Avrupa’da giderilemeyen ekonomik ve toplumsal bir bunalım
yaşanıyor. Pazar gereksinimini karşılamak için oluşturulan Avrupa Birliği,
büyüklerin özellikle Almanya’nın etkisi altına girmiş durumda. Fransa ve
İngiltere durumdan rahatsız. Kimilerine göre geleceği olmayan AB oluşumu
sorunları çözemiyor. Yabancı düşmanlığına dayalı ırkçılık ve milliyetçilik
yayılıyor. Ekonomik göstergeler olumlu değil. Orta sınıf küçülüyor, yoksulluk
artıyor. Yunanistan, Portekiz, İrlanda, İtalya ve Fransa başta olmak üzere AB
ülkeleri akçalı (mali) sorunlarla boğuşuyor. Buna karşın, Türkiye’de Avrupa
Birliği’nin peşine takılanların tutumlarında bir değişiklik yok. Sesleri şimdi
daha az çıkıyor ancak tek yanlı Gümrük Birliği’nin yıkıcı sonuçlarından söz
eden yok. Türkiye’nin Batı’nın açık pazarı olduğu günümüzde Avrupa’nın durumunu
göstermek istedik. Yazıyı bu nedenle yayınlıyoruz.
Avrupalılar, 20.yüzyıl içinde kümelere (gruplara) ayrılarak
iki kez savaştı ve birbirlerine ölçüsüz zarar verdi. Her iki savaşın da nedeni,
ekonomik yarışma (rekabet) ve pazar paylaşımıydı. Paylaşım savaşlarının yol
açtığı yitikleri (kayıpları) birlikte yaşayan Avrupalılar, pazar gereksinimini
silahlı çatışmaya varmadan çözebilmenin yol ve yöntemlerini aradılar. Bu arayışın
somut sonucu Avrupa Birliği oldu.
Yirmi yıl arayla ortaya çıkan iki
büyük savaş seksen milyon insanın ölümüne, ölçülemeyen maddi zarara yol açtı.
Her iki savaşın da temelinde, büyük bir sanayi gücüne ulaşan ancak bu güce
yeterli gelecek sömürgesi bulunmayan Almanya, ABD ve Japonya’nın dış pazar
gereksinimleri vardı. 20.yüzyıl başında Dünya’nın büyük bölümünü sömürge haline
getirmiş olan İngiltere ve Fransa, sahip oldukları hegemonya alanlarını
korumak, diğerleri ise bu alanlardan pay almak istiyordu; dünya yeniden
paylaşılmalıydı, birinci savaşın nedeni buydu.
İkinci Dünya Savaş’ı, birincisinin yinelenmesi
(tekrarı) gibiydi. Avrupa’yı “yerle bir” eden savaş elli milyon insanın
ölümüne neden oldu. Batılı büyük devletler, yine kendilerinin çıkardığı bu savaştan
da büyük yitiklerle çıktı. Birinci Savaştan sonra kurulan ve “yalnız”
olan Sovyetler Birliği, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Doğu Avrupa’nın tümünü
ele geçirdi, azgelişmiş ülkeler üzerindeki etkisini arttırdı ve süper bir güç
haline geldi. Her iki savaşta da uğrunda savaşılan, on milyon kilometrekarelik
toprağı ve bir milyar nüfusuyla Çin sömürge olmaktan kurtuldu ve “sosyalist”
bir düzen kurmaya girişti. Batılılar için “kayıp” gerçekten çok büyüktü.
Sıcak Çatışmadan Kaçınmak
Batı’nın devlet yetkilileri ve onlara yön veren sermaye
güçleri, aralarında yapacakları üçüncü bir savaşın kendi varlıklarının sonunu
getirebileceğini görüyorlardı. Savaşlardan sonra dünyaya verilecek yeni
biçimde, herkese yetecek, ortak kullanılacak ve sürekli olacak bir pazar
işleyişinin kurulması gerekiyordu.
Ancak, “daha çok üretim, daha çok
kâr ve sürekli kâr” işleyişinin geçerli olduğu sermaye düzeninin
sürekliliği demek, “sonsuz genişlikte bir pazarın” yaratılması demekti.
Oysa ülkelerin ve dünyanın sınırları sonsuz değildi.
Belli dönemlerde güçlenerek ülkeleri
ele geçirenler, daha sonra zamana ve gelişim farklılıklarına bağlı olarak, ele
geçirdikleri ülkelerden pay isteyen güçlü rakiplerle karşılaşıyorlardı. Bu ise
çatışma demekti ve çatışma, emperyalist sistemin zorunlu bir sonucuydu. Tekelci
kapitalizm var oldukça çatışma kaçınılmazdı ama ertelenmesi ya da
geciktirilmesi mümkündü. Genişletilmiş ortak pazarlar, bu amaca hizmet
edebilirdi.
Pazarı Ortak Kullanma
Ortak pazarlar, bu sistemin bir ürünü olarak ortaya çıktılar
ve zaman içinde geliştiler. İkinci Dünya Savaşı öncesinde, her biri bir başka
büyük devletin kullanım alanına giren ülke pazarları, ayrı ayrı ve yalnızca bir
egemen devlet tarafından kullanılıyordu. Savaştan sonra, ülke pazarları
birbirine bağlanarak; geniş, alım gücü yüksek ve her ülkenin kendi gücü
oranında yararlanabileceği “ortak pazarlar” haline getirildi.
Silahlı çatışmadan kaçınmak için
geliştirilen “ortak pazar” girişimi, büyük güçler arasındaki ticari yarışı
ortadan kaldırmadı ancak batılı devletlerin kendi aralarındaki yeni bir silahlı
çatışmayı, elli yıldan fazla bir süre ertelemeyi başardı.
Avrupalılar bu “başarıyı”, 15
Aralık 2001’de yaptıkları Laeken Zirvesi’nde devlet başkanlarının
imzasıyla yayınladıkları Bildiride şöyle dile getirdiler: “Avrupa Birliği
bir başarı öyküsüdür. Yarım yüzyılı aşkın bir süredir Avrupa barış içinde
yaşıyor.. Birlik, çoğunluğu Orta ve Doğu Avrupalı olmak üzere on yeni ülkeyi
daha bünyesine katarak, Avrupa tarihinin, İkinci Dünya Savaşı ve onu izleyen
yapay bölünme sayfasını nihayet kapatabilecektir. Bunca zaman sonra Avrupa,
elli yıl önce altı ülkenin liderliğinde olduğundan farklı bir yaklaşım
gerektiren gerçek bir dönüşümle, kan dökülmeden büyük bir aile olma
yolundadır.”[1]
Ortak Pazar Sorunları Çözmüyor
Avrupalılar, yarım yüzyılı
çatışmasız geçirmelerine seviniyor ancak çok güvendikleri Avrupa Birliği
oluşumu giderek artan sorunlar yaşıyor. Daralan dünya pazarları, yeğinleşen
(şiddetlenen) uluslararası yarış, işsizlik, üretimsizlik ve sosyal güvenlik
sorunları büyüyen dalgalar halinde Avrupa’yı sarıyor. Avrupa kendini; ABD,
Japonya ve Çin’e karşı korumaya çalışıyor. ABD ile yapmayı düşündüğü serbest
pazar girişimi sorunları çözmeyecek belki de arttıracaktır.
Sorunlar
Avrupa Birliğinin önünde tarım
başta olmak üzere çözülmesi gereken pek çok sorun var. Dünya pazarları, hala
yeterince geniş değil. Ekonomik yarışçılar güçlü, işsizlik başta olmak üzere
sosyal sorunlar durmadan artıyor. Özellikle Almanya ve Fransa arasında; nükleer
enerji, silahlanma, AB bütçesine katılım ve tarım destekleme izlenceleri
(programları) konusunda ciddi düşünce ayrılıkları var. Başta Yunanistan,
İspanya, İtalya ve Fransa olmak üzere AB ülkelerinde büyük boyutlu akçalı
(mali) bunalım sürüyor.
Üye
ülkelerin kullanımına açılan alım gücü yüksek, geniş bir Pazar yaratılmıştır
ancak pazardan yararlanma olanağı eşit değildir. Almanya’nın ekonomik gücü
başta Fransa olmak üzere AB’nin diğer üyelerini rahatsız etmektedir. Almanya,
Avrupa Birliği’ni arka bahçesi durumuna getirmek üzeredir.
Gelir Dağılımı Giderek Bozuluyor
Toplumsal gönencin (refahın) göstergesi olan gelir
dağılımındaki dengesizlik AB ülkelerinde hızla artıyor. İngiltere’de en zengin
yüzde 20’nin toplam gelir içindeki payı 1975–1985 arasındaki on yılda yüzde
38’den yüzde 42’ye çıkarken, aynı dönemde en yoksul yüzde 20’nin payı yüzde
6.6’dan yüzde 6.1’e düştü. Fransa ve Almanya’da durum ayrımlı (farklı) değil.
Dünya gelir dağılımında, zengin ve
yoksul ülkeler düzeyinde yaşanan dengesizliklerin hemen aynısı, gelişmiş
ülkelerde sınıflar arasında yaşanıyor. Bu gelişmeden rahatsız olanlar, artık
yalnızca küreselleşme işleyişini eleştirenler değil. “Zenginler Kulübü”
OECD yetkililerinden Mark Pearson şunları söylüyor: “Sermayeden elde
edilen gelirde büyük artış var ama bu çok eşitsiz olarak dağıtılıyor.”[2]
Eşitsiz Dağılım Yoksul Ülkelerde
Daha çok
Dünya nüfusunun yüzde 20’sini oluşturan gelişmiş ülkeler,
1970 yılında tüm dünya gelirlerinin yüzde 73.9’una sahipken, bu oran 1989
yılında yüzde 82.7’ye yükseldi. Aynı dönemde en yoksul yüzde 20 ülkenin küresel
gelirdeki payları yüzde 2.3’den yüzde 1.4’e düştü.[3]
Zenginler Daha Zengin Yoksullar Daha
Yoksul
Rakamlar yalan söylemez; dünyanın her yerinde zenginler daha
çok zenginleşirken, yoksullar daha çok yoksullaşıyor. Küreselleşmenin en özlü
sonucu budur. Bu gerçeği, yalnızca rakamlar açıklamıyor. Küreselleşmenin
birinci sınıf savunucu ve uygulamacıları da hiç çekinmeden, bunu açıkça dile
getiriyorlar. Dünya Bankası Avrupa Başkan Yardımcısı Jean François Richard,
4 Kasım 1999’da yapılan 8.Ulusal Kalite Kongresi’nde şunları söylüyor: “Gelecek
20 yılda yeni dünya ekonomisinde, zenginler daha zengin, fakirler daha fakir
olacaktır.”[4]
Varsıl (Zengin) Ülkelerin Yoksul
İnsanları
Birleşmiş Milletler Sosyal Kalkınma Enstitüsü’nün (UNRISD)
Cenova Başkanı Draham Ghai, Birleşik Krallık Kalkınma Çalışmaları
Grubu’na sunduğu bildiride şu bilgileri veriyor: “İngiltere’de yoksulluk
sınırı altında yaşayan ailelerin oranı 1974’te yüzde 9,4’den, 1983’te yüzde
11,9’a, 1988’de yüzde 20’ye yükselmiştir. Bu oranların sayısal karşılığı
1974’de 5 milyon, 1988’de 12 milyon insandır. Yoksulluk sınırı altında yaşayan
çocuk sayısı 1979’da 1,6 milyon iken, 1988’de 3 milyona çıkmıştır. Bu sayı
İngiltere’deki tüm çocukların dörtte biridir.”[5]
Avrupa’da yoksulluk sınırı altında
yaşayan ailelerin oranı; Portekiz’de yüzde 29, Yunanistan’da yüzde 24, İspanya’da
yüzde 19, İtalya’da yüzde 18, Fransa’da yüzde 14, Almanya’da yüzde 12.[6]
Süreğen (Kronik) Sorun; İşsizlik
Fransa’da aktif nüfusun yüzde 12,4’ü işsiz, yüzde 17’si ise “part–time”
işlerde çalışıyor.[7] İşsizler, malların hizmetle ödendiği değiş tokuş
kooperatifleri kuruyor. Fransa devlet telefon şirketi, sokaklarda yaşayan
evsizler arasında donarak ölme olaylarının artması üzerine, soğuk havalarda
yardım ulaştırılabilmesi için ücretsiz telefon hattı açıyor. Yoksullara yemek
dağıtan aşevlerinden yararlananların sayısı 1993–1997 arasında yüzde 100 arttı.[8]
Fransa’da örgütlenerek hemen her gün
eylem yapan işsizler için, Fransız araştırmacı Alain Lebaube; “Gördüğümüz,
işsiz işçinin doğuşudur. İşçiler sanki işsizlik tarafından işe alınmışlar.”[9] Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac, 1997
Haziranında Almanya Başbakanı Helmut Kohl ile birlikte düzenlediği basın
toplantısında, Avrupa’daki yoksulluk konusunda şunları söylüyor: “Burada
yolunda gitmeyen bir şey var. 19.yüzyıldan bu yana süren tarihi geleneklerin
aksine Avrupa, ilk kez yoksulluğun giderek arttığı bir dönem yaşıyor.”[10]
Hitler’den beri işsizliğin en yüksek düzeye tırmandığı Almanya’da,
resmi kayıtlara göre 4,5 milyon insan işsiz. Yoksulluk yardımı alanların sayısı
1995’de yüzde 9.1 oranında arttı.
Almanya’nın borsa ve bankalar kenti Frankfurt’ta,
her beş kişiden biri yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Belçika’nın elmas
kenti Antwerp’te yayınlanan bir haftalık gazete, kentteki yoksulluğu
şöyle anlatıyor: “Kentimiz muhtaç durumda, toplumumuz muhtaç durumda. Uzun
zamandır, tahmin ettiğimizden çok daha fazla muhtaç durumda.”[11]
Fransa, dünyada, en iyi eğitilmiş
gençleri kendisinin yetiştirdiğini söylüyor, ama bu gençlerin yüzde 20’sine iş
bulamıyor. Fransa Sosyal Güvenlik Bakanı; “Sosyal Devletin ölümünü
izliyoruz” diyor.[12]
Hükümetler Umarsız (Çaresiz)
Küresel sistemin, olumsuz sonuçlarıyla gelişmiş ülkeleri de
kapsamı içine alarak yayılması, Batılı hükümetleri zorlamaktadır. 7–10 Haziran
1999’da Köln’de gerçekleştirilen G–8 ülkeleri dışişleri bakanları toplantısında
yayınlanan sonuç bildirisi, gelişmiş ülkelerin yarattıkları sorunlardan
kendilerinin de tedirgin olduklarını gösteriyor. Bu bildiride şunlar
söyleniyor: “Birleşmiş Milletler, halkları ve gelecek kuşakları savaş
afetinden kurtarmak için ana amacını gerçekleştirememiştir. Uluslararası
istikrar, bölgesel ya da ülke içi etnik çatışmalardan büyük zarar
görmüştür. Egemen devletlerin dağılması, parçalara ayrılması, uluslararası
barışa, güvenliğe ciddi tehlike oluşturmayı sürdürmektedir. Küreselleşme, hem
gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelere, yeni zaaflar ve yeni tehlikeler
getirmiştir. Uluslararası mali kriz, toplumsal bağları zedeleyebilir; bizleri,
küreselleşmenin sağladığı toplumsal yararları güvence altına alma zorunda
bırakabilir.”[13]
“Küreselleşmenin Yıkıcı Etkisi”
Avrupa Tekstil Giyim ve Deri İşçileri Sendikaları
Federasyonu (ETUF: TCL) Genel
Sekreteri Patrick Hschert günümüz işçi sorunlarıyla ilgili olarak
şunları söylüyor: “Tüm dünya çalışanlarının küreselleşme ile ilgili sorunu
vardır. Küreselleşmenin yıkıcı etkileri azgelişmiş ülkelerde daha fazladır, ama
gelişmiş ülkeler de bugün, hiç alışık olmadıkları sorunlarla karşı
karşıyadırlar.”[14]
UNCTAD’ın 1997 raporunda, dünyanın
en zengin ülkelerinde kişi başına düşen milli gelir yoksul ülkelerden 50 kat
daha fazla olmasına karşın, bu ülkelerin de; “yurttaşlarının tümünü kapsayan
yaygın bir yaşam standartı yükselmesini sağlayamadığını” belirtmektedir.[15]
İngiltere’de 1791’den beri yayın
yapan ve haberlerinin güvenilirliğiyle ünlenen, liberal aydınların gazetesi The
Observer, 16.11.1997 tarihli sayısında endişe içinde şu soruyu soruyor: “Dünya
ekonomisi derin bir felaketin eşiğinde duruyor. Uluslararası ilişkilerde ilginç
gelişmeler var, silahlanma yarışı hızlanıyor, 1929’a benzer bir çöküş dönemine
mi giriyoruz?”[16]
Daha Çok Kazanç (Kâr) Daha Yoğun
Sömürü
Tüm dünyaya güçlü görüntüler vermeye çalışan Batı’nın
bugünkü durumu, gerçekten “iç açıcı” değildir. Gelişmiş ülkeler, aynı
20.yüzyıl başında olduğu gibi bugün de; birbirleriyle kıran kırana bir rekabet
çatışması içindeler, ama azgelişmiş ülkelere karşı birlikte hareket ediyorlar.
Tek amaçları, ülkelerindeki ekonomik sorunları, dış kaynaklı gelirlerle çözmek.
Bunu gerçekleştirmenin tek yolu daha çok kâr sağlamak, bunun için de daha çok
sömürmektir. Bu amaç ancak şiddet kullanmakla gerçekleştirilebilir. Irak,
Sırbistan ve Afganistan bunun için bombalanıyor.
Anavatanında yaşadığı süreğen
ekonomik ve sosyal sorunlar, alım gücü düşen dünya pazarları, üretimsizlik ve
borç yüküyle Avrupalılar güç durumdadır. Düzlüğe çıkmak için gözlerini Ortadoğu
ve Kuzey Afrika’ya dikmiş durumdalar. ABD’nin NAFTA’sı, Japonya’nın APEC’i var.
Çin dünyanın her yerine ulaşan ekonomik dev haline geldi. Ortadoğu ve Kuzey
Afrika devlerin kapışma alanı. Yoksul ülkelere birlikte saldırıyorlar ancak
kendi aralarındaki çelişkiler önlenemiyor.
Ortadoğu’ya Saldırı
Dünyanın her yerinde olduğu gibi, Ortadoğu ve Kuzey
Afrika’da da Amerikalılar artık yalnız değil. Avrupalılar, özellikle de
Almanlar, yüzyıllık rüyalarının peşine yeniden düşerek, bölge siyasetinde etkin
olarak yer alıyor. Ortadoğu ile ilgilenmeyen gelişmiş ülke yok gibi. Hemen
hepsi, bölge ülkeleri üzerinde ayrılıkçı baskıyı, ABD ile birlikte yürütüyor;
ancak, artık herkesin bölgeye yönelik kendi politikası var.
Uzun yıllar Doğu ve Güneydoğu’da
istihbarat subaylığı yapan ve “PKK Uzmanı” olarak bilinen Binbaşı Cem
Ersever 1993 yılında, “faili meçhul” bir cinayete kurban gitmeden
kısa bir süre önce şunları söylüyordu: “ABD, İngiltere, Fransa ve
Almanya’nın çıkarları Ortadoğu’da çakışmaktadır... Ortak emperyalist
politikalar dünyanın her yerinde olduğu gibi Ortadoğu’da da ABD tarafından
planlanır; askeri operasyonları Amerika icra eder, istihbarat çalışmalarını
İngiltere, kültürel faaliyetleri Fransa yürütür. Amaca ulaşmak için çeşitli
dolapların çevrilmesi ve ortalığın karışması gerekir. Bunu tezgahlayan da
Almanya’dır... Emperyalizmin Ortadoğu’daki amacı, kendi denetiminde bağımsız
bir Kürdistan kurmaktır... PKK konusunda devlet iki tür hata yaptı. Biri
cahilliğinden, ikincisi birilerinin yanlış yönlendirmesinden. Bu ikisini
birlikte düşünmek gerekir.”[17]
Bunalımı Aşmak
Batılıların çıkarları için Ortadoğu’ya vermek istedikleri
yeni biçimi en iyi, Amerikalı Dilbilim Profesörü Noam Chomsky özetliyor.
Bu Profesör “Kader Üçgeni” adlı kitabında, Kudüs Amerikan Girişimcilik
Enstitüsü’nün saptamalarını yayınladı. Bu yayında şunlar söyleniyordu: “Ortadoğu’da
ulusallık ve ulusal kimlik yok edilmeli, bunun için de Ortadoğu Osmanlılaştırılmalıdır.
Böylece bölgede Batı çıkarlarına karşı çıkacak ulusal güç ve direnç kalmayacak,
sistemlerin çarkları rahatlıkla işleyecektir. ABD için en tehlikeli düşman ve
tehdit, bağımsızlık tehdididir. Asla hoş görülemez.”[18]
“Johnson Doktrini” adı verilen ABD uygulamalarının mimarlarından Profesör Rostow’un
bu konudaki görüşleri ise şöyle: “Bütün ulusal kurtuluş hareketleri komünist
olmaya mahkûmdur. Bu nedenle ezilmelidir. Bunların önlenmesi ABD’nin dünya
yüzünde duruma el koyabilmesine bağlıdır.”[19] Türkiye’deki ulusçuların “başına gelenler”, bu
sözlerle anlam kazanıyor.
DİPNOTLAR
[2] “Sefiller Avrupa
Sahnesinde” Cumhuriyet, 17.10.1997
[3] “UNCTAD 1990” ak. Renee
Prenderqast–Frances Stewart “Piyasa Güçleri ve Küresel Kalkınma”
Yapı Kredi Yay., sf. 54
[4] “Oyunun Kuralı
Değişiyor” Cumhuriyet 05.11.1999
[5] “Yapısal Uyum,
Küresel Bütünleşme ve Sosyal Demokrasi” Dharam Ghai ak. Renee
prendergast–Frances Stewart “Piyasa Güçleri ve Küre-sel Kalkınma”
Yapı Kredi Yayınları, sf.
[6] Eurostat 1997
[7] “AB’de Yeni
Sınıf: İşsizler” Cumhuriyet 21.01.1998
[8] “AB’nde Yeni
Sınıf: İşsizler” Cumhuriyet 21.01.1998 ve 17.10.1997
[9] a.g.g. Cumhuriyet,
21.01.1998
[10] “Sefiller AB
Sahnesinde” Cumhuriyet, 17.10.1999
[11] a.g.g. 17.10.1999
[12] “AB’nde Yeni
Sınıf, İşsizler” Cumhuriyet 21.01.1998
[13] “Küreselleşmenin
İflası” Cumhuriyet 28.09.1998
[14] “Küreselleşme
Avrupa’daki İşçiyi de Ezdi” Cumhuriyet 27.12.1997
[15] “Küreselleşme
Baskısı Hız Kazanıyor” Cumhuriyet, 17.02.1998
[16] The Observer
16.11.1997 ak. Cumhuriyet 24.11.1997
[17] Binbaşı
Ersever’in İtirafları” Soner Yalçın Kaynak Y. 8. B. sf. 108–109
[18] “Düşünce
Özgürlüğü Çıkmazı” Emin Değer Tekin Yay. sf. 256
[19] “Oltadaki Balık
Türkiye” Emin Değer Çınar Araştırma 5. Baskı sf. 204
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder