1838 yılında İngiltere’yle imzalanan Serbest Ticaret Antlaşması,
günümüzdeki Avrupa Gümrük Birliği Protokolüne; 1839 da başlayan Tanzimat
uygulamaları ise, Avrupa Birliği uyum düzenlemelerine denk gelir. Konu incelendiğinde,
tarihin yüzyetmişbeş yıl sonra bu denli yinelenmiş olması çoğu kimseye
şaşırtıcı gelecektir. Tarihten ders alınmadığı için, yaşananlar yeniden
yaşanmıştır. Tanzimat Osmanlıyı çökertti, Avrupa Birliği Türkiye’yi yok oluşa
götürüyor. Bu gerçeğin görülmesi gerekir. Bu amaçla, Tanzimat uygulamalarıyla
Avrupa Birliği ilişkilerini içeren çalışmayı üç bölüm olarak ard arda
yayınlayacağız. Okuyunuz ve değerlendiriniz.
1838 Osmanlı-İngiliz Serbest Ticaret
Anlaşması
“Islahat hareketlerinin babası ve 19.yüzyıl Osmanlı siyaset
adamlarının fikir ustası” 1 olarak
tanınan Hariciye Nazırı Mustafa Reşit Paşa, 16 Ağustos 1838’de,
İngiltere ve Belçika’yla Serbest Ticaret Anlaşması imzaladı. Baltalimanı’ndaki Reşit
Paşa Yalısı’nda imzalanması nedeniyle Baltalimanı Anlaşması da
denilen bu anlaşma, ülkeyi “Avrupa’nın açık pazarı” 2 haline getirerek yol açtığı
ekonomik çöküşle, Osmanlı İmparatorluğu’nu dağılmaya götürecek süreci başlattı.
Ticari ve siyasi ayrıcalıkların (kapitülasyonlar) kaldırıldığı Cumhuriyet’e dek,
devlet siyasetine yön ve biçim verdi; tanzimat (düzenleme-yeniden
yapılanma), Islahat (iyileştirme-düzeltme) ya da batılılaşma
adına, Osmanlı İmparatorluğu’nu yarı-sömürge bir ülke haline getirdi.
1838’den sonraki 80 yıl boyunca uygulanan
dışa bağımlı politika; hep uygarlaşma, gelişme ve yenileşme söylemiyle
sürdürüldü, ama her zaman ve kesin olarak ekonomik ödünler üzerine oturtuldu. “Islahat
hareketlerinin evrimi, her aşamada, ekonomik sömürgeleşmenin evrimini”
izledi. 1839 Tanzimat Fermanı, nasıl 1838 Balta Limanı Anlaşması’nı;
1856 Islahat Fermanı’nı, nasıl 1854 Borç Anlaşması’nı izlemişse;
1878 Berlin Anlaşması da, 1875 malî iflasın arkasından geldi.
Ekonomik her ödün, siyasi ödünlerle tamamlandı. Batılı devletler, ekonomik
bağımlılığa atılan her adımda, Osmanlı Devleti üzerindeki siyasi etkilerini
daha fazla arttırdılar.3
Baltalimanı Anlaşması’nı “Capo d’Opera” (şaheser) diyerek coşkuyla karşılayan,
dönemin İngiltere Dışişleri Bakanı Henry Palmerston, 1839 başında
İstanbul’daki büyükelçisine bir yazı göndererek şu buyruğu veriyordu: “Serbest
ticaret yoluyla Sultan’ın tebaasının servet ve refahı artacak, sanayi önemli
gelişme gösterecek. Türkiye bu anlaşmayı uygulamakla, Batı uygarlığına girecek.
Gereken kişilere bunları anlat.” 4
Büyükelçilik görevlileri buyruğun
gereklerini yerine getirip, devlet politikasına yön veren yetkililere bunları “anltırken”,
İngiliz ekonomi uzmanları, ilişkilerde uygulanacak yöntemi saptıyordu. İngiliz
hükümetine, Türkiye’de nasıl davranacaklarını öneren raporlar verecek kadar
İngiliz yanlısı olan Dışişleri Nazırı Mustafa Reşit Paşa, ölüm
döşeğindeki Padişah’a, “serbest ticaret yoluyla hızla kalkınmanın zor
olmayacağını” anlatıyor, onu ikna etmeye çalışıyordu.5 Anlaşma
imzalandıktan sonra İngiltere’de, “Osmanlı liberalizminin yüksek
nitelikleri” dile getiriliyor, “Osmanlı rejiminden Avrupalıların bile
örnek alması” gerektiği söyleniyordu. Palmerston, yapılan
anlaşmalardan o denli hoşnut kalmıştı ki, aradan 10 yıl geçtiğinde, 1849’da; “Osmanlı
Devleti ticari ilişkilerinde, dünyadaki bütün devletler içinde, serbest
ticareti en geniş biçimde uygulayan ülkedir” diyecektir.6
Anlaşmanın
Özü
1838
Osmanlı–İngiliz Ticaret Anlaşması, Türkiye zararına işleyen tek taraflı ve
bağlayıcı maddelerle doluydu. Bu anlaşmayla, sürmekte olan kapitülasyon
ayrıcalıklarına ek olarak; “Büyük Britanya uyruklarına ve gemilerine”
yeni imtiyaz hakları tanınmış ve bu imtiyazların “şimdi ve sonsuza dek
süresiz olarak geçerli” olduğu hükme bağlanmıştı. İngiliz vatandaşları ve
tüccarları, Müslüman olsun ya da olmasın, “iç ticaretle uğraşan Osmanlı
tebaasının en çok kayırılan sınıfının ödediği vergilere eş vergi ödeyen”
bir konuma getirilmişti. Anlaşmaya göre dışalım (ithalat), dışsatım (ihracat)
ve iç ticaret tam olarak serbest kılınmıştı. Herhangi bir Türk ürünü,
Britanyalı bir tüccar ya da vekili tarafından dışsatım amacıyla satın alınırsa,
bu ürünleri satın alan Britanyalı tüccar ya da vekili, hiçbir ticari
kısıtlamaya bağlı olmayacak ve dilediği gibi davranmakta serbest olacaktı.
Günümüzdeki
Avrupa Gümrük Birliği Protokolü’nün, yüzyetmişbeş yıl önceki versiyonu
gibi olan ve Tanzimat dönemini başlatan 1838 Baltalimanı Anlaşması’nın
yol açtığı sonuçlar çok yıkıcıydı. Devletin bağımsız dış ticaret politikası
ortadan kalkmıştı; hükümetler kendi istençleriyle (iradeleriyle) ekonomik
politikalar üretemiyordu. Osmanlı Devleti, kendi gümrük vergilerini Avrupa
devletleriyle birlikte belirlemeyi kabul etmişti. Ülke Avrupa’nın açık pazarı
haline gelmişti. Türk tüccarlar kendi ülkelerinde, Avrupalı tüccarlar
karşısında eşit olmayan koşullarda çalışıyorlardı. Ticari ilişkilerde
yabancılar, Türklere göre daha ayrıcalıklı bir konuma gelmişlerdi. Yurt içi
ticarette Türk tüccar yüzde 12 vergi öderken, yabancı tüccar yüzde 5 vergi
ödüyordu.7
Osmanlı’nın Düzeni: Yitirilen Değerler
Baltalimanı
Anlaşmaları’ndan
önce Osmanlı İmparatorluğu’nun kendine özgü bir ekonomik düzeni ve ticari
işleyişi vardı. Gerileme döneminden sonra bozulmalara uğrasa da ticaretin
geçerli kuralları, kökleri eskiye giden ve iyi işleyen geleneklere dayanıyordu.
İmparatorluk, daha önce kimi alanlarda, yabancılara kapitülasyon hakları
vermişti, ama kendi ekonomisini ve tüccarını da koruma altına almaya
çalışmıştı. İç ticaret Osmanlı tebaasına aitti. Yabancı tüccar, iç ticarete
girip rekabet edemezdi. Birçok malın alım–satımı, bir ruhsat bedeli karşılığı,
yerel unsurların tekeline verilmişti (yed-i vahit). Bu işleyiş, yalnızca iç
ürünlerde değil, dışalım mallarında da uygulanmaktaydı. İç ticaretten, devletin
önemli gelirleri vardı. Malların bir şehirden ötekine taşınması ruhsat
tezkeresini gerektiriyordu. Bu da vergiye tabiydi. Türk–İngiliz Ticaret
Antlaşmasının imzalandığı 1838 yılında, Osmanlı İmparatorluğu’nun dış borcu
yoktu.8
Baltalimanı
Anlaşmalarıyla,
dışa karşı herhangi bir koruma önlemi alınmadan iç ticaretteki tüm kayıtların
ortadan kaldırılması, Osmanlı İmparatorluğu’nu Avrupa’nın açık pazarı haline
getirdi; sarsılmakta olan ekonomik işleyiş tam olarak çözüldü ve yabancı
rekabete hazır olmayan yerli üretim tümüyle yok oldu.
Üretim Yok oluyor
Avrupa fabrikalarının
rekabetinden en önce pamuklu sanayii zarar gördü. 1838 öncesinde
yalnızca Osmanlı İmparatorluğu’nun tüketimini karşılamakla kalmayıp, tüm Doğu
Akdeniz pazarlarının ve Avrupa’daki birçok ülkenin gereksinimini karşılayan çok
sayıda atölye ve imalathane, 1853 yılında ortadan kalkmış ya da can çekişir
hale gelmişti. 1812 yılında Tırnova’da 2000 müslin tezgahı
varken, 1843 yılında tezgah sayısı 200’e düşmüştü. Anadolu’da kadife ve
satenleriyle ünlü Diyarbakır, ipekleri ile ünlü Bursa, eski
üretimlerinin artık yüzde 10’unu üretebiliyordu.9
Yünlü
dokuma,
19.yüzyıl başlarından beri sürekli gelişen bir üretim dalıydı. Osmanlı
pazarının serbest ticarete açılmasıyla, yün dokumacılığı kendini koruyamadı ve
köylerdeki basit tezgahlar dışında yok olup gitti. 1855 yılına gelindiğinde,
yalnızca İngiltere’den yünlü dışalım, otuz yıl önceye göre yüzde 1700 artmıştı.
Fransa ve Avustralya yünlüleri, bu artışın dışındaydı.10
İpekliler, Osmanlı
Devleti’nde en çok korunan ve ülkeye sokulması kesin olarak yasaklanan üretim
dallarından biriydi. Şam, Halep, Amasya, Diyarbakır
ve Bursa’da çok sayıda ipekli dokuma tezgahı vardı. Ancak, “serbest
ticaretin” kabulünden sonra bu tezgahlar gitgide azaldı ve ayakta duramaz
hale geldi. Bursa’da 1840 yılında 25 bin okka ipek işleyen 1000 kadar tezgah
varken, tezgah sayısı 1847 yılında 75’e, üretim miktarı da 4 bin okkaya
düşmüştü.11 İstanbul Islah-ı Sanayi Komisyonu raporunda,
1838’den sonraki otuz yıl içinde 1868’de; Üsküdar’daki kumaşçı
tazgahlarının 2750’den 25’e, kemhacı (ipek ve kadife üreticisi)
tezgahlarının 350’den 4’e, çatma yastıkçı tezgahlarının 60’dan 8’e
indiğini belirlemişti.12
Kendisini
korumayı uzunca bir süre başarabilen, el işçiliğine ve atölye üretimine bağlı
sanayiler, ağır ağır ama kesin bir biçimde çöküyordu. Basit iş aletleri
ve bıçakçılık bunlardan biriydi. İngiltere’den bu alanda yapılan
dışalım, otuz yıl içinde yüzde 700 artmıştı.13 Deri sanayii de hızla
çöküyordu. Islah-ı Sanayi Komisyonu’nun 1866 yılında dericilikle ilgili
raporunda şöyle söyleniyordu: “Eskiden pek mamur, servet ve iktidarı diğer
esnafın fevkinde olan tabaka esnafı (dericiler), otuz yıldır günden güne
tenezzülâta (kötü duruma) düşmüş ve tabakhaneler külliyen muattal (toptan
işlemez) olmak derecesine gelmiştir.” 14
Madenler Kapanıyor
Madencilik alanında da durum
farklı değildir. 1853 yılında yapılan bir araştırmaya göre, daha önce
Anadolu’da tam kapasiteyle işleyen 82 maden ocağı vardı. Bu sayı 1852’de 14’e
düşmüştü. Bu ocakların sağlayabildiği üretim miktarı ise, eski üretimin ancak
üçte birine ulaşıyordu.15 1808 yılında Tokat’ta, yılda 500 bin
okkalık kalay üretiliyordu. 1855 yılında İngiltere’den yapılan yıllık
kalay dışalımı, 28 900 İngiliz Lirasına çıkmıştı. Dışalım, Tokat
kalaycılığını yok etmişti. 1825 ile 1855 arasında yalnızca İngiltere’den
yapılan demir dışalımı yüzde 1450, Kömür dışalımı ise yüzde 9660
oranında artmıştı.16
Tarımda Çöküş
1838’de başlayan “serbest
ticaret dönemi” yıkıcı etkisini tarım alanında da göstermekte
gecikmedi. Türk pamuk üretimi Amerikan pamuğuna, Türk yün üretimi
ise Avustralya ve Arjantin yünlülerine karşı ayakta kalamadı. İngiltere bu
ürünleri, elde ettiği ticari ayrıcalıklara dayanarak yoğun olarak Türkiye’ye
sokarken, Türkiye’den yaptığı dışalımı da sürekli düşürüyordu. Türkiye’nin
İngiltere’ye yaptığı moher, tiftik ve deve yünü
ihracatı sıfırlanmıştı; koyun yünü dışsatımında ise, İngiltere’nin yün
ithal ettiği ülkeler arasında 16.sıraya düşmüştü. Türk kuru üzümü 1825
yılında İngiltere dışalımında birinci sıradayken, 1855 yılında onuncu sıraya
düşmüştü.17
Osmanlı
İmparatorluğu ile İngiltere’nin 1839–1847 arasındaki dış ticaret evrimi, Baltalimanı
Anlaşmalarının ne anlama geldiğini ortaya koyar. Osmanlı İmparatorluğu,
1838 yılında İngiltere’ye 1,81 milyon sterlin tutarında dışsatım, 3,85 milyon
sterlin tutarında dışalım yapıyordu; dışsatımın dışalımı karşılama oranı yüzde
47’ydi. 1853 yılına gelindiğinde, dışsatım 2,58 milyon, dışalım ise 8,95 milyon
sterline çıkmıştı. Dış ticaret açığı, o zaman için çok büyük bir miktar olan
6,37 milyon sterlindi; dışsatımın dışalımı karşılama oranı yüzde 29’a düşmüştü.18
Tanzimat Nedir?
Tanzimat, o dönemde
Hariciye Nazırı Mustafa Reşit Paşa’nın, 16 yaşındaki Padişah’ı
(Abdülmecit) “kandırarak” başlattığı; halkın sorunlarıyla ve toplumsal
gerçeklerle bağı olmayan, özgüvenden yoksun, yüzeysel ve içi boş bir “yenileşme”
hareketidir. Oluşum ve uygulamalarının kaynağı, Türkiye değil, Avrupa’dır.
Savaşlar
ve ekonomik çöküntünün neden olduğu toplumsal bozulma, Tanzimat uygulamalarıyla
yaygınlaşmış ve Türk toplumunun tarihsel değerlerindeki yozlaşma, bu dönemde
hız kazanmıştır. Dinler ve etnik yapılar arasındaki eşitliği sağlama ve ekonomik
kalkınma adına yapılan değişiklikler, 540 yıl süren ve oldukça eskiyen devlet
yönetim geleneklerinin yerine yeni bir şey koyamadığı gibi, bu dengelerin
dağılmasına neden olmuştur. Yayılan dinsel ve etnik ayrılıklar İmparatorluğun
dağılmasını hızlandırmış, Tanzimat, yenileşme değil kapsamlı bir çöküş
hareketi olmuştur. Bu gerçeği, Türkiye’de uzun süre kalarak araştırmalar yapan
ve Tanzimat hareketi konusunda güvenilir eserler veren Fransız tarihçi E.D.
Engelhardt, “Tanzimat” adlı kitabında şöyle dile getirmiştir: “Tanzimat,
Avrupa’nın Osmanlı İmparatorluğu üzerinde gerçekleştirdiği manevi bir fetih
hareketidir.” 19
Tanzimat
Dönemi,
Hariciye Nazırı Mustafa Reşit Paşa’nın, 3 Kasım 1839 günü Gülhane
Parkı’nda açıkladığı Gülhane Hattı Hümayunu (Padişahın yazılı buyruğu)
ile başladı. Tanzimat Fermanı adı verilen bu açıklama, değişik alanlarda
“yenileşme” isteklerini içeriyor ve yeni bir “batılılaşma”
dönemini başlatıyordu. Tanzimat’ın mimarı olan Mustafa Reşit Paşa, daha
birkaç ay önce padişah olan 16 yaşındaki Abdülmecit’i, tanzimat’ın
Osmanlı yönetimi için yaşamsal bir zorunluluk olduğu konusunda, “gizli
görüşmelerle” “ikna” etmiş ve genç padişaha, kendi mutlak erkinin
sınırlanmasını kabul eden Tanzimat Fermanı’nı imzalatmıştı.
Bozulmuş Düzeni Daha Çok Bozmak
Yönetim işleyişi,
mali denetim, hukuk ve eğitim alanlarını kapsayan tanzimat kararları,
bozulmuş olan yönetim yapısına duyulan tepki ve gelişen hoşnutsuzluklar üzerine
oturtuldu ve meşru gerekçesini buradan aldı. Avrupa devletleri, Osmanlı
İmparatorluğu’nun geniş topraklarını kullanmak, bunun için de kullanım biçimine
uygun düşecek kurallar sistemini ülkeye yerleştirmek istiyordu. İmparatorluğu
çöküşe götüren, herkesin gördüğü yapısal bozuklukları ileri sürerek, bozulmayı
daha da hızlandıracak programları, gelişme adına saraya dayatıyorlardı. Yurttaşların
tümünün temel haklarının güvence altına alınması gerektiğini söylüyorlardı, ama
ana amaçları reayanın (Hıristiyan uyruklar) haklarının güvence altına
alınmasıydı. Aynı bugün gibi, değişim için ileri sürülen gerekçeler görünüşte
parlak, ancak önerilen programlar doğru değildi. Batılılar, ülke çıkarlarını
savunacak bilgi ve bilinçten yoksun yöneticilere sahip Osmanlı Devleti’ne,
diledikleri biçimi verebilme olanağını ele geçirmişlerdi; bu olanağı sonuna dek
kullanacaklardı.
Azınlıklara Yeni Ayrıcalıklar
Tanzimat Fermanı’na göre, vergi
toplamada Müslüman–Hıristiyan farkı ortadan kaldırılacak ve eşitlik
sağlanacaktı. Yurttaşlık haklarından ırk ve din ayırımı gözetilmeksizin herkes
eşit olarak yararlanacak, Hıristiyanlar da devlet memuru olabilecekti.
Tanzimat kararları, Türk
toplum yapısıyla uyum göstermese de, “gerilikten kurtulmak” gibi haklı
bir gerekçe üzerine oturuyordu. Ancak bu garip ve kendine özgü rejimin ulaştığı
sonuç, Osmanlı İmparatorluğu’nun “yenileşip” güçlenmesi değil,
kapitülasyonlar nedeniyle zaten ayrıcalıklı durumda olan, gayri müslim tebaanın
daha da ayrıcalıklı hale gelmesi oluyordu. Müslümanların, Hıristiyan ve
Musevilerin eşit oranda vergi vermesi, başlıbaşına bir eşitsizlikti. Ülkenin hemen
her yerinde, mali ve ticari işleyişi ele geçirmiş olan gayri müslim tebaa,
Müslümanlara göre ekonomik olarak çok daha üstün bir durumdaydı; Osmanlı
Devleti’nin kuruluşundan beri devlete karşı sorumlulukları, haraç ve cizye
vergisi vermekle sınırlı kalıyordu; savaşlara katılmıyor ve büyük bir
serbestlik içinde tüm güçlerini ticari etkinlikler için kullanıyorlardı. Bu
nedenle zenginleşmişler ve etkili bir güce ulaşmışlardı.
Tanzimat döneminde hukuk
alanında gerçekleştirilen “yenileşme” girişimi, hukuksal düzeni tam
anlamıyla bir karmaşa içine soktu. Geleneksel mahkemeler yanında Konsolosluk
Mahkemeleri, Karma Mahkemeler, Nizamiye Mahkemeleri gibi
değişik konum ve işleyişte birçok mahkeme ortaya çıktı. Mahkemelerin
çeşitliliği nedeniyle, insanlar arasında adli eşitliği sağlayacak, herkesin
kolayca yararlanabileceği bir hukuksal düzen ortadan kalktı. Halk, sorunlarını,
değişik yöntemlerle ve mahkemeye başvurmadan kendince çözmeye başladı.
Müslümana Eşitsizlik
Tanzimat’ın getirdiği
Müslüman–Müslüman olmayan eşitliğinin, ekonomik yönden eşit konumda olmayan
Müslümanlar için yeni bir eşitsizliğin kaynağı haline gelmesi, halkın Tanzimat’a
ve onun uygulayıcısı batıcı “aydınlara” karşı tepki duymasına neden
oldu. Daha önce, ekonomik yetersizliklerini yönetim ayrıcalıklarıyla dengeleyen
Müslümanlar, Tanzimat’la birlikte bu ayrıcalıklarını da yitirdiler ve
kendi ülkelerinde ekonomik güçten yoksun, eğitimsiz ve örgütsüz ikinci sınıf
yurttaşlar haline geldiler. Tanzimat uygulamalarından Müslüman olanlar
değil, Müslüman olmayanlar hoşnut kalmışlardı; mali ve ticari güçlerini
geliştirerek zenginliklerini arttıranlar onlardı.
Devletin,
batılılaşma adına gümrüklerin denetimini yabancılara bırakması, Osmanlı
topraklarının yabancı mallara açılması ve ekonomik yaşam alanlarının
azınlıkların egemenliği altına girmesi; bir yandan geleneksel yerli üretimi
ortadan kaldırırken, diğer yandan azınlıkları işbirlikçi bir sınıf haline
getirdi.
Halktan Kopuk Aydınlar
Tanzimat Fermanı’nın ortaya çıktığı
19.yüzyıl ortalarında, yüzyıllar süren saray politikalarıyla toplumun kültürel
kaynakları o denli kurutulmuş, eğitim o denli ilkelleştirilmişti ki, Müslüman
nüfus içinden ulusal kimliğin beyni olacak aydınlar ortaya çıkmıyordu. Olayları
ve gelişmeleri gerçek boyutuyla ele alıp irdeleyecek siyasi kadro yoktu.
Kolaycılıkla birleşen boyun eğici ve öykünmeci (taklitçi) eğilimler
yaygınlaşıyor, özgüvenden yoksun ve kişiliksiz “aydınlar” ortaya
çıkıyordu. Tanzimat kararlarını, “bir anayasa çıkışı” olarak ele
alıp kendilerini “medeni batı dünyasıyla” bütünleşmeye yönlendirmiş bu “aydın”
türü, varlığını bugüne dek sürdürdü ve Batı işbirlikçiliğinin, temeli o zaman
atılan dayanakları oldu.
Kendilerini
batılı gibi görüp, köklerinden koparak yozlaşan, halkla ilişkisi olmayan,
topluma yabancılaşmış “aydın” türünün ortaya çıkması ve bunların devlet
kadrolarında üst düzey görevlere getirilmesi, doğal olarak kamusal işleyişin
daha çok bozulmasına neden oldu. Kamu görevlileri ve “aydınlar”, “kara
cahil” bir “sürü” olarak gördükleri halka hizmet etmek bir yana,
ondan “tiksinti” duyan ve uzak durmaya çalışan garip insanlar haline
geldiler. Batıcılık bir modaydı artık ve bu moda tam anlamıyla bir Batı
çılgınlığıydı.20 Lalaların yerini mürebbiyeler, geleneksel davranış
biçimlerinin yerini batılı tavırlar aldı. Fransızca öğrenmek ve Fransız
jargonuyla (Jargon: bozuk, yanlış hatta anlaşılmaz konuşma) konuşmak, uygar
olmanın göstergesi haline geldi. Kültürel bozulma ve yozlaşma o denli
yoğunlaştı ki, Türk ve Türklük, geriliği ve ilkelliği temsil eden bir aşağılama
sözcüğü olarak kullanıldı. Dönemin tanzimatçı “aydınlarından” Prens
Sebahattinci ve İngiliz yanlısı Abdullah Cevdet, işi, dışardan “damızlık
erkek” getirilmesini istemeye dek götürdü. “Batı medeniyeti, ona ancak
uyulabilecek, karşı durulursa yerle bir edici coşkun bir seldir.. Neslimizi
ıslah edip güçlendirmek için, Avrupa ve Amarika’dan damızlık erkek
getirmeliyiz” diyen yazılar yazdı.21
DİPNOTLAR
1 “Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye”
Stefanos Yerasimos 2.Cilt, Belge Yay., 7. Baskı,
İstanbul-2001, sf.40-41
2 “Türkiye’nin Düzeni” Doğan Avcıoğlu, 1.C .,
Bilgi Yay., 5.Bas. Ank.-1971, sf.71
3 “Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye”
Stefanos Yerasimos 2.Cilt, Belge Yay., 7. Baskı,
İstanbul-2001, sf.50
4 “Türkiye’nin Düzeni” D.Avcıoğlu, 1.Cilt, Bilgi Yay., 5.Bas.. Ankara-1971, sf.73
5 a.g.e.
sf.73
6 “Türkiye’nin Düzeni” D.Avcıoğlu, 1.Cilt, Bilgi Yay., 5.Bas., Ankara-1971, sf.70
7 “1938 Osmanlı-İngiliz Ticaret
Anlaşması: Çöküş” Prof. Dr. Cihan Dura, Gazete
Müdafaa-i Hukuk, 26.01.2001, Sayı 36
8 a.g.e.
sf.71
9 “Lettres sur la Turquie ” A.Ubicini Paris, 1853; ak. Stafanos Yerasimos, Belge Yay. 7.Baskı
2001, sf.60
10 “British Policy and the Turkısh
Reforme Movement” F.E. BAILEY,
Cambridge 1942, ak. Stefanos Yerasimos, Belge Y. 7.Baskı, 2001, sf.61
11 “Voyage dans la Turquie d’Europe
1848–1855” VIQUESNEL, ak. a.g.e. sf.62
12 “Tanzimat ve Sanayimiz” Ö.C. Sarç, İstanbul 1940, ak. a.g.e. sf.2
13 “Geri kalmışlık Sürecinde Türkiye”
S.Yerasimos, Belge Yay. 7.Bas., 2001, sf.62
14 “Tanzimat ve Sanayimiz” Ö.C. Sarç, İstanbul, 1940, ak. Stefanos Yerasimos, “Azgelişmişlik
Sürecinde Türkiye” Belge Y, 7.Baskı,2002, sf.62
15 “Letters sur la Turquie ”, A.UBICINI, Paris 1853, ak. a.g.e. sf.62
16 “British Policy and the Turkish
ReformeMovement” Cambridge, 1942; ak. a.g.e. sf.63
17 “Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye”
S.Yerasimos Belge Yay., 7.Baskı, 2001, sf.65
18 “British Policy and the Turkısh
Reforme Movement” F.E.BAILEY, Cambridge 1942,
ak. Stefanos Yerasimos, Belge Y., 7.Baskı, 2001 sf.55
19 “La Turquie et le Tanzimat ou Histoire des Reformes
Dans L’Empire Ottoman Depuis 1826 Jasgu’a nos Jours; Paris C.I, 1882; C.II, 1884” E.D.Engelhardt, ak. Prof.Dr. Çetin Yetkin, “Başlangıçtan Atatürk’e
Türk Halk Eylemleri” Ümit Yayıncılık, Ankara 1996, sf.263
20 “Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler
Ansiklopedisi” İletişim Y., 6.,C., sf.1790
21 “Türkiye Tarihi 3-Osmanlı Devleti
1600-1908” Cem Yay., 4.Bas.İst-1995, sf.359 ve “Türkiye’nin Düzeni”
D.Avcıoğlu, 1.C .,
Bilgi Y., 5.Bas., Ank.-1971, sf.162
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder