21.yüzyıla
girerken, çalışanlar açısından dünya yüzyıl öncesinin koşullarından daha iyi
bir ortam oluşturmuyor. İşçiler birçok bakımdan belki de daha kötü durumdalar.
İşçilerin bir bölümü o güne göre, belki daha çok kazanıyor daha çok geziyor ve
teknolojik nimetlerden daha çok yararlanıyor ama büyük bir bölümü çalışma ve
işsizlik sorunları nedeniyle, yaşam sevincini ve gelecek umutlarını yitirmiş
durumda. Geçmişe özlem, artık yalnızca yaşlılara ait bir duygu değil. Dünyanın
birçok yerinde insanlar, Fransız ihtilalinin “eşitlik-özgürlük-kardeşlik”
söyleminin yaşama geçmesini bekleyen işçi adayı serfler durumunda. Dünya sanki
yeni bir feodal döneme girdi.
Sendikasızlaştırma
Yeni Dünya Düzeni politikalarının
temelinde, işçi haklarına ve emek örgütlerine karşıtlık vardır. Yüksek kazanç
ereğiyle (hedefiyle) ucuz işgücü cennetleri azgelişmiş ülkelere gelen
uluslararası şirketler, buralarda, işçi hakları gibi sıkıcı sorunlarla uğraşmak
istemez. Bu nedenle sermaye yatıracağı ülkeden yerine getirilmesini istediği
ilk koşul siyasi ve ekonomik dengedir (istikrardır). Yoksul ülkelerde şirket
isteği anlamıyla denge, çalışanların her türlü ekonomik ve demokratik haklarını
baskı altına almasıdır. Bu, baskı uygulamalarının dizgeleştirilmesi demektir.
Uluslararası
şirketler ve bu şirketlerin istemine uygun davranmayı görev sayan
politikacılar, gerek azgelişmiş ülkelerde, gerekse gelişmiş ülkelerde işçi
örgütlerine ve eylemlerine karşı atak bir karşıtlık içindedir. Yaygın işsizliğe
karşın toplu işten çıkarmalar, sendikasızlaştırma uygulamaları, sosyal ve
ekonomik haklarda kısıntı, sağlık ve eğitim olanaklarının daraltılması, sosyal
güvensizlik, yasadışı çalıştırma gibi konular, dünya işçilerinin tedirgin eden
gelişmelerdir. Bu tür gelişmelere neden olan uygulamalar artık resmi devlet
politikalarıdır.
Köklü
savaşım geleneğine ve kazanılmış haklara sahip olmalarına karşın, gelişmiş ülke
sendikaları bile, tedirginlik duyulan sorunların giderilmesi yönünde artık
etkili olamıyor. Büyük boyuta varan işsizlik, işçileri işlerinden olma
korkusuyla edilgenliğe itiyor ve özellikle ABD’nde mafyanın elinde olan
sendikalar, aidat toplamanın dışında herhangi bir işle uğraşmıyor.
Peri
Masalları
Küreselleşme
savunucuları, uygulanan politikaların niteliği ortadayken iş ve işgücü
sorunlarıyla ilgili görüşlerini çok ayrımlı biçimde açıklamaktadır.
Bu
açıklamalara göre, sermayenin serbest dolaşımı işgücünün de serbest dolaşımını
getirecek; ortak bir kültür oluşturacak olan dünya ticareti, ülkeleri ve
insanları birbirlerine yaklaştıracak. Dil, din, ırk ve etnik köken farkı
gözetilmeyen bir dünyada insanlar, diledikleri ülkede diledikleri kadar
çalışabilecekti. Bacasız sanayi ile post modern çağa ulaşan
insanlık, bolluk ve barış içinde yaşayarak, evrensel boyutlu bir uygarlığa
erişecekti... Bu tür söylemlere inanan ya da etkisi altında kalanların sayısı
hiç de az değildi.
Gerçekler
Bugün bütün
azgelişmiş ülkelerde, gerçek anlamda toplama kamplarına dönüşen fabrikalar
vardır. Yine bugün, New York ya da Londra’da, 1850’lerden daha ilkel koşullarda
çalışılan iş yerleri de var. Parça başına ücret, evde üretim, mal
değiş tokuşu fasonculuk, outsourcing denilen taşaronluk, çok düşük
ücretlerle çocuk ve kadın çalıştırma; yalnızca Bangladeş’te değil Detroit’de,
New York’da, Los Angelos’ta da uygulanmaktadır.
Feodalizm
adeta yeniden kuruluyor. Yüz yıllık sendikal savaşım birikimi yok olmak üzere.
ABD ve Kanada işverenleri arasında çok sık kullanılan (ve uygulanan) günün moda
sloganı şöyle; “Take it leave it” (ya bu deveyi güdersin ya bu diyardan
gidersin gibi birşey).
Sendikalar Güç Yitiriyor
Toplu çalışma
koşullarındaki işçilerin çıkarlarını savunmak için üretim süreçlerinde ortaya
çıkan sendikalar, iki yüz yıllık geçmişe sahiptir. 200 yıllık geçmişi olan sendikalar,
sanayi işçiliğinin ve üretim tekniklerinin gelişen ve değişen koşullarına uygun
olarak, sürekli olarak güçlenmeyi sağlayan bir evrim geçirmiştir. Ancak, belki
de en etkisiz dönemini bugünlerde yaşıyor. Ücret ve sosyal hakların
arttırılması ve çalışma koşullarının iyileştirilmesi için bir zamanlar ses
getiren eylemler gerçekleştiren bu örgütler, bugün işverenlerin vermeyi uygun
gördüklerini onaylamaktan başka işe yaramayan, sessiz ve güçsüz kuruluşlar
durumunda...
Sendika
yöneticileri, işçi haklarını kararlı bir biçimde savunduklarında, başlarına
sendikalarını yitirme dahil her türlü işin geleceğini biliyor. Sendikalar ve
sendikal savaşım, bugün hem ulusal hem de küresel düzeyde baskı altına alınmış
durumdadır. Bu nedenle sendikacılar ve sendikalı işçiler, yeni haklar elde
etmekten çok, işlerini ve eski haklarını korumanın derdi içindedir.
Bugün
birçok ülkede, sendikal örgütlenme hakkı 1930’lar İtalya’sından daha iyi
değildir. Türkiye’de 1980 darbesinden sonra Devrimci İşçi Sendikaları
Konfederasyonu ’nun hemen tüm yöneticileri herhangi bir ayrım gözetmeden
tutuklanmış ve ağır baskı görmüştü. Yeni Dünya Düzeni ’nin, Türkiye’nin
kapılarını kırması olarak nitelendirilen 24 Ocak Kararları ve 12
Eylül darbesinin; Yeni düzen uygulamaları önünde ciddi bir engel olarak görülen
işçi hareketinin ezilmesi, olarak değerlendirenler az değildir.
Yeni
Yöntemler
Yeni Düzen
politikalarının çalışanların örgütsüzleştirilmesi için başvurduğu yöntemler,
özellikle 1980’lerden sonra, etkili oldu. Önce, fabrikalar, yoğun bir biçimde denizaşırı
yoksul ülkelere taşındı. Bu yolla hem son derece düşük ücretle çalışan uysal
ve örgütsüz yeni işçiler kazanıldı, hem de artan işsizlik oranlarının
baskısıyla anavatandaki ‘küstah’ sendikacılar ve ‘eylemci işçiler’, ‘hizaya’
sokuldu.
Daha önce
işgücü, küresel düzeyde kadınlaştırıldı, bir ölçüde de çocuklaştırıldı. (Kadın
işçilerin ücretleri küresel işçi piyasalarında ortalama olarak; erkek
işçilerden yüzde 50 daha düşüktür.) Üretim fasonlaştırıldı. Parça başına ücret,
evde üretim, part-time çalışma yaygınlaştırılmaya çalışıldı. Daha sonra emek
örgütlerine yeni kısıtlamalar getirildi ve sendikalar üzerine yasal ya da yasal
olmayan baskılar uygulandı. Şirketlerin iş yerlerinde uymakla zorunlu olduğu
bağlayıcı yasal yükümlülükler önce yeğnileştirildi (hafifletildi) daha sonra çalışma
koşullarını iyileştiren eski düzenlemeler teker teker yürürlükten kaldırıldı.
Grevler
Azalıyor
Uluslararası
şirketler, ileri düzeyde örgütlenmiş yapılarıyla, örgütsüz işgücü karşısında
ezici bir üstünlük sağlamıştır. Bu üstünlük, onlara sermayenin kalıtımsal
özlemi olan işçilerin sendikasızlaştırılması konusunda, yeni olanaklar sundu.
Sendikaların etkinliği hızla azaldı ve grevler etkin bir silah olmaktan çıktı.
İşçiler,
gelişmiş ülkeler dahil olmak üzere, ellerindeki işten de olmamak için
grevlerden uzak durmağa başladılar. ABD’nde 1000 ya da daha çok işçiyi
ilgilendiren işbırakımlarının (grevlerin) sayısı, 1960’larda yılda 300 iken,
1991’de 40’a düştü.1 Aynı ülkede, üretim birimlerinin denizaşırı
ülkelere taşınması nedeniyle, 1969-1979 arasındaki on yılda tam 35 milyon işçi
işsiz kaldı.2
Eski Bir Öykü: Sendikasızlaştırma
İşçi haklarıyla
şirket kazancı arasında ters orantılı bir ilişki vardır. Bu nedenle işçiler,
sınıf olarak ortaya çıktığı günden beri, elde ettiği bütün hakları savaşım
vererek kazanmıştır. İşçi-işveren ilişkilerini sürekli olarak gergin tutan ve
işçi sınıfı tarihi kadar eski olan bu savaşım; işçilerin ekonomik ve sosyal
haklarını olduğu kadar, ülkelerin siyasi demokraside eriştikleri düzeyi de
gösterir.
Tarihsel
olarak işbırakmaların Mısırlı Firavunlar dönemine dek gittiği biliniyor. Ancak,
günümüzü ilgilendiren konu olarak işçi savaşımı, 19.yüzyıl sonlarıyla 20.yüzyıl
başlarında yoğunluk kazandı.
20.yüzyıl
başları endüstriyel yatırımların arttığı ve sermaye dışsatımının başladığı bir
dönem oldu. İşçi ve işveren ilişkileri sertleşiyor ve Batı ülkelerinde büyük
grevler ortaya çıkıyordu. ABD’nde 1893-1898 arasında 1,7 milyon işçiyi kapsayan
7029 grev olurken, 1899-1904 yılları arasında 2,6 milyon işçiyi kapsayan 15 463
grev meydana gelmişti.3
Amerikan
Şirketleri; grev dalgasının yayılması üzerine profesyonel grev kırıcıları
devreye soktu ve sonuçta kan döküldü. Özellikle göçmen işçiler arasında ırk,
din ve dil ayrılıkları kullanıldı, bu yolla işçilerin birliği önlenmeğe
çalışıldı. Pinkertonizm denen gizmen (ajan) büroları hemen her greve
vahşi yöntemlerle saldırdı. İşverenler, İmalatçılar Ulusal Birliği adı
altında örgütlenerek, sendika yöneticileriyle grevci işçilerin ABD’nin hiç bir
yerinde işe alınmamasını sağlayan bir örgüt ağı kurdu.
Mahkemeler
işbırakımlarını erteledi ve önceden tasarlanmış (planlanmış) kışkırtmacı (provakatif)
eylemlerin yasal sorumluluğu hemen her yerde işbırakan işçilere yüklendi.
Baskının yoğunlaşması sendikal savaşımı küçülttü ve örneğin 1904’de 1 676 000
üyesi olan Amerikan İşçi Federasyonu AFL, yavaş yavaş çökmeye başladı.
Gelişmelerden etkilenen Jack London 1907 yılında işçi savaşımını konu
alan ünlü Demir Ökçe’yi yazdı.4
20.Yüzyılda
Sendikal Mücadele
İşçi eylemleri ve
sendikal savaşım, 20.yüzyıl boyunca tüm dünyaya yayıldı ve hemen her ülkede
toplumsal yaşamı belirgin bir biçimde etkiledi. Savaşım amaçları, ekonomik
istemleri aşarak yönetim sorununu da içermek koşuluyla geniş kapsamlı politik ereklere
yöneldi. Dünyanın birçok yerinde gerçekleştirilen işçi eylemleri artık yönetimi
amaçlayan siyasi bir strateji izliyordu.
İşçi eyleminin
siyasi erk sorunu durumuna gelmesi, dünya iş çevrelerini, devlet ve hükümet
yetkililerini son derece tedirgin etti. Zaten gerilimli olan ilişkiler, çoğu
kez uzlaşması olanaksız çatışmalara dönüştü.
20.yüzyılın
politik ortamını; biçim, kapsam, nicelik ve etkileri değişen işçi eylemleri ve
bu eylemlere karşı gösterilen küresel tepki belirledi. Çatışan taraflar,
ellerindeki bütün olanakları kullanarak birbirlerine karşı üstünlük kurmağa
çalıştı.
1917
Rusyasından 1933 Almanyasına ve 1990’ların ABD’ne dek geçen yüz yıllık savaşım
süreci içinde, ilk elli yılda işçi savaşımı, ikinci elli yılda ise (özellikle
20.yüzyılın son on yılında) karşıtları, daha üstün gözüktü.
21.Yüzyıla
Girerken
21.yüzyıla girerken,
çalışanlar açısından dünya yüzyıl öncesinin koşullarından daha iyi bir ortam
oluşturmuyor. İşçiler birçok bakımdan belki de daha kötü durumdalar. İşçilerin
bir bölümü o güne göre, belki daha çok kazanıyor daha çok geziyor ve teknolojik
nimetlerden daha çok yararlanıyor ama büyük bir bölümü çalışma ve işsizlik
sorunları nedeniyle, yaşam sevincini ve gelecek umutlarını yitirmiş durumda.
Geçmişe özlem, artık yalnızca yaşlılara ait bir duygu değil. Dünyanın birçok
yerinde insanlar, Fransız ihtilalinin “eşitlik-özgürlük-kardeşlik”
söyleminin yaşama geçmesini bekleyen işçi adayı serfler durumunda. Dünya sanki yeni
bir feodal döneme girdi.
ABD
devi General Motors, 1992 yılında 8,7 milyar dolar zarar etti. Bu Kuzey
Amerika tarihinin bir yıl içinde gördüğü en büyük zarardı. Şirket ABD ve
Kanada’daki 20 fabrikasını kapattı ve 74 000 işçiyi işten çıkardı. Texas’daki
fabrikasını açık tutmak için işçilere, yüzyıl önce değil kabul etmek
akıllarından bile geçirmeyecekleri bir öneri getirdi. Bu öneriye göre fazla
mesai almadan 3 vardiya halinde çalışılacaktı. İşlerinden olmak istemeyen
işçiler öneriyi kabul etti ve Amerikan tarihinin ‘en sözdinler, en uysal’
işçileri olarak çalıştı.
Kısa
bir süre sonra işçi eyleminin özü olan işçi dayanışması, ortaya çıkan bu ‘yeni
durum’ nedeniyle yerini giderek bireysel davranışlara bıraktı. İşçiler, esnek
üretim koşulları denilen şirket uygulamalarıyla, aynı sendikaya üye olsalar
bile, ortak savaşım anlayışından uzaklaştırıldı. Şirket yöneticileri, işsizlik
kozuyla işçileri birbirlerine karşı kullanmada başarılı olmuşlardı.
Ford 1987’de,
Cuautitlan’daki yirmi üç yıllık fabrikasını, ücretlerin arttırılmasını isteyen
bir işbırakımı nedeniyle kapattı. Birkaç hafta sonra yeniden açtığında eski
ücretlerin yarısını veriyordu. Fabrika yönetimi, yeni giriş yaptırdığı bütün
eski işçilere kıdem tazminatlarını ve emeklilik haklarını yitirdiklerini bildirdi.
İşçilerin protestosu nedeniyle yüzden fazla silahlı adam fabrikaya getirildi.
Açılan ateş sonunda bir işçi öldü sekiz işçi yaralandı.5 Pinkertonizm
Amerika’da 21. yüzyıla girilen günümüzde hala yürürlükteydi.
Sony
ve Amerikalı İşçiler
ABD’ndeki sendikasızlaştırma
uygulamaları, ilginç sonuçlar doğurdu. İşçi ücretlerinin düşmesi ve grevlerin
önlenmesi, güçlü Japon ve Avrupa şirketlerini ABD’ne çekmeye başladı. Kendi
ülkesine göre ucuz duruma gelen nitelikli iş gücünden yararlanma ve ABD’nin büyük
pazarında yer edinme isteğindeki bu şirketler, amaçlarında son derece başarılı
oldu ve etkili bir biçimde bu pazara girdi.
Sony yetkilileri, 1972
yılında San Diego’da açtıkları ilk fabrikanın başarılı olması nedeniyle, yeni
bir fabrika kurmak için yer aramaya başladı ve Tallahassee’yi seçti. Bunu duyan
yer fıstığı merkezi konumundaki bir tarım kenti olan Dothan’lılar yatırımın
kendi kentlerinde yapılması için Sony’e inanılmaz bir öneri paketi
götürdü.
Ucuz
arazi, sağlam ve ‘çalışma ahlakına’ sahip bol işçi, hatırı sayılır vergi ayrıcalığı,
eyalet kalkınma bonosu, bir milyon dolar tutarındaki işçilere bedava eğitim
uygulaması garantisi... Şirket yetkilileri ‘kabul görmemesi olanaksız’ bu
öneriler üzerine yatırımı Dothan’a kaydırdı ve 1400 işçi çalıştıracak dev
fabrikanın temelini attı.
Sony yetkilileri bugün,
Dothan’da iş gücü maliyetinin Avrupa ve Japonya’dan ucuz olduğunu söyleyip bu
yatırımdan duydukları kıvancı (memnuniyeti) belirtirken; Dothan’ın yerel
yöneticileri, yabancı sermayeye sendikasız bir ortam sunduklarını gururla
açıklıyor.
Irk
ayırımının yeğinlikle (şiddetle) yaşandığı bu geri bölgede, “çalışkan”,
“dindar”, çiftçi aileleri, nüfusun çoğunluğunu oluşturuyor. Fabrika işçilerinin
yüzde 80’i beyazdır. Birkaç kez sendika kurma girişimi olmuş ve sendikalaşmaya
öncülük eden işçiler örgütlenme çalışmalarına başladığında, diğer işçiler
tarafından yönetime şikayet edilmiş ve işten çıkarılmıştır. İşçiler, 8 ya da 12
saatlik vardiyalarla çalışmaktadır. On iki saatlik vardiyalarda çalışan işçiler
bugün, tek sosyal kazanımları olan iki kez on beşer dakikalık çay molası ve
yirmi dakikalık yemek arası izniyle, çalışma yaşamlarını ‘erinç’ (huzur) içinde
sürdürmektedir.6
Fabrika
Göçü
Uluslararası
şirketlerin önemli bir bölümü, kendi ülkelerinde elde ettiği işçi çalıştırma
ayrıcalıklarına karşın, bunları yeterli görmedi ve fabrikalarını deniz aşırı
ülkelere taşıdı. ABD kökenli en büyük 500 uluslararası şirket, ABD’nde,
1979-1992 yılları arasında 4 milyon 400 bin Amerikalı işçiyi işten çıkardı.7
1950 yılında ABD’nde ekonomik etkinliğin üçte biri üretimle ilgiliydi ve bu
alanda çalışan işçilerin sayısı tüm çalışanların neredeyse yarısını
oluşturuyordu. 1980’lerin ortalarında fabrikalarda çalışanların sayısı tüm
çalışanların yüzde 20’sine, 1990’ların başında ise yüzde 16’sına düşmüştü.8
Helikopterden
soğutuculara dek çeşitli mallar üreten ABD şirketi United Technologies ’in
Genel Müdürü George Davit’in, 1996’da Ulusal Basın Kulübü’nde yaptığı
bir konuşmada söyledikleri, fabrika göçünün eriştiği düzeyi göstermektedir. George Davit şunları söylüyor: “1990’dan
bu yana ABD’nde 30 bin işçiyi işten çıkardık, buna karşılık yurt dışında 15 bin
yeni iş alanı açtık... Bugün ABD’nde çalışan 120 milyon işçinin 30 milyonunun
işi tehlikededir... İşçi çıkarları konusunda ABD’nin uluslararası şirketler
arasında egemen olan bu eğilim değişmeyecektir.” 9
Azgelişmiş
Ülkeler
Sendikalar,
gelişmiş ülkelerde güç yitirirken azgelişmiş ülkelerde yaşam şanslarını ve
ayakta kalma olanaklarını yitiriyor. İşçi sınıfının güçlü olmadığı,, sendikal savaşım
geleneğinin bulunmadığı ve siyasi demokrasinin işlemediği bu ülkelerde
sendikalar çok çabuk çökertildi. İşçi hakları için savaşımda kararlı olmayan,
siyasi erkle çatışmayan ve büyük çoğunluğu devlet işletmelerinde varlığını
sürdüren birkaç dernekleşmiş sendika dışında, ortada herhangi bir işçi örgütü
kalmadı.
Kendi
ülkelerinde işçi devinimlerini (hareketlerini) sınırlamayı başaran uluslararası
şirketler, yatırım yapacağı ülkelerde; işçi haklarının sözünü bile duymak
istemiyor. Yabancı Sermaye yatırımları için her türlü ödünü vermeğe hazır
hükümetlere, yatırım yapmak için; işçi haklarının (ne kadar varsa) ortadan
kaldırılmasını ve işçi istemlerine karşı gerekli önlemlerin alınmasını koşul
koyuyor.
İstekleri
dünyanın her yerinde kabul edildi ve azgelişmiş ülkeler uluslararası
yatırımcılar için dengeli yerler durumuna getirildi. Hükümet yetkilileri,
ülkelerine gelen bütün ticari kurullara işbırakımsız bir ortam sözü veriyordu.
Grevsiz ortamın fabrikalarda ve toplu çalışılan başka yerlerdeki somut sonucu yalnızca
özel bunalım dönemlerinde değil bütün zamanlarda düşük ücret, sosyal
güvensizlik, ağır çalışma koşulları ve örgütsüzlüktü...
1988’de
Bolivya’daki ekonomik “şok iyileştirmenin” mimarı Sanchez de Losado,
şunları söylemişti: “Sendika yöneticilerini tutuklayıp ülkenin iç
bölgelerine sürgün ettik. Devlete ait Cambol Maden
Konsersiyomu’nu kapattık. Bu madenlerde çalışan 24 bin işçiyle kamu sektöründe
çalışan 50 bin ücretlinin işine son verdik.” 10
Türkiye’de
Durum
Türkiye’de, 12
Eylül 1980 darbesinden sonra sendikalar üzerine şiddetli bir baskı uygulandı.
1980-1982 döneminde Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu ’na bağlı
sendikaların yöneticileri tutuklandı, sendika mallarına elkondu. Çıkarılan
yasalarla kazanılmış haklar büyük oranda ortadan kaldırıldı. Sendika kurmak,
işyeri örgütlemek ve sendika değiştirmek, adeta ‘dünyanın en güç işi’ oldu.
Sendikalar, adı var kendi yok sanal örgütler durumuna getirildi.
Çalışma
ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın resmi verilerine dayanılarak yapılan bir
çalışmaya göre; 1980’lerden sonra Türkiye’deki sendikal örgütlenme, büyük güç
yitirdi ve bir çok sendika varlığını kağıt üzerinde sürdürmeye başladı. 103
işçi sendikasından 20’si tamamen kapalı, 35’i yalnızca kayıtlarda var
gözüküyor.11 Ocak 1993-Ocak 1996 yılları arasında yayınlanan işkolu sayımlamalarına
(istatistiklerine) göre DİSK’e bağlı 11 sendika hiç yeni üye kazanamadı ve
yüzde 1’lik işkolu barajının altında kaldı. 23 bağımsız sendikanın hiç üyesi
yok. Bir zamanlar yüzbinlerce işçiyi devinime geçiren DİSK’in birtakım
sendikalarının Ocak 1993 tarihi itibariyle üye sayıları şöyle; Dev Maden Sen
22, Yeraltı Maden İş 25, ASİS 22, Limter İş 19, Devrimci
Yapı İş 17, Ges İş 35, Baysen İş 640, Sine Sen 31, Yeni
Haber İş 83, Aster İş 22.12
DİPNOTLAR
1 Washington
Post 05.07.1992, ak. R.J.Barnet-J.Cavanagh “Küresel Düşler” Sabah Kit.,
sf.246
2 “Deindustrialization”
Barry Bluestone sf.31 ak. a.g.e. sf.232
3 “1914’e
Kadar Sanayi İlişkileri” Georges Lefranc 20.yy. Tarihi, sf.288
4 a.g.e.
sf.289
5 “Küresel
Düşler” R.J.Barnet-J. Cavanagh Sabah Kitapları, sf.253
6 a.g.e.
sf.255-256
7 Fortuna
19.04.1993, sf.176 ak. R.J.Barnet-J. Cavanagh, “Küresel Düşler”
Sabah Kitapları, sf.326
8 “Manufacturing
Mattes” Stephan S.Cohen-John Zysman (New York: Basic Book 1987) sf.4 ak.
a.g.e. sf.219
9 International
Herald Tribune 15.02.1996 ak. a.g.e. sf.143
10 “Sömürgecilik
Emperyalizm Küreselleşme” F.Başkaya Öteki Yay., sf.28
11 “Sendikal
Örgütlenme Hız Kaybediyor” Güneş Gürson Cumhuriyet 08.02.1996
12 a.g.e.
08.02.1996
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder