15.Yüzyılda
Batı Avrupa ülkelerinde, etkisi günümüze dek süren bilime ve
aklın özgürlüğüne dayanan bir uyanış dönemi başladı. O
güne dek, gerilik ve düşünsel yoksunluk içinde karanlık bir
dönem yaşayan Avrupa, Aydınlanma
Çağı
olarak tanımlanan bu dönemle birlikte, büyük bir gelişim içine
girdi. Açıkara geride olduğu Doğuyu geçerek dünyaya egemen
oldu. Bu dönemin incelenmesi, yalnızca tarihsel bir araştırma
değil, güncele ilişkin bir çabadır. Bu çaba günümüz
sorunlarının kavranarak çözüm bulunmasına yardımcı olacak,
geleceğe yönelik sonuç çıkarılmasına olanak sağlayacaktır.
Bu nedenle, araştırılıp sorgulanmaya değer bir konudur.
Aydınlanma ve Sanayi Devrimi
Avrupa
aydınlanması, 1774 yılında, sonuçlarını belki bulanın bile
düşünmediği ve etkisini bugüne dek sürdüren bir teknik buluşu
ortaya çıkardı; İngiltere’de James
Watt
buhar makinasını buldu. Makinayı fabrikaya sokarak, sanayi
üretiminde yeni bir dönem başlatan bu buluş, sürekli değişen
ve gelişen yöntemlerle tüm dünyayı etkisi altına alacak olan
Sanayi
Devrimi’nin
başlangıcıydı.
Birinci
Sanayi Devrimi
Buharlı
makinanın bulunuşuyla başlayan ve Birinci
Sanayi Devrimi
adı verilen yeni dönem, yalnızca ekonomiyi ilgilendiren üretim
alanlarında değil, onunla birlikte hizmet, ulaşım ve enerji gibi
toplumsal yapıyı kapsayan tüm alanlarda köklü değişim ve
dönüşümlere neden oldu. Dönüşüm o denli etkiliydi ki, yeni
koşullara uyum gösteremeyen ekonomik ya da siyasal yapılar hızla
çözüldü. Kentsoyluluk, çıkarlarına uyum göstermeyen
engelleyici bağlardan kendisini kurtararak, uzun ve sancılı bir
dönemden sonra yeni bir toplumsal düzene ulaştı.
Makinalı Üretim
Makinalı
üretimin ilk önemli sonucu, el emeğine dayanan eski üretim
düzeninin yıkılmasıydı. Fabrikaların bol ve ucuz ürünlerine
karşı direnemeyen işletmeler teker teker ortadan kalktı ve
binlerce işçi çalıştıran sanayi işletmeleri ortaya çıktı.
Tarım alanlarında büyük kapitalist çiftlikler oluştu;
topraklarını ve dükkânlarını yitiren köylüler ve el
emekçileri, kitleler halinde kentlere göçtü. Bunlar kent
proleterleri olarak, işçi ve yedek işçi toplulukları oldular.
Sermaye
birikimini arttırarak güçlenen sanayi kentsoyluluğu;
beysoyluluğu, lonca ustalarını ve bunları temsil eden monarşiyi
yok ederek yönetimde tek güç durumuna geldi. Siyasal düzen,
yeni duruma uyum gösteren yeni yönetim yapıları ortaya çıkardı;
yasama, yürütme ve yargı alanlarında dizgeli dönüşümler
gerçekleştirildi.
Sanayi
devrimi, iç ilişkilerde olduğu kadar dış ilişkilerde de
kapsamlı politika değişikliğine yol açtı; sömürge ve
yarı-sömürgelerin önemi arttı. Üretim yoğunlaşmasının
zorunlu sonucu olarak, denizaşırı ülkelere mal satmak özel önem
kazandı; sömürgeler, tarım ve madencilik başta olmak üzere
yatırım alanları durumuna geldi.
Mal
yanında sermaye ihracının ortaya çıkması ve giderek
yoğunlaşması, sömürgeci ilişkilerin kapitalist
emperyalizme
dönüşmesine yol açtı. Dış pazar sorunu, çatışma eğilimi
yüksek,
uluslararası bir gerilim kaynağı durumuna gelerek, sanayileşen
büyük devletlerin gündemine kalıcı bir biçimde yerleşti.
Dünyanın her yerinden ülke
merkezlerine taşınan gelirler, büyük boyutlu bir sermaye birikimi
yarattı ve yeniden üretime dönen bu birikim, ona sahip olanları,
“sonsuz”
bir pazar gereksinimi içine sokarak, bugüne dek süren önemli bir
küresel etmen durumuna geldi.
İkinci
Sanayi Devrimi
Belçikalı
elektrikçi Zénobe
Gramme,
buharlı makinanın bulunmasından 95 yıl sonra 1869 yılında,
doğru akımla çalışan ve elektromanyetik makinaları geliştiren
toplacı
(kolektörü)
buldu; iki yıl sonra 1871’de de ilk üreteci'yi
(dinamoyu)
geliştirdi. Gramme’ın
doğru akım üreten makinayı bulması ve bu makinanın sanayi
üretiminde kullanılması, İkinci
Sanayi Devrimi
adı verilen yeni bir dönem başlattı.
Sanayi
sermayesinin olağanüstü güçlenmesine yol açan bu dönem, aynı
zamanda tekelci şirketlerin ortaya çıktığı ve pazar’a
egemen olduğu bir sürecin başlangıcıydı. Bu süreç,
bilgisayarlarla robotların üretimde kullanıldığı ve Üçüncü
Sanayi Devrimi
adı verilen son dönemi de içine alarak, bugün de sürmektedir.
Buluşların
Toplumsal Sonucu
Gramme
makinalarının sanayi üretiminde kullanılması, en az Watt’ın
buhar makinası kadar etkili olan sonuçlar doğurdu. 19.yüzyılda
başlayan Birinci
Sanayi Devrimi,
ekonomik liberalizme dayanarak burjuva demokratik açılımları
geliştirirken, İkinci Sanayi Devrimi yaşadığı dönemin
özelliğine uygun olarak, demokrasiyle çelişen tekelleşme
sürecine hız kazandırdı.
Teknolojinin
üretime daha yoğun olarak katılması, ona sahip olanlara büyük
bir üstünlük sağlıyordu. Bu üstünlüğü kullanan büyük
şirketler, benzerlerini ortadan kaldırarak kendi üretim
alanlarında herşeyi belirleyen güce ulaştılar.
Ürün
çeşitliliği ve üretimin niceliği olağanüstü arttı. Ancak;
fiyat belirleme, pazara
yön
verme ya da teknoloji yenileme gibi kritik konularda karar verme
yetkisi, tekelci şirketlerin etkisi altına girdi. Kâr oranları
artıyor ancak satılmayı bekleyen malların toplamı da artıyordu.
Tekeller
biriken malları kendi ülkelerinde tüketemiyor ve zorunlu olarak
dış pazar peşine düşerek birbirleriyle çatışıyordu.
Sanayi
Devriminin Kilometre Taşları
Buharlı
makina,
elektromanyetik
motor
ve bilgisayar,
Sanayi Devrimine yön veren köşe taşlarıdır. Bunlar tekil
olgular değil, birbirini tamamlayan felsefi, siyasi ve teknolojik
gelişmelerin ortak ürünleri ve geçmişten gelen bilimsel
birikimin sonuçlarıdır.
Sanayi
üretiminde devrim yaratan James
Watt
ve Zénobe
Gramme’ın
buluşları; Nikolaj
Kopernik
(1473-1543) ve Johannes
Kepler’in
gökbilimi (astronomi), İsaac
Newton (1642-1727)
ve Michael
Faraday’ın
(1791-1867) fiziği, Joseph
Lagrance
(1736-1813) ve Pierre
Laplace’ın
(1749-1827) matematiği, Robert
Boyle
(1627-1691) ve Antoine
Lavoisier’nin
(1743-1794) kimyası, Georges
Buffon
ve Charles
Darwin’in
(1809-1882) yaşam-bilimini (biyolojisini) içeren bilimsel birikim
olmasaydı ortaya çıkamazdı. Ayrıca, bu birikim yalnızca Watt
ve
Gramme’ı
değil, sonraki bilimsel gelişmeye yön veren James
Maxwel
(1831-1879), Dimitriy
Mendeleyev
(1834-1907), Ernst
Mach
(1838-1916), Niels
Bohr
(1885-1962), Karl
Planck
(1858-1947), Albert
Einstein
(1879-1955), Werner
Heisenberg’i
de (1901-1976) ortaya çıkarmıştır.
Sanayi Devriminin Altın Çağı; 19.Yüzyıl
Bilimsel
ve teknolojik gelişme, 17.yüzyıldan aldığı birikimi 19.yüzyılda
geliştirip daha kapsamlı hale getirerek, 20.yüzyıla aktardı.
19.yüzyıl teknik ilerlemenin altın çağıydı. İnsanlar
araştırıyor, buluyor ve bulduklarını uygulamaya sokarak büyük
paralar kazanıyordu. Patent bürolarına hergün binlerce buluş
getiriliyor ve ilk buluş belgeleri alınıyordu. 19.yüzyıldaki bu
canlılığın kuşkusuz bir nedeni vardı ve bilimle sınırlı
olmayan bu neden, doğrudan ekonomik ilişkilerin niteliğiyle
ilişkili bir gelişmeydi.
19.yüzyılda
geçerli olan liberal
ilişkilerin yarattığı serbest
ticaret
ortamında, aynı dalda üretim yapan şirketler rakipleriyle eşit
koşullarda yarışıyor ve bu yarış sonunda daha
gelişkini, daha iyiyi, daha ucuzu
elde edenler ayakta kalıyordu.
Bu
doğal bir süreçti. Yüzyıllık bu sürecin, birbirinin içinden
çıkan iki önemli sonucu oldu. Ayakta
kalmak
için yarışmak, yarışı kazanmak için güçlü olmak, güçlü
olmak için de teknolojiye sahip olmak gerekiyordu. Piyasada var
olmaya çalışan tüm şirketler teknoloji peşindeydi. Bu süreç,
bilimin kazanç kaygılarıyla bütünleşen bir teknolojik yarışın
emrine girmesine neden oldu. “Yarışa”
katılan şirketlerin çokluğu nedeniyle hızlı bir gelişme
yaşandı.
Liberalizmin
Sonu
Liberalizme
bağlı kalarak serbest rekabetin sonsuza dek sürmesi olanaklı
değildi. “Yarışta”
öne çıkanlar güçlenecek ve geride kalanları yutacaktı. Şirket
satın almalar ve batkılarla (iflaslarla) bu süreç, 19.yüzyıl
sonlarında hızlandı ve günümüze dek yoğunlaşarak sürdü.
Dünya
20.yüzyılla birlikte, her üretim dalında az sayıda büyük
şirketin egemen olduğu bir arenaya döndü ve liberalizmin yerini
emperyalizm aldı. Serbest rekabet döneminde yaratıcı ve devingen
niteliğiyle şirketlerin tümünü kapsayan teknoloji yarışı,
emperyalist dönemde tekellerin denetimi altına girerek, yalnızca
onların çıkarlarına hizmet eden bir niteliğe büründü. Burada
artık sözkonusu olan bilim değil, kâra
bağımlı, teknolojiye hizmet eden bilim’dir.
Bunun doğal sonucu elbette, insanlığın gelişimine yönelen
bilimden kopuş ve gericilikti.
Batı Aydınlanmasına Güç Verenler
18.ve
19.yüzyıl aydınlanmasının teknik ve doğa bilimleri başta olmak
üzere felsefe ve toplumbilim (sosyoloji) alanlarında sağladığı
gelişme, altı ana başlık altında toplanabilir. Etkileri 20.
yüzyılda da süren ve köklü dönüşümlere yol açan bu
gelişmeler şunlardır:
Elektroniğin
Bulunuşu
Thomas
Young
(1773-1829) ve Augustin
Fresnel’in
(1788-1827) ortaya attığı, James
Maxwell’in
geliştirdiği, ışığın elektromanyetik bir dalga olduğunun
matematiksel çözümyollarına (formüllere) dayanılarak
açıklanması. Bu buluş, doğal olayları bir bütünlüğe
götürerek bilimde yalınlık dönemini başlattı ve uzayda
aralıksızlık
(continuité)
kuramı’nı
kanıtladı.
Atomun
Bulunuşu
İsaac
Newton
ve Robert
Boyle’un
denediği, daha sonra John
Dalton
(1766-1844) Dimitri
Mendeleyev’in
(1834-1907) geliştirdiği; kimyasal elementlerin bir takım
atomlardan oluştuğunun bulunması. Bu buluş, kimyasal birleştirme
ve çözülmelerin ancak elementlerin atomlarını birbirinden
ayırarak ya da birleştirerek yapılabileceğini kanıtlayarak,
kimyada atom
kuramı’nı
oluşturdu.
Canlı
Hücrenin Bulunuşu
Bichat
(1771-1802) ve Johannes
Müller’in
(1801-1858) ileri sürdükleri, Theodor
Schwann
(1810-1882) ve Rudolf
Virchow’un
(1821-1902) kanıtladıkları; en karmaşık organizmalarda bile
gelişmenin
başlangıcının
canlı
hücre olduğu’nun
bulunması. Yaşamın, hastalığın ve ölümün irdelenmesini
sağlayan bu buluş, çağdaş yaşambilim (biyoloji) ve tıbbın
bilimsel temelini oluşturdu.
Enerjinin
Sakımı ve Dönüşümü İlkesi
Humphrey
Davy
(1778-1829) ile Robert
Mayer’in
(1814-1878) buldukları ve Herman
Helmholtz’un
(1821-1894) geliştirerek kuramsallaştıracağı; enerjinin
sakımı ve dönüşümü ilkesi’nin
bulunması.
Isıyla enerjinin birbirleriyle sıkı bir ilişki içinde olduğunu,
birbirine çevrilebileceğini ama asla yok olmayacağını, işin
ısıya, ısının kinetik enerjiye dönüştüğünü kanıtlayan bu
buluş, daha sonra termodinamiğin birinci yasası oldu ve sanayi
devrimine yön verdi.
Canlı
Evrimi ve Dönüşümcülüğün Bulunması
Temelini
Jean
Babtiste Lamarck’ın
(1774-1829) attığı Charles
Darwin’in
kuramsallaştırdığı, canlı
evrimi ve dönüşümcülüğün (transformisme)
bulunması. Taşılbilim (Paleontoloji), hayvanbilim (Zooloji) ve
insanbilimini (Antropolojiyi) bilim haline getiren bu buluş, tüm
canlı türlerinin, doğal bir evrimin ürünü olduğunu kanıtladı.
Diyalektik
ve Tarihi Materyalizmin Kuramsallaştırılması
Denis
Didero
(1713-1787), Paul
Holbach
(1723-1789), Claude
Helvetius
(1715-1771) ve Georg
Hegel’in
(1770-1831) ele alıp irdeledikleri diyalektik düşüncenin, Karl
Marx
tarafından Diyalektik
ve Tarihi
Materyalizm
adıyla kuramsallaştırılması. Toplumsal gelişimin, yaşambilimde
olduğu gibi, doğal yasaların nesnelliğine bağlı olduğunu ileri
süren bu kuram, geliştirdiği diyalektik
düşünceyi, bilimsel araştırmaların temel yöntemi durumuna
getirdi.
Batı
Avrupa’daki bilimsel ilerlemeyi besleyen ve 17.yüzyıl
aydınlanmasının birikimi üzerinde yükselen buluşlar, Avrupa
insanının yaşam koşullarını baştan aşağı değiştiren
sonuçlar ortaya çıkardı. Ekonomi, siyaset, din ve kültür
alanlarında, iki yüzyılda sağlanan gelişme olağanüstüydü ve
Batı toplumlarının gelişim gereksinimlerine tam olarak yanıt
veriyordu. Ekonomik ilişkiler, bilim ve tekniği bilim ve teknik,
düşünceyi geliştiriyor ve özellikle 19.yüzyılın ortasından
sonra, bilimde uzmanlık çağı başlıyordu.
Günümüz
ve “Uzmanlaşma”
Olumlu-olumsuz
sonuçlarıyla bugüne dek gelen uzmanlaşma,
inceleme alanını daraltarak araştırmacıları konularında
yetkinleştirdi. Ancak, bu durum bilim adamlarını, iyice daralmış
olan kendi uzmanlık alanları dışında “birşey
bilmeyen”
teknik araştırmacılar durumuna getiriyor; onları yaşamın tümünü
ele alan bir anlayıştan, yani bilgelikten (felsefeden)
uzaklaştırıyordu.
“İyi”
eğitim alan bir araştırmacı, bugün örneğin biyoteknoloji ya da
robot imalatı gibi yüksek teknoloji alanlarının alt birimlerinde,
konunun en ileri uzmanı durumuna gelebiliyor ancak doğayı ve dünyayı
tanımıyor. Bu durum, kapitalizmin
ilk dönemlerindeki el işçiliği yapan zanaatçıların bir araya
toplanarak onlara manüfaktür
(fabrika imalatının parçalara bölünmesi) üretim yaptırılmasına
benziyordu. “Bütünün”
bir parçasını üreten işçi, parça üretiminde ustalaşıyor
ancak “bütün”
hakkında bilgi sahibi olmuyordu.
20.yüzyıl
uzmanlaşmasında, tekellerin ücretli elemanları konumundaki
“bilim”
adamları, iyice daralmış olan araştırma alanlarında ne denli
başarılı olurlarsa olsunlar; üretilen ürünün ne işe
yaradığını, nerede ve nasıl kullanılacağını, insanlığın
yararına mı zararına mı olduğunu düşünmüyor. Onlar artık,
kendilerinden istenileni yerine getiren ücretli
elemanlar,
yaşamın derinliğini kavramayan bilimden uzak teknisyenlerdir.
Felsefenin
Önemi
Günümüzdeki
olumsuz biçim, uzmanlaşma’nın
yararlarının gözden kaçırılması ya da yadsınması yanlışına
yol açmamalıdır. Konunun can alıcı noktası, uzmanlaşma’nın
olup olmaması değil, nasıl ve ne biçimde olmasıdır. Bilim
adamı, kendi konusundan ayrı olarak bilgelik başta olmak üzere
geniş bir kültür birikimine sahip olmalıdır.
18.yüzyıl
aydınlanmacılarının hemen tümü, yeterli ya da yetersiz
böyleydiler. O dönemde bilim ve felsefe birlikte
ele alınıyor ve bu tutum, düşünsel özgürlüğün yaratıcısı
oluyordu. Ancak günümüzde, bilimle felsefe neredeyse birbirine
karşıt iki ayrı alan olarak görülüyor
ve felsefe, yalnızca bilim dünyasından değil, genel eğitimden de
çıkarılıyor. Uzmanlaşmış kimi “bilim”
adamları, felsefeyi gereksiz bulmakla kalmıyor, daha ileri giderek,
onun yararı olmayan bir “düş”
olduğunu söylüyor.
Bilimle
Felsefenin Kopuşu
Bilimle
felsefe arasındaki kopuş, ağırlıklı olarak 20.yüzyılda
yaşanan bir olgudur ancak bu kopuş 19.yüzyılın ikinci yarısında
başlamıştır. Karl
Marx’ın
diyalektik
tarihi meteryalizmi
dizgeleştirerek kentsoylu
sınıfının
dünya görüşüne karşıt bir felsefe geliştirmesi ve bu
felsefenin etkili olması, üretim tekniklerinin uzmanlaşmayı
zorlamasıyla birleşince felsefeden kopuş hızlanmıştır.
Özellikle
büyük tekelci kümelerin durumuna gelen kentsoylu
sınıfı içinde gelişen bu eğilim, doğal olarak düşünsel
tutuculuğun yayılmasına neden oldu. Bir zamanlar,
eşitlik-özgürlük-kardeşlik
isteyen devrimciler olarak ortaya çıkan kentsoylular;
Fransız Devrimi’nin
“coşkulu”
savunuculuğundan Hitler’in
kitap
yakma programlarına dek uzanan süreç sonunda, kaba ve ilkel
gericiler haline geldiler.
Burjuva
devrimi, aradan henüz yüzyıl bile geçmeden “devrimci
ateşini”
yitirmiş ve çok ayrımlı şeyler söylemeye başlamıştı. Ünlü
kentsoylu devrimcisi Camille
Desmoulins,
18.yüzyıl sonlarında Fransız Devrimi için, “Bu
uğurlu devrim, bu yeniden canlanma tamamlanacaktır. Hiçbir güç
ona engel olamaz. Felsefenin, özgürlüğün ve vatanseverliğin
etkisi bizi yenilmez kılmaktadır”
derken; bir başka kentsoylu
temsilcisi M.Thiers,
19.yüzyılın ikinci yarısında şunları söyleyebiliyordu:
“Ah! Eskisi gibi olsa, eğitimden hep rahipler sorumlu olsa ve
insana tiksinti veren şu laik öğretmenler yerine onlar ders verse.
Zenginin elindeki fazla serveti alarak, eşitliği savunan felsefeyi
değil, insanlara bu dünyaya acı çekmek için geldiklerini
öğreten, iyi felsefeyi istiyorum.”1
DİPNOTLAR
- “Felsefenin Temel İlkeleri” Georges Politzer, Sol Yay., 3.Bas. 1971, sf. 20-21
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder