Emperyalizm, İkinci
Dünya Savaşı’ndan sonra, uluslararası yeni bir yapılanma içine girdi ve dünyaya
yayıldı. Buna, Yeni Dünya Düzeni dendi.
Bu düzen, 1980’lerden sonra ‘kürselleşme’
adını aldı. Bu girişimin ideologları, yapılanları; ‘tarihin sonu’, ‘sanayi ötesi toplumun kuruluşu’, ‘post-modern çağa
geçiş’ gibi gösterişli tanımlarla kutsadılar. Küreselleşmenin, ‘çağın
gereği’ olduğunu, buna karşı çıkılamayacağını, çıkanların ‘çağın gerisinde kalan’ tutucular olduğunu
söylediler. İletişim ağının etkili gücüyle yoğun ve sürekli bir yaymaca
(propaganda) yapıldı. İnsanlar üzerinde, adeta düşünsel bir terör estirildi.
Oysa yaşananlar gerçeklere hiç uymuyordu. Gerçeği dile getirmek isteyenler, ya
susturuldu ya da seslerini duyuramadı. Türkiye, küreselleşmenin olumsuz
sonuçlarını yoğun olarak yaşayan ülkelerden biri oldu.
Günümüz Dünyası
Değişimin hızlandığı
bir dünyada yaşıyoruz. İşyerlerinden okullara, kent merkezlerinden kasabalara,
aile ilişkilerinden dostluklara dek toplumsal yaşamın her alanında; yeni değer
yargıları, yeni yaşam biçimleri ve yeni karşıtlıklar ortaya çıkıyor. Ülkeler
arasındaki yerel kültür farkları, tüketim alışkanlıkları, giyim kuşam
biçimleri, kimilerine göre kaba bir ilkellikle, kimilerine göre evrensel bir
boyutla birbirlerine yaklaşıyor. Dünya küçülüyor, ülkeler önemini yitiriyor.
Çıplak gözün gördüğü
bir gerçek var; yerel hükümet yetkilileri, ayrıcalıklı bürokratlar, profesyonel
siyasetçiler ulusal kimlikleriyle etkinliklerini yitirirken, şirket yöneticileri,
gökdelen ofisleriyle aracılar, ‘para satan’ spekülatörler, film ve ses
kayıt stüdyoları, gazete ve TV patronları, reklâm şirketleri, yasadışıcılık kaçakçılar,
mafya liderleri öne çıkıyor.
Küresel Kültür
‘Küresel kültür’ piyasalarının yarattığı yeni insan tipi,
kendi ülkesine yabancılaşırken özendiği ülkelerce de kabul edilmiyor.
Televizyonlar, CD ve bant kasetler, rock yıldızları, tişörtler gençler
üzerinde, anne-baba ve öğretmenlerden daha etkili oluyor. New York’lu, Hong-Kong
ya da Atinalı gençler, tanışmadıkları yaşıtlarıyla, ailelerinden daha çok şey
paylaşır durumdalar. Aynı ürünlere ilgi duyuyorlar, aynı filmlere gidiyorlar,
aynı müziği dinliyorlar.
Dünyanın her
yerindeki şirket yöneticileri, kolay varsıllaşan politikacılar sözleşmişçesine,
Ferragamo takım elbiseler, Christian Dior gömlekler, Gold
Cross kalemler ve Rolex saatler kullanarak birbirlerine benziyor. Bu
markaları kullananlar kendilerini ayrıcalıklı görerek mutlu oluyor.
Güneydoğu Asya’da,
Afrika’da ya da Güney Amerika’da, uluslararası bankaların kredi kartlarını
taşıyan görgüsüz orta gelirliler ya da cüzdanının her bölümüne hesabında para
olmasa da birer kredi kartı koyan; Türk, Yunanlı ya da Kenya’lı memur, büro
elemanı ya da işsiz gençlerin sayıları artıyor. Nike, Lewis ya da
Benetton’dan giyinmek, kullanılan telefon markası, gereksinimden çok
kişilik kanıtı haline geliyor. Derine inen bir kültürel yozlaşma yaşanıyor.
“Para
Kazan Ya Da Öl”
Uluslararası pazarlamacılar
ya da tanıtım şirketi uzmanları, “Laboratuar faresinden sonra en çok
araştırılan memeli” konumuna getirdiği insanı, aile-kent-ülke etkilerinden
koparıp “aptallaştırılmış küresel tüketiciler” durumuna sokmak için her
yolu deniyor. Hizmetinde oldukları dünya düzeni, onlara amaçları yönünde çeşitli
olanaklar sunuyor. “Para kazan ya da öl” anlayışını, şirket yöneticilerinden
daha köklü biçimde savunan hükümet yetkilileri ortaya çıkıyor. Bunlar, yerel
ülke sorunlarını, uluslararası finans örgütlerinin küresel reçeteleriyle
çözeceklerine inanıyor. Ancak büyüyen yeni sorunlarla karşılaşıyorlar.
Eskiden dünya
savaşlarıyla değiştirilen ülke sınırları, bugün uluslararası anlaşmalarla ‘barış
içinde’ yenileniyor. Bölünmek isteyenlere özgürlük, istemeyenlere çok yönlü
baskı günün ‘demokratik’ modası. Ulus devletlerin merkezi otoritesi güç
yitiriyor. Yerel yönetimlere yetki devri, yeni bir yönetim seçeneği olarak
öneriliyor, federatif yapılanmalardan her geçen gün daha çok söz ediliyor.
Küreselleşmenin
Öncüleri: Uluslararası Şirketler
Küreselleşmenin
öncülüğünü, sayıları birkaç yüzü bulan büyük uluslararası şirket yapıyor. Onlar
sorunun gerçek sahipleri. Elinde satılacak malı olanlar doğal olarak dünya
ticaretinin kurmaylığını yapıyor. Yeryüzündeki satılabilir ürünlerin beşte
dördü gelişkin uluslara ait şirketlerin elinde.
Ekonomiye yön
verenler siyaseti de belirliyor. Karar verenler hükümet yetkilileri ancak bu
görünüşte böyle. Gerçek belirleyici şirket çıkarları. Şirketler, üst düzey
teknolojik donanım ve paranın gücüyle; ulusal sınır, ideoloji, ırk, dil, din
tanımadan dünyanın her yerinde belirleyici oluyor. ‘Herhangi bir yerde
üretip, her yerde satmanın’ önünde engel oluşturabilecek hiçbir girişime
izin verilmiyor. Küresel ürünlerin; ülkelere, kent varoşlarına hatta köylere
dek girmenin, en ucuz ve güvenilir yolu bulunuyor.
Şirket bütçeleri
birçok ülkenin devlet bütçesini aşmış durumda. Ford’un ekonomik gücü,
Suudi Arabistan ve Norveç’inkinden daha büyük. Philip Morris’in cirosu
Yeni Zelanda’nın ulusal gelirinden daha çok. Önceleri ülke pazarlarına yerel
yasalara uyularak giriliyordu. Çalışma koşullarını artık yerel yasalar değil uluslararası
anlaşmalar belirliyor. “Olduğun yerde üret, uzaklara sat” yerini; “gittiğin
yerde üret, çevresine sat” anlayışına bırakıyor. Şirket yatırımları
denizaşırı ülkelere taşınıyor.1
Dünya ticaret hacminin
büyümesine karşın yoksul ülkeler daha çok yoksullaşıyor. Oyunun kuralını
koyanlar sonucu da belirliyor. Sonucu belli bu oyunun bilisiz (cahil)
oyuncuları durumuna getirilen insanlar; doğup büyüdükleri yerlerden, akraba ve
çocuklarından koparak ülkelerarası kitlesel göçlere katılıyor. Küresel sermaye
yoksul ülkelere giderken, bu ülke insanları varsıl ülkelere göç ediyor.
“Kumarhane
Ekonomisi”
Dünyadaki 6,5 milyarı
aşkın insandan üçte ikisinin, alışveriş yapacak parası ve kredisinin olmadığı söyleniyor.
İnsanların büyük çoğunluğu, yalnızca vitrinlere bakmakla yetiniyor. Yoksulluk
yalnızca azgelişmiş ülkelerde değil, gelişmişlerde de yayılıyor.
Sermaye dışsatımı (ihracı),
üretimsizliğe, üretimsizlik yeni toplumsal sorunlara yol açıyor. Üretimden para
kazanmak yerine, parayla para kazanmak geçerli eğilim. Uluslararası para
piyasalarında, döviz işlemleri, bonolar, master cardlar, “paranın yeniden
paketlenip satılması” için olağanüstü becerikli araçlar haline getiriliyor.
Günün 24 saati
trilyonlarca dolar, dünyanın belli başlı döviz piyasalarında, saniyenin binde
biri oranında hızlarla dönüp duruyor. Bu dolaşımda para, kendisini iyi kullanan
sahibine büyük bir bağlılıkla, çekincesiz ve emeksiz yeni paralar getiriyor. John
Maynard Keynes’in öngördüğü “kumarhane ekonomisi” dünyanın en etkin
gücü durumuna geliyor.
Yaşanan Gerçekler
Küreselcilere göre; “İnsanlık
aslına dönüyor”, güçle sağlanmaya çalışılan eşitlik anlayışı, yerini
insanların kişisel yetenek ve becerileriyle niteliklerini gösterebilecekleri özgür
dünyaya bırakıyor. Serbest ticaret insanları, insanlar da serbest ticareti
geliştiriyor ve bu girişimde ülkelerin tümü yer alıyor. Yaratılan bolluk ve varsıllıktan,
ona sahip olmayı isteyen herkes, çabası ve katılımı oranında pay alıyor. Dünya
küçülüyor ve küreselleşiyor... Dünyanın gidişinden hoşnut olanlar bunları
söylüyor.
Ancak, yaşanılan
gerçekler söylenenlere pek uymuyor. Dünya, bol sermayeli yatırımcılar, borsa
simsarları, banka yöneticileri ve kara para milyarderleri için küçülüyor ancak
dünya üzerinde yaşayanların dörtte üçü için hâlâ çok büyük.
Küçülmenin “kuramını” oluşturanlar, “global
entegrasyon” ve “bütünleşmiş pazarlardan” söz ediyor ancak güçlü-güçsüz,
varsıl-yoksul ayrımı artarak sürüyor. Dünya küçülüyor ancak bütünleşemiyor.
Ülkelerdeki ekonomik
uygulamalar küresel ağa bağlandıkça; uluslar, bölgeler ve kentler
birbirlerinden uzaklaşıyor. Küresel ekonomi siyasi ve toplumsal dağılmayı
hızlandırıyor. Yerleşik kavramlar, kültürel birikim ve yerel toplum bağları
zorlanıyor. İnsanlar kimliklerini yitiriyor, kendi yaşam çevresine
yabancılaşıyor.
Kitlesel Göç
Küreselleşme uygulamaları
arttıkça yasadışı kitlesel göçler yayılıyor. Yoksul yörelerde kendini ve
ailesini besleyemeyen milyonlarca insan; doğduğu topraklardan, yerleşik alışkanlıklarından
ve kimliklerinden koparak dünyanın her yerine dağılıyor.
Yüzyıl başında,
yoksul Avrupalılar Amerika’ya; yüzyıl ortalarında, Kuzey Afrikalılar ve
Ortadoğulular Batı Avrupa’ya göç etti. Şimdi ise dünyanın her yerinden varsıl
ülkelere doğru küresel bir göç yaşanıyor. Gittikleri yerlerde onları; yasadışı
çalışma koşulları, güvencesiz önemsiz işler ve sınırdaşı işlemleri bekliyor.
Bir başka ilginç göç
sanayileşmiş ülkelerde yaşanıyor. Yatırım sermayesi ve fabrikalar denizaşırı
ülkelere göç ederken, büyük kentlerde işsiz kalan işçiler başka yörelere taşınıyor.
Avrupa Birliği ülkelerinde süreğen (kronik) duruma gelmiş işsizlik ortalama
yüzde 10,3. Bu oran İspanya’da yüzde 19.2 ABD’nde çalışabilir
yaştaki 20 milyondan çok insan işsiz. 1988 yılında; Detroit kent nüfusunun
yüzde 19’unu, St Louis yüzde 27’sini, Buffalo yüzde 23’ünü yitirmişti.3
Küreselleşme, dünyanın
değişik ülkelerinde, kentlerin ayrıcalıklı semtlerinde yaşayan az sayıdaki
insana büyük varsıllık getirmiştir. Ancak, geri kalan büyük çoğunluk ezici bir
yoksulluk içinde yaşıyor.
Olumsuz gidişe
tepkiler oluşmaya başlıyor. Kendi sorunlarını kendilerinin çözmesine izin
verilmeyen insanlar, yavaş yavaş yüzyıl başındaki üçüncü kuşak büyükleri gibi
dirençli bir tepkisel tavır içine giriyor. 21.Yüzyıldaki politik çatışmanın
temelini, “Küreselleşme güçleriyle, kendi toplumunu koruma ve yeniden
tanımlama” güçleri arasındaki savaşım oluşturacak. Evrensel boyutta sürecek
bu savaşımın belirleyici öğesi ise, yine ulusal kurtuluş hareketleriyle emperyalizm
arasındaki çelişkinin çözümü olacak.
Yeni Şirket Yapılanması
Küresel şirketler
özellikle 1980’lerden sonra, uluslararası düzeydeki örgüt yapılarında
değişikliğe gitmeye başladı. Denizaşırı ülkelere yayılmış her yönden şirket
merkezine bağlı büyük ve hantal işletmeler yerine, üretim alanlarına ve yerel koşullara
uyumlu küçük birimler halinde örgütlendiler. Her biri, içinde bulunduğu pazarın
özelliklerine göre davranan, özerk şirket birimleri durumuna geldi.
Değişim yeteneğini
yükseltmek, pazar esnekliği, çeviklik ve hız kazanmak, müşteri duyarlılıklarına daha iyi
yanıt vermek, bürokratik giderleri azaltmak ve az işçiyle çalışmak
temel amaçtı. Küçülme öncülerinin elde ettiği başarı büyük şirketlere örnek
oldu ve genel şirket gelirini arttırma koşuluyla küçük örgütsel birimler
oluşturmak yaygın bir uygulama oldu.
Küçük
Şirket’e Küçük Ülke
Uluslararası
şirketlerin, küçülmeyle ilgili ekonomik uygulamaları, etkisini kısa sürede
politik alana taşıdı. Küçülen şirket birimleri, yapısal bir gereklilik olarak,
kendi boyutlarına uygun küçük ülkelerde ve sınır konmamış pazar ilişkileriyle
çalışmak istiyordu.
Bu isteğin politik
karşılığı, tüm dünyada ayrılıkçı eğilimlerin artması ve ulus devlet
korumacılığının ortadan kalkması oldu. Ülkelerin parçalanarak küçülmesinden
ayrı olarak, bölgenin ya da ülkenin özelliklerine göre ‘federatif birlikler’,
‘eyalet yapılanmaları’ ya da ‘yerinden yönetim’ işleyişi günün tartışılan
sorunları durumuna getirildi. Üniter devlet gelenekleri yerini, ‘sivil toplum’
örgütlerinin, cemaatlerin, tarikat ve aşiretlerin öne çıktığı karmaşık ve
düzensiz bir toplumsal yapıya bırakmaya başladı.
Son otuz yılda
parçalanmalarla 28 yeni ülke ortaya çıktı. Birçok ülke ayrılıkçı eylemlerle
tanıştı. Belçika, İtalya, ABD bunların bazıları. Kanada’nın Quebec,
İspanya’nın Bask, İngiltere’nin Kuzey İrlanda sorunları var. İran
Bhailer, Sudan siyah Animisler, Bangladeş Budist Çakmalar
ile uğraşıyor. Çin’de Tibet ve Uygur, Papua Yeni Gine’de yerel
bağımsızlık, Fiji’de etnik kızılderili, Burundi’de Hutu Tutsi,
Korsika’da bağımsızlık, Türkiye’de Kürt ayrılıkçılığı
uluslararası düzeyde destek görüyor.8 Japon Liberal Demokrat parti
eski genel sekreteri Ichiro Ozawa, gücü ve yetkiyi merkezilikten
uzaklaştırmak için, Japonya’nın 300 özerk bölgeye ayrılması gerektiğini
savunuyor.9
Ülkelerin bölünmesi
ya da ‘gevşek yönetim’ eğilimlerinin yaygınlaştırılması, şirket
çıkarlarının gereği olduğu belirtilerek açıkça savunuluyor. Gönüllü ya da
ücretli ‘bilim adamları’, ‘ekonomistler’, ‘araştırmacılar’
bölünmenin ve küçülmenin erdemlerini anlatan görüşler açıklıyor. Bu açıklamalar
büyük devlet politikalarında uygulama alanı buluyor.
Amerikalı gelecek bilimcisi John Naisbitt’in
konuyla ilgili görüşleri şöyle; “... Telekomünikasyon sayesinde büyük
şirketlerin özerk ve küçük ünitelere bölünerek daha iyi çalışabileceklerini
görüyoruz. Aynı durum ülkeler için de geçerli. Tek bir dünya haline gelmemizle
birlikte, parçalar küçüldükçe daha iyi işliyorlar... Yapay olarak bir araya
getirilmiş ülkelerin milli ve kabilesel varlıklara bölünmesi çok yararlı. Eğer
dünyayı tek parçalı bir dünya haline getireceksek parçalar küçük olmalı”.10
Etnik yapılar ve
eskiye dayalı ayrımların bulunduğu ülkeler bu tür görüş sahiplerinin öncelikli
ilgi alanlarıdır. Ortadoğu, Orta Afrika, Uzakdoğu, Rusya ve Çin bu tür
bölgelerdir. Eski Sovyetler Birliği’nin resmen tanıdığı 104 etnik topluluk var.
Bunların içinden 50 yeni ülke çıkacağı düşünülüyor. Çin’de 56 milliyetin olması
benzer hesapları gündeme getiriyor. Bu bölgede bir kaç düzine ülkeden oluşan
bir konfederasyonun iyi bir çözüm olacağı söyleniyor; “1000 ülkelik bir
dünya; ulus devletin ötesine geçmeyi belirten bir mecaz. Ülkeler giderek daha
da önemsizleşecekler. 200 ya da 600 ülkeden, birbirine bağlanmış milyonlarca
parçaya geçilecek. İçinden çıktığımız ülke önemini yitirirken birbirine
bağladığımız insanlar önem kazanacak”.11 Küreselleşmeciler bunları söylüyor.
DİPNOTLAR
1 “Küresel
Düşler” Richard J.Barnet, John Cavanagh, Sabah Kit., İst.-1995, sf.1-2
2 Luis
S.Richman Fortuna 9 Nisan 1990, ak.
a.g.e. sf.231
3 “Baryy
Bluestone Review of Black Politikal Economy” Eylül-Aralık 1988, ak. a.g.e. sf.231
4 “Küresel
Düşler” Richard J.Barnet-John Cavanagh Sabah Yay. sf.17
5 New
York Times, 26 Mayıs 1991, ak. a.g.e. sf.14
6 a.g.e.
sf.14
7 “The
stateless Coporation” William J.Halstery Business Week 14. Mayıs 1990 sf. 100, ak. a.g.e. sf.223
8 “Global
Paradoks” John Naisbitt
1994 Sabah Yay. sf.24
9 “Japonya’yı
Yeniden Kurma Planları” Ichiro Ozowa 1993, ak. John Naisbitt “Global Paradoks” Sabah
Yay. sf.24
10 ”Global
Paradoks” John Naisbitt,
sf.24
11 a.g.e.
sf.25
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder