11 Nisan 2014 Cuma

DOĞU AYDINLANMASI-3



9.yüzyıldan başlayarak 14.yüzyıla dek süren beşyüz yıl içinde; Güneybatı Asya, İran, Mezopotamya, Anadolu ve Müslüman egemenliğindeki İspanya’da, sıradışı uygarlık gelişimi ve bir aydınlanma yaşandı. İslam yayılmasına denk düşen bu uzun dönem içinde, Antik Çağ yapıtları incelendi, eleştirildi, geliştirildi ve yalnızca Antik Çağ’ı değil, kendi dönemini de aşan görkemli bir bilimsel gelişme yaratıldı. Ön Asya’nın büyük-küçük kentleri; okullar, kütüphaneler, basımevleri, kağıt hamuru atölyeleri, çeviri merkezleri ve buraları boş bırakmayan insanlarla doldu. Uyanış o denli kapsamlı ve yaygındı ki, tarihi bilenler bile bu uyanışın nedenlerini açıklamada zorlandılar. Dünyanın büyük bölümü özellikle Avrupa, Orta Çağ karanlığını yaşarken, Bağdat’ın ya da Semerkant’ın sokakları, birkaç dil bilen, “öğrenmek için yapmayacağı şey olmayan” insanlarla dolup taşıyordu.



İbn Sina

İbn Sina (980-1037) İslam düşüncesinde, Farabi’den sonra en yetkin düşünür olarak kabul edilir. Batılılar, Avicenna adını takarak ona da büyük önem vermişler ve yapıtlarını okullarında okutmuşlardır. Biruni’yle aynı zamanda ve aynı topraklarda yetişmiş, ilk Müslüman Türk Devleti olan Samanoğulları egemenliğindeki Türkistan’da, Buhara yakınlarındaki Afşar’da doğmuştu.

Yetiştiği Ortam

Onsekiz yaşına dek, baba evinin kültürlü ortamında yetişti ve bilim adamlarının uğrak yeri olan bu evde, birçok ünlü bilginle tanıştı. Ondört yaşına geldiğinde, bilgi yönünden hocalarını geride bırakmıştı. On altı yaşında, yanında hekimler çalışıyordu. Bu yaşlarda Harizm’e giderek kendinden yedi yaş büyük olan Biruni’yle uzun görüşmeler, düşünce alışverişi yaptı. Türk aileden gelip, tümüyle Türk olan bu çevrede yetişmesine karşın, Batılılar onu da Türk saymadılar. Ancak, onun öbürlerinden ayrımlı olarak Arap değil İranlı olduğunu söylediler.
Dönemindeki bilim adamları gibi, çalışmalarını geniş bir alana yaydı ve felsefe, mantık, tıp, fizik, geometri, gökbilim, matematik, müzik dallarında araştırma ve incelemeler yaptı. Ancak, özellikle felsefe, mantık ve tıp alanında kendinden sonrasına yön veren yüksek bir yetkinliğe ulaştı. Antik Çağ felsefesini, Farabi yorumlarından yola çıkarak inceledi. Felsefeye Aristo ve Farabi gibi mantık’la başlıyor ancak Aristo mantığını aşıyordu; öyle ki Gorvhan gibi kimi bilim tarihçileri, çağdaş mantığı, Aristo’dan değil, İbn Sina’dan başlatırlar.

Felsefi Düzey

İbn Sina, çağı için sıradışı bir ileri görüşle, özdeğin (maddenin) kendi iç güçlerine bağlı olarak değişime uğradığını savunmuş, Aristo’nun ünlü ilk devinim ettirici güç anlayışını saf dışı bırakmıştır. Çağdaş felsefenin özgüç (otodinamizm) olarak tanımladığı değişim kavramını, Arapça al kuvvet al-nefsîye sözcüğüyle ve Marks’ten sekiz yüz yıl önce açıklamıştır. Atomların sonsuza dek bölünebileceğini söylemesi, cansız doğadan canlı doğaya (bitkilerden hayvanlara hayvanlardan insanlara) derece derece geçildiğini ileri sürmesi dâhice çıkışlardır.1

Tıp ve İbn Sina

İbn Sina 150’den fazla kitap yazmış ancak bunların tümü günümüze ulaşamamıştır. Kitaplarından kapsamlı bir felsefe-bilim ansiklopedisi olan el-Kanun ile tıp tarihinin en ünlü kitapları arasında yer alan Kitabü’s Şifa, Avrupa’da uzun yıllar ders kitabı olarak okutulmuş ve altıyüz yıl boyunca tıp çevrelerinde etkili olmuştur.2
Zekeriya el-Razi’nin yapıtları en iyi klinik yapıtlar olarak okutulurken, İbn Sina’nın Kanun’u, kuramsal öğreticiliğiyle önem kazanıyordu. Vücuttaki sıvı dengeleri, menenjit, ateşli döküntüler gibi hastalıklar için geliştirdiği tedavi yöntemleri, dengeli beslenmenin önemi ve ilacın dengeli kullanımı konularında geliştirdiği görüşler, son derece ileri bilimsel düzeye ve özgünlüğe sahipti.3
Kemiklerin de diğer dokular gibi yangılanacağını (iltihaplanacağını) ileri sürmüş ve kendisinden önceki hekimlerin bu konudaki yanılgısını “onlar, beyin gibi gevşek dokuların ve kemik gibi katıların yangılanmadığını söylerler, bu doğru değildir” sözleriyle dile getirmiştir. Beyin zarı yangısını bularak, beyin ve omurilik menenjitiyle tali menenjitin ayrılığını ortaya koyan ve bu hastalıklara tanı koymak için, “daha iyisine günümüzde bile ulaşılamayan mükemmel tarifler” verdi.6
İran humması adını verdiği bulaşıcı Şarbon (karakabarcık) hastalığını, sarılık’a yol açan hastalıkları ve deri altına yerleşen ginea (medine kurdu) asalağını (parazitini) ilk kez açık ve net olarak tanımladı; Karaciğer absesi ve peritonit için tanı yöntemleri geliştirdi; bağırsak ve böbrek kolitlerinin belirtilerini birbirinden ayırdı; yüz felcinin iç ve dış nedenlerini ortaya koydu.5

Bilimsel Genişlik

Sundhof’un, “tıp tarihine bütün çağlarda eşi olmayan kusursuz yapıtlar” bıraktığını söylediği İbn Sina, tıptan başka pek çok dalda değerli yapıtlar üretti. Dilbilim alanında en ünlü Arapça uzmanlarını bile şaşırtan, Arabın Lisanı (Lisanü’l Arab) adlı kitabının ilginç bir öyküsü vardır. İsfahan’da, Arapça dilbilgisindeki yetersizliği ileri sürülerek eleştirilmesi üzerine, üç yıl uğraşarak Arapça’nın tüm inceliklerini ortaya koyduğu bu kitap6, Arapça’ya yapılan büyük bir katkı ve değeri ölçülemeyecek bir armağandı.
Bilimin hemen her dalında, inceleme ve araştırma yapan, yeni buluşlar geliştiren İbn Sina’nın başarısını, kimi bilim tarihçileri fazla büyük bulur ve bu büyüklüğün bilimsel gelişmeye “durgunluk” getirdiğini düşünürler. Söylenen şudur: “İbn Sina herşeyi, o denli açık ve kanıtlı olarak ortaya koymuştur ki bir süre için, sanki yeniden araştırma gereksinimi yokmuş gibi bir duygu yaratmış, düşünsel çalışmalara bir durgunluk getirmiştir.”7

Avrupa’yı Etkileyen Düşünür”; İbn Rüşt

Avrupa’yı en çok etkileyen İslam düşünürü” diye tanımlanan ve Bernard Russel’in (1872-1970) “Doğudan çok Batı felsefesi için önemlidir” dediği Arap düşünürü İbn Rüşd (1128-1198), İspanya’da Kurtuba kentinde doğdu. Fıkıhçı (bir şeyi gereğince iyi anlayıp bilme ve bu tutumun İslam hukukuna uygulanışı) bir aileden geliyordu, babası Kurtuba Camisi’nin imamıydı. Fıkıh konusundaki geniş bilgisine ek olarak, hadis ve tıp öğrenimi de almıştı.
Batılıların Averroes adını verdiği İbn Rüşt, dönemin bilim geleneğine uyarak birçok bilim dalında araştırma yaptı, kitap yazdı ve kuram geliştirdi. Ancak, gerçek ününü Farabi’den etkilendiği din-felsefe ilişkisi üzerindeki görüşleriyle sağladı.
Çok bilgili ve aydın bir kişiydi. Yapıtları Latinceye çevrildiğinde, Avrupa’nın bilim çevrelerinde hayranlık ve coşkuyla karşılandı. Görüşlerinden geniş biçimde etkilenen dönemin özgür düşünceli Avrupalıları, Aristo’yu onun yorumlarından öğrendiler. Felsefe İbn Rüştçülük (averoizm) adıyla yeni bir öğreti haline getirildi ve Batıda bu öğretiye bağlı yüzlerce bilgin yetişti. İtalya’daki Padua Okulu, 14.yüzyıldan 16.yüzyıla dek iki yüzyıl, İbn Rüşdçü (Averoist) felsefe eğitimi verdi.

Özdeksel (Maddeci) Uyanış

İbn Rüşd’ün görüşleri, Batıyı aydınlanmaya götürecek düşünsel uyanış üzerinde büyük etki yaptı. Hançerlioğlu’nun söylemiyle, “David Home İmmanuel Kant’ı nasıl metafizik uykusundan uyandırdıysa; İbn Rüşd, Batı Avrupa’nın tümünü, metafizik uykudan öyle uyandırdı.”8
Ancak Avrupalı aydınlar bu “uyanış” için ağır bir bedel ödediler. Kilise Rüşd’ün görüşlerini “Hıristiyanlığa aykırı bularak” yasakladı; kitaplarını okuyanlar ağır cezalara çarptırıldı. Tutuklanma ve sürgün edilme yanında, yakılarak öldürülmeler gündeme geldi. Ancak, öğrenme ve bilgilenme isteği durdurulamadı. Rüşdçülüğün Avrupa’daki en verimli ürünü, ünlü İngiliz düşünürü Roger Bacon (1214-1294) oldu. Birçok bilim tarihçisi için İbn Rüşd, “Avrupa rönesansını beyinlerde başlatan kişi”ydi.9
İbn Rüşd, el-Kindi ve Farabi’nin başlatıp geliştirdiği: bilimle dinin uzlaştırılması tutumunu sürdürdü. Aristo ve Platon’un siyasi felsefesini incelemiş, devlet anlayışını yeni ve çağcıl bir yaklaşımla yeniden yorumlamıştı. İslam devletinin yapılanması konusunda geliştirdiği görüşlerinde, Platon’un diyalektik yorumlarını uzaklama (masal) ve söylencelerden (efsanelerden) arındırdı. Bu arındırmadan sonra, “Platon’un ideal devlet düşüncesiyle İslam’ın yönetim anlayışı arasında büyük bir benzerlik” olduğunu söyledi. Farabi gibi o da, Platon’daki yönetici kral yerine İslam’daki imam’ı (devlet başkanı) koyuyor ancak ideal hükümdar’ın, aynı zamanda dini önder olması gerektiği sorusuna olumlu yanıt vermiyordu.


Bilim ve Dinin Ayrı Tutulması


İbn Rüşd, din ve devlet işlerinin birbirine karıştırılmaması gerektiğini ileri sürdü ve dini temsil edebilecek insanların ancak peygamberler olabileceğini söyledi. İçten bir Müslümandı, bu nedenle söylemine uygun davrandı ve “Müslümanlığı gerçek anlamda Hz.Muhammed’den başka hiçbir kimsenin temsil edemeyeceğini” ileri sürdü. Kimi İslam düşünürünün, peygamberliği yalnızca inanç (sudur) yoluyla açıklamasını yadsıdı. Ona göre, “inanç ve inanca dayalı bilgi, bilimin süzgecinden geçmeli, inanç ve akıl kendi alanlarında bağımsız kalmalıydı.”10
İbn Rüşd, din duygusunun; “bir takım mantıksal önermelere ve dogmatik dizgelere” bağlı olmayan, bilimden tümüyle ayrı, “kişisel ve içsel bir güç” olduğunu söylüyordu. Ona göre, bilim ve din birbirine karıştırılmamalı, kendi alanlarında serbest bırakılmalıydı. Bu yapılmadığında, “aralarına yalancı bir düşmanlık girecek” ve her ikisinin de zararına yol açacak bu durum; “hem bilimin hem de dinin içine, zorla uydurma bilgilerin” sokulmasına neden olacaktı.11

Sonsuz Devinim ve Evrim

İbn Rüşd felsefesi, Batının kimi çevrelerinde bugün bile tepki çekecek denli ileri görüşler içerir. Doğa ve toplum yasalarını açıklarken eriştiği düşünsel olgunluk, çok yüksektir.
Değişim ona göre, kaçınılması olanaksız zorunlu bir evrimdir. Temelinde sürekli bir devinimin olduğu bu evrim, “ilksiz ve sonsuz bir süreçtir; her devinimin nedeni kendinden önceki bir başka devinimdir; devinim olmazsa zaman da olmaz. Sonsuz olan değişimdir, bir başlangıcın ya da sonun olduğu düşünülemez, yokluk diye bir şey yoktur, nedeni olan herşey aynı zamanda zorunluluktur.”12

İbn Rüşd’ü Susturmak

İbn Rüşd’ün düşünce genişliği, daha çok kendisinden sonraki dönemlerde, yalnızca Katolik kilisesini değil, kimi halife ve sultanları da rahatsız etmiş ve onları Rüşd’ün düşüncelerine karşı önlem almaya itmiştir. Örneğin Fas hükümdarı onu Kurtuba’dan sürmüş ve nesnel bilim dışında kalan tüm kitaplarını yaktırmıştır.
Doğu biliminde tutucu düşünürlerin temsilcisi konumundaki Gazali’nin (1058-1111) önemli yapıtlarından Tuhvet-ül-felasife’ye karşı yazdığı, Tehafet-üttehafet-ül-felasiye kitabı, yalnızca kendi döneminde değil, sonraki dönemlerde de çok etkili olmuş, özellikle Sunni bilim adamları bu yapıtı çürütmek için özel çaba harcamışlardır. Örneğin Fatih Sultan Mehmet, dönemin bilginlerinden Bursalı Hocazade’den İbn Rüşd’ün görüşlerini çürütecek bir kitap yazmasını istemiş ve Tuhafetül Felasife’nin 15.yüzyıl uyarlaması böyle ortaya çıkmıştı.13

Van Riswik’in Yakılması

Fatih’in düşünceye düşünceyle yanıt veren davranışına karşın, Hıristiyan yönetici ve din adamları, İbn Rüşd düşüncesine karşı ceza uygulamada kendilerine bir sınır koymuyordu. Paris Kent Meclisi, 1210 yılında aldığı bir kararla, İbn Rüşd’ün yapıtlarının çeviri ve basımını yasakladı. Uriel d’Acosta ve Hermann Van Riswik adlı iki düşünür, “İbn-Rüşd’ün yapıtlarını inceledikleri için” ateşte yakıldılar. 1512’de yakılan Riswik yanarken şöyle haykırıyordu: “Ben onunla aydınlığa kavuştum; önceleri körken onun erdemlerini tanıdıktan sonra gerçeğin ışığını gördüm.”14
Düşünceleri nedeniyle öldürülen Van Riswik, Doğulu bir bilim adamı için bunları söylemesine karşın, yaklaşık 250 yıl sonra, “Batı aydınlanması”nın etkili isimlerinden Friedrich Hegel (1770-1831), Doğu düşüncesi için şunları söylüyordu: “Özbilinç ancak Batıda özgürleşir. Doğulular, insanın insan olduğu için özgür olduğunu bilmezler. Bu nedenle, Doğuya özgü herşey felsefeden silinip atılmalıdır.”15


Çağını Aşan Büyük Düşünür: İbn Haldun

El-Kindi ve Farabi ile başlayan Doğu aydınlanması, 14.yüzyılda İbn Haldun (1332-1406) gibi bir dahi düşünür daha çıkardıktan sonra gerilemeye başladı. Haldun, döneminden o denli ilerdeydi ki, yapıtlarının gerçek değerini, Kahire’deki öğrencilerinden ve onu değerlendirebilecek bilim adamlarından başkası, o dönemde anlayamadı.
Daha sonra özellikle 19. ve 20.yüzyılda, gelişen bilimin ışığında onu inceleyenler, karşılaştıkları bilimsel derinlik karşısında donup kaldılar. İncelenen yapıtlar, sanki 14. yüzyılda bir tek bilim adamı tarafından değil de, 19.yüzyıl Batı Avrupası’nda en yetkin bilim adamlarından oluşan bir kurul tarafından üretilmişti.

Acılı Yaşam

İbn Haldun, Tunus’ta ileri gelen Berberi bir ailenin çocuğuydu. Toplumbilim, tarih, ekonomi, doğa ve toplum gelişimi üzerine oturttuğu yapıtları, gerçekten göz kamaştırıcı ve çok görkemliydi. Farabi’den İbn Rüşd’e uzanan büyük birikimin üst düzey ürünüydü ve kuşkusuz kolay yaratılmamıştı. Sürekli okuma, tükenmez bir öğrenme tutkusu, yorulma bilmez araştırma gücü ve dayanç (sabır), İbn Haldun’un belirgin özellikleriydi.
Acılarla dolu çalkantılı yaşamında, her koşulda, en üzüntülü anlarında bile tutumunu değiştirmemiş, çalışmalarını aynı istenç ve kararlılıkla sürdürmüştü. Memluk Sultanı el-Melik Zahir Berkük, onu koruması altına alıp Kahire’ye getirdiğinde, peşi sıra Tunus’tan Mısır’a gelmekte olan ve çok bağlı olduğu ailesinin tümünü bir deniz kazasında yitirmiş ancak medreselerdeki derslerine, kütüphanelerdeki çalışmalarına hiç ara vermemişti.16

Horaklitos’tan İbn Haldun’a

18.yüzyıldan başlayarak günümüze dek büyük bir beğeniyle okunan ve hala incelenen, Mukaddime adlı yapıtı; siyasi, toplumsal, felsefi ve ekonomik açıdan çağdaş bilimsel düşüncenin temelini oluşturur. Bilim tarihçileri onun, “düşünce tarihinin yirmialtı yüzyıllık sürecinde, ancak Efesli Heraklitos ile kıyaslanabilecek bilimsel zeka ve kavrayışa sahip” bir kafa yapısı olduğunu söylerler.
Felsefe tarihçisi Orhan Hançerlioğlu, Heraklitos (M.Ö.540-480) ile İbn Haldun arasındaki benzerliği şöyle tanımlar: “Her iki öke (dahi) bilimsel verilerden yoksun karanlık çağlarda ve ortamlarda, sanki dünyada yalnız yaşıyorlarmışçasına kendi kendilerine boy atmışlar ve parlamışlardır. Her iki öke de bağımsızdır; hiçbir öğretiye bağlı değildirler; herhangi bir okuldan gelmezler, kendileri de bir okul kurmazlar. Düşünceleri çağlarını öyle aşmıştır ki onları, dönemlerinde kimse anlayamaz; onlar yalnız adamlardır ve yalnız olmak zorundadırlar.”17

Tarih Felsefesi ve Toplumbilimin Kurucusu

Dünya bilim tarihinde, tarih felsefesi ve toplumbilim’i (sosyoloji) çağdaş nitelikleriyle ilk kez İbn Haldun kurmuştur. Tarihi incelerken; “olayları anlatmak” yerine, “olayları düşünmek ve nedenlerini ortaya koymak gerekir” der. Bu yaklaşım tarih felsefesi’nin özüdür.
Evrensel değişim yasalarını eşsiz bir sezgiyle kavrar ve sıradışı bir yetkinlikle kuramsallaştırır. Mukaddime’de şunları söyler: “Tarih bilimiyle uğraşanları en çok yanıltan davranış, milletlerin durumunun zamanın ve yüzyılların geçmesiyle değişmekte olduğunu görmemeleridir. Evrensel ve sürekli olan bu değişim, Tanrı’nın bütün varlıkları için koyduğu bir yasadır. Değişim en basit canlıdan başlayıp maymun ve şebek gibi hayvanlardan geçerek insana kadar gelir. İnsanın oluşumu işte bu hayvanlardan başlamıştır. Benim gördüğüm budur, doğrusunu Tanrı bilir.”18 Bunları söyleyen İbn Haldun, “inancında içten, gerçek bir Müslümandır.”19
İbn Haldun, toplum yasaları ile ilgili görüşler ileri sürerken; insanın yaşamak için “yaşam gereksinimlerini karşılamak zorunda” olduğunu, bunları tek başına sağlayamayacağını ve kesinlikle “topluluk halinde yaşaması gerektiğini” söyler. Ona göre; “bir buğday tanesinin un olabilmesi, çeşitli hüner ve zenaatleri gerektirir”; “toplumu ayakta tutan üretimdir”, “üretim, ona yetecek kişilerin bir araya gelmesiyle” olur.

Düşünceyi Oluşturan Ekonomidir”

Ekonomik konular üzerine geliştirdiği görüşlere, Batılılar ancak 19.yüzyılda ulaşabilmiştir. “Düşüncelerimizi oluşturan ekonomidir” der ve gelişkinliği nedeniyle inanılması güç şu görüşleri ileri sürer: “Her kazanç ve mal, emek harcayarak elde edilir. Maden, bitki ya da hayvanlardan sağlanan kazanç da insan emeğinin ürünüdür. İnsanların çalışarak elde ettikleri para ve mal, tarım ve sanayide harcadıkları emeğin değerinden ibarettir. Pazardan alınan buğdayda iş ve emeğin değeri açıkça görülmez. Oysa buğdayın ekonomik değeri, onu elde etmek için harcanan emeğin değeridir. Kazma vurulmamış kuyudan, su çıktığı görülmüş müdür? Ben bunları gördüm, doğrusunu Tanrı bilir...”20
Çağdaş sosyolojinin günümüzde geçerli bilimsel kabulleri, İbn Haldun’un altı yüz yıl önce ileri sürdüğü görüşlerin yinelenmesi gibidir. Toplumsal gelişim yasalarını, gelişime yön veren tarihsel zorunlulukları ve toplum-devlet ilişkilerini ele alış ve yorumlayış biçimi, günümüzde kuramlaşmış olan ekonomi-politiğin temel doğruları düzeyindedir. Ona göre; “Toplumların ömrü de insanların ömrü gibidir. Doğar, büyür, hastalanır ve ölürler. Bu tarihsel zorunluluğu yaşayan her toplum, kent yaşamına girip sanayileştikten sonra yaşlanacak ve ölecektir. Bu sonuç önlenemez. Toplumun çöküntüsü, devlet ve onun dayandığı iki temel kurum olan, para ve ordu’nun çöküşüyle başlar. Devlet yıkılmaya başladığında vergiler ve baskı artar ancak bu artış, devleti güçlendirmez, yoksulluğunu gidermez. Devlet yalnızca çöküş dönemlerinde değil, hiçbir zaman kişi özgürlüğüne asla el atmamalıdır; çünkü bu el atma, kişilere olduğu kadar devlete de zarar verir.”21

İbn Haldun’u Anlamak

İbn Haldun’un ileri sürdüğü görüşlerin ve yapıtlarının gerçek değerini anlamak için, onun 14.yüzyılda yazıp kuramsallaştırdığı düşüncelerini, daha sonra kimlerin nasıl kullandığını ya da sonraki saptamaların Haldun’un görüşleriyle nasıl örtüştüğünü bilmek gerekir. Bu bilgi, nasıl bir düşünürle karşı karşıya olduğumuzu gösterecektir.
Giovanni Battista (1668-1744): “Toplumsal ve siyasal düzenler, ilahi düzenler değil doğal düzenlerdir”; Oswald Spengler (1880-1936): “Toplumlar da doğal varlıklar gibi doğmakta, büyümekte ve ölmektedirler”; Georges Sorel (1847-1922): “Tarih olayları anlatmak değil, olayları düşünmektir”; Karl Marx (1818-1883): “Toplumsal gelişimin temeli ekonomiktir, değeri emek belirler”; Secondat Montesquies (1689-1755): “Toplumlar arasındaki ayrılıklar, coğrafya koşullarının başkalığından ötürüdür”; Bernardo Machiavelli (1469-1527): “Siyasi düzen, ideolojik değil pratik olmalıdır”; Charles Darwin (1809-1882): “Canlı gelişmesi en basit canlıdan başlayarak, maymun ve şebek gibi hayvanlardan geçip insana kadar yükselmiştir”; Jean-Jacques Rousseau (1712-1778): “Ahlaksızlık ve çöküşün nedeni, kent yaşamına geçiştedir”; Friedrich Nietzche: “Gerekli olan, güç ve istençtir (iradedir)”.22

Bilim Emekçileri

Avrupalıların Geber adını verdiği Arap düşünür Câbir İbn Hayyan (8.yüzyıl), kimyanın babası sayılır. Ünlü İngiliz bilgini Roger Bacon ona “ustaların ustası” demiştir. Gövdebilim (anatomi) ve ilaçbilim (farmakoloji) dallarında önemli buluşları vardır.23 Madenlerin basit ergitme yöntemleri yerine, ilk kez kendisinin elde ettiği sülfürik asit, nitrik asit, kükürt asidi, tuz asidi ve altın suyu içinde eritme yöntemini bulmuş ve geliştirmiştir. Cıvaoksit, arsenik, klorid, gümüş nitrat (cehennem taşı), bakırsülfat (göztaşı), sudkostik, potas kostik ve kükürt kaymağı’nı Câbir bulmuştur.24

Akılcılığın (Mulezile) Kuramcısı

Ebu Osman Câhiz (776-868), İslam felsefesinde akılcılık akımının (mutezile) kurucularındandır. İlahiyat, toplumbilim, edebiyat, dilbilim alanlarında çalışma yapan ve Basra kelamcılarının en büyüğü sayılan, Etiyopyalı bu zenci düşünür, bilim adamı olarak bağımsız duruşuyla dikkati çeker.
Bilimin, dayanağı olmayan savlara değil, deneylerle kanıtlanmış verilere dayanması gerektiğini söylemiştir. İslam düşüncesinde, doğayı inceleme geleneğini başlatmıştır.
Yedi ciltlik Kitabû’l Heyavan adlı yapıtı, koşuklu (manzum) hayvan uzaklamaları (masalları) ile ilahiyat, toplumbilim ve dilbilim konularında görüşler içerir; Hilafet Ordusunun Menkıbeleri ve Türkler’in Faziletleri (Menakıb-ı Cündü’l Halife ve Fazailü’l-Etrak) adlı yapıtında Türkler’le ilgili kapsamlı araştırmalar yapmıştır.25

İslam Sosyolojisinin Kurucusu”

Peygamber’in yakını olan ilk Müslümanlardan (Sahabe) Ebu Zerr el Gifarî, İslam Sosyolojisi’nin kurucusu sayılır ve kimi Arap aydını tarafından; “sosyalizmi İslam geleneğine bağladığı için” yüceltilir. Ebu Zerr yapıtlarında, “herkesin servet ve gelirinin pek azıyla geçinmesini” ve geri kalanının toplumda eşitliği sağlamak için “hayır işlerine harcanmasını” istemiştir.
Kur’andaki Hıristiyan ve Yahudi din adamlarının “aç gözlülüğünü ve para hırsını” açıklayan bir sûre’nin, “İslam zenginlerini ve egemenlerini de kapsadığını” ileri sürmüştür. İnançlı bir Müslüman olan Zerr, bu düşünceleri nedeniyle sürgüne yollanmış ancak düşünceleri engellenememiş ve “İslam ileri gelenlerinin gerçek İslam’dan ayrıldıkları” yolundaki uzun süren tartışmayı başlatmıştır.26

Horasanlı Gazali

İslam gizemciliğinin (tasavvuf) Sünni inancıyla bütünleşmesini sağlayan, Kelâm (Tanrı ve Tanrı’nın birliğini konu eden bilim) ve Fıkıh (şeriat bilimi) bilgini Horasanlı Gazali (1058-1111), İslam dünyasının tümünü derinden etkileyen bir düşünürdür. Farabi ve İbn Sina’nın akılcı felsefesine yönelttiği eleştirilerde alabildiğine tutucudur ancak Düşünürlerin Çöküşü (Tehefütü’l Felasife), Din Bilimlerinin Yeniden Canlanışı (İhya-i Ulmi’d-Din) ve İnançta Aşırılıktan Kaçınma (İktisad Fi’l-İtikat) adlı yapıtları, yüksek bir düşünce zenginliği ve bilgiye dayanır.
Dünya görüşünün temelini oluşturan bu çelişki, hemen tüm yapıtlarında vardır. Bu nedenle kimi düşünürlerce, “İslam’da akılcı felsefenin ve nesnel bilimin yüzyıllar boyunca duraklamasına” yol açtığı gerekçesiyle sürekli eleştirilmiştir.27

Gökbilimci (Astrolog) Tusi

Horasanlı Nasirettin Tusi (1201-1274); matematik, felsefe ve özellikle gökbilim alanında önemli araştırmalar yapmış, kitaplar yazmıştır. Moğol İmparatoru Hülagü’nün desteğiyle; Meraga’da (Kuzey İran), döneminde eşi olmayan bir gözlemevi kurdu. Burada, o güne dek yapılmış olan ve gökbilim ölçümlerinde kullanılan en büyük çemberli küre’yi üretti. Ünlü İlhanlı cetvelleri (Zeyc-i İlhani) burada oluşturuldu. Meraga’da geliştirilen azimut kadranı günümüzdeki teodelit’in (gökyüzü açılarını ve başucu uzaklıklarını ölçmeye yarayan jeodezi aleti) ilk örneğiydi.28

Devlet Başkanı Uluğ Bey

Türk bilim adamı Uluğ Bey (1394-1447), Doğu biliminin en ilgi çekici düşünürlerinden biridir. Büyük bir imparatorluğun devlet başkanıydı ancak yaptığı bilimsel araştırmalar ve özellikle gökbilim alanında yaptığı buluşlarla, bilim tarihinde çok özel bir yeri vardı. Fizikteki ünlü Laplace denklemini bulan Fransız fizikçi, gökbilimci ve matematikçisi Pierre-Simon Laplace (1744-1827), O’nun için; “tarihin en büyük gökbilim gözlemcisi” tanımını kullanmıştır.29
Timur’un torunu, Şahruh’un oğluydu. Bilim adamlarını ve sanatçıları destekledi, onlara uygun çalışma ortamları yarattı. Kadızade-i Rumi, El-Kaşanî ve Ali Kuşçu başta olmak üzere ünlü bilginleri sarayına topladı. Zîc-i Uluğ Bey adlı yıldız kataloğunu hazırladı, İmparator olmasına karşın, Semerkant Medresesi’nde dersler verdi.30
Semerkant’ta yaptırdığı gözlemevi yalnızca gözlemevi değil, büyük bir kültürel merkezdi. Burada, uzay gözlemleri için yaptırdığı ve çapı 60 metreden çok olan derecelendirilmiş büyük bir yay, bugün bile hayranlıkla karşılanan bir hassaslıkla yerleştirilmişti. Uluğ Bey’in gökbilim tabloları, o dönemin en eksiksiz, en kesin ve Avrupa’da en uzun süre kullanılan tablolardı. El-Kaşanî, tarihin ilk hesap makinasını burada geliştirmiş, Newton ikiterimlisini, ondan 300 yıl önce burada hesaplamıştı.31
Uluğ Bey, ekibiyle birlikte yaptığı, gökbilimle ilgili gözlem ve yorumları, Zeyc-i (Zeyc-i Uluğ Bek) adlı yapıtta topladı. Bu yapıt da, Avrupa’da uzun süre ders kitabı olarak okutuldu; başlıca kaynak sayıldı. Yapıtı 1665’te İngiliz bilgini Thomas Hyde İngilizce’ye çevirdi, 1767’de yeniden basıldı, daha sonra M.Sedillot, Fransızcaya çevirdi.32

DİPNOTLAR

  1. Felsefe Ansiklopedisi-Düşünürler Bölümü” O.Hançerlioğlu, 1.C., Remzi Kit., 1985, sf.265
  2. Tarih Boyunca İlim ve Din” A.A.Adıvar, Remzi Kit. 5.Bas 1994, sf.82
  3. Büyük Larousse” Gelişim Yay., 9.Cilt sf.5527
  4. Allah’ın Güneşi Avrupa’nın Üzerinde” S. Hunke Altın Kit.Yay., sf.137-138
  5. a.g.e. sf.138
  6. Ana Britannica, Ana Yayınları A.Ş. 16.Cilt, sf.228
  7. Tarih Boyunca İlim ve Din” A.A.Adıvar, Remzi K. 5.Basım 1994, sf.85
  8. Felsefe Ansiklopedisi-Düşünürler Bölümü” O.Hançerlioğlu, 2.Cilt, Remzi Kit., 1985, sf.264
  9. a.g.e. sf.263-264
  10. Ana Britannica, Ana Yayınları A.Ş. 16.Cilt, sf.228
  11. Tarih Boyunca İlim ve Din” A.A.Adıvar, Remzi Kit. 5.Basım 1994, sf.86-87
  12. Felsefe Ansiklopedisi–Düşünürler Bölümü” O.Hançerlioğlu, 1.Cilt, Remzi Kit., 1985, sf.263-264 ve “Allah’ın Güneşi Avrupa’nın Üzerinde” S.Hunke Altın Kit. Yay., 2001, sf.271
  13. Tarih Boyunca İlim ve Din” A.A.Adıvar, Remzi Kit. 5.Bas 1994, sf.86
  14. Felsefe Ansiklopedisi-Düşünürler Bölümü” O.Hançerlioğlu, 2.C., Remzi Kit., 1985, sf.195 ve “Rönesans Felsefesi” Y.Kaya, Tiglat Mat. A.Ş. 1999, sf.13
  15. Batı Düşününde Türk ve İslam İmgesi” Prof.O.B.Kula, Büke Yay., sf.13
  16. Ana Britannica, Ana Yayınları A.Ş. 16.Cilt, sf.223
  17. Felsefe Ansiklopedisi-Düşünürler Bölümü” O.Hançerlioğlu, 1.Cilt, Remzi Kit., 1985, sf.260
  18. Mukaddime”, Zakir Kadri Ugan Çevirisi, 1954 Baskısı, 1.Cilt, sf.70-71-241; ak. O.Hançerlioğlu “Felsefe Ansiklopedisi-Düşünürler Bölümü” 1.Bölüm, Remzi Kit., 1985, sf.260-261
  19. Felsefe Ansiklopedisi-Düşünürler Bölümü” O. Hançerlioğlu, 1.Cilt, Remzi Kit., 1985, sf.261
  20. Mukaddime”, Z.K.Ugan Çev., 1954 Baskısı, 2.Cilt, sf.349-355; ak. a.g.e. sf.261
  21. Düşünce Tarihi” O.Hançerlioğlu, Remzi Kit., 5.Bas. 1985, sf.166
  22. a.g.e. sf.167
  23. Felsefe Ansiklopedisi-Düşünürler Bölümü” O. Hançerlioğlu, 1.Cilt, Remzi Kit., 1985, sf.92
  24. Allah’ın Güneşi Avrupa’nın Üzerinde” S.Hunke Altın Kit. Yay., 2001, sf.18
  25. Ana Britannica, Ana Yay.A.Ş. 7.Cilt, sf.161 ve “Felsefe Ansiklopedisi-Düşünürler Bölümü” O.Hançerlioğlu,1.Cilt, Remzi Kit., 1985, sf.92
  26. Türklerin Tarihi” D.Avcıoğlu, 3.C., Tekin Yay. 1995, sf.1095-1056
  27. Orta-Asya” Jean Paul Roux, Kabalcı Yay., 2001, sf.282 ve Ana Britannica, Ana Yay. A.Ş. 13.Cilt, sf.163
  28. Allah’ın Güneşi Avrupa’nın Üzerinde” S.Hunke Altın Kit. Yay., sf.73-74
  29. Türklerin Tarihi” D.Avcıoğlu, 1.Cilt, Tekin Yay. 1995, sf.82
  30. Ana Britannica, Ana Yayınları A.Ş. 30.Cilt, sf.417
  31. Orta-Asya” Jean Paul Roux, Kabalcı Yay., 2001, sf.363-364
  32. Türk Tarihinin Ana Hatları” Kaynak Yay., 2.Basım 1996, sf.338


1 yorum:

  1. Derli toplu ,derin bilgiler iceren yazilariniz cok egitici binlerce teskkur...

    YanıtlaSil