28 Kasım 2013 Perşembe

BATILILAŞMA SERÜVENİ- 1 (TANZİMAT FERMANI)

1838 yılında İngiltere’yle imzalanan Serbest Ticaret Antlaşması, günümüzdeki Avrupa Gümrük Birliği Protokolüne; 1839 da başlayan Tanzimat uygulamaları ise, Avrupa Birliği uyum düzenlemelerine denk gelir. Konu incelendiğinde, tarihin yüzyetmişbeş yıl sonra bu denli yinelenmiş olması çoğu kimseye şaşırtıcı gelecektir. Tarihten ders alınmadığı için, yaşananlar yeniden yaşanmıştır. Tanzimat Osmanlıyı çökertti, Avrupa Birliği Türkiye’yi yok oluşa götürüyor. Bu gerçeğin görülmesi gerekir. Bu amaçla, Tanzimat uygulamalarıyla Avrupa Birliği ilişkilerini içeren çalışmayı üç bölüm olarak ard arda yayınlayacağız. Okuyunuz ve değerlendiriniz.

 

1838 Osmanlı-İngiliz Serbest Ticaret Anlaşması

          “Islahat hareketlerinin babası ve 19.yüzyıl Osmanlı siyaset adamlarının fikir ustası” 1 olarak tanınan Hariciye Nazırı Mustafa Reşit Paşa, 16 Ağustos 1838’de, İngiltere ve Belçika’yla Serbest Ticaret Anlaşması imzaladı. Baltalimanı’ndaki Reşit Paşa Yalısı’nda imzalanması nedeniyle Baltalimanı Anlaşması da denilen bu anlaşma, ülkeyi “Avrupa’nın açık pazarı” 2 haline getirerek yol açtığı ekonomik çöküşle, Osmanlı İmparatorluğu’nu dağılmaya götürecek süreci başlattı. Ticari ve siyasi ayrıcalıkların (kapitülasyonlar) kaldırıldığı Cumhuriyet’e dek, devlet siyasetine yön ve biçim verdi; tanzimat (düzenleme-yeniden yapılanma), Islahat (iyileştirme-düzeltme) ya da batılılaşma adına, Osmanlı İmparatorluğu’nu yarı-sömürge bir ülke haline getirdi.
1838’den sonraki 80 yıl boyunca uygulanan dışa bağımlı politika; hep uygarlaşma, gelişme ve yenileşme söylemiyle sürdürüldü, ama her zaman ve kesin olarak ekonomik ödünler üzerine oturtuldu. “Islahat hareketlerinin evrimi, her aşamada, ekonomik sömürgeleşmenin evrimini” izledi. 1839 Tanzimat Fermanı, nasıl 1838 Balta Limanı Anlaşması’nı; 1856 Islahat Fermanı’nı, nasıl 1854 Borç Anlaşması’nı izlemişse; 1878 Berlin Anlaşması da, 1875 malî iflasın arkasından geldi. Ekonomik her ödün, siyasi ödünlerle tamamlandı. Batılı devletler, ekonomik bağımlılığa atılan her adımda, Osmanlı Devleti üzerindeki siyasi etkilerini daha fazla arttırdılar.3
Baltalimanı Anlaşması’nı “Capo d’Opera” (şaheser) diyerek coşkuyla karşılayan, dönemin İngiltere Dışişleri Bakanı Henry Palmerston, 1839 başında İstanbul’daki büyükelçisine bir yazı göndererek şu buyruğu veriyordu: “Serbest ticaret yoluyla Sultan’ın tebaasının servet ve refahı artacak, sanayi önemli gelişme gösterecek. Türkiye bu anlaşmayı uygulamakla, Batı uygarlığına girecek. Gereken kişilere bunları anlat.” 4
Büyükelçilik görevlileri buyruğun gereklerini yerine getirip, devlet politikasına yön veren yetkililere bunları “anltırken”, İngiliz ekonomi uzmanları, ilişkilerde uygulanacak yöntemi saptıyordu. İngiliz hükümetine, Türkiye’de nasıl davranacaklarını öneren raporlar verecek kadar İngiliz yanlısı olan Dışişleri Nazırı Mustafa Reşit Paşa, ölüm döşeğindeki Padişah’a, “serbest ticaret yoluyla hızla kalkınmanın zor olmayacağını” anlatıyor, onu ikna etmeye çalışıyordu.5 Anlaşma imzalandıktan sonra İngiltere’de, “Osmanlı liberalizminin yüksek nitelikleri” dile getiriliyor, “Osmanlı rejiminden Avrupalıların bile örnek alması” gerektiği söyleniyordu. Palmerston, yapılan anlaşmalardan o denli hoşnut kalmıştı ki, aradan 10 yıl geçtiğinde, 1849’da; “Osmanlı Devleti ticari ilişkilerinde, dünyadaki bütün devletler içinde, serbest ticareti en geniş biçimde uygulayan ülkedir” diyecektir.6

Anlaşmanın Özü

1838 Osmanlı–İngiliz Ticaret Anlaşması, Türkiye zararına işleyen tek taraflı ve bağlayıcı maddelerle doluydu. Bu anlaşmayla, sürmekte olan kapitülasyon ayrıcalıklarına ek olarak; “Büyük Britanya uyruklarına ve gemilerine” yeni imtiyaz hakları tanınmış ve bu imtiyazların “şimdi ve sonsuza dek süresiz olarak geçerli” olduğu hükme bağlanmıştı. İngiliz vatandaşları ve tüccarları, Müslüman olsun ya da olmasın, “iç ticaretle uğraşan Osmanlı tebaasının en çok kayırılan sınıfının ödediği vergilere eş vergi ödeyen” bir konuma getirilmişti. Anlaşmaya göre dışalım (ithalat), dışsatım (ihracat) ve iç ticaret tam olarak serbest kılınmıştı. Herhangi bir Türk ürünü, Britanyalı bir tüccar ya da vekili tarafından dışsatım amacıyla satın alınırsa, bu ürünleri satın alan Britanyalı tüccar ya da vekili, hiçbir ticari kısıtlamaya bağlı olmayacak ve dilediği gibi davranmakta serbest olacaktı.
Günümüzdeki Avrupa Gümrük Birliği Protokolü’nün, yüzyetmişbeş yıl önceki versiyonu gibi olan ve Tanzimat dönemini başlatan 1838 Baltalimanı Anlaşması’nın yol açtığı sonuçlar çok yıkıcıydı. Devletin bağımsız dış ticaret politikası ortadan kalkmıştı; hükümetler kendi istençleriyle (iradeleriyle) ekonomik politikalar üretemiyordu. Osmanlı Devleti, kendi gümrük vergilerini Avrupa devletleriyle birlikte belirlemeyi kabul etmişti. Ülke Avrupa’nın açık pazarı haline gelmişti. Türk tüccarlar kendi ülkelerinde, Avrupalı tüccarlar karşısında eşit olmayan koşullarda çalışıyorlardı. Ticari ilişkilerde yabancılar, Türklere göre daha ayrıcalıklı bir konuma gelmişlerdi. Yurt içi ticarette Türk tüccar yüzde 12 vergi öderken, yabancı tüccar yüzde 5 vergi ödüyordu.7

Osmanlı’nın Düzeni: Yitirilen Değerler

Baltalimanı Anlaşmaları’ndan önce Osmanlı İmparatorluğu’nun kendine özgü bir ekonomik düzeni ve ticari işleyişi vardı. Gerileme döneminden sonra bozulmalara uğrasa da ticaretin geçerli kuralları, kökleri eskiye giden ve iyi işleyen geleneklere dayanıyordu. İmparatorluk, daha önce kimi alanlarda, yabancılara kapitülasyon hakları vermişti, ama kendi ekonomisini ve tüccarını da koruma altına almaya çalışmıştı. İç ticaret Osmanlı tebaasına aitti. Yabancı tüccar, iç ticarete girip rekabet edemezdi. Birçok malın alım–satımı, bir ruhsat bedeli karşılığı, yerel unsurların tekeline verilmişti (yed-i vahit). Bu işleyiş, yalnızca iç ürünlerde değil, dışalım mallarında da uygulanmaktaydı. İç ticaretten, devletin önemli gelirleri vardı. Malların bir şehirden ötekine taşınması ruhsat tezkeresini gerektiriyordu. Bu da vergiye tabiydi. Türk–İngiliz Ticaret Antlaşmasının imzalandığı 1838 yılında, Osmanlı İmparatorluğu’nun dış borcu yoktu.8
Baltalimanı Anlaşmalarıyla, dışa karşı herhangi bir koruma önlemi alınmadan iç ticaretteki tüm kayıtların ortadan kaldırılması, Osmanlı İmparatorluğu’nu Avrupa’nın açık pazarı haline getirdi; sarsılmakta olan ekonomik işleyiş tam olarak çözüldü ve yabancı rekabete hazır olmayan yerli üretim tümüyle yok oldu.

Üretim Yok oluyor

Avrupa fabrikalarının rekabetinden en önce pamuklu sanayii zarar gördü. 1838 öncesinde yalnızca Osmanlı İmparatorluğu’nun tüketimini karşılamakla kalmayıp, tüm Doğu Akdeniz pazarlarının ve Avrupa’daki birçok ülkenin gereksinimini karşılayan çok sayıda atölye ve imalathane, 1853 yılında ortadan kalkmış ya da can çekişir hale gelmişti. 1812 yılında Tırnova’da 2000 müslin tezgahı varken, 1843 yılında tezgah sayısı 200’e düşmüştü. Anadolu’da kadife ve satenleriyle ünlü Diyarbakır, ipekleri ile ünlü Bursa, eski üretimlerinin artık yüzde 10’unu üretebiliyordu.9
Yünlü dokuma, 19.yüzyıl başlarından beri sürekli gelişen bir üretim dalıydı. Osmanlı pazarının serbest ticarete açılmasıyla, yün dokumacılığı kendini koruyamadı ve köylerdeki basit tezgahlar dışında yok olup gitti. 1855 yılına gelindiğinde, yalnızca İngiltere’den yünlü dışalım, otuz yıl önceye göre yüzde 1700 artmıştı. Fransa ve Avustralya yünlüleri, bu artışın dışındaydı.10
İpekliler, Osmanlı Devleti’nde en çok korunan ve ülkeye sokulması kesin olarak yasaklanan üretim dallarından biriydi. Şam, Halep, Amasya, Diyarbakır ve Bursa’da çok sayıda ipekli dokuma tezgahı vardı. Ancak, “serbest ticaretin” kabulünden sonra bu tezgahlar gitgide azaldı ve ayakta duramaz hale geldi. Bursa’da 1840 yılında 25 bin okka ipek işleyen 1000 kadar tezgah varken, tezgah sayısı 1847 yılında 75’e, üretim miktarı da 4 bin okkaya düşmüştü.11 İstanbul Islah-ı Sanayi Komisyonu raporunda, 1838’den sonraki otuz yıl içinde 1868’de; Üsküdar’daki kumaşçı tazgahlarının 2750’den 25’e, kemhacı (ipek ve kadife üreticisi) tezgahlarının 350’den 4’e, çatma yastıkçı tezgahlarının 60’dan 8’e indiğini belirlemişti.12
Kendisini korumayı uzunca bir süre başarabilen, el işçiliğine ve atölye üretimine bağlı sanayiler, ağır ağır ama kesin bir biçimde çöküyordu. Basit iş aletleri ve bıçakçılık bunlardan biriydi. İngiltere’den bu alanda yapılan dışalım, otuz yıl içinde yüzde 700 artmıştı.13 Deri sanayii de hızla çöküyordu. Islah-ı Sanayi Komisyonu’nun 1866 yılında dericilikle ilgili raporunda şöyle söyleniyordu: “Eskiden pek mamur, servet ve iktidarı diğer esnafın fevkinde olan tabaka esnafı (dericiler), otuz yıldır günden güne tenezzülâta (kötü duruma) düşmüş ve tabakhaneler külliyen muattal (toptan işlemez) olmak derecesine gelmiştir.” 14

Madenler Kapanıyor

Madencilik alanında da durum farklı değildir. 1853 yılında yapılan bir araştırmaya göre, daha önce Anadolu’da tam kapasiteyle işleyen 82 maden ocağı vardı. Bu sayı 1852’de 14’e düşmüştü. Bu ocakların sağlayabildiği üretim miktarı ise, eski üretimin ancak üçte birine ulaşıyordu.15 1808 yılında Tokat’ta, yılda 500 bin okkalık kalay üretiliyordu. 1855 yılında İngiltere’den yapılan yıllık kalay dışalımı, 28 900 İngiliz Lirasına çıkmıştı. Dışalım, Tokat kalaycılığını yok etmişti. 1825 ile 1855 arasında yalnızca İngiltere’den yapılan demir dışalımı yüzde 1450, Kömür dışalımı ise yüzde 9660 oranında artmıştı.16

Tarımda Çöküş

1838’de başlayan “serbest ticaret dönemi” yıkıcı etkisini tarım alanında da göstermekte gecikmedi. Türk pamuk üretimi Amerikan pamuğuna, Türk yün üretimi ise Avustralya ve Arjantin yünlülerine karşı ayakta kalamadı. İngiltere bu ürünleri, elde ettiği ticari ayrıcalıklara dayanarak yoğun olarak Türkiye’ye sokarken, Türkiye’den yaptığı dışalımı da sürekli düşürüyordu. Türkiye’nin İngiltere’ye yaptığı moher, tiftik ve deve yünü ihracatı sıfırlanmıştı; koyun yünü dışsatımında ise, İngiltere’nin yün ithal ettiği ülkeler arasında 16.sıraya düşmüştü. Türk kuru üzümü 1825 yılında İngiltere dışalımında birinci sıradayken, 1855 yılında onuncu sıraya düşmüştü.17
Osmanlı İmparatorluğu ile İngiltere’nin 1839–1847 arasındaki dış ticaret evrimi, Baltalimanı Anlaşmalarının ne anlama geldiğini ortaya koyar. Osmanlı İmparatorluğu, 1838 yılında İngiltere’ye 1,81 milyon sterlin tutarında dışsatım, 3,85 milyon sterlin tutarında dışalım yapıyordu; dışsatımın dışalımı karşılama oranı yüzde 47’ydi. 1853 yılına gelindiğinde, dışsatım 2,58 milyon, dışalım ise 8,95 milyon sterline çıkmıştı. Dış ticaret açığı, o zaman için çok büyük bir miktar olan 6,37 milyon sterlindi; dışsatımın dışalımı karşılama oranı yüzde 29’a düşmüştü.18

Tanzimat Nedir?

Tanzimat, o dönemde Hariciye Nazırı Mustafa Reşit Paşa’nın, 16 yaşındaki Padişah’ı (Abdülmecit) “kandırarak” başlattığı; halkın sorunlarıyla ve toplumsal gerçeklerle bağı olmayan, özgüvenden yoksun, yüzeysel ve içi boş bir “yenileşme” hareketidir. Oluşum ve uygulamalarının kaynağı, Türkiye değil, Avrupa’dır.
Savaşlar ve ekonomik çöküntünün neden olduğu toplumsal bozulma, Tanzimat uygulamalarıyla yaygınlaşmış ve Türk toplumunun tarihsel değerlerindeki yozlaşma, bu dönemde hız kazanmıştır. Dinler ve etnik yapılar arasındaki eşitliği sağlama ve ekonomik kalkınma adına yapılan değişiklikler, 540 yıl süren ve oldukça eskiyen devlet yönetim geleneklerinin yerine yeni bir şey koyamadığı gibi, bu dengelerin dağılmasına neden olmuştur. Yayılan dinsel ve etnik ayrılıklar İmparatorluğun dağılmasını hızlandırmış, Tanzimat, yenileşme değil kapsamlı bir çöküş hareketi olmuştur. Bu gerçeği, Türkiye’de uzun süre kalarak araştırmalar yapan ve Tanzimat hareketi konusunda güvenilir eserler veren Fransız tarihçi E.D. Engelhardt, “Tanzimat” adlı kitabında şöyle dile getirmiştir: “Tanzimat, Avrupa’nın Osmanlı İmparatorluğu üzerinde gerçekleştirdiği manevi bir fetih hareketidir.” 19
Tanzimat Dönemi, Hariciye Nazırı Mustafa Reşit Paşa’nın, 3 Kasım 1839 günü Gülhane Parkı’nda açıkladığı Gülhane Hattı Hümayunu (Padişahın yazılı buyruğu) ile başladı. Tanzimat Fermanı adı verilen bu açıklama, değişik alanlarda “yenileşme” isteklerini içeriyor ve yeni bir “batılılaşma” dönemini başlatıyordu. Tanzimat’ın mimarı olan Mustafa Reşit Paşa, daha birkaç ay önce padişah olan 16 yaşındaki Abdülmecit’i, tanzimat’ın Osmanlı yönetimi için yaşamsal bir zorunluluk olduğu konusunda, “gizli görüşmelerle” “ikna” etmiş ve genç padişaha, kendi mutlak erkinin sınırlanmasını kabul eden Tanzimat Fermanı’nı imzalatmıştı.

Bozulmuş Düzeni Daha Çok Bozmak

Yönetim işleyişi, mali denetim, hukuk ve eğitim alanlarını kapsayan tanzimat kararları, bozulmuş olan yönetim yapısına duyulan tepki ve gelişen hoşnutsuzluklar üzerine oturtuldu ve meşru gerekçesini buradan aldı. Avrupa devletleri, Osmanlı İmparatorluğu’nun geniş topraklarını kullanmak, bunun için de kullanım biçimine uygun düşecek kurallar sistemini ülkeye yerleştirmek istiyordu. İmparatorluğu çöküşe götüren, herkesin gördüğü yapısal bozuklukları ileri sürerek, bozulmayı daha da hızlandıracak programları, gelişme adına saraya dayatıyorlardı. Yurttaşların tümünün temel haklarının güvence altına alınması gerektiğini söylüyorlardı, ama ana amaçları reayanın (Hıristiyan uyruklar) haklarının güvence altına alınmasıydı. Aynı bugün gibi, değişim için ileri sürülen gerekçeler görünüşte parlak, ancak önerilen programlar doğru değildi. Batılılar, ülke çıkarlarını savunacak bilgi ve bilinçten yoksun yöneticilere sahip Osmanlı Devleti’ne, diledikleri biçimi verebilme olanağını ele geçirmişlerdi; bu olanağı sonuna dek kullanacaklardı.

Azınlıklara Yeni Ayrıcalıklar

Tanzimat Fermanı’na göre, vergi toplamada Müslüman–Hıristiyan farkı ortadan kaldırılacak ve eşitlik sağlanacaktı. Yurttaşlık haklarından ırk ve din ayırımı gözetilmeksizin herkes eşit olarak yararlanacak, Hıristiyanlar da devlet memuru olabilecekti.
Tanzimat kararları, Türk toplum yapısıyla uyum göstermese de, “gerilikten kurtulmak” gibi haklı bir gerekçe üzerine oturuyordu. Ancak bu garip ve kendine özgü rejimin ulaştığı sonuç, Osmanlı İmparatorluğu’nun “yenileşip” güçlenmesi değil, kapitülasyonlar nedeniyle zaten ayrıcalıklı durumda olan, gayri müslim tebaanın daha da ayrıcalıklı hale gelmesi oluyordu. Müslümanların, Hıristiyan ve Musevilerin eşit oranda vergi vermesi, başlıbaşına bir eşitsizlikti. Ülkenin hemen her yerinde, mali ve ticari işleyişi ele geçirmiş olan gayri müslim tebaa, Müslümanlara göre ekonomik olarak çok daha üstün bir durumdaydı; Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan beri devlete karşı sorumlulukları, haraç ve cizye vergisi vermekle sınırlı kalıyordu; savaşlara katılmıyor ve büyük bir serbestlik içinde tüm güçlerini ticari etkinlikler için kullanıyorlardı. Bu nedenle zenginleşmişler ve etkili bir güce ulaşmışlardı.
Tanzimat döneminde hukuk alanında gerçekleştirilen “yenileşme” girişimi, hukuksal düzeni tam anlamıyla bir karmaşa içine soktu. Geleneksel mahkemeler yanında Konsolosluk Mahkemeleri, Karma Mahkemeler, Nizamiye Mahkemeleri gibi değişik konum ve işleyişte birçok mahkeme ortaya çıktı. Mahkemelerin çeşitliliği nedeniyle, insanlar arasında adli eşitliği sağlayacak, herkesin kolayca yararlanabileceği bir hukuksal düzen ortadan kalktı. Halk, sorunlarını, değişik yöntemlerle ve mahkemeye başvurmadan kendince çözmeye başladı.

Müslümana Eşitsizlik

Tanzimat’ın getirdiği Müslüman–Müslüman olmayan eşitliğinin, ekonomik yönden eşit konumda olmayan Müslümanlar için yeni bir eşitsizliğin kaynağı haline gelmesi, halkın Tanzimat’a ve onun uygulayıcısı batıcı “aydınlara” karşı tepki duymasına neden oldu. Daha önce, ekonomik yetersizliklerini yönetim ayrıcalıklarıyla dengeleyen Müslümanlar, Tanzimat’la birlikte bu ayrıcalıklarını da yitirdiler ve kendi ülkelerinde ekonomik güçten yoksun, eğitimsiz ve örgütsüz ikinci sınıf yurttaşlar haline geldiler. Tanzimat uygulamalarından Müslüman olanlar değil, Müslüman olmayanlar hoşnut kalmışlardı; mali ve ticari güçlerini geliştirerek zenginliklerini arttıranlar onlardı.
Devletin, batılılaşma adına gümrüklerin denetimini yabancılara bırakması, Osmanlı topraklarının yabancı mallara açılması ve ekonomik yaşam alanlarının azınlıkların egemenliği altına girmesi; bir yandan geleneksel yerli üretimi ortadan kaldırırken, diğer yandan azınlıkları işbirlikçi bir sınıf haline getirdi.

Halktan Kopuk Aydınlar

Tanzimat Fermanı’nın ortaya çıktığı 19.yüzyıl ortalarında, yüzyıllar süren saray politikalarıyla toplumun kültürel kaynakları o denli kurutulmuş, eğitim o denli ilkelleştirilmişti ki, Müslüman nüfus içinden ulusal kimliğin beyni olacak aydınlar ortaya çıkmıyordu. Olayları ve gelişmeleri gerçek boyutuyla ele alıp irdeleyecek siyasi kadro yoktu. Kolaycılıkla birleşen boyun eğici ve öykünmeci (taklitçi) eğilimler yaygınlaşıyor, özgüvenden yoksun ve kişiliksiz “aydınlar” ortaya çıkıyordu. Tanzimat kararlarını, “bir anayasa çıkışı” olarak ele alıp kendilerini “medeni batı dünyasıyla” bütünleşmeye yönlendirmiş bu “aydın” türü, varlığını bugüne dek sürdürdü ve Batı işbirlikçiliğinin, temeli o zaman atılan dayanakları oldu.
Kendilerini batılı gibi görüp, köklerinden koparak yozlaşan, halkla ilişkisi olmayan, topluma yabancılaşmış “aydın” türünün ortaya çıkması ve bunların devlet kadrolarında üst düzey görevlere getirilmesi, doğal olarak kamusal işleyişin daha çok bozulmasına neden oldu. Kamu görevlileri ve “aydınlar”, “kara cahil” bir “sürü” olarak gördükleri halka hizmet etmek bir yana, ondan “tiksinti” duyan ve uzak durmaya çalışan garip insanlar haline geldiler. Batıcılık bir modaydı artık ve bu moda tam anlamıyla bir Batı çılgınlığıydı.20 Lalaların yerini mürebbiyeler, geleneksel davranış biçimlerinin yerini batılı tavırlar aldı. Fransızca öğrenmek ve Fransız jargonuyla (Jargon: bozuk, yanlış hatta anlaşılmaz konuşma) konuşmak, uygar olmanın göstergesi haline geldi. Kültürel bozulma ve yozlaşma o denli yoğunlaştı ki, Türk ve Türklük, geriliği ve ilkelliği temsil eden bir aşağılama sözcüğü olarak kullanıldı. Dönemin tanzimatçı “aydınlarından” Prens Sebahattinci ve İngiliz yanlısı Abdullah Cevdet, işi, dışardan “damızlık erkek” getirilmesini istemeye dek götürdü. “Batı medeniyeti, ona ancak uyulabilecek, karşı durulursa yerle bir edici coşkun bir seldir.. Neslimizi ıslah edip güçlendirmek için, Avrupa ve Amarika’dan damızlık erkek getirmeliyiz” diyen yazılar yazdı.21

DİPNOTLAR

1         “Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye” Stefanos Yerasimos 2.Cilt, Belge Yay., 7. Baskı, İstanbul-2001, sf.40-41
2         “Türkiye’nin Düzeni” Doğan Avcıoğlu, 1.C., Bilgi Yay., 5.Bas. Ank.-1971, sf.71
3         “Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye” Stefanos Yerasimos 2.Cilt, Belge Yay., 7. Baskı, İstanbul-2001, sf.50
4         “Türkiye’nin Düzeni” D.Avcıoğlu, 1.Cilt, Bilgi Yay., 5.Bas.. Ankara-1971, sf.73
5         a.g.e. sf.73
6         “Türkiye’nin Düzeni” D.Avcıoğlu, 1.Cilt, Bilgi Yay., 5.Bas., Ankara-1971, sf.70
7         “1938 Osmanlı-İngiliz Ticaret Anlaşması: Çöküş” Prof. Dr. Cihan Dura, Gazete Müdafaa-i Hukuk, 26.01.2001, Sayı 36
8         a.g.e. sf.71
9         “Lettres sur la Turquie” A.Ubicini Paris, 1853; ak. Stafanos Yerasimos, Belge Yay. 7.Baskı 2001, sf.60
10       “British Policy and the Turkısh Reforme Movement” F.E. BAILEY, Cambridge 1942, ak. Stefanos Yerasimos, Belge Y. 7.Baskı, 2001, sf.61
11       “Voyage dans la Turquie d’Europe 1848–1855” VIQUESNEL, ak. a.g.e. sf.62
12       “Tanzimat ve Sanayimiz” Ö.C. Sarç, İstanbul 1940, ak. a.g.e. sf.2
13       “Geri kalmışlık Sürecinde Türkiye” S.Yerasimos, Belge Yay. 7.Bas., 2001, sf.62
14       “Tanzimat ve Sanayimiz” Ö.C. Sarç, İstanbul, 1940, ak. Stefanos Yerasimos, “Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye” Belge Y, 7.Baskı,2002, sf.62
15       “Letters sur la Turquie”, A.UBICINI, Paris 1853, ak. a.g.e. sf.62
16       “British Policy and the Turkish ReformeMovement” Cambridge, 1942; ak. a.g.e. sf.63
17       “Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye” S.Yerasimos Belge Yay., 7.Baskı, 2001, sf.65
18       “British Policy and the Turkısh Reforme Movement” F.E.BAILEY, Cambridge 1942, ak. Stefanos Yerasimos, Belge Y., 7.Baskı, 2001 sf.55
19       La Turquie et le Tanzimat ou Histoire des Reformes Dans L’Empire Ottoman Depuis 1826 Jasgu’a nos Jours; Paris C.I, 1882; C.II, 1884” E.D.Engelhardt, ak. Prof.Dr. Çetin Yetkin, “Başlangıçtan Atatürk’e Türk Halk Eylemleri” Ümit Yayıncılık, Ankara 1996, sf.263
20       “Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi” İletişim Y., 6.,C., sf.1790

21       “Türkiye Tarihi 3-Osmanlı Devleti 1600-1908” Cem Yay., 4.Bas.İst-1995, sf.359 ve “Türkiye’nin Düzeni” D.Avcıoğlu, 1.C., Bilgi Y., 5.Bas., Ank.-1971, sf.162

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder