9.yüzyıldan
başlayarak 14.yüzyıla dek süren beşyüz yıl içinde; Güneybatı
Asya,
İran, Mezopotamya, Anadolu ve Müslüman egemenliğindeki
İspanya’da, sıradışı uygarlık gelişimi ve bir aydınlanma
yaşandı. İslam yayılmasına denk düşen bu uzun dönem içinde,
Antik
Çağ
yapıtları incelendi, eleştirildi, geliştirildi ve yalnızca Antik
Çağ’ı
değil, kendi dönemini de aşan görkemli bir bilimsel gelişme
yaratıldı. Ön Asya’nın büyük-küçük kentleri; okullar,
kütüphaneler, basımevleri, kağıt hamuru atölyeleri, çeviri
merkezleri ve buraları boş bırakmayan insanlarla doldu. Uyanış o
denli kapsamlı ve yaygındı ki, tarihi bilenler bile bu uyanışın
nedenlerini açıklamada zorlandılar. Dünyanın büyük bölümü
özellikle Avrupa, Orta
Çağ
karanlığını yaşarken, Bağdat’ın ya da Semerkant’ın
sokakları, birkaç dil bilen, “öğrenmek
için yapmayacağı şey olmayan”
insanlarla dolup taşıyordu.
İbn
Sina
İbn
Sina
(980-1037) İslam düşüncesinde, Farabi’den
sonra en yetkin düşünür olarak kabul edilir. Batılılar,
Avicenna
adını takarak ona da büyük önem vermişler ve yapıtlarını
okullarında okutmuşlardır. Biruni’yle
aynı zamanda ve aynı topraklarda yetişmiş, ilk Müslüman Türk
Devleti olan Samanoğulları
egemenliğindeki Türkistan’da, Buhara
yakınlarındaki Afşar’da doğmuştu.
Yetiştiği
Ortam
Onsekiz
yaşına dek, baba evinin kültürlü ortamında yetişti ve bilim
adamlarının uğrak yeri olan bu evde, birçok ünlü bilginle
tanıştı. Ondört yaşına geldiğinde, bilgi yönünden hocalarını
geride bırakmıştı. On altı yaşında, yanında hekimler
çalışıyordu. Bu yaşlarda Harizm’e
giderek kendinden yedi yaş büyük olan Biruni’yle
uzun görüşmeler, düşünce alışverişi yaptı. Türk aileden
gelip, tümüyle Türk olan bu çevrede yetişmesine karşın,
Batılılar onu da Türk saymadılar. Ancak, onun öbürlerinden
ayrımlı olarak Arap değil İranlı olduğunu söylediler.
Dönemindeki
bilim adamları gibi, çalışmalarını geniş bir alana yaydı ve
felsefe, mantık, tıp, fizik, geometri, gökbilim, matematik, müzik
dallarında araştırma ve incelemeler yaptı. Ancak, özellikle
felsefe, mantık ve tıp alanında kendinden sonrasına yön veren
yüksek bir yetkinliğe ulaştı. Antik Çağ felsefesini, Farabi
yorumlarından yola çıkarak inceledi. Felsefeye Aristo
ve Farabi
gibi mantık’la
başlıyor ancak Aristo
mantığını aşıyordu; öyle ki Gorvhan
gibi kimi bilim tarihçileri, çağdaş mantığı, Aristo’dan
değil, İbn
Sina’dan
başlatırlar.
Felsefi
Düzey
İbn
Sina,
çağı için sıradışı bir ileri görüşle, özdeğin
(maddenin)
kendi iç güçlerine bağlı olarak değişime uğradığını
savunmuş, Aristo’nun
ünlü ilk
devinim ettirici güç
anlayışını saf dışı bırakmıştır. Çağdaş felsefenin
özgüç
(otodinamizm)
olarak tanımladığı değişim kavramını, Arapça al
kuvvet al-nefsîye
sözcüğüyle ve Marks’ten
sekiz yüz yıl önce açıklamıştır. Atomların
sonsuza dek bölünebileceğini
söylemesi, cansız
doğadan canlı doğaya (bitkilerden hayvanlara hayvanlardan
insanlara) derece derece geçildiğini
ileri sürmesi dâhice çıkışlardır.1
Tıp
ve İbn Sina
İbn
Sina
150’den fazla kitap yazmış ancak bunların tümü günümüze
ulaşamamıştır. Kitaplarından kapsamlı bir felsefe-bilim
ansiklopedisi olan el-Kanun
ile
tıp tarihinin en ünlü kitapları arasında yer alan Kitabü’s
Şifa,
Avrupa’da uzun yıllar ders kitabı olarak okutulmuş ve altıyüz
yıl boyunca tıp çevrelerinde etkili olmuştur.2
Zekeriya
el-Razi’nin
yapıtları en iyi klinik
yapıtlar
olarak okutulurken, İbn
Sina’nın
Kanun’u,
kuramsal öğreticiliğiyle önem kazanıyordu. Vücuttaki sıvı
dengeleri, menenjit, ateşli döküntüler gibi hastalıklar için
geliştirdiği tedavi yöntemleri, dengeli beslenmenin önemi ve
ilacın dengeli kullanımı konularında geliştirdiği görüşler,
son derece ileri bilimsel düzeye ve özgünlüğe sahipti.3
Kemiklerin
de diğer dokular gibi yangılanacağını (iltihaplanacağını)
ileri sürmüş ve kendisinden önceki hekimlerin bu konudaki
yanılgısını “onlar,
beyin gibi gevşek dokuların ve kemik gibi katıların
yangılanmadığını
söylerler, bu doğru değildir”
sözleriyle dile getirmiştir. Beyin
zarı
yangısını
bularak, beyin
ve
omurilik menenjitiyle tali menenjitin ayrılığını ortaya koyan
ve bu hastalıklara tanı koymak için, “daha
iyisine günümüzde bile ulaşılamayan mükemmel tarifler”
verdi.6
İran
humması
adını verdiği bulaşıcı Şarbon
(karakabarcık)
hastalığını, sarılık’a
yol açan hastalıkları ve deri altına yerleşen ginea
(medine kurdu)
asalağını (parazitini) ilk kez açık ve net olarak tanımladı;
Karaciğer
absesi
ve peritonit
için tanı yöntemleri geliştirdi; bağırsak
ve böbrek
kolitlerinin
belirtilerini birbirinden ayırdı; yüz felcinin iç ve dış
nedenlerini ortaya koydu.5
Bilimsel
Genişlik
Sundhof’un,
“tıp
tarihine bütün çağlarda eşi olmayan kusursuz yapıtlar”
bıraktığını söylediği İbn
Sina,
tıptan başka pek çok dalda değerli yapıtlar üretti. Dilbilim
alanında en ünlü Arapça uzmanlarını bile şaşırtan, Arabın
Lisanı (Lisanü’l Arab)
adlı kitabının ilginç bir öyküsü vardır. İsfahan’da,
Arapça dilbilgisindeki yetersizliği ileri sürülerek eleştirilmesi
üzerine, üç yıl uğraşarak Arapça’nın tüm inceliklerini
ortaya koyduğu bu kitap6,
Arapça’ya yapılan büyük bir katkı ve değeri ölçülemeyecek
bir armağandı.
Bilimin
hemen her dalında, inceleme ve araştırma yapan, yeni buluşlar
geliştiren İbn
Sina’nın
başarısını, kimi bilim tarihçileri fazla
büyük
bulur ve bu büyüklüğün
bilimsel gelişmeye “durgunluk”
getirdiğini düşünürler. Söylenen şudur: “İbn
Sina herşeyi, o denli açık ve kanıtlı olarak ortaya koymuştur
ki bir süre için, sanki yeniden araştırma gereksinimi yokmuş
gibi bir duygu yaratmış, düşünsel çalışmalara bir durgunluk
getirmiştir.”7
“Avrupa’yı
Etkileyen Düşünür”; İbn Rüşt
“Avrupa’yı
en çok etkileyen İslam düşünürü”
diye tanımlanan ve Bernard
Russel’in
(1872-1970) “Doğudan
çok Batı felsefesi için önemlidir”
dediği Arap düşünürü İbn
Rüşd
(1128-1198), İspanya’da Kurtuba
kentinde doğdu. Fıkıhçı
(bir şeyi gereğince iyi anlayıp bilme ve bu tutumun İslam
hukukuna uygulanışı) bir aileden geliyordu, babası Kurtuba
Camisi’nin
imamıydı. Fıkıh
konusundaki geniş bilgisine ek olarak, hadis ve tıp öğrenimi de
almıştı.
Batılıların
Averroes
adını verdiği İbn
Rüşt,
dönemin bilim geleneğine uyarak birçok bilim dalında araştırma
yaptı, kitap yazdı ve kuram geliştirdi. Ancak, gerçek ününü
Farabi’den
etkilendiği din-felsefe ilişkisi üzerindeki görüşleriyle
sağladı.
Çok
bilgili ve aydın bir kişiydi. Yapıtları Latinceye çevrildiğinde,
Avrupa’nın bilim çevrelerinde hayranlık ve coşkuyla karşılandı.
Görüşlerinden geniş biçimde etkilenen dönemin özgür
düşünceli
Avrupalıları, Aristo’yu
onun yorumlarından öğrendiler. Felsefe İbn
Rüştçülük (averoizm)
adıyla yeni bir öğreti haline getirildi ve Batıda bu öğretiye
bağlı yüzlerce bilgin yetişti. İtalya’daki Padua
Okulu,
14.yüzyıldan 16.yüzyıla dek iki yüzyıl, İbn
Rüşdçü (Averoist)
felsefe eğitimi verdi.
Özdeksel
(Maddeci) Uyanış
İbn
Rüşd’ün
görüşleri, Batıyı aydınlanmaya götürecek düşünsel uyanış
üzerinde büyük etki yaptı. Hançerlioğlu’nun
söylemiyle, “David
Home İmmanuel Kant’ı nasıl metafizik uykusundan uyandırdıysa;
İbn Rüşd, Batı Avrupa’nın tümünü, metafizik uykudan öyle
uyandırdı.”8
Ancak
Avrupalı aydınlar bu “uyanış”
için ağır bir bedel ödediler. Kilise Rüşd’ün
görüşlerini “Hıristiyanlığa
aykırı bularak”
yasakladı; kitaplarını okuyanlar ağır cezalara çarptırıldı.
Tutuklanma ve sürgün edilme yanında, yakılarak öldürülmeler
gündeme geldi. Ancak, öğrenme ve bilgilenme isteği durdurulamadı.
Rüşdçülüğün Avrupa’daki en verimli ürünü, ünlü İngiliz
düşünürü Roger
Bacon
(1214-1294) oldu. Birçok bilim tarihçisi için İbn
Rüşd,
“Avrupa
rönesansını beyinlerde başlatan kişi”ydi.9
İbn
Rüşd,
el-Kindi
ve Farabi’nin
başlatıp geliştirdiği: bilimle dinin uzlaştırılması tutumunu
sürdürdü. Aristo
ve
Platon’un
siyasi felsefesini incelemiş, devlet anlayışını yeni ve çağcıl
bir yaklaşımla yeniden yorumlamıştı. İslam devletinin
yapılanması konusunda geliştirdiği görüşlerinde, Platon’un
diyalektik yorumlarını uzaklama
(masal)
ve
söylencelerden
(efsanelerden)
arındırdı. Bu arındırmadan sonra, “Platon’un
ideal devlet düşüncesiyle İslam’ın yönetim anlayışı
arasında büyük bir benzerlik”
olduğunu söyledi. Farabi
gibi o da, Platon’daki
yönetici
kral
yerine İslam’daki imam’ı
(devlet
başkanı) koyuyor
ancak ideal
hükümdar’ın, aynı zamanda dini önder olması gerektiği
sorusuna olumlu yanıt vermiyordu.
Bilim ve Dinin Ayrı Tutulması
İbn
Rüşd,
din ve devlet işlerinin birbirine karıştırılmaması gerektiğini
ileri sürdü ve dini temsil edebilecek insanların
ancak peygamberler olabileceğini söyledi. İçten bir Müslümandı,
bu nedenle söylemine uygun davrandı ve “Müslümanlığı
gerçek anlamda Hz.Muhammed’den başka hiçbir kimsenin temsil
edemeyeceğini”
ileri sürdü. Kimi İslam düşünürünün, peygamberliği yalnızca
inanç
(sudur)
yoluyla açıklamasını yadsıdı. Ona göre, “inanç
ve inanca dayalı bilgi, bilimin süzgecinden geçmeli, inanç ve
akıl kendi alanlarında bağımsız kalmalıydı.”10
İbn
Rüşd,
din duygusunun; “bir
takım mantıksal önermelere ve dogmatik dizgelere”
bağlı olmayan, bilimden tümüyle ayrı, “kişisel
ve içsel bir güç”
olduğunu söylüyordu. Ona göre, bilim
ve din
birbirine karıştırılmamalı,
kendi
alanlarında
serbest bırakılmalıydı. Bu yapılmadığında, “aralarına
yalancı bir düşmanlık girecek”
ve her ikisinin de zararına yol açacak bu durum; “hem
bilimin hem de dinin içine, zorla uydurma bilgilerin”
sokulmasına neden olacaktı.11
Sonsuz
Devinim ve Evrim
İbn
Rüşd
felsefesi, Batının kimi çevrelerinde bugün bile tepki çekecek
denli ileri görüşler içerir. Doğa ve toplum yasalarını
açıklarken eriştiği düşünsel olgunluk, çok yüksektir.
Değişim
ona göre, kaçınılması
olanaksız zorunlu bir evrimdir.
Temelinde sürekli bir devinimin olduğu bu evrim, “ilksiz
ve sonsuz bir süreçtir;
her
devinimin nedeni kendinden önceki bir başka devinimdir;
devinim
olmazsa zaman da olmaz.
Sonsuz
olan değişimdir,
bir
başlangıcın ya da sonun olduğu düşünülemez,
yokluk
diye bir şey yoktur,
nedeni
olan herşey aynı zamanda zorunluluktur.”12
İbn
Rüşd’ü Susturmak
İbn
Rüşd’ün
düşünce genişliği, daha çok kendisinden sonraki dönemlerde,
yalnızca Katolik kilisesini değil, kimi halife ve sultanları da
rahatsız etmiş ve onları Rüşd’ün
düşüncelerine karşı önlem almaya itmiştir. Örneğin Fas
hükümdarı onu Kurtuba’dan
sürmüş ve nesnel bilim dışında kalan tüm kitaplarını
yaktırmıştır.
Doğu
biliminde tutucu düşünürlerin temsilcisi konumundaki Gazali’nin
(1058-1111) önemli yapıtlarından Tuhvet-ül-felasife’ye
karşı yazdığı, Tehafet-üttehafet-ül-felasiye
kitabı, yalnızca kendi döneminde değil, sonraki dönemlerde de
çok etkili olmuş, özellikle Sunni
bilim adamları bu yapıtı çürütmek için özel çaba
harcamışlardır. Örneğin Fatih
Sultan Mehmet,
dönemin bilginlerinden Bursalı Hocazade’den
İbn
Rüşd’ün
görüşlerini çürütecek bir kitap yazmasını istemiş ve
Tuhafetül
Felasife’nin
15.yüzyıl uyarlaması böyle ortaya çıkmıştı.13
Van
Riswik’in Yakılması
Fatih’in
düşünceye düşünceyle yanıt veren davranışına karşın,
Hıristiyan yönetici ve din adamları, İbn
Rüşd
düşüncesine karşı ceza uygulamada kendilerine bir sınır
koymuyordu. Paris Kent Meclisi, 1210 yılında aldığı bir kararla,
İbn
Rüşd’ün
yapıtlarının çeviri ve basımını yasakladı. Uriel
d’Acosta
ve Hermann
Van Riswik
adlı iki düşünür, “İbn-Rüşd’ün
yapıtlarını inceledikleri için”
ateşte yakıldılar. 1512’de yakılan Riswik
yanarken şöyle haykırıyordu: “Ben
onunla aydınlığa kavuştum; önceleri körken onun erdemlerini
tanıdıktan sonra gerçeğin ışığını gördüm.”14
Düşünceleri
nedeniyle öldürülen Van
Riswik,
Doğulu bir bilim adamı için bunları söylemesine karşın,
yaklaşık 250 yıl sonra, “Batı
aydınlanması”nın etkili isimlerinden Friedrich
Hegel
(1770-1831), Doğu düşüncesi için şunları söylüyordu:
“Özbilinç
ancak Batıda özgürleşir. Doğulular, insanın insan olduğu için
özgür olduğunu bilmezler. Bu nedenle, Doğuya özgü herşey
felsefeden silinip atılmalıdır.”15
Çağını
Aşan Büyük Düşünür: İbn Haldun
El-Kindi
ve Farabi
ile başlayan Doğu aydınlanması, 14.yüzyılda İbn
Haldun
(1332-1406) gibi bir dahi düşünür daha çıkardıktan sonra
gerilemeye başladı. Haldun,
döneminden o denli ilerdeydi ki, yapıtlarının gerçek değerini,
Kahire’deki öğrencilerinden ve onu değerlendirebilecek bilim
adamlarından başkası, o dönemde anlayamadı.
Daha
sonra özellikle 19. ve 20.yüzyılda, gelişen bilimin ışığında
onu inceleyenler, karşılaştıkları bilimsel derinlik karşısında
donup kaldılar. İncelenen yapıtlar, sanki 14. yüzyılda bir tek
bilim adamı tarafından değil de, 19.yüzyıl Batı Avrupası’nda
en yetkin bilim adamlarından oluşan bir kurul tarafından
üretilmişti.
Acılı
Yaşam
İbn
Haldun,
Tunus’ta ileri gelen Berberi
bir ailenin çocuğuydu. Toplumbilim, tarih, ekonomi, doğa ve toplum
gelişimi üzerine oturttuğu yapıtları, gerçekten göz
kamaştırıcı ve çok görkemliydi. Farabi’den
İbn
Rüşd’e
uzanan büyük birikimin üst düzey ürünüydü ve kuşkusuz kolay
yaratılmamıştı. Sürekli okuma, tükenmez bir öğrenme tutkusu,
yorulma bilmez araştırma gücü ve dayanç (sabır), İbn
Haldun’un
belirgin özellikleriydi.
Acılarla
dolu çalkantılı yaşamında, her koşulda, en üzüntülü
anlarında bile tutumunu değiştirmemiş, çalışmalarını aynı
istenç ve kararlılıkla sürdürmüştü. Memluk Sultanı el-Melik
Zahir Berkük,
onu koruması altına alıp Kahire’ye getirdiğinde, peşi sıra
Tunus’tan Mısır’a gelmekte olan ve çok bağlı olduğu
ailesinin tümünü bir deniz kazasında yitirmiş ancak
medreselerdeki derslerine, kütüphanelerdeki çalışmalarına hiç
ara vermemişti.16
Horaklitos’tan
İbn Haldun’a
18.yüzyıldan
başlayarak günümüze dek büyük bir beğeniyle okunan ve hala
incelenen, Mukaddime
adlı yapıtı; siyasi, toplumsal, felsefi ve ekonomik açıdan
çağdaş bilimsel düşüncenin temelini oluşturur. Bilim
tarihçileri onun, “düşünce
tarihinin yirmialtı yüzyıllık sürecinde, ancak Efesli Heraklitos
ile kıyaslanabilecek bilimsel zeka ve kavrayışa sahip”
bir kafa yapısı olduğunu söylerler.
Felsefe
tarihçisi Orhan
Hançerlioğlu,
Heraklitos
(M.Ö.540-480) ile İbn
Haldun
arasındaki benzerliği şöyle tanımlar: “Her
iki öke (dahi)
bilimsel verilerden yoksun karanlık çağlarda ve ortamlarda, sanki
dünyada yalnız yaşıyorlarmışçasına kendi kendilerine boy
atmışlar ve parlamışlardır. Her iki öke de bağımsızdır;
hiçbir öğretiye bağlı değildirler; herhangi bir okuldan
gelmezler, kendileri de bir okul kurmazlar. Düşünceleri çağlarını
öyle aşmıştır ki onları, dönemlerinde kimse anlayamaz; onlar
yalnız adamlardır ve yalnız olmak zorundadırlar.”17
Tarih
Felsefesi ve Toplumbilimin Kurucusu
Dünya
bilim tarihinde, tarih
felsefesi
ve toplumbilim’i
(sosyoloji) çağdaş nitelikleriyle ilk kez İbn
Haldun
kurmuştur. Tarihi incelerken; “olayları
anlatmak”
yerine, “olayları
düşünmek
ve nedenlerini
ortaya koymak gerekir”
der. Bu yaklaşım tarih
felsefesi’nin
özüdür.
Evrensel
değişim yasalarını
eşsiz bir sezgiyle kavrar ve sıradışı bir yetkinlikle
kuramsallaştırır. Mukaddime’de
şunları söyler: “Tarih
bilimiyle uğraşanları en çok yanıltan davranış, milletlerin
durumunun zamanın ve yüzyılların geçmesiyle değişmekte
olduğunu görmemeleridir. Evrensel ve sürekli olan bu değişim,
Tanrı’nın bütün varlıkları için koyduğu bir yasadır.
Değişim en basit canlıdan başlayıp maymun ve şebek gibi
hayvanlardan geçerek insana kadar gelir. İnsanın oluşumu işte bu
hayvanlardan başlamıştır. Benim gördüğüm budur, doğrusunu
Tanrı bilir.”18
Bunları söyleyen İbn
Haldun,
“inancında
içten, gerçek bir Müslümandır.”19
İbn
Haldun,
toplum yasaları ile ilgili görüşler ileri sürerken; insanın
yaşamak için “yaşam
gereksinimlerini karşılamak zorunda”
olduğunu, bunları tek
başına
sağlayamayacağını ve kesinlikle “topluluk
halinde yaşaması gerektiğini”
söyler. Ona göre; “bir
buğday tanesinin un olabilmesi, çeşitli hüner ve zenaatleri
gerektirir”;
“toplumu
ayakta tutan üretimdir”,
“üretim,
ona yetecek kişilerin bir araya gelmesiyle”
olur.
“Düşünceyi
Oluşturan Ekonomidir”
Ekonomik
konular üzerine geliştirdiği görüşlere, Batılılar ancak
19.yüzyılda ulaşabilmiştir. “Düşüncelerimizi
oluşturan ekonomidir”
der ve gelişkinliği nedeniyle inanılması güç şu görüşleri
ileri sürer: “Her
kazanç ve mal, emek harcayarak elde edilir. Maden, bitki ya da
hayvanlardan
sağlanan
kazanç da insan emeğinin ürünüdür. İnsanların çalışarak
elde ettikleri para ve mal, tarım ve sanayide harcadıkları emeğin
değerinden ibarettir. Pazardan alınan buğdayda iş ve emeğin
değeri açıkça görülmez. Oysa buğdayın ekonomik değeri, onu
elde etmek için harcanan emeğin değeridir. Kazma vurulmamış
kuyudan, su çıktığı görülmüş müdür? Ben bunları gördüm,
doğrusunu Tanrı bilir...”20
Çağdaş
sosyolojinin günümüzde geçerli bilimsel kabulleri, İbn
Haldun’un
altı yüz yıl önce ileri sürdüğü görüşlerin yinelenmesi
gibidir. Toplumsal gelişim yasalarını, gelişime yön veren
tarihsel zorunlulukları ve toplum-devlet ilişkilerini ele alış ve
yorumlayış biçimi, günümüzde kuramlaşmış olan
ekonomi-politiğin temel doğruları düzeyindedir. Ona göre;
“Toplumların
ömrü de insanların ömrü gibidir. Doğar, büyür, hastalanır ve
ölürler. Bu tarihsel zorunluluğu yaşayan her toplum, kent
yaşamına girip sanayileştikten sonra yaşlanacak ve ölecektir. Bu
sonuç önlenemez. Toplumun çöküntüsü, devlet ve onun dayandığı
iki temel kurum olan, para ve ordu’nun çöküşüyle başlar.
Devlet yıkılmaya başladığında vergiler ve baskı artar ancak bu
artış, devleti güçlendirmez, yoksulluğunu gidermez. Devlet
yalnızca çöküş dönemlerinde değil, hiçbir zaman kişi
özgürlüğüne asla el atmamalıdır; çünkü bu el atma, kişilere
olduğu kadar devlete de zarar verir.”21
İbn
Haldun’u Anlamak
İbn
Haldun’un
ileri sürdüğü görüşlerin ve yapıtlarının gerçek değerini
anlamak için, onun 14.yüzyılda yazıp kuramsallaştırdığı
düşüncelerini, daha sonra kimlerin nasıl kullandığını ya da
sonraki saptamaların Haldun’un
görüşleriyle nasıl örtüştüğünü bilmek gerekir. Bu bilgi,
nasıl bir düşünürle karşı karşıya olduğumuzu gösterecektir.
Giovanni
Battista
(1668-1744): “Toplumsal
ve siyasal düzenler, ilahi düzenler değil doğal düzenlerdir”;
Oswald
Spengler
(1880-1936): “Toplumlar
da doğal varlıklar gibi doğmakta, büyümekte ve ölmektedirler”;
Georges
Sorel
(1847-1922): “Tarih
olayları anlatmak değil, olayları düşünmektir”;
Karl
Marx
(1818-1883): “Toplumsal
gelişimin temeli ekonomiktir, değeri emek belirler”;
Secondat
Montesquies
(1689-1755): “Toplumlar
arasındaki ayrılıklar, coğrafya koşullarının başkalığından
ötürüdür”; Bernardo
Machiavelli
(1469-1527): “Siyasi
düzen, ideolojik değil pratik olmalıdır”;
Charles
Darwin
(1809-1882): “Canlı
gelişmesi en basit canlıdan başlayarak, maymun ve şebek gibi
hayvanlardan geçip insana kadar yükselmiştir”; Jean-Jacques
Rousseau
(1712-1778): “Ahlaksızlık
ve çöküşün nedeni, kent yaşamına geçiştedir”;
Friedrich
Nietzche:
“Gerekli
olan, güç ve istençtir (iradedir)”.22
Bilim
Emekçileri
Avrupalıların
Geber
adını
verdiği Arap düşünür Câbir
İbn Hayyan
(8.yüzyıl), kimyanın babası sayılır. Ünlü İngiliz bilgini
Roger
Bacon
ona “ustaların
ustası”
demiştir. Gövdebilim
(anatomi)
ve ilaçbilim
(farmakoloji)
dallarında önemli buluşları vardır.23
Madenlerin basit ergitme yöntemleri yerine, ilk kez kendisinin elde
ettiği sülfürik
asit,
nitrik
asit,
kükürt
asidi,
tuz
asidi
ve altın
suyu
içinde eritme yöntemini bulmuş ve geliştirmiştir. Cıvaoksit,
arsenik,
klorid,
gümüş
nitrat
(cehennem
taşı),
bakırsülfat
(göztaşı),
sudkostik,
potas
kostik
ve kükürt
kaymağı’nı
Câbir
bulmuştur.24
Akılcılığın
(Mulezile) Kuramcısı
Ebu
Osman Câhiz
(776-868), İslam felsefesinde akılcılık
akımının (mutezile)
kurucularındandır. İlahiyat, toplumbilim, edebiyat, dilbilim
alanlarında çalışma yapan ve Basra kelamcılarının
en büyüğü sayılan, Etiyopyalı bu zenci düşünür, bilim adamı
olarak bağımsız duruşuyla dikkati çeker.
Bilimin,
dayanağı olmayan savlara değil, deneylerle kanıtlanmış verilere
dayanması gerektiğini söylemiştir. İslam düşüncesinde, doğayı
inceleme geleneğini başlatmıştır.
Yedi
ciltlik Kitabû’l
Heyavan
adlı yapıtı, koşuklu (manzum) hayvan uzaklamaları (masalları)
ile ilahiyat, toplumbilim ve dilbilim konularında görüşler
içerir; Hilafet
Ordusunun
Menkıbeleri
ve Türkler’in
Faziletleri (Menakıb-ı Cündü’l Halife ve Fazailü’l-Etrak)
adlı yapıtında Türkler’le ilgili kapsamlı araştırmalar
yapmıştır.25
“İslam
Sosyolojisinin Kurucusu”
Peygamber’in
yakını olan ilk Müslümanlardan (Sahabe) Ebu
Zerr el Gifarî,
İslam
Sosyolojisi’nin kurucusu
sayılır ve kimi Arap aydını tarafından; “sosyalizmi
İslam geleneğine
bağladığı
için”
yüceltilir. Ebu
Zerr
yapıtlarında, “herkesin
servet ve gelirinin pek azıyla
geçinmesini”
ve geri kalanının toplumda eşitliği sağlamak için “hayır
işlerine harcanmasını”
istemiştir.
Kur’andaki
Hıristiyan ve Yahudi din adamlarının “aç
gözlülüğünü ve para hırsını”
açıklayan bir sûre’nin, “İslam
zenginlerini ve egemenlerini de kapsadığını” ileri
sürmüştür. İnançlı
bir Müslüman olan Zerr,
bu
düşünceleri nedeniyle sürgüne yollanmış ancak düşünceleri
engellenememiş ve “İslam
ileri gelenlerinin gerçek İslam’dan ayrıldıkları”
yolundaki uzun süren tartışmayı başlatmıştır.26
Horasanlı
Gazali
İslam
gizemciliğinin (tasavvuf)
Sünni inancıyla bütünleşmesini sağlayan, Kelâm
(Tanrı
ve Tanrı’nın birliğini konu eden bilim) ve Fıkıh
(şeriat
bilimi) bilgini Horasanlı
Gazali
(1058-1111), İslam dünyasının tümünü derinden etkileyen bir
düşünürdür. Farabi
ve
İbn
Sina’nın
akılcı felsefesine yönelttiği eleştirilerde alabildiğine
tutucudur ancak Düşünürlerin
Çöküşü (Tehefütü’l Felasife),
Din
Bilimlerinin Yeniden Canlanışı (İhya-i Ulmi’d-Din)
ve İnançta
Aşırılıktan Kaçınma (İktisad Fi’l-İtikat)
adlı yapıtları, yüksek bir düşünce zenginliği ve bilgiye
dayanır.
Dünya
görüşünün temelini oluşturan bu çelişki, hemen tüm
yapıtlarında vardır. Bu nedenle kimi düşünürlerce, “İslam’da
akılcı felsefenin ve nesnel bilimin yüzyıllar boyunca
duraklamasına” yol
açtığı gerekçesiyle sürekli eleştirilmiştir.27
Gökbilimci
(Astrolog) Tusi
Horasanlı
Nasirettin
Tusi
(1201-1274); matematik, felsefe ve özellikle gökbilim alanında
önemli araştırmalar yapmış, kitaplar yazmıştır. Moğol
İmparatoru Hülagü’nün
desteğiyle; Meraga’da (Kuzey İran), döneminde eşi olmayan bir
gözlemevi
kurdu. Burada, o güne dek yapılmış olan ve gökbilim ölçümlerinde
kullanılan en büyük çemberli
küre’yi
üretti. Ünlü İlhanlı
cetvelleri (Zeyc-i İlhani)
burada oluşturuldu. Meraga’da geliştirilen azimut
kadranı
günümüzdeki teodelit’in
(gökyüzü açılarını ve başucu uzaklıklarını ölçmeye
yarayan jeodezi aleti) ilk örneğiydi.28
Devlet
Başkanı Uluğ Bey
Türk
bilim adamı Uluğ
Bey
(1394-1447), Doğu biliminin en ilgi çekici düşünürlerinden
biridir. Büyük bir imparatorluğun devlet başkanıydı ancak
yaptığı bilimsel araştırmalar ve özellikle gökbilim alanında
yaptığı buluşlarla, bilim tarihinde çok özel bir yeri vardı.
Fizikteki ünlü Laplace
denklemini
bulan Fransız fizikçi, gökbilimci ve matematikçisi Pierre-Simon
Laplace
(1744-1827), O’nun için; “tarihin
en büyük gökbilim gözlemcisi”
tanımını kullanmıştır.29
Timur’un
torunu, Şahruh’un
oğluydu. Bilim adamlarını ve sanatçıları destekledi, onlara
uygun çalışma ortamları yarattı. Kadızade-i
Rumi, El-Kaşanî
ve Ali
Kuşçu
başta olmak üzere ünlü bilginleri sarayına topladı. Zîc-i
Uluğ Bey
adlı yıldız kataloğunu hazırladı, İmparator olmasına karşın,
Semerkant Medresesi’nde dersler verdi.30
Semerkant’ta
yaptırdığı gözlemevi
yalnızca gözlemevi
değil, büyük bir kültürel merkezdi. Burada, uzay gözlemleri
için yaptırdığı ve çapı 60 metreden çok olan
derecelendirilmiş büyük bir yay, bugün bile hayranlıkla
karşılanan bir hassaslıkla yerleştirilmişti. Uluğ
Bey’in
gökbilim
tabloları,
o dönemin en eksiksiz, en kesin ve Avrupa’da en uzun süre
kullanılan tablolardı. El-Kaşanî,
tarihin ilk hesap makinasını burada geliştirmiş, Newton
ikiterimlisini, ondan 300 yıl önce burada hesaplamıştı.31
Uluğ
Bey,
ekibiyle birlikte yaptığı, gökbilimle ilgili gözlem ve
yorumları, Zeyc-i
(Zeyc-i Uluğ Bek)
adlı yapıtta topladı. Bu yapıt da, Avrupa’da uzun süre ders
kitabı olarak okutuldu; başlıca kaynak sayıldı. Yapıtı 1665’te
İngiliz bilgini Thomas
Hyde
İngilizce’ye çevirdi, 1767’de yeniden basıldı, daha sonra
M.Sedillot,
Fransızcaya çevirdi.32
DİPNOTLAR
- “Felsefe Ansiklopedisi-Düşünürler Bölümü” O.Hançerlioğlu, 1.C., Remzi Kit., 1985, sf.265
- “Tarih Boyunca İlim ve Din” A.A.Adıvar, Remzi Kit. 5.Bas 1994, sf.82
- “Büyük Larousse” Gelişim Yay., 9.Cilt sf.5527
- “Allah’ın Güneşi Avrupa’nın Üzerinde” S. Hunke Altın Kit.Yay., sf.137-138
- a.g.e. sf.138
- Ana Britannica, Ana Yayınları A.Ş. 16.Cilt, sf.228
- “Tarih Boyunca İlim ve Din” A.A.Adıvar, Remzi K. 5.Basım 1994, sf.85
- “Felsefe Ansiklopedisi-Düşünürler Bölümü” O.Hançerlioğlu, 2.Cilt, Remzi Kit., 1985, sf.264
- a.g.e. sf.263-264
- Ana Britannica, Ana Yayınları A.Ş. 16.Cilt, sf.228
- “Tarih Boyunca İlim ve Din” A.A.Adıvar, Remzi Kit. 5.Basım 1994, sf.86-87
- “Felsefe Ansiklopedisi–Düşünürler Bölümü” O.Hançerlioğlu, 1.Cilt, Remzi Kit., 1985, sf.263-264 ve “Allah’ın Güneşi Avrupa’nın Üzerinde” S.Hunke Altın Kit. Yay., 2001, sf.271
- “Tarih Boyunca İlim ve Din” A.A.Adıvar, Remzi Kit. 5.Bas 1994, sf.86
- “Felsefe Ansiklopedisi-Düşünürler Bölümü” O.Hançerlioğlu, 2.C., Remzi Kit., 1985, sf.195 ve “Rönesans Felsefesi” Y.Kaya, Tiglat Mat. A.Ş. 1999, sf.13
- “Batı Düşününde Türk ve İslam İmgesi” Prof.O.B.Kula, Büke Yay., sf.13
- Ana Britannica, Ana Yayınları A.Ş. 16.Cilt, sf.223
- “Felsefe Ansiklopedisi-Düşünürler Bölümü” O.Hançerlioğlu, 1.Cilt, Remzi Kit., 1985, sf.260
- “Mukaddime”, Zakir Kadri Ugan Çevirisi, 1954 Baskısı, 1.Cilt, sf.70-71-241; ak. O.Hançerlioğlu “Felsefe Ansiklopedisi-Düşünürler Bölümü” 1.Bölüm, Remzi Kit., 1985, sf.260-261
- “Felsefe Ansiklopedisi-Düşünürler Bölümü” O. Hançerlioğlu, 1.Cilt, Remzi Kit., 1985, sf.261
- “Mukaddime”, Z.K.Ugan Çev., 1954 Baskısı, 2.Cilt, sf.349-355; ak. a.g.e. sf.261
- “Düşünce Tarihi” O.Hançerlioğlu, Remzi Kit., 5.Bas. 1985, sf.166
- a.g.e. sf.167
- “Felsefe Ansiklopedisi-Düşünürler Bölümü” O. Hançerlioğlu, 1.Cilt, Remzi Kit., 1985, sf.92
- “Allah’ın Güneşi Avrupa’nın Üzerinde” S.Hunke Altın Kit. Yay., 2001, sf.18
- Ana Britannica, Ana Yay.A.Ş. 7.Cilt, sf.161 ve “Felsefe Ansiklopedisi-Düşünürler Bölümü” O.Hançerlioğlu,1.Cilt, Remzi Kit., 1985, sf.92
- “Türklerin Tarihi” D.Avcıoğlu, 3.C., Tekin Yay. 1995, sf.1095-1056
- “Orta-Asya” Jean Paul Roux, Kabalcı Yay., 2001, sf.282 ve Ana Britannica, Ana Yay. A.Ş. 13.Cilt, sf.163
- “Allah’ın Güneşi Avrupa’nın Üzerinde” S.Hunke Altın Kit. Yay., sf.73-74
- “Türklerin Tarihi” D.Avcıoğlu, 1.Cilt, Tekin Yay. 1995, sf.82
- Ana Britannica, Ana Yayınları A.Ş. 30.Cilt, sf.417
- “Orta-Asya” Jean Paul Roux, Kabalcı Yay., 2001, sf.363-364
- “Türk Tarihinin Ana Hatları” Kaynak Yay., 2.Basım 1996, sf.338
Derli toplu ,derin bilgiler iceren yazilariniz cok egitici binlerce teskkur...
YanıtlaSil