Yabancılara;
ekonomik, siyasi ve hukuksal alanda ayrıcalık (imtiyaz) tanıma, Anadolu
Selçuklularına dek gider. Kolaycılıkla öngörüsüzlüğün içiçe geçtiği
uygulamalar, verildikçe bağlanan bağlandıkça verilen ödünler halinde yüzlerce
yıl sürdü. Selçuklulardan sonra Osmanlı Devlet’inin de yıkımını hazırlayan
koşulları oluşturdu. Kapitilüsyon olarak da tanımlanan imtiyazlar süreci;
yabancılara, ekonomik yaşama, bağlı olarak da siyasi yaşama, devletin güçlü
olduğu dönemlerde bile yön verme gücünü vermişti. Uygulamalar, devletin iç-dış
ticaret üzerinde karar vermedeki girişimgücünü (inisiyatifini), mal ve kişiler
üzerindeki hukuksal yaptırım yetkisini, giderek kullanamaz duruma getirdi.
Siyasi bağımsızlığı doğrudan ilgilendiren yönetim hakları, önce zedelendi sonra
ortadan kalktı.
İlk İmtiyazlar
Osmanlılar, serbest
ticaret ve imtiyaz verme anlayışını, Selçuklular ve Anadolu beylikleri
döneminden alarak neredeyse doğal bir kuralmış gibi sürdürmüşlerdir. Geniş
kapsamlı ilk imtiyazlar, Fatih Sultan Mehmet döneminde Venedikliler’e
verildi. Fatih, 1451’de tahta çıktığında, önceki ayrıcalıkları arttıran
yeni bir serbest ticaret anlaşması imzalattı.1
İstanbul
alındıktan sonra, 1454’de anlaşma yenilendi. Venedik Cumhuriyeti’ne,
İstanbul’daki yurttaşlarını yönetecek ve kendi hukukunu uygulayacak, diplomatik
bir yetkili (balyos) atamasına izin verildi. Venedikliler, İstanbul’da ya
da İmparatorluğun herhangi bir yerinde yerleşebilecekler, köle edinebilecekler
ve öldüklerinde bırakacakları vasiyet yerine getirilecekti.2
Patrikhanenin
Ayrıcalıkları
Fatih, yabancıların yanı
sıra, Osmanlı uyruğundan Hıristiyan’lara, özellikle de Patrikhane’ye
geniş yönetsel ve hukuksal haklar tanıdı. İstanbul Patriği’ne büyük
saygı gösterdi, kilisenin örgütsel işleyişine karışmadı. Patrikhane’nin,
adeta devlet içinde ayrı bir devlet gibi, belki de Bizans döneminden daha özgür
bir konumla yeniden yapılanmasına izin verdi. Patriği devlet protokolünde,
Osmanlı vezirleriyle aynı konuma getirdi, emrine yeniçerilerden bir koruma
birliği verdi.3
Fener
Rum Patrikhanesi
Fatih döneminde, yalnızca dinsel konularda değil, kendisine bağlı
Hıristiyan nüfusa yönelik olarak, hukuksal konularda da karar verebiliyor ve
verdiği kararı uygulayabiliyordu. Patriğin başkanı olduğu bir meclisi
vardı. Ülkenin hemen her yerine dağılmış olan piskoposları, devletin
kaymakamlarıyla aynı haklara sahipti. Kilise ve adamları, her türlü vergiden
bağımsızdı.4 Daha önce İstanbul’da olmayan ve Fatih’in
kurdurduğu, Yahudi Hahambaşılığı ve Ermeni Patrikliği de
benzer haklara sahipti.5
Dinsel
ve yönetsel ayrıcalıklar, ekonomik ayrıcalıklarla birleşince; Hıristiyan ve
Yahudi uyruklar, özellikle ticari ve mali alanlarda güçlendiler. Bunlar, iç
pazarda giderek etkili olan yabancı tüccarlarla işbirliği yaparak güçlerini
sürekli arttırdılar. Rumlara, Ermenilere ya da Yahudilere tanınan kurumsal
haklar o denli genişti ki; bu haklar, günümüzde Vatikan’ın sahip olduğu
haklarla kıyaslanabilecek düzeydeydi. Verildiği dönemde önemi görülmeyen
ayrıcalıklar, gerileme, özellikle de çöküş dönemlerinde, dış
karışmalara temel oluşturacak bir yapının oluşup güçlenmesine yol açacaktı.
Ticaret Yapmak
Değil, Ticaretten Vergi Almak
Fatih’in önem verdiği amaçlarından
biri, uluslararası ticaret yollarının denetim altına alınması ve bu ticarete konulacak
vergilerle gelir sağlanmasıydı. Padişah olduğu 31 yıl içinde, amacını önemli
oranda gerçekleştirdi. Öldüğünde Doğu-Batı ticaretinin hemen tüm kilit
noktaları, Osmanlı Devleti’nin eline geçmişti. Ancak, kendisini ticari
vergilendirmeyle sınırladığı için padişahlığı dönemince yabancılara ticari
imtiyaz vermeyi sürdürdü. 1479’da yapılan bir anlaşmayla, savaşlarda
yenilerek birçok limanı kaybetmiş olmalarına karşın, Venedikliler’e yeni ticari
ve hukuki haklar verdi; daha önce verilmiş olanların sınırlarını genişletti.
“Türkler Ticaretten Anlamaz”
Uluslararası
ticaret merkezlerinin ele geçirilmiş olmasına karşın, geçiş vergileri ve
birtakım gümrük resimleri’yle yetinilmesi ve ticaretin yabancılara
bırakılması; Osmanlı ekonomisinin yetersizliğine ilişkin yorumların yapılmasına
neden olmuştur. Türklerin üretim ve ticaretten anlamadığını ya da
savaşmaktan başka bir şey bilmediğini ileri süren geleneksel Batı tutumu, konuyu hep bu biçimde işlemiştir. Bu tür “yorumlar”
gerçeği yansıtmamaktadır.
Osmanlı
İmparatorluğu’nda, özellikle Türk yönetim geleneklerinin uygulandığı ilk üç yüzyıl
içinde, Anadolu’da; artı ürün veren, toplu üretime dayanan ve pazar için üretim
yapan bir ekonomik düzen, Selçuklular’dan beri varlığını sürdürüyordu. Üretim
çeşitliliği oldukça geniş bir alana yayılmıştı. Eskiden gelen ve yabancı mallara
karşı üstünlüğü olan, kimileri tekel durumuna gelmiş mal ve ürün
üretimi yapılmaktaydı.
Ekonomide
bağımsızlığın önemi biliniyor ve önlem de alınıyordu. İmparatorluğun çok geniş
bir alana yayılması, başlangıçta alınabilen ve etkili olan önlemleri yetersiz duruma
getirdi ve yönetim düzeninden başlayarak ekonomiye dek uzanan, yaygın bir bozulma
yaşandı.
Birbiri
içine giren ve birbirinin hem nedeni hem sonucu olan kapitülasyon
süreci, ekonomik yaşama giderek yön veren yabancılara, devletin güçlü olduğu
dönemlerde bile, devlet üzerinde baskı oluşturma olanağı veriyordu. Bunlar
savaşta yenilseler de, ekonomik üstünlüğün verdiği güçle, siyasi yapı üzerinde dolaylı
baskı kurabiliyor, değişik yöntemlerle isteklerini kabul ettiriyorlardı. Sonuç
olarak ticareti denetleyenlerin değil, yapanların sözü geçiyordu. Osmanlı Devleti’ni
çöküşe götüren nedenler, “Türkler’in ekonomi ve ticaretten anlamamaları”nda
değil, her İmparatorluğun değişik biçimlerde yaşadığı nesnel koşullar ve bu
koşulların oluşturduğu süreçler bütününde aranmalıydı.
Venedik-Floransa Çekişmesi
Fatih’ten sonra tahta çıkan II.Beyazıt
döneminde, Venedikten ayrı olarak Floransa’ya da ticari ayrıcalıklar tanındı.
Bu iki İtalyan dükalığı, 16.yüzyılda birbiriyle sert biçimde yarışan ticari
düşmanlardır; bu yarışın sahnelendiği yer ise İstanbul’dur. O dönem
İstanbulu’nda, özellikle Saray’da; siyasi entrika, rüşvet, yaranma ve her türlü
ikiyüzlülük kol gezmektedir. Venedikliler Floransalıları, Floransalılar da
Venediklileri, üst düzey devlet yetkililerine kötülemekte ve ayrıcalık elde
etmek için her yolu denemektedir.
Bu
çekişmeyi sonuçta Floransa kazandı ve Osmanlı İmparatorluğu, çatışma içinde
olduğu Memluklular’a mal sattığı gerekçesiyle, Venedik’e savaş açtı. Venediklilere
tanınmış olan ayrıcalıklar kaldırıldı. Tümüyle Osmanlı ülkesine yönelmiş
olan Venedik ticareti, neredeyse durma noktasına geldi ve onun yerini Floransa
aldı.6
II.Beyazıt İmtiyazları
II.Beyazıt, Floransalılara
Venedik ayrıcalıklarını da aşan haklar tanıdı, üstelik bunu, özel davetle
yaptı. 1483 yılında Floransa’ya bir elçi gönderdi ve İstanbul’la yapılan
ticaretin geliştirilmesini istedi. Bu daveti bekleyen Floransalı yetkililer,
hazırlamış oldukları anlaşma metnini ortaya koydu ve metin hiç değiştirilmeden
aynısıyla imzalandı. Yalnızca Venediklilere ait olanları değil, o güne dek
yapılmış olanların tümünü aşan anlaşma maddeleri, Osmanlı Devleti’nin zararına
işleyen, çok özel ayrıcalıklar içeriyordu.
Anlaşmaya göre, Floransa kumaşının ülkeye gümrüksüz
olarak sokulması kabul ediliyor, üstelik yılda elli bin parça
kumaşın, satılmasa da alınması yükümleniliyordu.7 Bu yükümlenme,
günümüzdeki, “alınmasa da parası ödenen” doğal gaz anlaşmalarına
benziyordu.
Kanuni ve Fransa
İmtiyazları
Kanuni Sultan
Süleyman,
II.Beyazıt’ın tutumunu sürdürdü ve Fransa’ya, geniş ayrıcalıklar
verdi. 1535 Kapitülasyonu olarak adlandırılan bu ayrıcalıklarda sınır
ticari alanı aşıyor, idari ve dini konuları da içine alıyordu. Fransız
gemilerine Osmanlı limanlarının tümünde serbestçe ticaret yapma hakkı
veren ferman, başka devletlere ait gemilerin, Osmanlı deniz ve
limanlarında ancak Fransız bayrağı altında ticaret yapabileceğini
kabul ediyordu.8
Ferman ayrıca, Fransız
uyruklu Katoliklere ibadet yeri açma özgürlüğü sağlıyor, Kudüs
ve Beytüllahim (İsa’nın doğduğu kabul edilen yer) kiliselerinin koruma
hakkını Fransızlara veriyordu. Fransız konsoloslar artık, Osmanlı ülkesinde
yaşayan uyruklarını, hem ticari hem de cezai olarak yargılayabilecekti.9
Bu
ayrıcalıklar,
ileride daha geniş olarak yorumlanacak ve Fransızlar, Doğu Akdeniz ticaretini
tekellerine alacaktır. Ancak, genişletilen yorumun daha çarpıcı sonucu;
Fransızların kendilerini, Osmanlı ülkesinde yaşayan yalnızca Fransızların
değil, tüm Katoliklerin hamisi olarak görmeye başlaması olacaktır.
Çöküşün Başlangıcı
1535
Kapitülasyonu daha sonra, başka yabancı ülkelere de tanındı. Osmanlı
Devleti, iç-dış ticaret üzerindeki karar verme yetkisini giderek kullanamaz duruma geldi. Yabancı mallar ve kişiler üzerinde hukuki işlem yapılamıyordu. Siyasi
bağımsızlığı doğrudan ilgilendiren yönetim hakları, önce zedelendi, daha sonra
ortadan kalktı. Yabancılar, Osmanlı Devleti’nin iç işlerine karışır duruma
geldiler ve siyasi bağımsızlık, zamana yayılmış bir uygulama süreci içinde,
yavaş yavaş yitirildi.
Kanuni kapitülasyonları, devletin askeri
ve mali olarak en güçlü olduğu dönemde verilmişti. 1527 yılında devletin geliri
277,2 milyon, gideri 200,1 milyon akçeydi ve 77,1 milyon akçe
fazla veriyordu.10 1564’e gelindiğinde, gelir 183,1 milyon, gider
189,7 milyon akçeye düşmüş ve 6,6 milyon akçe açık verilmişti.11
1584’de Osmanlı parasının değeri düşürülmüş ve 1 florin, 60 akçeden
120 akçeye yükselmişti. 1594’de, hazinenin açığı 70 milyon akçeye
çıkmış ve açığı kapatmak için Osmanlı tarihinde ilk kez, iç hazineden
(padişah hazinesi) dış hazineye (devlet hazinesi) aktarma yapılmıştı.12
Hazineler
arası aktarıma karşın akçenin değer yitimi durdurulamadı. Florin’in
değeri, 1598 yılında 220 akçeye dek yükseldi ve aynı yıl, iç ve dış her
iki hazine de tükenme noktasına geldi; çare olarak Saray’ın gümüş
takımları darphaneye gönderildi ancak bu tür girişimlerle soruna bir
çözüm getirilemedi.13
Yerli Üretici Güç Durumda
Akçenin değer yitirmesi,
her yerde ve her zaman olduğu gibi, üreticiyi zor duruma düşürdü. Akçalı gücü
yüksek Avrupalı tüccar, bu güce dayanarak, enflasyon nedeniyle değer yitiren
pamuk, deri, mum gibi ürünleri düşük fiyatlarla kapattı; daha sonra yüksek
fiyatla piyasaya sürdü.
Yabancılar
artık, her biri kendi alanında tekel oluşturan ve piyasayı belirleyen bir
güçtür. Üreticiler, yerli tüccar, hatta devlet, ayrıcalıklar tanıyarak kendi
yarattığı bu güçle başedemez. Yerli tüccar, fiyat belirleme ve piyasa oluşturmada
devreden çıkar, yabancılarla çalışan edilgen taşaronlar durumuna düşer;
üreticiyle birlikte yoksullaşır.
1567’de
devlet, yerli üreticileri desteklemek için, Ege bölgesi dokumacılarına 150 bin
parça yelken bezi ısmarladığında, Egeli dokumacılar; “Avrupalı tüccarların
ipliği toptan satın almış olmaları” nedeniyle, bu miktar malı yapmalarının
olanaksız olduğunu bildirmişler ve siparişi geri çevirmişlerdi.14
Fransa’ya
tanınan ayrıcalıkların benzeri, daha sonra İngiltere ve Hollanda’ya da
verildi; 1580’de yapılan 35 maddelik kapitülasyon anlaşmasıyla
İngiltere, kendi bayrağı altında ve kendi uyrukları için serbest ticaret
hakları elde etti; aynı haklar 1598’de Hollanda’ya da tanındı.15
Devletin
Yitiği
17. ve
18.yüzyıllarda devam eden bu haklar, Osmanlı üretim ve ticaretine verdiği
zararı sürdürdü. Buna karşın, yerli üretimi korumaya yönelik bir gümrük
politikası izlenemedi. Padişahların hemen tümü, gümrük vergilerini yerli
üretimi korumanın bir aracı olarak görmüyor; bu vergilere yalnızca, saray
giderlerini karşılamanın en emin ve kolay yolu olarak bakıyordu. Bu
nedenle, dış alımı arttıracak her dış istek, gümrük gelirini arttıracağı
için, sonucu ne olursa olsun hemen kabul ediliyordu. O dönemde, dış alımı
arttırıp ülke pazarını yabancılara açmak, devlete hizmet anlamına
geliyordu.
Enderun yetiştirmesi üst
düzey yöneticilerin, devlet politikası yaparak padişaha kabul ettirdikleri ve
yerli üretimi yok eden bu politika; gerçekte devlete önemli bir gelir de
sağlamıyordu. Devlet’in dışalımda aldığı vergi, yitirdiği ekonomik
değerlerle kıyaslanmayacak kadar düşüktü. Bu işlerden kârlı çıkanlar,
her imtiyazdan rüşvet alan ve
devleti yöneten devşirmeler ile ticarete egemen yabancılardı. 17.yüzyıl
ortalarında devlet, gümrük vergilerinden yılda 5 milyon akçe vergi geliri
sağlarken; aynı dönemde ve yalnızca İngiltere, Osmanlı pazarından yılda 15
milyon altın lira kâr ediyordu.16
Beşyüz Yıllık Gelenek
Osmanlılar; Avrupa
devletleriyle, 15.yüzyıldan siyasi varlığını yitirdiği 20.yüzyıla dek, pek çok kapitülasyon
anlaşması yaptı ve sonuçta bu anlaşmaların yarattığı ekonomik bağımlılık
nedeniyle dağıldı. 17.yüzyıla gelindiğinde, kapitülasyon anlaşmalarının
yapılıp yapılmaması değil, hangi devlet ya da şirketle yapılacağı
tartışılıyordu. Devleti yönetenler, örneğin, Levat Company ile
anlaşmanın, “yüksek kârla çalışmayı alışkanlık haline getirmiş olan” East
İndia Company’den daha yararlı olduğu türünden konuşmalar yapıyordu.17
Ayrıcalıklarda aracılık, kişisel
çıkar sağlanan ve yüksek getirisi olan bir meslek haline gelmişti. “Armağan”
ya da “ödül” alarak imtiyaz verme, artık neredeyse bürokratik
bir gelenek gibiydi. 1685-1689 yılları arasında İstanbul’da büyükelçilik
yapan Fransız Girardin, anılarında şunları yazıyordu: “Osmanlı Sarayı,
her yeni Fransız elçisinden, eski imtiyazlar adına özel bir armağan koparmasın;
böyle bir şey hiçbir zaman olmamıştır.”18
Batılı
devletler; Osmanlı İmparatorluğu ile yaptıkları ticareti, mali dengelerini ve
bütçe açıklarını kapatmanın en etkili aracı olarak
kullandılar. Yüksek kâr oranlarıyla çalışıyor, bağımlı kıldıkları Saray’a hemen
herşeyi kabul ettiriyorlardı. Kapitülasyonlar döneminin uzunluğu
düşünüldüğünde, Osmanlı İmparatorluğu’nun bu koşullarda bu denli uzun süre
ayakta kalabilmesi gerçekten şaşırtıcıdır. Herhalde, devletin temelleri o denli
sağlam atılmış ve özellikle devlet-ordu geleneği o denli güçlü bir temele
dayandırılmıştı ki; İmparatorluk her şeye karşın varlığını uzun bir süre
sürdürmeyi başarıyor ve ayakta kalabiliyordu.
17. ve 18.Yüzyıl
17.yüzyıla girerken
Fransızlarla, “dışarı çıkarılması yasak
olan malların çıkışını serbest bırakan” bir anlaşma daha yapıldı. 1604 ve 1673’de genişletilen bu anlaşmada,
her zaman olduğu gibi, serbestlik hakları genişletilmiş ve gümrük vergileri
düşürülmüştü.19 Ancak, anlaşmaların Fransızlar açısından büyük bir
başarıyı içeren özel bir yanı vardı. İlerde neredeyse bir yağmaya
dönüştürülecek olan doğal ya da tarihsel değerlerin dışarı kaçırılması,
bu anlaşmalarla yasal bir dayanak kazanmıştı.
1740’da
yine Fransızlarla yapılan kapitülasyon yenileme anlaşması, ticaretin
sınırlarını aşarak bu kez bir siyasi şantaj anlaşmasına dönüştürülmüştü.
Rusya’yla savaşmakta olan Osmanlı Devleti, Fransa’dan siyasi destek
istediğinde, yeni kapitülasyon istekleriyle karşılaşmış ve günümüzdeki
IMF ve AB yasalarının çıkarılmasında olduğu gibi, istekler hemen yerine
getirilmişti. 28 Mayıs 1740’da anlaşma imzalandığında, her zamanki gibi “saray
erkânına armağan vermede” cömert davranılmış ve 47 775 kuruş dağıtılmıştı.
Bu paranın üçte birini İstanbul’daki Fransız kolonisi, geri kalanını Marsilya
Ticaret Odası karşılamıştı.20
1740
Kapitülasyonu’nun öncekilerden bir başka ayrımı, Fransız mallarının
değerinde oluşacak artışların gözardı edilerek gümrük vergilerinin
sabitlenmesiydi. Fiyatlar ne denli yükselirse yükselsin, gümrük vergisi
aynı kalacaktı. Anlaşmanın 8.maddesinde yer alan bu karar, paranın sürekli
değer yitirdiği bir ortamda, gümrük vergisinin zamanla sönüme gitmesi demekti.21
Sürekli değer yitirirken gümrük vergisini akçe üzerinden sabitlemek,
gümrükleri dolaylı olarak kaldırmaktan başka bir anlam taşımıyordu.
19.Yüzyıl: Balta Limanı Anlaşması ve Tanzimat Fermanı
19.yüzyıl
kapitülasyonları, Batı Avrupa’nın gelişmiş ülkelerine verilen ticari
ayrıcalıkların en yüksek aşamasıdır. 1838 Ticaret Anlaşması, 1839
Tanzimat Fermanı ve 1856 Islahat Fermanı; idari çözülmenin, boyun
eğmenin, ekonomik ve siyasi bağımlılığın son belgeleridir.
1838’de,
İstanbul Baltalimanı’nda yapılan ticaret anlaşmasıyla; devlet, bağımsız
dış ticaret yapamaz duruma geldi. Osmanlı hükümetleri, kendi istençleriyle
ekonomik politikalar üretemiyordu; devlet, kendi gümrük vergisini, Avrupa
devletleriyle birlikte belirlemeyi kabul etmişti. Ülkenin tümü, Avrupa’nın açık
pazarı durumundaydı. Türk tüccarlar, Avrupalı tüccarlar karşısında eşit olmayan
koşullarla çalışıyordu. Ticari ilişkilerde yabancılar, Türkiye’de Türkler’e
göre daha ayrıcalıklı bir durumdaydılar. Yurt içi ticarette, Türk tüccar yüzde
12 vergi öderken, yabancı tüccar yüzde 5 vergi ödüyordu.22
Gümrük Birliği Protokolü: Osmanlıya Geri Dönüş
19.yüzyıl
kapitülasyonları ile günümüzde çok yoğun ve denetimsiz biçimde sürdürülmekte
olan Avrupa Birliği ve ABD politikaları arasında, niteliksel bir bütünlük ve
Türkiye açısından daha çok olumsuzluk içeren benzerlikler vardır. Gümrük
Birliği Protokolü, 1838 Serbest Ticaret Anlaşması’nın; AB Katılım
Ortaklığı Belgeleri, Islahat Fermanı’nın; IMF Niyet Mektuplar’ı
ise Tanzimat Fermanı’nın hemen aynısıdır.
19.yüzyıl kapitülasyonları Osmanlı İmparatorluğu’nu
çökertirken, 20.yüzyıl kapitülasyonları olan AB-ABD ilişkileri Türkiye
Cumhuriyeti’ni
çökertmektir. Tarihin her döneminde yaşandığı ve görüldüğü gibi, eğer önlem
alınmazsa, ekonomik ve siyasi olarak beli kırılmış olan Anadolu’daki
Türk egemenliği, bugünkü konum ve sınırlarıyla varlığını sürdüremeyecektir. Tarihin
bize öğrettiği somut gerçek, ekonomik bağımsızlığını yitirenlerin kaçınılmaz
olarak, siyasi ve askeri bağımsızlığını da yitirmesi ve başka kültürler içinde
eriyip yok olmasıdır.
Türkiye’nin
bağımsız gibi görünen bugünkü yapısı, gerçekte ne bağımsız ne de kalıcıdır;
varlığını ve bütünlüğünü sürdürmesi, Osmanlı’nın son dönemi gibi, yabancıların
karar ve iznine bağlı hale gelmiştir.
DİPNOTLAR
1 “Histoire du Commerce du
L’evant au Moyen Age” W. Heyd, 2.C . Paris 1923, ak;S.Yerasimos,
“Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye” 1.C ., 7.B., sf.368
2 a.g.e. sf.368–369
3 “Tarih III-Kemalist Eğitimin Ders
Notları” Kaynak Yay., 3.Bas. 2001, sf.36
4 a.g.e. sf.36
5 Ana Britannica, 22.Cilt, sf.194
6 “Histoire du Commerce du L’evant au
Moyen Age” W.Heyd, 2.C ., Paris 1923, ak; S.Yerasimos,
“Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye” 1.C ., 7.B., sf.377
7 a.g.e. sf.377
8 “Tarih III-Kemalist Eğitimin Ders
Notları” Kaynak Yay., 3.Bas. 2001, sf.50
9 a.g.e. sf.50
10 “H. 933-934 (M. 1527-1528) Mali
Yılına Ait Bir Bütçe Örneği” Ömer Lütfü Barkan,
İktisat Fakültesi Mecmuası, Cilt XI-XV İst., 1950-1954, ak; S.Yerasimos,
“Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye” Belge Yay., 1.C ., 7.Bas., sf.407
11 “Essais sur I’histoire économique la Turque d’aprés les
ecrivains originaux” M.Belin, Paris 1969, ak; a.g.e. sf.407
12 a.g.e. sf. 407
13 “Osmanlı Tarihi” İ.Hakkı Uzunçarşılı,
3.Cilt, Ankara 1961, ak. a.g.e. sf.407
14 “Celali İsyanları” Prof.
Mustafa Akdağ, ak; a.g.e. sf.410
15 “La mediterranée et le monde
mediterranéen a I’époque de Philippe II” F.Brau
del Paris, 1949, ak; a.g.e. sf.508
16 a.g.e. sf.509
17 a.g.e. sf.509
18 a.g.e. sf.511
19 “Histoire du commerce François dans
le Levant au XVII éme siécle” P. Masson, Paris 1911, ak;
a.g.e. sf.511
20 a.g.e. sf.512
21 “Recueil des actes internationaux de
I’Empire Ottoman 1300-1789”
G. Noradounghıan, Paris 1897, ak; S.Yerasimos
“Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye” Belge Yay., 1.Cilt, 7.Basım, sf.512
22 “1938 Osmanlı-İngiliz Ticaret
Anlaşması : Çöküş” Prof.Dr. Cihan Dura, gazete
Mudafaa-i Hukuk, 26.01.2001, Sayı 36
Karanlıkları aydınlatan ışık doğru bilgidir.
YanıtlaSilAğzınıza sağlık,.
YanıtlaSil