14 Nisan 2014 Pazartesi

BİLİMDE DOĞU BATI AYRIMI VE TÜRKLER



Bilgisizliğin, geçmişten ve gerçeklerden kopmanın yol açtığı özgüven yoksunluğu, Doğu insanının kesin olarak aşması gereken önemli bir sorundur. Bu sorun ancak geçmişin bilinmesiyle aşılabilir. Nereden, nasıl, neler yaparak geldiğimiz, kim olduğumuz bilinmezse; yalnızca geçmişimizi değil, geleceğimize yön verecek olan bugünü de anlayamayız. Geçmişimiz incelendikçe yalnızca “sonsuz” bir tarihle değil, güncele yön verecek büyük bir kültürle karşılaşılacaktır. İnsanı temel alan ve toplumsal dayanışmayı yaşatan bu yüksek kültür, ona sahip olanlar için tükenmez bir özgüven kaynağıdır.



Evrensel Bilim

8.yüzyılla 14.yüzyıl arasında bilimde yaşanan sıradışı dönem, yalnızca Doğu ya da onun etkisiyle gelişecek olan Batı bilimine değil, tüm dünya bilimine katkı sağlayan evrensel bir yükseliştir. Bu yükseliş, Türkistan, İran ve Arap ülkeleri ya da Türkiye’nin bugünkü bilim düzeyiyle, açık biçimde çelişmektedir.
Bugün yeniden yükselişe geçse de Doğu uzun süre geri kalmıştır. Bu durum, geçmişi ve gerçekleri bilmeyenler için, her zaman var olan ve her zaman var olacak bir yazgı gibi görülebilir. Bilgisizliğin ve bilinçsizliğin yaratacağı özgüven yoksunluğu; biz adam olmayız, bilim ve uygarlık Batıdadır, uygar olmak için Batı gibi olmalıyız, ona benzemeliyiz türünde propagandaları etkili kılmakta ve bu etki, Doğu insanı üzerinde düşünsel bir baskı oluşturmaktadır.
Geri kalmışlığın yarattığı edilgenlik, bugünü değişmez gören eğilimlerin artmasına yol açarken; geçmişi bilmemek, bu olumsuz süreci hızlandırmaktadır. Ortaya çıkan ve önlem alınmazsa sürecek gibi görünen özgüven sorunu, bu nedenle aşılmak zorundadır; özgüvensizlik geri kalmışlığı, geri kalmışlık bilinçsizliği doğurmaktadır.

Tarihi Kavramak

Önceden gelen, sonrayı belirleyen ve sonsuz bir akış içinde sürekli değişen olaylar, oluşturduğu tarih içinde her türlü değişime açık bir süreçler bütünüdür. Bugün geri olan yarın ileri olabilir, ya da güçlü’yle güçsüz yer değiştirebilir.
Doğu, uzun bir süre, bilimde açık arayla öndeydi, bugün geri kalmış durumdadır; yarın ayrımlı bir düzlemde, ayrımlı önceliklerle yeniden öne geçebilir. Bunun ön belirtileri ortaya çıkmaya başlamıştır. Asıl olan; doğaya ve yaşama uygunluk, tarihi bütünüyle kavramak ve bilinçle davranıp gereğini yapmaktır.

Bilimin Niteliği

Bilimde öncülüğün Doğudan Batıya geçmesi ve üstünlüğün teknolojik saldırganlığa dönüşerek sürmesi, herşeyden önce bir insanlık sorunudur. Bu sorunu yaratan Batı, doğaya ve insana yabancılaşmıştır; bu nedenle, bugünkü konumuyla uzun süre ayakta kalabilmesi olanaksızdır.
Çözülmeyi önleyen şiddet teknolojiye, teknoloji de bilim’e dayandırılmıştır. Bu bilim artık, bilim olmayan bir bilimdir; ağırlıklı olarak baskı ve şiddetin aracıdır.
Doğu, hiçbir dönemde bilimi, şiddetin ve sömürünün aracı olarak kullanmadı; insana hizmeti, gelişkinliği ve ilerlemeyi amaç bildi. Bugün, teknolojik üstünlükle, tüm değerleri baskı altına alınmış olmasına karşın Doğu; insancı ve uygarlaşmacı niteliğini gizil (potansiyel) bir güç olarak kendi içinde bugün de yaşatmaktadır. Binlerce yılda oluşan köklü kültürüyle, insana ve doğaya yabancılaşmadığı için, yeniden uygarlığın merkezi olması kaçınılmazdır. Bunun için önemli olan, tarih için çok küçük bir zaman dilimi olan birkaç yüzyıllık yoksulluk dönemi değil, tarihsel olgunluk ve niteliktir.


Geçmişi Bilmeyenin Geleceği Olamaz


Doğu aydınlanması ve onu yaratan bilim adamlarını bilmeli ve tarihsel köklerimiz olarak onları sahiplenmeliyiz. Geçmişi bilmeyenin, geleceği olamaz. Dünyaya beş yüz yıllık, göz kamaştıran bir aydınlık dönem yaşatan bu insanlar, bizim geçmişimizdir. Bu topraklarda yaşadılar. Dinleri, dilleri, etnik yapıları, gelenek ve görenekleri bizim gibiydi. Bizlerden ayrımları bağımsızlık ve özgürlüklerine düşkünlükleriydi, onu kıskançlıkla koruyorlardı. Batının sömürgen baskısı onları, bilinçsizliğin ve bağımlılığın tutsaklığına sürüklememişti.
Bilgisizliğin, geçmişten ve gerçeklerden kopmanın yol açtığı özgüven yoksunluğu, Doğu insanının kesin olarak aşması gereken önemli bir sorundur. Bu sorun ancak geçmişin bilinmesiyle aşılabilir. Nereden, nasıl, neler yaparak geldiğimiz, kim olduğumuz bilinmezse; yalnızca geçmişimizi değil, geleceğimize yön verecek olan bugünü de anlayamayız. Geçmişimiz incelendikçe yalnızca “sonsuz” bir tarihle değil, güncele yön verecek büyük bir kültürle karşılaşılacaktır. İnsanı temel alan ve toplumsal dayanışmayı yaşatan bu yüksek kültür, ona sahip olanlar için tükenmez bir özgüven kaynağıdır.

Batının Tutumu

Batı aydınlanması’nın büyük düşünürü olarak tanıtılan Hegel’in, “Doğuya özgü her düşünce felsefeden silinip atılmalıdır” sözü hiçbir zaman unutulmamalıdır. Doğu düşüncesi felsefeden atılacak olsa, ortada Batıdaki dahil felsefe diye bir şey kalmaz. Bunu olasıdır ki Hegel de bilmekte, yine de bu tür sözler söyleyebilmektedir.
Batının Doğuya bakışını yansıtan bir örnek olan Hegel’in söylemi, gerçeklerle ve bilimle ilgisi olmayan ırkçı bir anlayışı temsil eder. Üstelik Hegel ve adına konuştuğu Batı, yalnızca felsefeyi değil, bilimin her türünü Doğudan öğrenmiştir. Gerçek böyleyken; Doğuda, örneğin Türkiye’de, ne yazık ki pek çok Batı ve Hegel hayranı vardır.

İki Çadır Üç At”

Doğu bilimine Batıdan yönelen yadsıma, doğuluların tümünü ilgilendiren bir sorundur ancak bu sorun Türkler’i iki kez ilgilendirmektedir. Doğunun her düşüncesini felsefeden atan anlayış; Türkler’e, felsefeden attığı Doğu düşüncesinde bile yer vermez. Bu anlayışa göre; “iki çadır üç atla” ordan oraya göçen “okuma-yazma, kitap-kalem bilmez cahil” Türkler’in bilim bir yana, “tarih içinde bile” yerleri yoktur; “1071’de, uygar dünyaya sızan” bu “barbarlar”, “ait oldukları yere, Orta Asya’ya gönderilmelidir”. Türklerin, “uygarlık içinde ele alınabilecek bir kültürleri yoktur”, “kültür yaratmak için ulus olmak gerekir, Türkler hiçbir zaman ulus olamamıştır.”
Batıda binlerce yıl işlenen ve bugün de işlenmekte olan Türk imgesi budur. Oysa Türk bilim adamları, Doğu aydınlanması’nın önde gelen yaratıcıları olmuşlar ve batılıların Arap bilimi adını verdiği bu aydınlanma’ya yön vermişlerdir. Örneğin İbn Haldun, Araplar’ın genellikle “uygarlıktan yoksunluğu” temsil ettiklerini, bütün milletler içinde “sanata en az yatkın millet” olduklarını söylemiş; buna karşın Türkler’in hem “savaş tekniklerinde” hem “sanat alanında” hem de “bilimde ve bilime değer vermede” “takdire değer” olduklarını ileri sürmüştür.1

Türklerin Durumu

Bilime ve gerçeklere her şeyden çok önem veren İbn Haldun’un, Türkler’i “sanat alanında ve bilime değer vermede” övgüye değer bulması, yalnızca büyük bir bilim adamının kişisel bir değerlendirmesi değil, nesnel bir saptamadır. Saptamaya neden olan gerçeklik ise, Doğu aydınlanması’nı ve ona temel oluşturan düşünceyi büyük oranda Türk bilim adamlarının başlatmış ve geliştirmiş olmasıdır.
Ordusu ve devlet kadroları içinde Türkler’in etkin olduğu Abbasiler döneminde ortaya çıkan düşünce varsıllığı, kendiliğinden ortaya çıkan bir olgu değildi. Doğu aydınlanması’nda önemli bir yeri olan bu varsıllık, Basra’da ortaya çıkmıştı. Hz.Ömer döneminde kurulmuş olan bu yeni kente, Türk illerinden bilim ve sanatla uğraşan ikibin genç aydın gelmiş ve Basra’daki “düşünce patlamasını” bunlar yaratmıştı. Doğu aydınlanması’na beşyüz yıl yön veren ve inancı akılla birleştirerek yazgıcılığı reddeden Mutezile felsefesi, “Türk illerinden” getirilen bu “aydınlar” tarafından yaratılmıştı.2

Tarihsel Sorumluluk

Doğu aydınlanması’nda yer alan Türk düşünürlerin sayı ve niteliği, özgür düşünceye yaptıkları öncülük, dünya bilimine katkıları ve ürettikleri yapıtlar; ancak ve elbette, geçmişten gelen büyük bir bilimsel birikimin ve kültürün ürünleri olabilirdi. Çok eskiden beri, dünya bilimine yön verenler ve bilim dünyasının en tepesinde yer alanlar onlardır.
Batılıların, “Millet bile olmadığı” nı ileri sürdüğü Türklerin, bilim adamı, üstelik bu düzeyde bilim adamı yetiştirmesini kabul etmek Batı için olanaksızdı. Böyle bir kabul, “binbir emekle” yarattıkları tarihsel kurgunun çökmesi demekti.
Bunu önlemek, yani yanlışa dayalı tarih anlayışını sürdürmek için, bilim adamlarımızın etnik kimlikleriyle oynadılar; onları Arap ya da İranlı yaptılar ya da hiçbir şey yapmayıp kimliksizleştirdiler. Türk bilim adamlarını “kökeni belirsizler” içine aldılar, adlarını yok saydılar, onlara Latince adlar taktılar. Buluşlarını ve düşüncelerini çaldılar, kaynak göstermeden kitaplarında kullandılar...
Doğu-Batı ilişkileri sorununun, Türkler’i başka doğululardan ayrımlı olarak, iki kez ilgilendiriyor olmasının nedeni, etik dışı bu girişimlerin hala süren etkisidir. Bu etki kırılmalıdır. Bunu başarmak, Türkler’in yalnızca kendi tarihlerine karşı değil, evrensel bilime karşı olan görevleridir.

DİPNOTLAR

  1. Arap Milliyetçiliği ve Türkler”Prof.İlhan Arsel, Ank.Üniv., Hukuk Fak. Yay., 1973, sf.59
  2. Türkler’in Dini” Prof. Fuat Bozkurt Cem Yay., 1995, sf.187-188

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder