10 Ekim 2013 Perşembe

DÜNDEN BUGÜNE ÇİN DEVRİMİ – 1



1 Ekim 1949 günü Çin Halk Cumhuriyeti kuruldu ve Çin’in bağımsızlığı ilan edildi. 10 milyon kilometrekare toprağı ve 1 milyar nüfusuyla bu büyük ülke emperyalizmin etki alanından çıkıyor ve sosyalist ülkeler arasına katılıyordu. 1 Ekim 1949’da silahlı savaşımı (mücadeleyi) bitiren devrim, sürekli kılınan yenileşme atılımlarıyla bugün dünyayı bir başka alanda, ekonomi ve toplumsal kalkınma alanında sarsıyor, dünyanın dengesini değiştiriyor. 20.yüzyılın ilk yarısında, insanları kent sokaklarında açlıktan ölen, nüfusunun yüzde 90’nı kırlarda yoksulluk içinde yaşayan kalabalık nüfuslu bu ülke, başka bir ülkeyi sömürmeden nasıl oluyorda dünyanın en güçlü birkaç ülkesinden biri olabiliyor. Yarım yüzyıl iç savaş ve işgallerle boğuştuktan sonra, iliklerine dek sömürülmüş bir sömürgeden bir dünya devi nasıl yaratılabiliyor. Bunun yanıtını, özellikle kalkınmak isteyen ezilen ülke insanları vermeli, bunun için de Çin Devrimi’ni dikkatlice incelemelidir. Çin Devrimi günceldir ve herkes için, özellikle de biz Türkler için önemlidir. Türk Devrimi ile Çin Devrimi arasında önemli benzerlikler ve kuşkusuz ayrılıklar vardır. Bu iki devrimin kıyaslanması, günümüz için uygulanabilir sonuçlar çıkarılmasına yardımcı olacaktır. Aşağıdaki çalışmayı bu amaca yönelik olduğu için yayınlıyoruz. Üç bölüm olarak yayınlayacağımız çalışma, geniş kapsamı olan bu konu için bir ön taslak olarak değerlendirilmelidir.


Devrimin Kökleri

20.yüzyılda, ilki Türk devrimi olmak üzere çok sayıda ulusal kurtuluş savaşı ve devrimi yaşandı. Emperyalizmin boyunduruğu altındaki yoksul uluslar birer birer bağımsızlık savaşımına (mücadelesine) girişti ve sömürgecilik düzenine son verdi. Kurtuluş savaşları, kararlı tutumları ve anti-emperyalist uygulamalarıyla son derece rahatsız etti, onları politika değiştirmek zorunda bıraktı.
Çin Devrimi, yalnızca 1949 yılında Halk Cumhuriyeti’nin kurulmasını kapsayan bir olgu değil, 1830’da Avrupalı misyonerlerin sınırdışı edilmesiyle başlayan ve günümüze dek süren çok uzun bir dönemi içine alan devrimci bir süreçtir.
Afyon Savaşları, halkına yabancılaşarak soysuzlaşan imparatorluk hanedanı, savaşçı birlikleri olan buyurgan (despot) feodaller, büyük devletlerin istila ve kışkırtmalarıyla yaşanılan acı dolu yıllar, 20.yüzyılda Çin’i nelerin beklediğini açıkça gösteriyordu. 1894 Japon yenilgisi, bu yenilgiye karşı gelişen halk eylemi, 1898 Boxer ayaklanması ve Mançu hanedanlığına duyulan nefret, savaşımın artık iç çatışmaları da içereceğinin göstergeleriydi.

Batılılar ve Çin

İlk gelenler İngiliz ve Portekizli tüccarlar oldu. Bunlar Çinliler’e afyon satıyor, karşılığında onlardan çay ve ipek alıyordu. Çin toplumunu giderek zorunlu afyon tüketicisi durumuna getirdiler. Avrupalılar Çinliler’e afyon içirmekte kararlıydı. Pekin hükümeti 1839 yılında afyon dışalımını yasaklayan bir yasayı uygulamaya soktu. Ve ele geçirilen afyon depolarını yok etti. Bu gelişmeler üzerine İngiltere, Kanton’u bombaladı (1841), Sanghay’ı elegeçirdi ve Nankin’e yürüdü. Çin yenilgiyi 1842’de kabul etti ve afyon ticareti yeniden serbest bırakıldıktan başka, beş büyük Çin Limanı İngilizler’in denetimine girdi ve Hongkong İngiltere’ye bırakıldı.
Çin, Osmanlı imparatorluğu gibi kapitülasyonlar ve yabancıların baskısı altındaydı. Batılılara tanınan ayrıcalıklar; bağımsızlığın, toprak bütünlüğünün ve ekonomik gelişmenin önünde ‘aşılmaz’ engeller durumundaydı. Limanları, ayrıcalıklı özel bölgeleri ve dolaysız devlet gelirlerini, yabancılar denetliyordu. Merkezi yönetime bağlı olmayan yerel yönetimler oluşturulmuştu ve yabancılar buralarda; vergi vermiyor, Çin yasalarına uymuyor, dilediği gibi davranıyordu.

Türkiye ve Çin

Ayrımlı yöntem ve stratejik anlayışla yürütülmesine karşın, Çin Devrimi ile Türk Devrimi, benzer toplumsal ve siyasal bir temel üzerinde, aynı düşmana, emperyalizme karşı gelişmekteydi. Bu iki devrim özgün ve evrensel yanlarıyla birlikte incelendiğinde, bugün ileriye yönelik belirleyici sonuçların ortaya çıkacağı görülecektir.
Nesnel belirlemelerle başarılmasına karşın Türk Devrimi, kısa sürede, kendi karşıtına dönüşme sürecine girdi. Öznel değerlendirmelerle başlayan Çin Devrimi ise, daha sonra nesnel ve gerçekçi bir anlayışa ulaşarak, yüzyıl sonlarında büyük başarı elde etti. Bunun nedeninin açıklanması gerekir. Doğru biçimde yapılacak bu açıklama, küresel sorunlarla çevrilmiş birçok ülke için de, anlamlı olacaktır.

Çin Devriminin Özellikleri

Çin Devrimi’nin birinci özelliği, ulusçu olmasıdır. Bu ulusçuluk, uzun süre yabancı düşmanlığına bürünmüş ve kendiliğinden gelme bir direnme içgüdüsü oluşturmuştur. Çinliler yabancılara karşı ilk tepkiyi, 1830 yılında Hırıstiyanlaştırma çabalarını yoğunlaştıran misyonerleri sınır dışı ederek gösterdi. Tepkilerin, anti-sömürgeci ve anti-emperyalist bilince ulaşması ise yaklaşık yüz yıl sürdü. 1911 Demokratik devrimi ile cumhuriyetçi eğilimlerin artması ve özellikle de Kuomintang’ın (Ulusal Halk Partisi) 1923’de yeniden yapılanmasıyla bu bilinç Çin’de yayılmaya başladı.
Çin Devrimi’nin ikinci özelliği, feodalizme karşı olmasıdır. Toprak sorununa dayalı olarak yüzyıllar süren toplumsal gerilimin, bilince ve örgütlü savaşıma dönüşmesi, 1923’den sonra olmuştur. Hükümetlerin yabancılara karşı uzlaşmacı tutuma tepki gösteren ulusçular, ulusal bağımsızlığın aynı zamanda bir iç savaşımı da içermesi gerektiğine inandı ve emperyalizmin işbirlikçisi konumundaki feodallere karşı savaşıma girişti. Bu savaşımı demokratik devrimi tamamlayacak bir eylem olarak gördü.
Çin Devrimi’nin üçüncü özelliği, bir köylü devrimi olmasıdır. Nüfusun yüzde 90’dan çoğu kırda yaşamaktadır. Tarım ürünleri pazara açılamamıştır, sanayi yetersiz, işçi sınıfı güçsüzdür. Buna karşın, 1930’dan sonra, ulusal savaşım üzerinde etkisini arttıran Komünist Parti, sınıfsal savaşımı öne çıkarmaya başladı.
Oysa, Çin ‘komünistleri’ nesnel anlamda ulusçu bir savaşım sürdürüyor ve devrimciliği ulusçulukla bağdaştırıyordu. Bu nedenle Komünist Parti’nin adı komünist, yaptığı iş ulusçuydu. Çin Komünist Partisi’yle Kuomintang arasındaki ayrım, özünde, siyasi olmaktan çok, örgütseldi. Bu nedenle Komünist Parti’nin, yönetime geldiği 1949’dan sonraki sosyalizme yönelik uygulamaları, uygulamacıların umduğu sonucu doğuramamıştır.

1899-1949: Çin’de İç Savaş ve Anti-Emperyalist Savaşım Dönemi

20.yüzyıla girerken ortaya çıkan Boxer ayaklanması Çin’i, çatışmalarla dolu yeni bir dönemin beklediğini göstermişti. Bu ayaklanmadan sonra İmparator, birtakım yenileşme girişimlerinde bulundu. Japonya’daki Meiji Düzeni biçiminde bir anayasal iyileştirme yapmaya söz verdi; eğitim, ordu ve yönetim işleyişinde düzenlemeler yapıldı.
1908 yılında, parlamentoyu yalnızca bir danışma meclisi sayan bir anayasa çıkarıldı. Ancak bu tür cılız reform girişimleri, özellikle Güney Çin halkının nefretini üzerinde toplayan Mançu Hanedanı’nı kurtarmaya yetmedi. Aynı yıl, İmparator, nedeni anlaşılamayan bir biçimde öldü. Ve yerine 3 yaşındaki Puyi, imparator yapıldı. Son Çin imparatoru olan Puyi’yi tahta oturtan ve naipliğini üzerine alan sarayın güçlü kadını Tsişi de aynı yıl öldü. Saray varlığını sürdürmeye çalışırken, aydınların öncülük ettiği ve halkın katıldığı devrimci bir karşıtçılık yükseliyordu. İmparatorluğun sonu gelmişti.
10 Ekim 1911’de Hankov’da genç subayların başını çektiği bir ayaklanma oldu. Kendiliğinden gelişen ve tekerkçi (monarşist) General Yüen Şikai’in başına getirildiği ayaklanmada, imparatorluğun ejderhalı bayrağı bütün büyük şehirlerde indirilmeye başlandı. 29 Aralık 1911’de ulusal önder Sun Yat Sen Cumhurbaşkanı seçildi. Saray 12 Şubat 1912 de, ünvanlarını korumak, sarayda oturmak ve yılda dört milyon dolar aylık almak koşuluyla imparatorluk haklarını bıraktı ve Cumhuriyet ilan edildi. Sun Yat Sen, 13 Şubat 1912’de Cumhurbaşkanlığından çekildi ve yerine General Yüen Şikai getirildi.
46 gün Cumhurbaşkanlığı yapan Sun Yat Sen, 1866 yılında Kanton da doğmuştu. Honolulu’da Amerikan Koleji’nde ve Hong Kong’da İngiliz üniversitesinde okudu. Hekim diploması aldıktan sonra Amerika ve İngiltere’de öğrenimini sürdürdü. 1900 de Ulusal Halk Partisi’ni (Kuomintangı) kurdu. 1904-1910 arası birçok araştırma yayınladı ve konferanslar verdi. Kuomingtang’ı tanıttı. Girişimleri, ticaret ve sanayi kesiminde çok tutuldu. Partisinin üç temel ilkesi vardı. Ulusçuluk, demokrasi ve toplumsal adalet... Bu ilkelere, Sun Yat Sen’in ünlü Üç Halk İlkesi adı verilmiştir.

Devrimci Dalga Yükseliyor

4 Mayıs 1919 da, hemen tüm büyük Çin kentlerinde büyük boyutlu öğrenci gösterileri başladı. Kendiliğinden gelişen kitle gösterileri, yeni bir devrimci yükselişin başlangıcı oldu. Ve gelecek dönem üzerine belirleyici bir etki oluşturdu. Özellikle Japonların 1915 yılında imza ettirdiği onur kırıcı 21 Dilek Anlaşması’na duyulan sessiz tepki açığa çıktı ve Çin ulusçuluğu tüm ülkeye yayıldı.
1920’de Şanghay’da işçi ve aydınların oluşturduğu bir devrimci parti, bir yıl sonra da Çin Komünist Partisi kuruldu. Kuomintang 1923’de Sun Yat Sen tarafından yeniden açıldı. Ulusçu eğilimlerin yükselmesine, Sovyet yardım ve desteğiyle Türk Devrimi’nin yarattığı etki de eklenince, özgüvene sahip, daha atak bir devrimci siyaset tüm Çin’e yayıldı.
Az sayıdaki aydın ve öğrencinin bir araya gelerek, Komintern’in desteğiyle kurduğu, Komünist Partisi’nin Çin toplumuna yapacağı etkinin boyutunu o günlerde kimse düşünmemişti. Önceleri Şanghay’ın Fransız bölgesindeki bir kız okulunda, daha sonra bir güney gölünde kiralanan gemide gizli olarak toplanan, sayıları az düşünceleri çok delegeler, 28 yıl sonra tek başına yönetime gelecek bir “Marksist” partinin çekirdeğini kuruyordu.
1921 Temmuzundaki ilk parti kongresine elli üyeyi temsilen yalnızca oniki delege katılmış ve bunlar Pekin Üniversitesi profesörlerinden Çen Tu Şiu’yu, parti başkanı seçmişti. Kurucular arasında okumayı yazmayı seven ve üniversitede asistanlık yapan Mao Çe Tung adlı bir akademisyen de vardı.

Komünist Parti ve Çin

Çin Komünist Partisi’nin kurulmasını, birçok kimse siyasal düşlem (fantezi) olarak değerlendirdi. Sanayisi ve işçisi olmayan büyük bir köylü ülkesinde sosyalist siyasetin yürümeyeceği, partinin yaşamak için sosyalist değil demokratik bir program uygulamak zorunda kalacağı söyleniyordu.
Ayrıca, Sovyet desteğiyle kurulan bu partinin ister istemez desteği veren ülkenin etkisine gireceği bunun da siyasi bağımlılığa yol açacağı ileri sürülüyordu. Nitekim Sovyet desteği beraberinde siyasi istekleri de birlikte getirmişti. Rusya’daki siyasi çatışmalar (özellikle Troçki ve Stalin arasındaki) aynısıyla Çin’e yansıyor ve parti birliği açısından son derece zararlı oluyordu. Ayrıca Partinin kurulmasına destek veren Sovyetler, Kuomintang’ın önemine daha çok inanıyor, ulusçularla iyi ilişkiler kurmak için Komünist Partisi’ni “harcamaktan” çekinmiyordu.
Program ve erekleri ne olursa olsun bu parti, ağırlıklı olarak ulusçu bir savaşım yürüttü. Üyeleri, Kuomintang’a katıldı, kitle içinde örgütlendi. Öteki partilerden ayrımlı olarak savaşım yeteneği yüksek, kararlı ve özverili kadrolar yetiştirdi, halkla kalıcı bağlar kurdu.
Atak ve eyleme dönük tutumu, köylülerce benimsendi. Komünist Parti, Kuomintang’ın programına benzer bir çalışma anlayışı ve strateji uygulayarak hızla güçlendi. Ancak, Marksizm’i temsil etme isteği, öznel bir anlayışın partiye egemen olmasına yol açarken, Sovyetler Birliği’ne bağlılık, politik yaratıcılığı uzun süre köreltti. Bu iki eğilim, Çin Devrimi’nin gerek yönetim öncesinde ve gerekse yönetim sonrasında uzun ve kanlı olayların yaşanmasına neden oldu.
1923’den sonra, Sovyet danışman ve uzmanlar Çin’e gelmeğe, Kuomintang ve Komünist Parti üyeleri de, eğitilmek üzere Rusya’ya gönderilmeye başlandı. Moskova’ya giden ilk küme içinde Dr. Sun Yat Sen’in yardımcılarından, genç bir subay olan Çang Kay Şek’de vardı. Çang, örgütlenme tekniği okumuş hırslı bir ulusçuydu. Troçki dahil birçok bolşevik önderle tanıştı, Çin’e döndüğünde Askeri Akademiye atandı ve burada Komünist Parti üyesi Çu En Lai ile 1926’ya dek birlikte çalıştı.

Japon İşgali ve Mao

1931 yılında, Japonlar Mançurya’yı elegeçirmeye başladı. Zengin doğal kaynaklara sahip bu bölgenin tümü Japonların eline geçti. Aynı yıl, Mao Çe Tung Güney eyaletlerinden Kiangsi’de bir Çin Sovyet Cumhuriyeti kurdu ve bu Cumhuriyetin ilk başkanı oldu. Avrupalı marksistlerin çalışma yöntemlerinden sıyrılarak köylü kitlesine dayanmaya karar vermişti. Sömürünün ve yoksulluğun beslediği hoşnutsuzluğu savaşçılığa, Çin köylüsünün başkaldırma gizilgücünü (potansiyelini) eyleme dönüştürmek istiyordu. İç savaş süresince bu isteğinde başarı sağladı ve öldüğü 1976 yılına dek tam 45 yıl Çin toplumu üzerine belirleyici düzeyde etkili oldu.
Mao, bir köylü çocuğuydu. Güney Çin’de bereketli toprakları olan bir köyde 1896 yılında doğdu. 1913-1918 arasındaki öğrencilik yılları, politik çalışmalara katıldığı yıllardı. 1918’de Pekin’e gitti. Üniversite Kütüphane yönetici yardımcılığına atandı. Önce Bakunin ve Kropotkin’in yapıtlarını okudu. Daha sonra Marksizme yöneldi. Marksizmi benimsediğinde 27 yaşındaydı. Mao’nun iki erkek ve bir kız kardeşi vardı; üçü de 1930-1943 yılları arasındaki devrimci savaşım içinde can verdi.

Çang Kay Şek ve İçsavaş

Çang Kay Şek, 1933’de Kiangsi’deki Çin Sovyet Cumhuriyeti’ne karşı saldırıya geçti. Ordusuna, Alman askeri uzmanlar danışmanlık yapıyordu. Kızıl Ordu ve köylü milisler geri çekilmek zorunda kaldı ve bu geri çekilme, 1934 deki on bin kilometrelik ünlü Uzun Yürüyüş’ün başlangıcı oldu. Daha sonra, zafere giden yolun bir simgesi olan Uzun Yürüyüş, tam bir yıl sürdü ve kuzeyin yoksul bölgelerinde bulunan doğal barınaklarda sona erdi.
1936 yılında komünist güçler, Çang Kay Şek’ı ele geçirdi. Ancak, Stalin’in isteğiyle salıverildi. Çang Kay Şek, özeleştiri yaptı ve komünist güçlerle çarpışmayacağını açıkladı. Bu açıklama, Japon işgaline karşı ulusal birliğin başlangıcı oldu.
1937’de Japon ordusu Pekin’e girdi ve güneye doğru ilerledi, Şanghay’a çıkartma yaptı. Ancak, Komünistlerin gerilla savaşına başlaması nedeniyle ülke içlerine giremedi. İşgale karşı ulusal savaş, Japonların yenilgisi ile 1945 yılında sona erdi. İşgalci birliklerin çekilmesi, Komünist Parti’yle Kuomintang’ı, yeniden karşı karşıya getirdi. ÇKP, 1946 yılında Çan Kay Şek güçlerine karşı Halk Savaşı başlattı. 1948’de Mançurya’yı, 1949 başında Şanghay’ı aldı. Buna karşın, yılın sonuna doğru iç savaşın sonu belli olmuştu. Egemen olduğu bölgelerde uyguladığı tarım politikasıyla köylülüğün desteğini alan Çin Komünist Partisi, Ekim 1949’da, kuruluşundan 28 yıl sonra yönetime gelerek Çin’in tümüne egemen oldu. Çan Kay Şek, Formoza (Tayvan) adasına çekilerek orada ABD destekli küçük bir devlet kurdu.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder