Ulusçuluk ve toplumculuğun, 20.yüzyılın ilk
yarısındaki altın çağı, yerini adım adım Yeni Dünya Düzeni’nin, küresel
egemenliğine bıraktı. 20.Yüzyılın ilk yarısında ulusal bağımsızlık savaşımları
ikinci yarısında ise emperyalizm etkili oldu. Şimdi 21.yüzyıldaki son kapışma
bekleniyor. Beklenen yeni döneme yönelik sonuçlar çıkarabilmek için, ulusçu
savaşımın kimi ortak özelliklerini bir kez daha irdelemekte yarar var. Günümüz
dünyasını tanıyıp koşullarını kavramak ve geleceğimize yön verebilecek bir
bilinç düzeyine ulaşmak için bu şart.
Bütünün Parçaları
Ulusal kurtuluş savaşlarının ortak özelliği,
sömürgeciliğe ve emperyalizme karşı olmasıdır. Bu savaşları uluslararası
ölçekte birleştiren bu özellik, kaynağını, sömürgeciliğin ve emperyalizmin
uluslararası niteliğinden alır. Sanayileşmiş büyük devletler dünya pazarlarına
yayılırken, daha önce aralarında herhangi bir ilişki olmayan bu ülkeleri, ister
istemez birbirlerine bağlar ve onları yürürlükteki dünya düzeninin parçaları yapar.
Parçaları bütüne ulaştıran ortak payda, kurduğu ticari ilişkilerle
emperyalizmin kendisidir.
Bu nedenle ulusal bağımsızlık savaşımları,
birbirine karşı doğal ve içten bir yakınlık duyar. Bu ülkeler, ilişkiler ağının
zorunlu sonucu, ortak bir düşmana sahip olmanın yarattığı dayanışma ruhu içinde
olur. Toplumsal dayanağı olan bu dayanışma, ulusal bağımsızlık savaşlarını ulusçuluğun
öznel kalıplarından çıkarır ve onu kaçınılmaz olarak uluslararası bir olay durumuna
getirir.
Emperyalizme karşı ulus
bağımsızlığını elde edememiş bir ülkede ne ulusçu ne de toplumcu siyaset egemen
olabilir. Günümüzde bu iki kavram, birbiri içine girerek, evrensel boyutu olan
bir ulusçuluk oluşturur.
Uluslaşan Uluslaştırmıyor
Emperyalizm ve onun alt evresi kapitalist
sömürgecilik, uluslaşmanın da tarihini oluşturan 500 yıllık bir dönemi kapsar.
Bu dönemde önce sömürgeciler uluslaştı. Avrupalılar denizaşırı ülkelere açıldığında,
sağladığı sermaye birikimiyle kapitalist üretime geçmiş ve pazara çıkarılması
gereken ürünler üretmiştir.
Ürünler önce ulusal pazara
sunuldu ve her ülke kendi pazarına egemen oldu. Uluslaşma böyle başladı. Daha
sonra dışarıya açılındı. Elde edilen sömürgeler, bütün taşınabilir
varlıklarıyla ulusal pazarın gereksinimlerine bağlı kılındı. Böylece ulusal
pazar temeli üzerinde yükselen ulus-devletler ortaya çıktı. Ulus-devlet
gelir akışını, gelir akışı da ulus-devleti geliştirdi.
Sömürgeler, bu süreci
yaşayamadı. Yaşaması da olası değildi. Üretime yönlendirebilecekleri gelir
kaynaklarının tümüne el konulmuştu. Sermaye birikmiyordu. İçine sürüklendiği
sömürü ilişkileri yoksulluğu, yoksulluk ilkelliği doğuruyordu. Üretip satacağı
malı olmadığı için, sahip çıkması gereken ulusal bir pazar oluşmuyordu. Bu
nedenle, sömürgecilerin desteklediği, feodal yapılar varlığını sürdürüyor, güçlü
bir merkezi devlet örgütlenmesi gerçekleştirilemiyordu. Ulus-devlet
oluşmuyor, oluşmasına olanak verecek maddi yapının gelişmesine izin
verilmiyordu.
Ulusal Devinimlerin Ortaya
Çıkışı
Varsıllaşan sömürgeciler, 19.Yüzyılın ikinci
yarısında, yoksullaşan sömürgelere mal yanında sermaye de göndermeğe başladı.
Buralara, yatırılan sermayenin gerekli kıldığı ulaşım ağırlıklı birtakım alt
yapı yatırımları yapıldı. Yatırımlar, sömürge tipi de olsa ister istemez
kapitalizmin görece gelişmesine yol açtı. Bu gelişme, o güne dek salt yabancı
düşmanlığına dayalı bilinçsiz duyguların, yavaş da olsa ulus bilincine
dönüşmesine yol açtı ve ulusal devinimler ortaya çıkmaya başladı.
Ulusçuluk ve ulusçu savaşım,
20.Yüzyılda beklenmedik bir biçimde güçlenerek yayıldı ve başarılı oldu. Oysa,
elde ettiği siyasi ve askeri başarılara denk düşecek bir ekonomik yapı henüz
oluşmamıştı. Sanayileşmiş ülkelerde uluslaşmanın itici gücü ekonomi olurken,
sömürgelerde bu güç; ağırlıklı olarak, işgale karşı tepki ve yerel gelenekler
oluyordu.
Bu iki tepkiyi, ekonomik
bağımsızlıkla tamamlayarak ulusal bağımsızlığa ulaştıran az sayıdaki ülke,
sanayileşerek hızla gelişti. Bunu yapamayan çoğunluk ise, güçlükle kazandığı
siyasi bağımsızlığı kısa sürede yitirdi ve eski duruma geri döndü.
Ulusçuluk ve toplumculuğun,
20.yüzyılın ilk yarısındaki altın çağı, yerini adım adım Yeni Dünya Düzeni’nin,
küresel egemenliğine bıraktı. 20.Yüzyılın ilk yarısında ulusal bağımsızlık savaşımları
ikinci yarısında ise emperyalizm etkili oldu. Şimdi 21.yüzyıldaki son kapışma
bekleniyor. Beklenen yeni döneme yönelik sonuçlar çıkarabilmek için, ulusçu savaşımın
kimi ortak özelliklerini bir kez daha irdelemekte yarar var. Günümüz dünyasını
tanıyıp koşullarını kavramak ve geleceğimize yön verebilecek bir bilinç
düzeyine ulaşmak için bu şart.
Nesnellik
Dünya üzerindeki siyasal ve toplumsal gerilim,
çatışma, savaş, ülkeler arası şiddet; ekonomik sömürüye ve uluslararası eşitsiz
yarışa dayalıdır. Bu durum, yalnızca günümüzde yaşanan bir gerçek değil, son
beşyüz yılı kapsayan tarihsel bir olgudur. Öznelliğin değil toplumsal gelişimin
bağlı olduğu nesnel yasaların doğal sonucudur. Büyük devlet politikalarının güce
dayanmasının kaçınılmazlığı, bu sonucu doğuran, tarihsel nedenlerden başka bir
şey değildir. Batı’nın sömürgelerde yaptığı, içinde bulunduğu koşulların ve
giriştiği eylemin sonucudur. Yapılan iş, servete el koymadır ve bu iş ancak güce
dayalı yöntemlerle gerçekleştirilir.
Sömürgelerin bu eyleme karşı
çıkması, onlar için bir zorunluluktur. Ülkeler ve halklar boyunduruk altına
alınıp şiddet küreselleşirken, baskıya karşı savaşım ve karşı şiddet ortaya
çıkar ve bunlar da küreselleşir. Baskı kuranlar bunu yaparken istemeden,
eşitlik ve özgürlüğü gerçekleştirecek karşıt gücü de yaratmış olur. İnsanlığı
yüceltecek olan bu güç, en anlamlı karşılığı, devrimci bir devimsellik (dinamizm)
içinde bulunan ulusal bağımsızlık savaşımlarında bulur.
Güç ve Şiddet
İnsanlar ve ülkeler arası çıkar çatışması, tarihin her
döneminde vardı. Ancak, hiçbir çatışma kapitalist sömürgecilik ve emperyalist
dönemdeki çatışma kadar, tek yanlı, eşitsiz ve dizgeli biçimde yürütülmemiştir.
Bu dönemde insanların ve
toplumların; varlık kaynaklarına, benliklerine, kültürlerine ve yaşam
biçimlerine karışılmış, ulusların direnme gücünü yok edecek her tür yöntem
sınırsızca uygulanmıştır. Geri kalmış ülkelerin gerilikten kurtulmaması için,
barışçı ve barışçı olmayan her yol denenmiştir. Din, dil, mezhep, etnik yapı ve
diğer yerel ayrımlar, bölünme ve çatışma için kullanılmış; sanayi, ticaret,
tarım, ulaşım, eğitim ve kültür alanlarında gelişmeyi ve uygarlaşmayı önlemenin
yöntemleri geliştirilmiş ve uygulanmıştır. 500 yıldır dünya üzerinde, gelişmiş
ülkelerin dolaylı ya da dolaysız katılmadığı tek bir savaş ve çatışma yoktur.
Yarım bin yıllık çatışmalar sürecinin baş sorumlusu Batılı büyük devletlerdir.
Yerel Tepkiden Emperyalizm Karşıtlığına
Sömürgecilere karşı yerel tepki her dönemde vardı.
Şiddet kullanılarak kolayca bastırılan bu tepkinin ulusçuluğa yönelmesi,
Avrupa’dakiler dışında, 20.Yüzyıla girerken başladı. İdeolojik, politik ve
örgütsel yetmezlik içinde, aydın çevrelerle sınırlı kalan bu dönemin ulusçuları,
kitlelere öncülük edecek güçten uzaktı. O günlerde Avrupalı devletlere
özellikle de İngiltere’ye karşı gelmeyi, düşünmek bile olanaksızdı. “Avrupalılar
yenilemezdi, yapılacak en iyi iş onlarla uzlaşmak ve himayeleri altına
girmekti.” Dönemin en “inançlı” ulusçuları bile böyle düşünüyordu.
Emperyalist elegeçirmenin (işgalin)
gerçek niteliğini kavrayıp, tam bağımsızlığı amaçlayarak, emperyalizme karşı
tek başına savaşıma girişen ve bunu başaran ilk ulusal savaş, Türk Kurtuluş
Savaşıdır ve Türk Devrimi’nin dünya siyasetine yaptığı etki,
sanıldığından çoktur. Dünya’nın tüm geri kalmış ülkelerini saran emperyalist
zincir ilk kez Türkiye halkasından koparılmış ve daha sonra arkası gelmiştir.
Türk Devriminin Önemi
Ulusal Bağımsızlık savaşımları, Türk Devrimin’den
değişik oranlarda, etkilenmiştir. Ancak, bunlardan hiçbiri, her alanda ulusal proğram
belirleme ve belirlenen proğramı uygulama konusunda, Türk Devrimi’nin
gösterdiği başarıya ulaşamamıştır. Bu nedenle bağımsızlık savaşımlarının
tümünde, başarı süresi uzun, savaşım yitiği olmuştur. Oysa, Türk Kurtuluş
Savaşı, sahip olduğu önderliğin yönetimdeki başarısı sayesinde 3,5 yıl gibi
kısa bir sürede kazanıldı.
Ülkeyi ve halkı tanıma, ona güvenme, dünya siyasetini ve bölgesel
sorunları kavrama, ideolojik bağımsızlık, erişilen tarih bilinci,
köktenci anti-emperyalist tavır, özgüven ve tam bağımsızlıkta
kararlılık, ulusal birliği sağlama becerisi ile askeri ve siyasi
örgütlenme yeteneği... Kemalist önderliğin bu nitelikleri, değişik ülkelere
değişik oranlarda esin kaynağı olmuş ancak tümünü birden yaşama geçirebilen bir
önder kadro, her hangi bir ülkede ortaya çıkamamıştır.
Türk Devrimi’nin, sömürge ve yarı sömürge ülkelere örnek olması,
buralardaki ulusçu devinimlerin anti-emperyalist politik akımlar haline
gelmesine yol açmıştır. Anadolu’daki Türk zaferi, Endonezya’dan Fas’a,
Hindistan’dan Etyopya’ya, Tunus’a, Yemen’e dek pek çok ülkede kitle
eylemleriyle kutlanmıştır.1
Tunus’ta, Cezayir’de, Mustafa
Kemal’in resimleri gazetelerden kesiliyor, duvarlara yapıştırılıyordu.
Malezya’da dükkanlar Mustafa
Kemal’in posterlerini satıyor ve Malezya’lı gençler bunlardan satın alıyor
ve halka dağıtıyordu.2
Tunus’ta Kemal Paşa
resimleri, geleneksel cam üzerine boyama sanatının konularından biri olmuştu.3
Afrika’da insanlar,
Türkiye’nin haritadaki yerini bilmiyordu ama Mustafa Kemal’i biliyordu.4
Bütün bunlar, okuma yazma
bilmeyen toplumlarda ve insan resminin dince yasaklandığı ülkelerde oluyordu.
Mustafa Kemal imgesinin yarattığı büyük etki, Türkiye’nin adını
yüzmilyonlarca insan için özgürlük savaşımıyla eşanlamlı duruma getirmişti.5
İngiliz tarihçi Arnold J.
Toynbee’nin 1923 yılındaki görüşleri, Türk Devrimi’nin yalnızca
Türkiye’yle sınırlı kalamayacağı yönündedir: “Türk ulusu kendisi için
savaşırken aynı zamanda yoksul ülkelerin de savaşını vermiştir. Kendisine karşı
kabaran sel sularını, Ankara kapılarında durdurarak, İzmir’e, Trakya’ya ve İstanbul’a
doğru süren Türkler’in başlattığı yeni akım, belki de Irak, Suriye, Filistin,
Mısır, Tunus, Cezayir ve Hindistan’a dek etkisini sürdürecek ve bu ülkeleri
kaplayan Batı selini sürükleyip götürecektir.” 6
Alman yazarı Dagobert Von
Mikusch: “Doğunun bu büyük reformcusuna, eğer deyim yerinde ise, bu
uluslararası ulusçuya, tarih iki çağın eşiğinde kendine layık olduğu önemli
yeri vermiş, ve buradaki başarıları O’nun tarihsel ödevi olmuştur.” 7
Yunanistan Başbakanı Mihail
Metaksas’ın: “Atatürk’ün devlet yönetimi ve yaptığı devrimler, yalnız
Türkiye’yi değil, bütün dünyayı etkilemiştir.” 8 biçimindeki
görüşleri de aynı yöndedir.
Etyopya’lı büyükelçi Osman
Muhammet’e göre, Afrika’da özgürlüklerine kavuşmuş olan 42 ülke bunu Atatürk’ün
Bağımsızlık savaşımından hareket ederek sağlamıştır.9
Kemalist Devrim, Güney Amerika ülkelerinde de geniş yankı
uyandırmıştır. Buna karşın, Latin Amerika’nın yetiştirdiği en önemli marksist
düşünür Jojé Karlos Mariatégui, 1924’de yayınlanan eserinde, Türk
Devriminin devrimci niteliğini vurgulamış ve övmüştür.10
Bağımsızlık Devinimleri Yayılıyor
Ulusçuluğun yayılması 1920’den sonra yoğunlaşmış ve
kısa sürede bağımsızlık savaşlarına dönüşmüştür. Bilinç düzeyi, yabancı
düşmanlığıyla sınırlı eskinin köylü direnişçileri bu süreçte, politik tavırlı
kurtuluş savaşçıları ve inançlı yurtseverler olmuştur. Dünya nüfusunun yarıdan çoğu,
40-50 yıl içinde, savaşarak bağımsızlığına kavuşmuştur.
Güç kullanarak önlenemez
olduğu görülen bu hızlı gelişme, emperyalist ülkelerin, uluslararası ölçekli
yeni politikalar üretmelerine yol açmıştır. Yeni Dünya Düzeni böyle
doğmuştur.
Yeni Dünya Düzeni’nin özü; Dünya egemenliğinin, askeri işgal ve açık şiddeti
sınırlandırarak yerine, ondan daha etkili olan, ekonomik ve siyasal
bağlantılarla sürdürülmesidir. Sömürgelerin yarı-sömürge, bağımsızların
yarı-bağımsız duruma getirilmesidir.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra onlarca ülkenin ‘barış içinde’!
‘bağımsızlıklarına’ kavuşmasının nedeni burada yatmaktadır. Bu işlem için
silaha gerek yoktur. BM kararı yeterlidir. Ancak, bağımsızların yarı-bağımsız
hale getirilmelerinde silahlı şiddet dahil her türlü yöntem geçerlidir. Doğrudan
silahlı karışmalar, askeri darbeler, iç karışıklıklar, siyasi
cinayetler ve iyi hesaplanmış dengesizleştirme (istikrarsızlaştırma) eylemleri
bu ülkeler içindir. Borçlandırma, ikili anlaşmalar, bağlayıcı
uluslararası ticari sözleşmeler, yaratılan yerli işbirlikçiler, sistemi
tamamlar.
Bunlar son derece etkili
yöntemlerdir. Büyük bedeller ödenerek kazanılan bağımsızlık hakları, teker
teker geri alınır. Türkiye, Endonezya, Mısır, Tunus, Yugoslavya, Laos Kamboçya,
Afganistan, Sudan, Orta ve Güney Amerika ülkeleri böyle ülkelerdir. Doğu Avrupa
ülkeleri, Orta Asya Türk Cumhuriyetleri bu kervana yeni katılmıştır. Hindistan,
Vietnam ve Küba güç de olsa direnmektedir.
Yeni Dünya Düzeni
Ulusalçuluk, 1. Dünya Savaşı sonrasındaki 50 yıllık
dönemde etkili oldu. 1970’lerde başlayan yeni bir süreçle etkisini yitirmeye
başladı ve 21.Yüzyıla girerken büyük oranda etkisizleşti. 30 yıllık bu dönem,
özellikle 1990’dan sonra Yeni Dünya Düzeni’nin dünyaya tam olarak egemen
olduğu dönemdir. Yeni Dünya Düzeni’nin, en temel ve belirleyici
özelliği, ulusal girişimlere ve ulus-devletlere karşıtlılıktır.
Dünya savaşlarında
birbirleriyle askeri çatışma içine giren büyük sanayi ülkeleri, Yeni Dünya
Düzeni’nin oluşturulmasında coşkuyla biraraya geldi. Yeni pazarlar için
birbirleriyle askeri çatışmaya girişecek güçleri yok artık (ya da böyle bir
çatışmayı göze alamayacak kadar güçlüler). Bu tür çatışmaların yol açtığı
dolaysız zararları iki büyük savaşta gördüler. Serbest ticaret bölgeleri,
ortak pazarlar, gümrük birlikleriyle ve uluslararası ticaret
anlaşmalarıyla tüm dünya pazarları, ortak kullanıma açıldı. Tek bir ülke
pazarı için yarışma ve çatışma yapılmıyor artık.
Emperyalist devletlerin tümü,
az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelere ve bu ülkelerdeki ulusal eğilimlere
karşı, güçlerini birleştiriyor. Bu konuda ödün vermiyor ve bugün için global
ölçülerle, birlikte davranıyor.
Gerçekte, bu davranış, yeni
bir tutum değil. Ulusçu savaşımlara karşı ortak davranış onların politik geleneğinde
var. Yeni olan, bu davranışın, çok yönlü uluslararası anlaşmalarla, egemen
dünya düzeni durumuna getirilmiş olmasıdır.
Ulusal bağımsızlık
hareketlerinin ortadan kaldırılması, dünya egemenleri büyük devletler için bir
varlık sorunudur. Amerikalılar’ın söylediği gibi; ulusal kurtuluş savaşları
insanlığın baruttan sonra bulduğu en tehlikeli silahtır.
Sınıfsal Değil Ulusal
20.Yüzyıl’daki ulusal bağımsızlık savaşımlarının kanıtladığı
belki de en önemli sonuç, bu savaşımın sınıfsal öncelikleri temel alan bir
anlayışla değil, ulusal nitelikte program ve stratejilerle yürütülmek zorunda
olunmasıdır.
Özellikle Sovyetler
Birliği’nden kaynaklanan ideolojik belirlemeler nedeniyle, ulusal hareketler
içinde yayılan ve maddi temeli olmayan ideolojik öncelikler, ulusal savaşım
için son derece zararlı olmuştur. Anti-emperyalist erekle birleştirilmesi
gereken tüm ulus güçleri, bu tutum nedeniyle bir araya getirilememiş ve ulus
birliği tam olarak sağlanamamıştır. Bu da, savaşımın uzamasına, yitiklerin
artmasına yol açmıştır.
Benzer yaklaşım kimi
ülkelerde, bağımsızlıktan sonra da sürdürülmüş, bu nedenle kısa süre içinde, yönetimi
koruma ve kurulan yeni düzeni sürdürme sorunuyla karşılaşılmıştır.
Türk Devriminin Niteliği
Öznel siyasi öngörüleri, tarihsel ve toplumsal
gerçeklerin önüne çıkarmayan, ülkenin ekonomik ve kültürel gelişme düzeyini temel
alarak, bu yapıya uygun düşecek ulusçu programlar oluşturan ilk ülke, 1919-1938
dönemi için Türkiye’dir. Türk Devrimi bundan başka birçok konuda ilktir:
Emperyalizme karşı başarılı
olan ilk ulusal savaştır...
Bağımsızlık savaşını 3,5 yıl
gibi kısa bir sürede, zaferle sonuçlandıran ilk ve tek ulusal devrimdir...
Ulusal kurtuluş savaşını,
savaş içinde oluşturulan meclis aracılığıyla sürdüren ilk ve tek örnektir...
Savaş sürerken yeni bir kamu
düzeni kuran, yasalcılığı temel alıp, yasasız yetkeye izin vermeyen ve yasalara
bağlı kalarak devrim yapan, enflasyonsuz kurtuluş savaşı veren, 15 yıl içinde
bir toplumu “bir çağdan yeni bir çağa” ulaştıran ve sürekli
devrimciliği devlet politikasına yerleştiren ilk ve tek ülke, Türkiye’dir.
Sovyetler Birliği’nin
kendiliğinden çöküşü, Çin’in 1980 den sonra elde ettiği ekonomik gelişme,
Vietnam’ın güç durumda olması, Kemalist politikanın azgelişmiş ülkeler için
geçerliliğini kanıtlayan gelişmelerdir. Toplumsal ilerleme için yapılacak
girişimler yaşamın gerçeklerine uygun olmak zorundadır. Unutmamalıdır ki,
sürekli değişen ve gelişen özelliğiyle yaşam devrimcidir ve devrimci olmak
için, onun bu özelliğini görüp buna uygun davranmak yeterlidir.
Dünyanın Durumu
21.yüzyıla girerken, dünya, azgelişmiş ülkeler
açısından 20.yüzyıl başlarına benzer bir görünüm veriyor. Üç büyük ülke; ABD,
Almanya ve Japonya ile bunların çevresindeki üç ülke, İngiltere, Fransa ve
İtalya şiddetli bir ekonomik yarış içindeler. Bu ülkeler, dünya ekonomi ve
siyasetine yön veriyor ve askeri üstünlüğü şimdilik tartışılmaz gözüküyor.
Kağıt üzerinde siyasi
bağımsızlıkları olan ancak ekonomik bağımlılık içindeki 150’yi aşkın azgelişmiş
ülke giderek güç yitiriyor. Gelir düzeyleri düşen, yaşam koşulları bozulan ya
da işsiz kalan kitleler; ulusal haklarını, kimliklerini, kültürlerini ve yerel
geleneklerini yitirip hızla yoksullaşıyor. Ulus-devletler parçalanıyor
ya da güçsüzleştiriliyor. 21.Yüzyılın, yerel toplulukların etkin olacağı
ulussuz bir dünya olacağı ileri sürülerek, insanlığın ulusçuluğu aştığı
söyleniyor.
Gerçek Nedir
Gerçek bu mudur? İnsanlık bir bütün olarak böylesi bir
uygarlık düzeyine ulaşmış mıdır? Günümüz dünyasının böyle bir noktadan çok uzak
olduğu açık. Ulus-devletler, doğal yaşam sürelerini doldurmuş yapılar
değil tam tersi, özellikle az gelişmiş ülkeler için korunup güçlendirilmesi gerekiyor.
Gelişmiş ülkeler kendi devlet
yapılarını sürekli olarak güçlendirmekte ve yetkinleştirmektedir. Günümüzdeki
gelişmeler azgelişmiş ülkelerdeki ulus-devletlerin doğal süreçle ortadan
kalkması değil, değişik araç ve yöntemle ortadan kaldırılmasıdır. Bir başka
deyişle, ulus-devlet yetkilerinin yerel gerici yapılanmalara ve denetim
altında tutulan uluslararası örgütlere devridir.
Ulusları köleleştirerek
insanları ilkelleştiren bu eğilime karşı, ulus-devlet yetkinliğini
geliştirmek ve gücünü arttırmak için savaşım, uygarlığın ve toplumsal ilerlemenin
ölçütü durumundadır. Bugün, Dünya nüfusunun yüzde 80’inin bu nitelikte bir savaşıma
gereksinimi var.
21.Yüzyıl
Baskı altına alınmış olsa da 21.yüzyıla girerken,
ulusal duygularda bir yükseliş yaşanmaktadır. Güce ve sömürüye dayalı
uluslararası ilişkiler, baskıcı yönetimler ve büyük boyutlu eşitsizlikleriyle bugünün
geçerli dünya düzeni, sürgit egemenliğini koruyamaz.
Tarih, yıkılmaz görünen büyük
gücün çöküş öyküleriyle dolu. Dünyanın tek egemeni Roma, “Kuzeyli akıncılar”
ve “çıplak köleler” tarafından yıkıldı. “Üzerinde güneş batmayan”
İngiltere İmparatorluğu’nu, yoksul sömürge halkları çökertti. Vietnamlı
köylüler, dünyanın en büyük silahlı gücünü yendi. Yaşam kaynaklarına el konulan
ezilen uluslar, 20.Yüzyıl başında ayağa kalkarak, tüm dünyada eşitlik ve
özgürlük rüzgarları estirmişti. Benzer eğilimler yeniden oluşuyor.
Bugünkü durum, 20.Yüzyıl
başına büyük oranda benziyor. Azgelişmiş uluslar üzerinde, büyük baskı var. Bu
ülke halkları giderek yoksullaşıyor. Eşitsiz ilişkiler ve sömürü, insanları eziyor.
Ancak, bunlara karşı tepkiler de gelişiyor.
20.Yüzyıl başında emperyalizmi
ve yöntemleri anlamağa çalışan insanlar bugün, küreselleşmenin ne olduğunu
öğrenmenin çabası içinde. O gün, demiryolu ayrıcalıklarını, kapitülasyon
koşullarını, Düyun-u Umumiye vergilerini ve konsolosluk
mahkemelerini tartışan yurtseverler; bugün, yabancı sermaye
yatırımlarını, özel ticari anlaşmaları, gümrük birliklerini, özelleştirmeleri
ve Çok Taraflı Yatırım Anlaşması’nı tartışıyor. Nobel ödüllü ünlü
ekonomist Norman Engell, 1910 yılında; “Uluslararası finans, ticaret
ve endüstrisiyle o derece bütünleşmiştir ki... Siyasi ve askeri iktidar artık,
gerçek yaşamda çok az şeye egemendir” diyordu.11 Bu sözler
günümüzden 90 yıl önce söyleniyordu. 20.yüzyıl, gerçekten uluslararası finansın
her şeye egemen olduğu bir yüzyıl oldu. Öyle olmayı sürdürüyor.
Emperyalist ülkeler, küresel
egemenliği devlet gücüyle ayakta tutuyor. Ulus-devletlere karşı her
girişim, ulus-devletlerin karşı girişimini getiriyor. Bu bir doğal bir
tepki, kaçınılmaz bir zorunluluk. Maddi temeli yok olmadan hiçbir toplumsal
olgunun ortadan kalkmayacağını herkes biliyor. Bu nedenle, 21.Yüzyıl, yeni bir
ulusçu dalganın yükseleceği bir yüzyıl olmaya aday. Türk Devrimi’nin
ilke ve değerlerinin, bugün (özellikle Çin’de) şaşırtıcı bir biçimde
yükselebilmesinin nedeni budur.
DİPNOTLAR
1 “Kemalizm ve İslam Dünyası” İ.Gökalp-F.Georgeon,
Arba Yay. sf.26
2 A.C. Milner, sf. 157 ak. a.g.e.
sf.27
3 “Travaux et Recherches en Turquie”
J.L.Bacque, 1982, sf.188-199 ak. a.g.e. sf.27
4 “Tek Adam” Ş.Süreyya Aydemir, Remzi
Kitapevi, 9.Baskı 1983, sf.419
5 “20.Yüzyıl Başında Cezayirlinin
Bilincinde Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye” Benjamin Stora, “Kemalizm
ve İslam Dünyası” İskender Gökalp-Francoıs Georgeon, Arba Yay. sf.180
6 Asia Dergisi, Ekim 1923, Arnold
J.Toynbee “Atatürk İçin Diyorlar ki” Selahattin Çiller, Varlık Yay. sf.101
7 “Türk Dili 1964”, XIV.Cilt, sayı 158
ak. “Atatürk İçin Diyorlar ki” Selahattin Çiller, Varlık Yay. sf.187
8 “Ulus” 23 Kasım 1938, ak. a.g.e.
sf.228
9 “Cumhuriyet” 23 Ocak 1973 ak.
a.g.e. sf.110
10 “La Révolution Turque
et I’Islam” Jojé Carlos Mariatégui Lima 1924, ak.Prof.Taner Timur “Türk
Devrimi ve Sonrası” İmge Kit., 3.Bas. 1994 sf.299
11 “POWER Ocak 1999” Aybim Bilgisayar,
garildi.yore.com.tr.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder