Dünya’yı gelecekte
nelerin beklediğini görmek istiyorsak aranan yanıtı artık, NATO-Varşova,
Arap-İsrail çatışmasında ya da Birleşmiş Milletler görüşmelerinde bulamayız.
Bunların yerine ABD-Japonya-Almanya (ve Çin) arasındaki ilişkilere ve bu
ilişkilerin azgelişmiş yoksul ülkeler üzerindeki etkilerine bakmamız gerekiyor.
Sovyetler Birliği’nin dağılması, daha önce çok az insanın düşündüğü bir gerçeği
ortaya çıkardı. ABD’nin gölgesinde serpilip gelişen Japonya ve Almanya büyük
bir ekonomik güce ulaşmıştı ve bu gücün sağladığı etkiyle dünya politikasına
ağırlıklarını koymak istiyorlardı. Sovyet etkisiyle baskı altında kalan
çelişkiler olgunlaşarak ortaya çıkmış ve dünya, hemen hemen aynısıyla, 20.yüzyılın
başlarına dönmüştü. Dünya etkinlik alanları için kıran kırana bir mücadelenin
sürdüğü tek kutuplu politik yapıya geri dönmüştü.
Dünya 21.yüzyıla,
yüzyıl öncesindekine benzer koşullarla girdi. Yeniden tek kutuplu duruma gelen ve
az sayıdaki gelişmiş ülkenin tüm azgelişmiş ülkeler üzerinde baskı kurduğu bir
dünyada, etkinlik alanları için savaşım giderek kızışıyor. ABD, Japonya ve
Almanya arasındaki rekabet şiddetleniyor. Bu ülkeler azgelişmiş ülkelere karşı
birlikte hareket ediyorlar ancak kendi aralarındaki gerilimler de giderek
şiddetleniyor. Amerikalılar gelişmelerden rahatsız. Dünya liderliğini
kaybetmekte olduklarını görüyorlar ve çaresizlikle liderliği bir oranda
paylaşmaya razılar.
ABD,
Japonya, Almanya ilişkilerinin günümüzdeki niteliği ve bu niteliğe bağlı olarak
gelecekte alacağı biçimi inceleyen Amerikalı Yatırımcı, Banker ve bu konularda
pek çok yayını olan Eski Hükümet Görevlisi Jeffry E.Garten, Soğuk Barış
adlı kitabında şunları söylüyor: “Dünyanın 21.yüzyılda alacağı biçimi görmek
istiyorsanız, ABD, Japonya ve Almanya arasındaki ilişkilere bakmanız
gerekecektir. Soğuk savaş sırasında bu üç ulus arasındaki güç ilişkilerinin
nasıl değiştiğini ve 1990’larda nasıl değişmekte olduğunu incelemeniz gerekir… Üç
büyükler, ekonomi alanında amansız rakiplerdir. Kendi iç pazarları dahil aynı
pazarlar için rekabet edecekler. Sermaye dolaşımı için rekabet edecekler. Aynı
yüksek teknolojili endüstri dallarına hakim olmaya çalışacaklar… Ekonomik
rekabetin ötesinde, farklı askeri yeteneklere sahip olma, birlikler ve füzeler
gibi sıkıcı konular, önümüzdeki yılların gündeminden düşmeyecektir. Amerika
ekonomik rekabet sorunlarını, kaçınılmaz olarak siyasal ve askeri güçlerle
dengelemeye çalışacaktır. Bu tür girişimlerin, Japonya ve Almanya’da büyük
huzursuzluk yaratması ve direnişe geçmelerine yol açması kaçınılmazdır…
Ulusumuz, 1941’den bu yana (ABD–Japon Savaşı) görülen en şiddetli meydan
okumayla yüzyüzedir ve o döneme kıyasla bugün, böyle bir meydan okumaya tepki
göstermek için daha az hazırlıklı durumdayız.” 1
Sıradan
birçok insan; bu üç ülke arasındaki gerilimlerin 2.Dünya Savaşı öncesiyle
kıyaslanacak kadar şiddetlendiğini söylemeyi, abartılmış bir sav (iddia) olarak
görebilir. Ancak, bu konuyu araştırıp inceleyenler, bu ülkeleri yönetenler ve
ekonomik veriler, çatışmanın şiddetli olduğunu gösteriyor.
Bu
ülkeler, azgelişmiş ülkelere karşı birlikte hareket ediyorlar ama kendi
aralarında şiddetli bir ekonomik rekabet içindeler. ABD’de geniş mali
kaynaklara sahip 20. yüzyıl Fonu adlı kuruluşun başkanı Richard
C.Leone şöyle diyor: “Yakın zamana kadar, kollektivist ideolojiye hizmet
edenlere karşı sürekli bir savaş veriyorduk. Çabalarımızın asıl hedefi düşmanı
yok etmek değil, daha çok onun savaşma cesaretini kırmak ve askeri rekabet
kapasitesini ortadan kaldırmaktı. Bu konuda umduğumuzdan daha başarılı olduk,
çünkü Sovyetler Birliği’nin maddi çöküşü bu yarışın muhtemel sonucuna dair en
iyimser görüşümüzü bile aştı. Ancak bugün nerede duruyoruz ve rakiplerimiz kim?
Sanki dönüp dolaşıp aynı yere geldik; bir kez daha, eski hasımlarımız ve bazen
de müttefiklerimiz olan Almanlar ve Japonlarla karşı karşıya geliyoruz.
Bu karşılaşma Sovyetler Birliği’yle olduğu gibi rakip ideolojiler arasında
olmuyor.. Buradaki konu bazılarının söylediği gibi, Amerika’nın
bağımsızlığıdır. Ekonomik rakiplerimizi tehditkar hasımlara dönüştüren, insana
savaşı hatırlatan benzetmelerden geçilmiyor. Neredeyse ulusal seferberlik için
savaş boruları çalınıyor.” 2
Söyleme
Dönüşen Çatışma
Politik liderlerin
bu konudaki görüşleri, ekonomistlerden çok farklı değil. Kimi zaman bilinçli
olarak, kimi zaman da düşüncelerini saklamayı başaramıyarak, diplomatik
nezaketten uzak açıklamalar yapıyorlar. Fransa Başbakanı Edith Cresson
1991 yılında şunları söylüyor: “Japonya oyunu kurallarına göre oynamayan bir
düşmandır ve dünyanın mutlak hakimi olmak istemektedir. Buna boyun eğmek için
ya aptal ya da kör olmak lazım.” 3
Japonların
ise kendilerine güvenleri tam. Yanıtları sert ve kararlı. Japonya’nın ünlü
enstitülerinden Numara Securities, 1990 yılında yayınladığı araştırmada,
21.yüzyılın “Pasifik Çağı” olacağını iddia ederek şunları söylüyor: “Dünya,
pazar savaşlarının aşırı derecede yoğunlaşacağı bir arenaya dönüşecektir.” 4
Japon
ekonomisti Şintaro İşihara “The Japan That Can Say No” (Hayır
Demesini Bilen Japonya) adlı kitabında; “21. yüzyılda ekonomik savaş
olacaktır. Bu savaştan Japonya galip çıkacaktır” diyor.5
Sony’nin patronu ve
Yönetim Kurulu Başkanı Morita’nın ABD’ne ait saptamaları görüş
bildirmekten çok, hakarete benziyor: “ABD çöküşe gitmektedir. Zira, Japonya
her yıl ABD’ye 50 milyar dolar daha fazla ihracat yapmaktadır. Amerika boğazına
kadar açgözlülük, küstahlık, ırkçılık ve tembelliğe batmış bir ülkedir.” 6
14–16
Kasım 1998’de Malezya’da yapılan APEC toplantısına katılan Japonya Ticari
Temsilcisi Mikie Kiyoi’nin, Japonya’yı “Serbest ticaretin
yayılmasında yıkıcı bir rol oynamakla” suçlayan ABD Ticari Temsilcisi Charlene
Barshefski’ye verdiği yanıt, Morita’nın sözlerinden daha da sert: “Sizin
şeytani bir ruhunuz olduğunu biliyoruz. Ama lütfen başkalarının da,
dünyaya aynı şeytani gözle baktığını düşünmeyiniz.” 7
Almanya
Başbakanı Helmut Kohl, 21.yüzyıl için ne Japonya’ya ne de Amerika’ya
şans tanıyor. 1990 Şubat’ında Alman Televizyonu’nda yaptığı konuşmada her iki ülkeye
de ekonomik savaş ilan ederek şunları söyledi: “Önümüzdeki yıllar
Avrupalıların yılları olacaktır. Japonların değil. ABD’nin bu yarışta yeri
olmayacaktır.” 8
Eski
hükümet görevlisi Amerikalı Jeffry E.Garten, Avrupa’dan daha çok
Japonya’dan çekiniyor. Karamsar görüşleri şöyle: “Ulusumuz bugün 1941 den
(Japonya’nın ABD donanmasına Pearl Harbor’da saldırması ve ABD-Japon savaşının
başlaması) bu yana görülen en büyük meydan okumayla yüzyüzedir ve o döneme
göre bugün, böyle bir meydan okumaya tepki göstermek için daha az
hazırlıklıyız.” 9
ABD
Hükümetinin ‘şahinlerinden’ Dışişleri Bakanı Madeleine Albright, bir
cümleyle adeta ABD’nin 21.yüzyıl politikasını anlatıyor ve askeri gücüne
güvenerek herkesi tahdit ediyor: “Yeni ekonomik gruplaşmalar 21.yüzyılın askeri
ittifaklarıdır.” 10
Süreçler,
Çelişkiler, Sonuçlar
ABD, Yeni Dünya
Düzeni’nin hem kurucusu ve hem de elli yıllık lideridir. Uluslararası
politikaya yön veren ve bunun mali yükünü karşılayan odur. Dünyaya istediği
biçimi vermek için muazzam bir servet harcamıştır.
Savaştan
yenik çıkan Almanya ve Japonya ise uzun yıllar, herhangi bir askeri harcama
yapmadan ABD’nin “kanatları altına sığınmış” ve bütün olanaklarını
yeniden büyümek için ekonomiye ayırmıştır. Bu iki ülkenin, elli yıl içinde elde
ettikleri ekonomik büyüme olağanüstüdür. ABD bir anlamda, bugün çok çekindiği
iki rakibini de kendisi yaratmıştır.
Sovyetler
Birliği’nin dağılması, daha önce çok az insanın düşündüğü bir gerçeği ortaya
çıkardı. ABD’nin gölgesinde serpilip gelişen Japonya ve Almanya büyük bir
ekonomik güce ulaşmıştı ve bu gücün sağladığı etkiyle dünya politikasına
ağırlıklarını koymak istiyorlardı. Sovyet etkisiyle baskı altında kalan
çelişkiler olgunlaşarak ortaya çıkmış ve dünya, hemen hemen aynısıyla,
20.yüzyılın başlarına dönmüştü. Dünya etkinlik alanları için kıran kırana bir
mücadelenin sürdüğü tek kutuplu bir politik yapıya geri dönmüştü.
Gelişmiş
büyük devletlerle azgelişmiş yoksul ülkeler, yeniden ve yalnız olarak karşı
karşıya kaldılar. Zengin-yoksul, gelişmiş-azgelişmiş ya da kuzey-güney olarak
bölünen dünya; 20. yüzyılın başlarında olduğu gibi; bu gruplaşmanın taşıdığı
gerilim ve çatışmaların şekil vereceği, yeni bir döneme girdi. Baskının,
uluslararası şiddetin ve gücün belirleyici olduğu ve 21.yüzyılı kapsayacak olan
bu dönemde; yoksulluk, her türlü çatışma ve sömürü yaygınlaşarak, karmaşık bir
küresel kaos ortamı oluşacaktır.
Geleceğe
Hazırlık
Dünyanın gelecekte
alacağı biçimi en iyi gören ve kavrayan ülkeler ‘üç büyükler’dir. Dünyanın
bugünkü durumunu, gelişme yönünü ve bu gelişme içinde kendi konumlarını,
alınması gereken önlemleri en iyi bilen onlardır. Çatışmanın kaçınılmazlığını
görüyorlar ve buna göre hazırlanıyorlar. Bu hazırlık, sürdürdükleri
korumacılığa yönelik politikalarda, ekonomik ve askeri ittifaklarda ve dile
getirilen görüşlerde açıkça görülüyor. “Serbest piyasa ekonomisi”, “Liberal
Ticaret”, “Küresel Uygarlık”, söylemlerinin anlamı olmayan boş
laflar olduğunu biliyorlar. Sahnesi dünya olan ve sonu kavgayla bitecek bir
oyun oynanıyor.
‘Üç büyüklerin’ 21.yüzyıla yönelik büyüme
stratejilerinde, artık ittifaklar ya da serbest bölge çıkarları değil, dünya
ekonomik sistemine egemen olma planları yer alıyor. Bu amaca yönelik çatışma
eğilimleri yetkili kişilerin açıklamalarında dile geliyor. Diplomatik ifade geleneklerine
uymaya gerek görülmeden yapılan açıklamalar çok sert. Bu sertlik gerçekte
ekonomik rekabetin şiddetini yansıtıyor. Benzer açıklamalar 1930’lu yıllarda
daha yumuşak üslupla yapılıyordu.
Güce
Uygun Etkinlik
Almanya ve Japonya,
günümüz dünya siyasetinde, eriştikleri ekonomik güce uygun düşen oranda söz
sahibi olmak istemektedirler. Ekonomik güçleri doğal olarak onları dünya
siyasetinde belirleyici olmaya zorluyor. Bunu da açıkça ifade ediyorlar.
Almanya
Başbakanı Helmut Kohl şöyle söylüyor “Eğer Almanya daha fazla
sorumluluk alacaksa, Alman görüşlerinin Birleşmiş Milletler ve Güvenlik Konseyi
kararlarında daha ağırlıklı olarak ifade edilmesinin yolları bulunmalıdır.” 11
Tokyo
Bankası’nın Başkanı Yusuke Kashiwagi’nin sözleri istekten çok
Japonya’nın tavrını açıklıyor: “2000’li yıllar, Japonya’nın sesini duyurmayı
ve kendisini kabul ettirmeyi öğrenmek zorunda kalacağı yıllar olacaktır.” 12
Japon
ve Alman isteklerinin muhatabının ABD olduğu açıktır. Bu iki ülke, Sovyetler
Birliği’nin dağılmasından sonra, dünyada kendilerine farklı bir yer arıyorlar.
Farklı çıkar kaygıları içindeler. Küresel finans kurumlarında, uluslararası
örgütlerde, azgelişmiş ülkeler üzerinde ve dünyanın kritik bölgelerinde
etkilerinin daha fazla olmasını istiyorlar.
Almanya’nın
Avrupa, Ortadoğu ve Avrasya, Japonya’nın Çin ve iki Kore üzerindeki çıkarları,
ABD çıkarlarıyla örtüşmüyor. Almanya, Rusya dahil kendi doğusundaki ülkelerle
kurduğu ilişkilere başkalarını karıştırmıyor, bu konuda ödün vermiyor. Bu
tavrından sadece ABD değil, başta Fransa ve İngiltere olmak üzere diğer Avrupa
ülkeleri de rahatsızlık duyuyor.
Almanya
ve Japonya, bazı konularda ise hiçbir hareket belirtisi göstermiyor, konuyla
ilgili düşüncelerini hiç açıklamıyor. 1990’da Uruguay Turu’nda böyle yaptılar.
Birinci körfez savaşında, ABD, müdahale önündeki ‘tıkanıklıkları’ açana kadar
tavır geliştirmediler. Daha sonra da katkılarını parayla sınırlı tutmağa
çalıştılar.
Askeri
Güç Yetmiyor
Üç ülkenin
birbirlerine karşı üstünlükleri ve zayıf yanları vardır. ABD’nin sahip olduğu
askeri güç ve Dünya siyasetindeki geçmişten gelen ağırlığı sürmektedir. Ancak
Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra gerek Amerikan Silahlı Kuvvetleri’nin
küresel dağılımı ve gerekse NATO, eski anlamını yitirmiş durumdadır.
ABD,
NATO’yu kendi denetiminde tutarak Dünya Müdahale Gücü haline getiriyor.
Almanya AB ile ayrı bir askeri örgütlenmeye gidiyor. Japonya 50 yıl aradan
sonra, savunma sanayisine önemli fonlar ayırıyor.
Kıyasıya Süren Savaş: Ekonomik
Rekabet
20.yüzyılın son
yarısında, Sovyetler Birliği nedeniyle zorunlu olan ‘uysal rekabetin’ yaşandığı
dünya pazarları, 21.yüzyılın başlarında aynı 20.yüzyıl başında olduğu gibi,
kıran kırana bir mücadeleye sahne olacaktır. ‘Uysal rekabette’ kazanmak ve az
kazanmak vardır. Bunda herkese bir yer vardır. Koşullara biraz ayak uyduran
çarkın dışına sürüklenmez. Ancak, kıran kırana rekabette var olmak ve yok olmak
vardır. Kimileri ayakta kalacak kimileri ise yok olacaktır.13
Şimdiki düzenin koşulu budur. Sürdürülen ekonomik tartışmaların bugünkü üslubu
da, kıran kırana rekabete geçişin göstergesi durumundadır.
Üç
büyük ülke 21.yüzyıla, birbirlerine yakın ekonomik güçlerle giriyorlar. ABD
20.yüzyılın ilk yarısından sonra büyük farkla elde ettiği liderliği artık
yitirdi ve az farkla ikinciliğe düştü. Önümüzdeki yüzyılda başarılı olup
olmayacağı, rakipleriyle başedebilmesine bağlı. Bu da zor görünüyor. Zira
rekabetin kimin yararına geliştiğinin en iyi göstergesi olan, dış ticaret
rakamları, 27 yıldır sürekli ABD aleyhine sonuçlar veriyor. ABD, 1982 yılında
ilk kez 7 milyar dolar dış ticaret açığı verdi ve bu açık, sürekli artarak,
1989 yılında 106 milyar dolar oldu. Oysa Almanya ve Japonya aynı dönemde
sürekli dış ticaret fazlası gerçekleştirdiler. Almanya, dış ticaret fazlalığını
1982-1989 arasında 5 milyar dolardan 55 milyar dolara çıkarırken; Japonya aynı
dönemde dış ticaret fazlasını 7 milyar dolardan 57 milyar dolara çıkarttı.14
Artan
dış ticaret kârları, bu iki ülke elinde büyük boyutlu sermaye birikimine yol
açtı. Birikimin bir bölümü yeni yatırımlara ayrılırken, diğer bir bölümü
satılacak taze para olarak, Tokyo ve Berlin’deki banka kasalarına gitti, kalanı
da başta ABD’nde olmak üzere şirket ve gayrimenkul satınalımlarına yatırıldı. Bol
paralı Japon ve Alman yatırımcılar Los Angeles, New York ve öteki büyük
kentlerde taşınmaz mal, fabrika ve şirket satınalıyorlardı.
1982
sonunda ABD’nin diğer ülkelerdeki malvarlığı tutarı, bu ülkelerin ABD’ndeki mal
varlıklarından 152 milyar dolar daha fazlaydı.15 1991 başında ise,
çoğunluğu Japonya ve Almanya’ya ait olmak üzere diğer ülkelerin ABD’ndeki mal
varlıkları, ABD’nin bu ülkelerdeki mal varlıkları toplamından, 757 milyar dolar
daha fazla hale gelmişti.16
Honda, Nissan ve Toyota,
ABD otomobil endüstrisine 1980’den sonra hızlı bir biçimde girdiler ve Amerika’ya
yerleştiler. Japon elektronik firmaları Hitachi, Toshiba, NEC
günlük kullanım aletleri piyasasına hakim oldular. Japon yarı iletken firmaları
sıfırdan başlıyarak hızla Amerikan şirketlerine meydan okuyan bir güce
ulaştılar. Sony ve Matsushita, Colombia Picture ve Universal
Studios’u satın alarak Hollywood’a girdiler. Sonuçta, Japonya, kısa sürede
ABD’ni kendi pazarında tehdit edecek kadar gelişmiş teknolojik bir süper güç
haline geldi. 1990’larda artık Amerikan yaşamının her yönü, Japonya ile
bağlantılı hale gelmişti.
Geleceği
Üretim Belirleyecek
ABD, 1955 yılında elektronik
ürünlerin yüzde 96’sını, 1965’de yüzde 30’unu üretiyordu. 1975’de ise bu oran
sıfıra yakındı.17 Televizyon üretiminin sonu da aynıdır. 1980’lerin
sonunda ABD televizyon endüstrisinden bir tek, yüzde 15 pazar payıyla Zenith
kalmıştı. O da 1991 yılında bir Güney Kore firması olan Goldstar’la
geniş kapsamlı bir teknoloji paylaşım anlaşması imzaladı.18
ABD
ekonomisindeki üretim ve dış ticaret sorunları, birkaç üretim alanıyla sınırlı
değildir. Yapısal nitelikte, genel bir sorundur. Dış ticaret açıklarındaki
önlenemeyen artışlar, mali sermaye kurumlarındaki ABD üstünlüğünü ortadan
kaldırmış durumdadır.
1970’lerde
her yıl yaklaşık 10 milyar dolar olan dış ticaret açığı, 1980’lerde yıllık 94
milyar dolara çıkarak dramatik bir artış göstermiştir. Bu açığın, 40 milyar
doları Japonya ile 10 milyar doları ise Almanya ile yaptığı ticarete aittir.19
Oysa daha 40 yıl önce Japonya, kullandığı otomobil ve kerestenin yüzde 80’ini,
inşaat malzemesinin yüzde 70’ini ve petrolün yüzde 50’sini ABD den satın
alıyordu. O dönemde Japonya, Amerika pazarına hemen sadece ipek verebiliyordu.20
Japonya,
1970 yılında ABD’nin üretiminin ancak yüzde 50’sini üretebiliyorken, 1990’a
kadarki 20 yıl gibi kısa bir sürede, ABD’nin ulusal üretimini yüzde 22 oranında
aştı.21 Japonya’nın yayılan üstünlüğü yalnızca üretim alanında değil
mali piyasalarda ve bankacılıkta da kendisini açıkça göstermektedir. 1970
yılında dünyanın en büyük 15 bankası arasında hiç Japon bankası yokken, 1990
yılında dünyanın en büyük 15 bankasından 10’u Japon’du ve ilk altı sırayı da
Japon bankaları alıyordu.22
1989
yılında Japon bankaları California’daki tüm kredilerin yüzde 20’sini
karşılıyordu.23 Finans piyasalarına ağırlığını koyan Japon mali
sermayesi Amerikalıları şaşkına çevirmişti. Bir ABD uluslararası şirketi olan Board’ın
başkanı; “Açıkça kendi ekonomik kaderimiz üzerindeki kontrölümüzü yitirmek
üzereyiz.” 24 derken haklıydı. Reagan döneminde ABD
bütçesinin verdiği yıllık açık miktarı 150-250 milyar dolara çıkmıştı.25
Alman
Başarısı
Almanya’nın
ekonomik başarımı (performansı) Japonya’ya oldukça benziyor. Almanya, Batı
Avrupa ekonomilerinin gerçekten bütünleştirilmesi, orta ve Doğu Avrupa
ülkelerine gecikmeden yayılma, Ortadoğu ve Avrasya’da etkinleşme gibi konularda
bu güne dek önemli mesafe aldı. Birçok alanda üstünlükleri var.
Herşeyden
önce, uzun süreden beri Batı Avrupa’nın ekonomik güç merkezidir ve artık en
önemli siyasal güç haline gelmiştir. 1990 yılında dünyadaki en geniş hacimli
ticaret fazlasını gerçekleştirdi; kişi başına düşen dış ticaret fazlalığı temel
alındığında, Japonya’nın elde ettiği ticaret fazlasının üç katına ulaşıyordu.
Almanya, tarihsel pazarları orta ve doğu Avrupa’da etkinliğini kurup
Ortadoğu’ya yayıldığında, çok daha heybetli bir görünüm kazanacaktır.
Alman
sanayinin büyük bir kısmı, Federal Alman Endüstrisi’nin
(FAM-Bundesverband der Deutschen Industrie) ve Alman Ticaret Odası’nın
(DIH-Deutschen Industrie und Handelstag) yönetimi altındadır. Alman
şirketlerinin özellikle dış rekabet güçlerini arttırmaları için şirketlere
yardımcı olan, devletin de desteklediği pek çok ticaret birliği vardır.
Almanya’da, ekonomi ve ticaretteki hızlı gelişme, böyle bir örgütsel yapı
üzerine oturtulmuştur. 1958 yılında Almanya’nın bugünkü AB üyesi ülkelere
yaptığı ihracat, tüm ihracatının yüzde 30’unu oluştururken, bu rakam 1990
yılında yüzde 53’e çıktı. ABD, 1988 yılında Almanya ile yaptığı ticareti 10
milyar dolar zararla kapadı.26
“Nükleer
Cephanelik”
Japonya ve
Almanya’nın gelişen ekonomik gücüne karşılık ABD, üretim endüstrisi ve küresel
ticarette gerilemektedir. Ama o da dünyanın tek askeri süper gücü durumundadır.
Muazzam bir nükleer cephaneliği ve çıkarlarını korumak için hemen her yere
askeri birlik gönderme yeteneği vardır. Ekonomik yarışta geri kalmaya başlayan
bir ülkenin elinde böylesi bir gücün bulunuyor olması, kaygı verici bir
dengesizliği oluşturmaktadır. Bu dengesizliğin insanlığa karşı oluşturduğu
tehlikenin boyutu, teknolojik gelişmeler nedeniyle, hesap bile edilememektedir.
Amerikalılar’ın
Almanya’dan en az Japonya kadar çekindikleri biliniyor. Amerika’nın en çok
satan yayın organlarında, büyüyen Almanya’nın tarihindeki “karanlık
yanların” ne zaman “yeniden ele alınacağı” merakla bekleniyor. Times,
20 Kasım 1989 tarihli sayısında; “Almanya: Dünya endişelenmeli mi?” diye
soruyor. 30 Temmuz 1990 tarihli Newsweek, “Almanya Durdurulabilir
mi?” başlığıyla çıktı. Amerikalıların endişe etmekte hakları var. Alman
ekonomik mucizesi (wirtschaftswunder) şaşırtıcı bir büyüme gerçekleştirdi. 1950
ile 1963 arasında toplam sanayi üretimi 3 kat, otomobil üretimi 20 kat arttı,
ihracat yükseldi ve kişi başına gelir katlandı.27
ABD-AB
arasındaki ticari ilişkilerde ibrenin Avrupalılar yararına dönmesi, ekonomik
rekabeti, önceden imzalamış küresel anlaşmaları yok sayacak kertede
şiddetlendirmiştir. 1999’un başlarında ortaya çıkan “muz savaşı” ve “sivil
havacılık kavgası” bu tür çatışmaların ne ilkidir ne de sonuncusu olacaktır.
Avrupa Birliği’nin doların küresel tekeline karşı Euro’yu ortaya çıkarması,
ABD-AB arasında yeni bir çatışma kaynağıdır.
Muz
ticaretini kendi tekeline alma mücadelesi 6 yıldır sürüyordu. AB, ABD’nin
elinde bulunan muz ticaret tekelinin kaldırılması için WTO’da açtığı tahkim
davasından bir sonuç alamayınca Amerikan muzlarına yüksek gümrük vergisi koydu
ve buna ek olarak, Amerikan uçaklarının “yaşlı” oldukları gerekçesiyle
Avrupa’ya inmelerini yasakladı.
ABD’nin
yanıtı gecikmedi ve temsilciler Meclisi’nden acele iki yasa çıkarıldı.
Bunlardan birinde, “Avrupa’dan ithal edilen lüks mallara yüzde 100 gümrük”
koyuluyor, diğerinde, Avrupalıların övünç kaynağı Concorde’ların “fazla
gürültü yaptıkları” gerekçesiyle, ABD havaalanlarına inişlerine
yasaklamalar getiriyordu. AB’nin doların karşısına Euro’yu çıkarması ABD’yi
kızdırmıştı.28 Bu tür kızgınlıklar ve bunların kaynaklık edeceği
gerilimler önümüzdeki dönemlerde boyut değiştirerek artacak ve
şiddetlenecektir.
DİPNOTLAR
1 “Soğuk Barış” Jaffry Garten,
Sarmal Yay. sf. 19 ve 231
2 a.g.e. sf. 18
3 “The
Fighter of France” Steven Green House, The New York Times 16.05.1991 sf. 3
ak. Lester Thurow “Kıran Kırana” Afa Yay. sf. 86 - 87
4 “Japan Can Say No” Nomura
Research Institute sf. 1, ak. a.g.e. sf. 27
5 “The
Japon That Can Say No” Şintaro Isıhara Why Japan Will Be First Among Equals
(New York:Simon&Schuster, 1991) sf. 50 ak. Lester Thu-rov “Kıran Kırana”
AFA Yay. sf. 27
6 “21Yüzyıl
Ekonomik Guruplar Çağı” Cumhuriyet 12.01.1998
7 “Los
Angeles Times” 14.11.1998 ak. Ergin Yıldızoğlu “Dikkatler Reel Ekonomiye
Dönerken” Cumhuriyet 16.11.1998
8 “Kohl
to Reassure Soviets on Unification” The Boston Globe, 09.02.1990 sf.2
9 “Soğuk Barış” Jeffry E.Garten
Sarmal Yay. sf. 36
10 “21Yüzyıl Ekonomik Guruplar Çağı”
Cumhuriyet 12.01.1998
11 “Soğuk Barış” Jeffry E.Garten
Sarmal Yay. sf. 52
12 “Japan
and Germany Must Take Bigger Military, Policy-Making Roles in Word Affairs”
Habart Rowen The Washington Post 03.03.1991 : P.H1; Yusuke Kashiwaqi,
Japan Society, New York, 11.07.1991 ak. Jeffry E.Garten “Soğuk Barış”
Sarmal Yay. sf. 52
13 “Kıran Kırana” Lesther Thurow Afa
Yay. sf. 26
14 “International
Financial Statistics IMF Yearbooks 1990” Washington D.C. IMF 1990
15 The
Economist 15.12.1990 sf.100, ak.L.Thurow “Kıran Kırana” Afa Yay. sf. 257
16 “Hill
Review of the U.S. Economy” DRI / Mc Graw Ekim 1990: 13 ak. a.g.e. sf. 257
17 “Kıran Kırana” Lester Thurow Afa
Yay. sf. 200
18 “Goldstar’s
Stake in Zenith Involves Widespread Links” Davit E. Sanger, The New York
Times, 26.03.1991 sf. D.1, D.10 ak. Lester Thurow Afa Yay. sf. 201
19 “Soğuk
Barış” Jeffry E.Garten Sarmal Yay. sf. 24
20 a.g.e. sf. 81
21 OECD
Main Economic İndicators, Temmuz 1991 sf. 102 ak. L.Thorow “Kıran Kıran”
Afa Yay. sf. 270
22 The
Banker Haziran 1971 sf. 663 American Banker 20 Temmuz 1991 sf. 16.A. ak. a.g.e.
sf. 270
23 “Küresel
Düşler” R.J.Barnet-J.Cavanagh Sabah Yay. sf. 319
24 New York Times 20.05.1987 ak. a.g.e. sf.
319
25 “Küresel Düşler” Richard J.Barnet -
John Cavanagh Sabah Yay. sf. 319
26 “Soğuk Barış” Jeffry E.Garten
Sarmal Yay. sf. 181
27 a.g.e. sf. 108
28 Sabah 05.03.1999 Alm. - ABD - Japon Rek.
Ekonomik Rekabet Bölümü
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder