japonya’nın APEC’i var. Çin dünyanın her yerine ulaşan ekonomik dev haline geldi. Ortadoğu ve Kuzey Afrika devlerin kapışma alanı. Yoksul ülkelere birlikte saldırıyorlar ancak kendi aralarındaki çelişkiler önlenemiyor.

Ortadoğu’ya Saldırı

Dünyanın her yerinde olduğu gibi, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da da Amerikalılar artık yalnız değil. Avrupalılar, özellikle de Almanlar, yüzyıllık rüyalarının peşine yeniden düşerek, bölge siyasetinde etkin olarak yer alıyor. Ortadoğu ile ilgilenmeyen gelişmiş ülke yok gibi. Hemen hepsi, bölge ülkeleri üzerinde ayrılıkçı baskıyı, ABD ile birlikte yürütüyor; ancak, artık herkesin bölgeye yönelik kendi politikası var.
Uzun yıllar Doğu ve Güneydoğu’da istihbarat subaylığı yapan ve “PKK Uzmanı” olarak bilinen Binbaşı Cem Ersever 1993 yılında, “faili meçhul” bir cinayete kurban gitmeden kısa bir süre önce şunları söylüyordu: “ABD, İngiltere, Fransa ve Almanya’nın çıkarları Ortadoğu’da çakışmaktadır... Ortak emperyalist politikalar dünyanın her yerinde olduğu gibi Ortadoğu’da da ABD tarafından planlanır; askeri operasyonları Amerika icra eder, istihbarat çalışmalarını İngiltere, kültürel faaliyetleri Fransa yürütür. Amaca ulaşmak için çeşitli dolapların çevrilmesi ve ortalığın karışması gerekir. Bunu tezgahlayan da Almanya’dır... Emperyalizmin Ortadoğu’daki amacı, kendi denetiminde bağımsız bir Kürdistan kurmaktır... PKK konusunda devlet iki tür hata yaptı. Biri cahilliğinden, ikincisi birilerinin yanlış yönlendirmesinden. Bu ikisini birlikte düşünmek gerekir.”[17]

Bunalımı Aşmak

Batılıların çıkarları için Ortadoğu’ya vermek istedikleri yeni biçimi en iyi, Amerikalı Dilbilim Profesörü Noam Chomsky özetliyor. Bu Profesör “Kader Üçgeni” adlı kitabında, Kudüs Amerikan Girişimcilik Enstitüsü’nün saptamalarını yayınladı. Bu yayında şunlar söyleniyordu: “Ortadoğu’da ulusallık ve ulusal kimlik yok edilmeli, bunun için de Ortadoğu Osmanlılaştırılmalıdır. Böylece bölgede Batı çıkarlarına karşı çıkacak ulusal güç ve direnç kalmayacak, sistemlerin çarkları rahatlıkla işleyecektir. ABD için en tehlikeli düşman ve tehdit, bağımsızlık tehdididir. Asla hoş görülemez.”[18]
“Johnson Doktrini” adı verilen ABD uygulamalarının mimarlarından Profesör Rostow’un bu konudaki görüşleri ise şöyle: “Bütün ulusal kurtuluş hareketleri komünist olmaya mahkûmdur. Bu nedenle ezilmelidir. Bunların önlenmesi ABD’nin dünya yüzünde duruma el koyabilmesine bağlıdır.”[19] Türkiye’deki ulusçuların “başına gelenler”, bu sözlerle anlam kazanıyor.

DİPNOTLAR





[1] http://www. eu 2001 be–http: //europa.eu.İnt; ak.Hürriyet 24.12.2001
[2] “Sefiller Avrupa Sahnesinde” Cumhuriyet, 17.10.1997
[3] “UNCTAD 1990” ak. Renee Prenderqast–Frances Stewart “Piyasa Güçleri ve Küresel Kalkınma” Yapı Kredi Yay., sf. 54
[4] “Oyunun Kuralı Değişiyor” Cumhuriyet 05.11.1999
[5] “Yapısal Uyum, Küresel Bütünleşme ve Sosyal Demokrasi” Dharam Ghai ak. Renee prendergast–Frances Stewart “Piyasa Güçleri ve Küre-sel Kalkınma” Yapı Kredi Yayınları, sf.
[6] Eurostat 1997
[7] “AB’de Yeni Sınıf: İşsizler” Cumhuriyet 21.01.1998
[8] “AB’nde Yeni Sınıf: İşsizler” Cumhuriyet 21.01.1998 ve 17.10.1997
[9] a.g.g. Cumhuriyet, 21.01.1998
[10] “Sefiller AB Sahnesinde” Cumhuriyet, 17.10.1999
[11] a.g.g. 17.10.1999
[12] “AB’nde Yeni Sınıf, İşsizler” Cumhuriyet 21.01.1998
[13] “Küreselleşmenin İflası” Cumhuriyet 28.09.1998
[14] “Küreselleşme Avrupa’daki İşçiyi de Ezdi” Cumhuriyet 27.12.1997
[15] “Küreselleşme Baskısı Hız Kazanıyor” Cumhuriyet, 17.02.1998
[16] The Observer 16.11.1997 ak. Cumhuriyet 24.11.1997
[17] Binbaşı Ersever’in İtirafları” Soner Yalçın Kaynak Y. 8. B. sf. 108–109
[18] “Düşünce Özgürlüğü Çıkmazı” Emin Değer Tekin Yay. sf. 256
[19] “Oltadaki Balık Türkiye” Emin Değer Çınar Araştırma 5. Baskı sf. 204

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder