9 Nisan 2014 Çarşamba

DOĞU AYDINLANMASI – 2



9.yüzyıldan başlayarak 14.yüzyıla dek süren beşyüz yıl içinde; Güneybatı Asya, İran, Mezopotamya, Anadolu ve Müslüman egemenliğindeki İspanya’da, sıradışı uygarlık gelişimi ve bir aydınlanma yaşandı. İslam yayılmasına denk düşen bu uzun dönem içinde, Antik Çağ yapıtları incelendi, eleştirildi, geliştirildi ve yalnızca Antik Çağ’ı değil, kendi dönemini de aşan görkemli bir bilimsel gelişme yaratıldı. Ön Asya’nın büyük-küçük kentleri; okullar, kütüphaneler, basımevleri, kağıt hamuru atölyeleri, çeviri merkezleri ve buraları boş bırakmayan insanlarla doldu. Uyanış o denli kapsamlı ve yaygındı ki, tarihi bilenler bile bu uyanışın nedenlerini açıklamada zorlandılar. Dünyanın büyük bölümü özellikle Avrupa, Orta Çağ karanlığını yaşarken, Bağdat’ın ya da Semerkant’ın sokakları, birkaç dil bilen, “öğrenmek için yapmayacağı şey olmayan” insanlarla dolup taşıyordu.



Çağdaş Bilimin Öncüleri


Doğu aydınlanması, alanlarında doruğa çıkan çok sayıda bilim adamı yetiştirdi. Bu insanlar, yaptıkları çalışmalarla dönemlerini aştılar ve dünya bilimine ölümsüz yapıtlar armağan ettiler; yapıtlarıyla bilimsel gelişmeye çok uzun bir süre yön verdiler, çağdaş bilimin temellerini attılar.
Düşünceye sınır koyan hiçbir engeli tanımadılar; araştırdılar, incelediler ve deneylerle kanıtladıkları yeni buluşlarıyla olağandışı bir gelişme sağladılar. Geliştirdikleri kuramlarla gerek çağdaşlarının gerekse kendilerinden sonraki bilim adamlarının öğretmeni oldular. Büyük bir alçak gönüllülükle binlerce öğrenci yetiştirdiler. Sayıları ve yaptıkları, o denli çok ve değerliydi ki, bunların tümünün bugüne aktarılamamış olması büyük bir kültürel yitiktir.
Doğu aydınlanmasında yer alan bilim adamlarının tümünü, yapıtlarıyla birlikte ve gerçek boyutuyla ele alıp incelemek; çok güç, belki de olanaksız, bu nedenle de şimdiye dek tam olarak yapılamamış bir iştir. İnsanlığın ortak kalıtı (mirası) olan bu konuyla, ilerde kuşkusuz daha çok ilgilenilecek ve tarihin karanlığında yitirilmiş gibi görünen konuyla ilgili birçok yeni bilgi, gün ışığına çıkarılacaktır.
Bu işin başarılmasının sorumluluğu, doğaldır ki, önce bu kalıtın varisleri olan doğulu bilim adamlarına düşecektir. Burada, Doğu aydınlanmasıyla ilgili bir bakış oluşturması amacıyla, en dikkat çekici olan birkaç düşünür, çok özet olarak ele alınmakla yetinilecektir. Tersi, bu yazının gerek konusu, gerekse yapabileceği bir iş değildir.
Doğuda bilim, her yerde olduğu gibi, “bilimlerin bilimi” felsefenin gelişmesiyle yükselmeye başladı. Felsefe pozitif bilimleri, pozitif bilimler de felsefeyi geliştirdi. Birbiri içine giren ve olumlu bir bütünlük oluşturan bu ilişki, aynı zamanda Özdek (madde), doğaötesi (metafizik) ve mantık sorunlarından ayrılamaz durumdaydı. Gökbilim, matematik, tıp ve başka bilimler bu ayrılmazlığın doğal ürünleriydi.
Felsefeyle başlayan düşünsel berraklık, nesnel bilimlere, oradan da dil bilgisi, edebiyat, müzik ve başka dallara yayılıyordu. Her bilim adamı, bilimin birden çok dalında uzmanlaşıyor ve iyi bir fizikçi aynı zamanda iyi bir matematikçi, gökbilimci ya da tıpçı olabiliyordu. Bilim adamları aynı zamanda, bir “dil bilimci” ve birçok dil bilen “usta çevirmenler”di. Dokuzuncu yüzyılda yetişen; Yahya İbn Maseveyh, Musa bin Şakir ve matematikçi üç oğlu, gökbilimci Harranlı Sabii; 10.yüzyılda filozof Luka el-Baalbekki, mantıkçı Matta bin Yunus; bu tür bilim adamlarının ilk örnekleriydi.1

El-Kindi’nin Önemi

Arap düşünür Ebû Yusuf el-Kindi (800-872), akılla imanı uzlaştırmaya çalışan ve imanın en önemli öğesinin bilgi olduğunu kabul eden, mutezile akımına bağlı ilk büyük İslam düşünürüdür. Felsefenin yanı sıra gökbilim, tıp, aritmetik ve gıda bilimi dallarında da döneminin en yetkin uzmanıydı; iyi bir çevirmendi; Aristo çevirilerinin tümünü denetledi; Platon’u inceledi. Mutezile akımını 8.yüzyılda Abbasi Devleti’nin resmi görüşü yapan halifeler Memun ve Mutasım’ın koruması altında, verimli bir bilimsel yaşamı oldu ve 270 yapıt kaleme aldı. Aristo’yu İslam düşünce yaşamına o soktu. “Evrende herşey birbirine neden-sonuç ilişkisiyle bağlıdır. Bu nedenle varlıklardan birinin tam olarak bilinmesi, öbürlerinin de bilinmesini sağlar... Dünyada değişmeyen, kalıcı hiçbir şey yoktur, yalnızca akıl dünyasında süreklilik vardır. Bu nedenle insan; aklın nimetlerine, Tanrı inancına, bilime ve iyi edimlere yönelmelidir” diyordu.2
Bu görüşler, o dönemde düşünsel gerilik içindeki Avrupa’da, ileri sürülmesi bir yana, akla bile getirilemeyecek denli ileri düşüncelerdir. El-Kindi’nin başlattığı düşünce akımı (Meşşaiyye); Ahmet Serakhsi, Belkhi, ve İbn Sina’ya esin kaynağı olmuş ve onlar tarafından geliştirilmiştir.3
El Kindi, Doğu aydınlanmasının öncülerindendi ve dönemin ortak özelliği olan bilimde çok yönlülüğe, erişmişti. Onun ve bir kuşak sonraki Farabi’nin müziğe yaptığı katkı ve bu katkının Avrupa’ya etkisi, bugün ne yazık ki unutulmuş ya da unutturulmuş ve buluşlarına başkalarınca el konulmuştur.
Örneğin, müzik notalarının adları olarak kullanılan do, re, mi, fa, sol, la, si hecelerinin İtalyan Arezzo’lu Guido tarafından bulunduğu ve Havari Johannes için yazılmış bir ilahinin, ilk satırlarının baş hecelerinden alınmış olduğu ileri sürülmüştür. Oysa, bu ilahinin, nota adlarının kullanıldığı tarihten sonra bestelendiği daha sonra ortaya çıkmış ancak yanlışlık düzeltilmemiştir. Alman araştırmacı Sigrid Hunke’ye göre Avrupalılar nota hecelerini olasılıkla; Arapça’da aynı amaçla kulanılan; dâl, , mim, , sat, lâm, sin harflerinden almışlardır. Nitekim bu harfler 11.yüzyılda yazılan ve içinde birçok Arapça sözcük bulunan bir Latince müzik yapıtında görülmüştür.4

Farabi

Doğu biliminde İlk Öğretmen (Hace-i Evvel) kabul edilen Aristo’dan sonra, İkinci Öğretmen (Hace-i Sani) kabul edilen Türk düşünürü Farabi (870-950), yalnızca Doğunun değil, dünya bilim tarihinin en büyük bilim insanlarından biridir.
Türkistan’ın Farabi kentinde doğan, kitapları arasında sessiz ve üretken alçak gönüllü bir yaşam süren, ölene dek Türk kılığıyla gezen ve bilimin hemen her dalıyla ilgilenen” bu büyük bilgin; Doğu biliminde olduğu kadar, belki de ondan daha çok, Batı biliminde etkili olmuştur.
İslam dünyasında bilimsel düşünceyi başlatan ilk düşünürün, el-Kindi olduğu kabul edilir ve bu doğrudur. Ancak Farabi’nin bilimsel düzeyi o denli yüksektir ki, el-Kindi’den sonra gelmesine karşın, O’na ilk İslam düşünürü adı verilir ve bu tanıma herhangi bir karşı çıkış olmaz.5
Farabi, bilimin hemen her alanında ürün vermiştir. Ancak, gerçek ününü; felsefi görüşlerinden, özellikle de felsefe-din ilişkilerini sorgulayan, bunları bütünleştirmeye çalışan görüşlerinden almıştır. Sınır koymadığı düşüncelerinde o denli özgürdür ki; görüşleri, bilime saygı duyulan o günkü ortamda bile kimi çevrelerde tepki çekmiştir.
Dinsel konuların; “nesnelerin gerçek niteliği bilinmeden, bir takım benzetmeler ve yerini bulmamış uyumsuz yaklaşımlarla” ele alındığını söylemesi, büyük sorun yaratmıştı.6 Ünlü araştırmacı Brockelman Gall’e göre Farabi; felsefe, siyaset, toplumbilim, fizik, canlıların evrimi, mantık ve müzik alanlarındaki yapıtlarıyla “Batı aydınlanmasının tohumlarını atan” düşünürdür.7
Yapıtlarında, anadili Türkçe’den başka Arapça, Farsça ve Süryanice kullandı. Antik Çağ Yunancasını iyi bildiği için, o dönemde yazılan kitapları kaynağından okudu; Aristo’dan çeviriler yaptı, yapılmış çevirileri gözden geçirdi.
Kitab-ül Musiki adlı yapıtıyla, müziğin kurallarını ve kuramını yazdı; kitabı, 17.yüzyıla dek Avrupa müziğine yön veren temel kaynaklardan biri oldu. Batıya, üçlü biçimin majör’deki oranının 5/4, minör’deki oranının 6/5 olduğunu Farabi ve onun izleyicisi İbn-Sina öğretti. Üçlü biçimin uzlaşmazlık (dissonance) yapısını gidererek onu, günümüzdeki kulakların alışık olduğu ahenkli ses birliği haline getiren de oydu. Günümüzdeki piyanonun “dedesi” sayılan kanun’u Farabi bulmuştu.8
Farabi yapıtlarıyla, yalnızca İbn-Sina, Miskaveyh, İhvanüssefa gibi Doğu düşünürlerine değil, pek çok büyük Batı düşünürüne de öncülük etti. Siyaset bilimini, insancı (hümanist) yaklaşımlarla, eşitliğe dayandıran Macchiavelli’den (1469-1520) altıyüz yıl önce o geliştirdi.
İnsanların mutluluk içinde yaşayacağı, eşitliğe dayanan toplum önermesini, Tommaso Campanella’dan (1568-1639) yedi yüz, Thomas Moore’dan (1478-1668) altı yüz yıl önce o savunmuş, tek dünya devleti düşüncesini o ileri sürmüştü.
Canlıların evrimi konusunu Charles Darwin’den bin yıl önce, üstelik üstün bir kavrayışla o ele aldı.
Deneyciliği ve nesnelliği bilime katmada eriştiği düzeye, Thomas Hobbes (1588-1679) ancak yedi yüz yıl sonra ulaştı; önerdiği toplumsal sözleşmeyi, Jean-Jacques Rousseau (1712-1778) dokuz yüz yıl sonra kaleme aldı.9
Farabi’nin geliştirdiği bilimin yüksek düzeyi, birçok insana inanılmaz gibi gelebilir ancak Farabi bilimi, somut bir gerçektir. O, çoğu yitmiş olsa da, yapıtlarıyla bilim tarihinde her türlü saygıyı hakeden bir yere oturmuş ve geçmişte görmüş olduğu saygıyı gelecekte de görecek olan, büyük bir bilgindir.
İngiliz bilimcisi T.J.Boer’in, O’nun için yaptığı şu değerlendirme, Farabi düşüncesinin değeri konusunda bir yaklaşım sağlamaktadır: “Farabi, ayrı yasalardan çok tüm evrende geçerli olan tek bir yasanın gerekliliğine inanıyordu. Farabi’nin bu inancı, yüzlerce yıl sonra büyük fizikçi Einstein’in ‘birleştirilmiş alan’ kavramını gerçekleştirmeye çalışırken öngördüğü düşüncenin aynısıdır.”10

Harizmi’nin Matematiği

16.yüzyıl ünlü İtalyan matematikçisi Gerolamo Cardano’nun, dünyanın en büyük düşünürleri arasında saydığı11 Musa el-Harizmi (780-850) bu tanımı hak eden bir bilim adamıdır. Türkistan’ın Harizmi (Harzem) bölgesindeki Hive’de doğan bu büyük düşünür; matematik, gökbilim ve coğrafya üzerine yapıtlar üretti ancak gerçek ününü matematikçi olarak yaptı ve yazdığı kitapla, cebir’e adını vererek, bilimde ölümsüzler arasında yerini aldı.
Harizmi o denli büyüktü ki, Batı ve Arap tarihçiler, diğer Türk bilim adamlarına yaptıkları gibi onu da Türk saymak istemediler, etnik kimliğini ya açıktan yadsıdılar ya da hiç söz etmediler. Kimileri adını doğduğu bölgeden almasına karşın, Harizmili olduğunun şüpheli olduğunu söylediler ve dayanaksız bu savı kanıtlamak için, “Harizmi’de doğan bir insanın Bağdat’a gelmesinin çok zor olacağı” gibi akıl dışı gerekçeler ileri sürdüler.12 Harizmi’yi, kaynaklarına Arap-İslam bilgini olarak geçtiler.
Harizmi’yi ölümsüzlüğe eriştiren iki temel yapıttan birincisi, kuramsal yanı ağır basan “El Cebir v’almu-kabele” yani “Onarma ve Eşitleştirme” dir. Kitapta, matematiğin birçok konusunu ele alıyor ancak denklemlerin basitleştirilmesi konusunda olağanüstü bir başarı sağlıyordu. Yapıtın ilk sözcüğü olan el-Cebir, o günden bugüne, tüm dillerde algebra, ya da bizdeki cebir biçimiyle kullanıldı, kullanılmayı da sürdürüyor.
İkinci kitabı, ad olarak değil ama içerik olarak O’nu bir kez daha ölümsüzlüğe taşıdı. Bu kitapta, eski Türk matematiği ile Hint sayı dizgesinden yararlanılarak; ondalık sayılar, sayı yazma, dört işlem (toplama, çıkarma, çarpma, bölme), kesir hesaplarının kuralları bulunup geliştiriliyor ve her buluş, kuramsal bir bütünlüğe ulaştırılıyordu. Özgün yazılımı ele geçirilemeyen bu kitap, 12. yüzyılda Batıya ulaşmış ve çevirisi yapılmıştı; eldeki nüsha Latince Liber Algoritmi adı verilen bu çeviridir.
Harizmi, Liber Algoritmi’yle Batıya, dokuz sayıyı ve sıfırı kullanmanın basitleştirilmiş yöntemlerini öğretti. Öğretisi, yalnızca matematikçiler çevresiyle sınırlı kalmadı ve hızlı bir biçimde halkın anlayacağı ve günlük işlerde kullanılan işlemler durumuna geldi. Çeşitli okullar, özellikle Algoritm Okulu bu işlemleri yaymak için çaba harcadı. Alman Zerclaerli Thomas, 13.yüzyıl Almancasıyla yazılmış kitabında bu sayıları kullandı. Harizmi, Avrupalıları Romen rakamlarının kısırlığından kurtarmış ve “bilimin her dalında kullanılan bir matematiği Batılılara öğretmişti.”13



Ön Türk Matematiği

Helen uygarlığı ve Roma’da sayı yoktu. Eski Mısırlılar ise bir, iki ve üç’ü dik çizgilerle gösteriyordu; bir yatay çizgi dört, iki yatay çizgi sekiz anlamına geliyordu. On, yüz ve bin ise hiyeroglif harflerle gösteriliyordu. Babilliler sayı yazmayı, dik ve yatay çizgiler ile her iki çizginin açı oluşturacak biçimde kesişmesiyle sağlıyordu. Dik ve yatay çizgilerin sayısı ve kesişme açısı değişik sayı değerlerini ifade ediyordu.
Helen’ler, sayıları, abecelerinin 24 harfi ve Ortadoğu kökenli üç ek işaretle yazıyordu. Romalılar’da sayılar, rakamla değil, harflerle gösteriliyordu. Roma’da sayılar, başlangıçta yalnızca dik çizgilerle anlatıldı; beş dik çizgi beş’i, sekiz çizgi sekizi, onbeş çizgi onbeş’i gösteriyordu. Daha sonra on çizgiye bir deste denildi ve çapraz iki çizgiyle (X) gösterildi. Çaprazın alt kısmının atılmasıyla oluşan işaret (V), yarım deste beş demekti. Daha büyük sayılar için harfler devreye girdi ve elli (L), yüz (C), beşyüz (D) ve bin (M) harfi ile gösterildi.
Romalılar, örneğin 348 sayısını yazacaksa, bunu “yüz-yüz-yüz/on-on-on-on/beş/bir-bir-bir” olarak yani CCCXXXXVIII biçimindeki uzun yinelemelerle yazıyordu. Daha büyük sayıları yazmak, başlı başına bir sorundu; çünkü yazması uzun, kapladığı alan büyüktü. M.Ö.260 yılında kazandıkları deniz zaferi anısına hazırladıkları kitabeye; 22 milyon sayısını yazmak için, taşa tam 220 kez yüzbin işaretini yan yana kazımışlar, bunun için birçok taş blok kullanmışlardı. Yüzbin’den yüksek sayılar için herhangi bir işaret yoktu.14 Romen rakamları denilen bu işaretlerle, “en basit bir hesap işlemi bile yapmak olanaklı değildi.”
Doğuda geliştirilen ve eski çağlarda yalnızca Hintliler, Türkler ve Mayalar’ın kullandığı, birler hanesi’nin bir’den dokuz’a dek her sayıyı ayrı işaretle göstererek yazma, insan zekasının gerçekleştirdiği en önemli buluşlardan biridir. Dört işlemi sayı yazısıyla yapılır duruma getiren, ondalık sayılar’ı ve kat sayılar’ı bulan ve Doğu matematiğini kuram haline getiren Harizmi’ye tüm insanlık özellikle Batılılar çok şey borçludur.
Harizmi’nin doğduğu topraklar, matematiğin çok eskiden beri, üstelik ayrıntılı olarak bilindiği yerlerdi. Ordu kurmayı ve varlığını ona bağlamayı bir yaşam biçimi yapan Türkler, ordularını onluk, yüzlük, binlik ve onbinlik birimler olarak örgütlüyor ve bu örgütlenmeye uygun sayı sistemleri geliştiriyordu. On-Oklar tanımı ve on-iki boyluk federasyonlar, Türkler’in ondalık sistemi çok eskiden beri kullandıkları alanlardı. Ayrıca bu yalnızca ordu örgütlenmesinin anlatımında değil, günlük yaşamın her alanında yaygınca kullanılıyordu. Üstelik bir değil iki tür ondalık sisteme sahiptiler.
Eski Türkler’in sayı okuma ve yazmada kendilerine özgü yöntemleri vardı. Örneğin, otuz yedi sayısına bir yandan yedi kırk derken öte yandan otuz artık yedi diyorlardı. İlk yöntem ikincisinden daha eskiydi ve açıklaması şöyleydi: Otuz yedi’ye yedi kırk diyebilmek için önce ondalık sistemin bilinmesi gerekiyordu. Çünkü otuzyedi, 3 x 10 (otuz) 4x10 (kırk) arasındadır.
Eski yöntemde otuz yedi’yi okumak için, önce onu içine alan onluk tam sayı yani kırk söyleniyor; daha sonra iki onluk tam sayı arasında kalan birlik sayı olan yedi okunarak üst onluğun önüne koyuluyordu. Yedi kırk dendiğinde, kırk’tan önceki otuz’dan sonraki yedi’li sayı yani otuz yedi anlaşılıyordu. Türkler’in, çok eski olan (arkaik) ve grafik olarak belgelenmiş olan ilk ondalık sayı sistemi buydu.15
İkinci sistem daha gelişkindir. Burada, bir sonraki tam sayı işlemden çıkarılmış ve artık (+) kavramı getirilmiştir. Otuz yedi, (3 x10 = 30 + 7) yani otuz artık yedi olarak okunmuştur. Türkler, bu iki sistemi uzun süre birlikte kullanmıştı. Daha gelişkini varken eskisinin de korunup kullanılmasının nedeni hala anlaşılamamıştır.16
Harizmi, Türk matematik geleneğini temel alarak, Babil, Helenistik, İbrani, Hint metinlerini inceledi, kuramlar geliştirdi ve yapıtlarını üretti. Çağının çok ilerisinde olan Hisabü’l-Cebr ve L-Mukabele adlı yapıtı, Batı matematiğini etkiledi ve uzun süre ona yön verdi.
Kolay kullanılabilir yöntemler içeren bu yapıtla, doğrusal ve iki bilinmeyenli denklemlerin aritmetik çözümüne ve Eukleidesçi geometriye yeni kurallar getirdi. Miras başta olmak üzere karmaşık hesaplarda dağılım oranlarının saptanmasını, basit ve sağlam kurallara bağladı. Logaritma terimi, Batılıların Harizmi’ye verdiği Algoritmi adından türedi.
Fî-Zîc adlı yapıtında gökbilim çalışmalarında kullanılacak cetveller (zîc) geliştirdi. Kitâbü’l-Amel bi’l Asturlab ve Kitâbü’l-Amel’il Asturlab adlı yapıtlarında, yıldızların dünyaya göre yükseklik derecesini saptayan aletin (usturlab) yapılış ve kullanışını anlattı. Yer’in ve gökyüzünün haritalarını içeren atlas hazırlanmasına katıldı. Nil’in “Cennet’ten değil”, Doğu Afrika’daki bir gölden çıktığını belirten ilk kişi oldu. Bu görüşe bilim tarihinde Batlamyus-Harizmi kuramı adı verildi.17

Harizmi’nin İzleyicileri

Harizmi’nin attığı temel üzerinde birçok matematikçi ve gökbilimci yetişti. Bu insanlar, yaptıkları çalışmalarla birçok ilk’i gerçekleştirdiler; evrensel bilime varsıllık katan, büyük bir bilimsel kalıt bıraktılar. Arap bilginleri el-Battani ve İbn Yunis, gökbilim cetvellerini büyütüp geliştirdiler.
Batılıların Alfraganus adını verdiği el-Fergani, yeryüzü boylam dairelerinin uzunluğunu hesapladı ve ilk kez, güneşin görünürdeki yörüngesinin, gezegenlerde olduğu gibi zamanla geri yöne doğru gittiğini anladı; yapıtları birçok kez Latince’ye çevrildi.
Sabit bin Kurra tarihte ilk kez, güneşin öğle yüksekliğini ve güneş yılının süresini hesapladı. Batıda Albategnıus adıyla ünlenen el-Battani (877-918); dönencel yılı, yıldız yılı ve paralaks’ın (yer merkeziyle gözlemevinin belirli bir yıldıza göre yaptıkları açı) sürelerini ve açısını saptadı.18
Hasan İbn–Heysem (965-1039) gezegenlerin saydam olmayan tabakalar üzerinde devinmelerinin (hareket etmelerinin) kuramını oluşturdu. Yıldız ve Güneş’in ışık verdiğini, Ay’ın güneşten aldığı ışığı yansıttığını bulması, gökbilime yaptığı büyük bir katkıydı.19
Işık olayları üzerindeki kuram ve hesapları altıyüz yıl Batıda etkili oldu. Işığın kırılmasıyla ilgili bir buluşu, bilim dünyasında, hala Alhazen Sorunu adını taşır. Işığın gözden çıkmadığını, tersine nesnelerden göze geldiğini kanıtladı. “Felsefenin görevi açık ve kesin bilgi sağlamaktır, bu niteliği nedeniyledir ki, bütün bilimlerin anasıdır, felsefenin temelinde mantığın bulunması bu yüzdendir” diyordu.20 Bin yıl önce yapılan bu saptamalar, çağdaş felsefe ve mantığın günümüzde temel aldığı düşüncelerdi.

Tıp ve Zekeriya Razi

Avrupalılar’ın “gelmiş geçmiş tüm hekimlerin en büyüklerinden biri”21 dediği ve Paris Tıp Fakültesi’nin Büyük Anfisine (Auditorium Maximum), yontusu (heykeli) dikilen Zekeriya el-Razi (854-932), tıp başta olmak üzere felsefe, matematik, gökbilimi, kimya, eczacılık ve edebiyat dallarında yapıtlar veren bir düşünür, bir bilim dehasıydı.
Horasan’ın Rey kentinde doğdu. İriyarı ve sarışın oldukları için Arapların, “Rey’in kızıl tilkileri” dediği,22 Güneybatı Orta Asya Türk boylarından geliyordu.23 Bu sıradışı bilim insanı, yapıtlarına aktardığı kuram ve uygulamalarıyla yalnızca yaşadığı dönem de değil, günümüze değin, bilimle ilgilenen herkes tarafından saygı ve hayranlıkla anılmıştır.
Orta Çağ’da doğa bilimlerine yönelen araştırmalar, onunla başladı. İyi bir deneyci ve iyi bir tümevarımcı (özelden genele ya da etkiden etkene geçerek sonuç çıkarma yöntemi) olduğu kadar, Antik Grek felsefesini tümüyle inceleyen nitelikli bir düşünürdü. Anaksagoras ve Empedokles üzerinde kapsamlı incelemeler yapmıştı.
İslam felsefesinde tabiîyyûn adı verilen doğa düşünürlerinin öncüsüydü. Ona göre, “bilginin kaynağı duyumlardır ve gerçek olan evrendir”; “ruh ve tanrı bu gerçeğe” yani “dünya işlerine karışmaz” bu işler ancak “akılla çözülebilir”; “sınırsız olan insan aklı, herşeyi öğrenebilir, iyiyle kötüyü birbirinden ayırabilir”; bu nedenle “felsefe ile doğa bilimleri arasında bütünleyici bir bağ kurulmalı” ve bu bağ, her zaman korunmalıdır.24
Batılıların Rhases adını verdiği Razi, döneminde hiçbir hekimin erişemeyeceği bir tıp bilgisine ulaşmıştı ve yorulmak bilmez bir çalışmayla, bu bilgiyi sürekli geliştirip yeniliyordu. Bilgisini arttırmak için uzun yolculuklar yapıyor ve dönemin en ileri bilginleriyle ilişki kuruyordu. Hiç bıkmadan, öğrencilerine hekimlik mesleğinin yüksek ahlak değerlerini anlatıyor, şarlatanlıklarla, söz ve yazı yoluyla sürekli savaşıyordu. Para ve malla hiç ilişkisi olmadı. Yoksulluk içinde öldüğünde, arkasında muazzam bir bilimsel mirastan başka hiçbir şey bırakmamıştı.
Uzun süre sandıklarda kalan el yazmaları, Vezir İbn el-Amid’in ilgilenmesiyle düzenlenip basıldı. Basılacak kitap sayısı o denli çok ve o denli nitelikliydi ki, yalnızca el-Amid ve bilim adamları değil, kitabı basanlar bile şaşırıp kalmışlardı.
Continens adıyla çevrilerek Batıda uzun yıllar ders kitabı olarak okutulan ve yalnızca tıp konularını kapsayan ansiklopedik kitap, tam bir başyapıt’tı. El yazmalarından oluşan diğer kitaplar; Mıknatısın Demiri Çekmesinin Nedeni, Uzay Boşluğu Üzerine, İnancın Eleştirisi, İlahi Bilim, Evrenin Biçimi Üzerine, Tıbbı İçine Alan, Bir Saat İçinde Tedavi, Yakınında Hekim Bulunmayan Herkesin Kitabı ve Çiçek ve Kızamık Hastalıkları Üzerine en dikkat çekici olanlarıydı.25
İlahi Bilim kitabında, kendinden sonraki bilim adamlarına bilimsel ahlakla ilgili, erdemli öğütler verdi. Bu öğütlerde, bilimle uğraşan insanların dünyaya ait maddi ya da öbür dünyaya ait manevi sözvermelere bağlanmamalarını, bilim ve gerçek için karşılaşılacak zorluklara cesaretle göğüs germelerini söylüyordu.
Çok tutulan, Yakınında Hekim Bulunmayan Herkesin Kitabı, halk sağlığı konusunda yazılmış belki de ilk kitaptı. Ansiklopedi biçiminde düzenlenen kitapta, her hastalık açık ve anlaşılır biçimde anlatılıyor; hastalıklardan korunmak için alınması gereken önlemler ve ilk müdahale yöntemleri öğretiliyordu. Bir Saat İçinde Tedavi’nin önsözünde şunları yazmıştı; “Kimi hekimler, oluşan bir hastalığın ancak uzun süre içinde tedavi edilebileceğini söylerler. Bunu, yalnızca hastadan daha fazla ücret alabilmek için yaparlar. Vezir, bazı hastalıkların bir saatte iyi edilebileceğini söylemem üzerine heyecanlandı ve benden bu konuda bir kitap yazmamı istedi. İşte bu kitap odur.”26
Tıbbı İçine Alan ve Çiçek ve Kızamık Hastalıkları Üzerine adlı kitapları, “alanlarının şahaserleri” kabul edilmiştir. Bunlar, özgün birer ilkyapıt (monografi) ve tıb bilimine konularında yön veren, temel yapıtlardı. Kitaplarda, eski görüşlerin etkisinde kalmadan tümüyle klinik saptamalara ve deneylere dayanılıyor, olay ve olgular doğal süreçler içinde ele alınıyordu. Yüzlerce yıl böyle şeyler, ne yazılmış ne de düşünülmüştü. Çiçek ve Kızamık Hastalıkları Üzerine, o denli etkiliydi ki, Avrupa’da, 1495-1866 arasında tam kırk kez basılmıştı.27
Razi öbür yapıtlarında; ısı, rüzgar ve nem koşullarının insan sağlığı üzerinde yaptığı etkileri inceledi. Öğrencileriyle toplu deneyler yaptı, hasta başında klinik dersler verdi. Hastane başta olmak üzere yaşam ortamlarının tütsüleme yoluyla kötü kokulardan arındırılmasını, hasta odalarının havalandırılmasını, sıcak suyla sık sık yıkanılmasını ve temiz içme suyuna önem verilmesini önerdi ve önerilerinin kent yönetimlerince uygulanmasını sağladı. Veba görülen yerlerde kızgın çakıllar üzerine sirke döktürerek elde ettiği formaldehit gazı’yla evleri bulaşsızlaştırdı (dezenfekte etti); sülfürik asit ve formik asit’i tanımladı; cerrahide ilk kez koyun bağırsağından elde edilen iple dikiş yapılmasını uyguladı.28
Konutların, sağlık koşullarına uygun olması için neler yapılması gerektiğini açıkladı. O dönem için, özellikle Batı insanına düş gibi gelen “her evde bir yıkanma yerinin gerektiğini” söylüyordu. Bunların söylenip uygulandığı yıllarda, Avrupa’da insanlar “yılda bir ya da ençok iki kez, o da soğuk suyla” yıkanırlar, elbiselerini “bir kez giydiler mi, artık parçalanıp üzerlerinden dökülünceye dek” yıkamazlardı. Hıristiyanlık misyonerleri, “çıplak vücudu” insanlara; “arzu, tutku ve ahlaksızlığın kaynağı” olarak tanıttığı için; “banyo yapmak, yıkanmak hatta yalnızca soyunmak bile” günah sayılıyordu. Pislik bir tür “iffetlilik” göstergesi durumuna gelmişti.29 Kilise, “Tanrı’nın eseri olan insan vücudunu” kutsal sayıyor, ona karışılmasını, yani ameliyat yapılmasını yasaklıyordu.30
Doğuştan hekim olan” Razi, hekimlerin meslek ahlakına yönelik görüşler ileri sürmüş, hekim yetiştirme başta olmak üzere meslek sorunları üzerine önermelerde bulunmuştur. Ölümünden bir yıl sonra yasalaşan önerileri içinde; “hekimlerin çalışabilmek için sınavla ruhsat almaları, şarlatanlarla hekimlik taslayan (mutatabbip) kişilerin kavuşturulması, meslek kurallarını denetleyen tabib odasının kurulması, sahte hekimlik ve sahte ilaçcılıkla mücadele edilmesi, genç hekimlerin yetiştirilmesi için geliştirilecek yöntemler” gibi konular vardı.
Devlet hizmeti dışındaki her hekimin sınava tabi tutulması, bu sınavda başarılı olanlara hekimlik yetkisinin verilmesi ve bu hekimlerin tabibler odası gibi bir meslek örgütüne üye olmaları, o güne dek görülmüş uygulamalar değildi. Razi’nin yaşadığı dönemde tıp o denli ileri gitmişti ki, yalnızca Bağdat’taki hekim sayısı, devlet memuru olanların dışında 860’tı. Aynı yıllarda Avrupa’nın, örneğin Rheingaud kentinde bir tek hekim bile bulunmuyordu.31

Biruni Çağı

Rus Doğu bilimci Vasili W.Bertold’un, “gelmiş geçmiş en büyük İslam bilgini” olarak nitelediği Ahmet el-Biruni (973-1052) yalnızca Doğunun değil tüm Orta Çağ’ın en etkili düşünürlerinden biridir. Harizmi gibi Harzem’de doğan bu büyük Türk bilgini, yaptığı çalışmalarla kendi dönemine olduğu kadar, belki de ondan daha çok geleceğe yön verdi ve hemen tüm yapıtları Batı dillerine çevrildi. Bilimsel niteliği ve düşünce zenginliği öylesine etkileyicidir ki, Belçikalı bilim tarihçisi George Sartun binlerce bilim adamının yetiştiği 11.yüzyılı, “Biruni Çağı” olarak adlandırmıştır.32
Biruni’nin; felsefe, gökbilim, matematik, doğa bilimleri, coğrafya ve tarih alanlarında eriştiği bilimsel düzey ve olgunluk çok yüksektir. Yapıtlarını sıradan okurlar için değil, bilim adamlarına yönelik yazmıştır; bu nedenle Biruni’yi okuyup anlamak için iyi bir eğitimden geçmiş olmak gerekir. Yapıtlarında Arapça, Farsça, Sanskritçe, Süryanice ve Türkçe kullanmıştır. Kullandığı Türkçe sözcüklerin yazılışında belirgin bir ustalık olmasına karşın, Biruni özellikle Batılı tarihçilerce Türk değil, Arap sayılmıştır.
Biruni’nin felsefe ve tarih konusundaki görüşleri, bilim tarihinde iz bırakan, düşünsel bir devrim niteliğindedir. El-Asarü’l-Bâkiye ani’l Kuruni’l Hâliye adlı kitabı tarih ve zamandizin (kronoloji) alanında önemli bir yapıttır. Bu yapıtta tarihsel olayları, yalnızca tarihsel sıralamaya bağlı olarak değil, toplumsal ilişkileri belirleyen koşullar ve süreçleri de ele alarak incelemiştir. Zaman bilimiyle ilgilenmesi nedeniyle çok geniş bir takvim araştırması yapmış; Türk, Grek, Çin, Arap ve İran takvim dizgelerini inceleyerek kitaba almıştır. Kuruni’l Hâliye, İslam dünyasında takvimler düzeni üzerine yazılmış en ayrıntılı yapıttır.
Biruni, nesnelliğe ve akılcılığa dayanan tarih anlayışını, Kitabü’t-Tefhim fi Evaili Sanaati’t Tencim yapıtıyla bilimsel bir üstünlüğe taşıdı. Tarihsel olayları ekonomik nedenlerle açıklayarak, toplumsal gelişimin temelinde ekonomik ilişkilerin yattığını ileri sürüyor ve tarihi, din ve inanç dizgeleriyle açıklamaya çalışmanın bilime aykırı olduğunu söylüyordu. Bu görüşler, Batılıların ancak 19.yüzyılda ulaşabildiği görüşlerdi. Birunî, yapıtlarında karşılığını bulan; özgün düşünceye bağlılığı, kapsam genişliği, bağnazlıktan uzak yaklaşımı ve özenle seçilmiş ayrıntı zenginliğiyle33 bilim tarihinin anıt isimlerinden biridir.
Gökbilimi, matematik, fizik, yer bilimleri alanlarındaki çalışmaları, pek çok ilkbuluş’u ve kuramsal yeniliği içerir. Dönemin en nitelikli Aristo ve Ptolemaios eleştirisini, o yapmıştır. Dünyanın kendi ekseni çevresinde döndüğünü bulmuş, ufuk alçalması açısını bularak meridyen yayı uzunluğunu belirlemiş ve dünyanın yarıçap uzunluğunu hesaplamıştır. Güneşin bir yıl boyunca, gökküresi üzerinde çizdiği daire düzleminin gök ekvatoruna göre eğikliğini (tutulum eğikliği), çok hassas biçimde saptamayı başarmıştır. Fizikteki büyük başarısı, piknometre'nin (yoğunluk şişesi) ilk örneğini geliştirerek, 23 katı ve 6 sıvının özgül ağırlığını, bugün bilinen değerleriyle belirlemesiydi.
Su kaynaklarını ve artezyen kuyularını, akışkanlık mekaniği (hidrostatik) ilkeleriyle açıkladı. Gazneli Mahmud’la birlikte Hindistan’a gittiğinde, bu ülkeyi daha iyi incelemek için Sanskritçe öğrendi. İndus havzasının, vadinin alüvyonla dolması sonucu oluştuğunu belirledi; bu belirleme o dönem için inanılması güç bir buluştu.
Hindistan’da yaptığı çalışmaların en önemli sonucu, Hintlilerin kendisine herhalde çok şey borçlu olmasını gerektiren Tahkiki mâli’l-Hint adlı yapıttır. Hindistan’ın kültür ve bilim tarihini inceleyen bu yapıt, bugüne dek yapılmış en değerli Hint çalışmalarından biridir. Yapıtta, bu büyük ülke; felsefe, din, doğa bilimleri, edebiyat, coğrafya, hukuksal düzen, gelenek ve görenekler bakımından kapsamlı bir biçimde inceleniyordu. Dinsel ayrımlar ve inanç dizgeleri; önyargıdan uzak, yansız biçimde ve her din kendi terimleri kullanılarak ele alınıyor, tümüyle nesnel bir tutum izleniyordu.34
Biruni, özgürlüğe verdiği önemi tüm yapıtlarına yansıtmıştır. İnsanların, düşünce ve inançlarını, gerek dışarıdan gelen gerekse inanç adına kendi içlerinde yarattıkları engellerden kurtarmaları gerektiğini söyler. Düşünce üzerinde baskı oluşturacak her türlü ilişki ve girişimi yadsır, ayrımlı düşüncelerin varlığını, gelişmenin koşulu sayar. Sanskritçe’den Arapça’ya çevirdiği Patancali’ye yazdığı önsöz, özgürlük düşüncesinin bir özeti gibidir ve son tümcesi şöyledir: “İnsanların düşünce ve inançlarındaki çeşitlilik, gelişimin ve dünyadaki esenliğin kaynağıdır.”35

DİPNOTLAR

  1. Büyük Larouuse, İletişim Yay., 10. Cilt, sf.5800
  2. Ana Britannica, Ana Yayıncılık A.Ş. 19.Cilt, sf.86-87
  3. Felsefe Ansiklopedisi-Düşünürler Bölümü” O.Hançerlioğlu, 1 Cilt, Remzi Kit., 1985, sf.144
  4. Allah’ın Güneşi Avrupa’nın Üzerinde” S.Hunke Altın Kit.Yay., 2001, sf.314
  5. a.g.e. sf.157
  6. Tarih Boyunca İlim ve Din” A.A.Adıvar, Remzi Kit., 5.Bas. 1994, sf.80
  7. Düşünce Tarihi” O.Hançerlioğlu, 5.Bas. 1993 Remzi Kit., sf.157, “Felsefe Ansiklopedisi-Düşünürler Bölümü”, 1.C., Remzi Kitap-1985, sf.158
  8. Allah’ın Güneşi Avrupa’nın Üzerinde” S.Hunke Altın Kit. Yay., 2001, sf.313
  9. Felsefe Ansiklopedisi-Düşünürler Bölümü”, O.Hançerlioğlu 1.Cilt, Remzi Kit.-1985, sf.158
  10. The History of Philosophy in İslam” T.J. Buer sf. 109; ak. O. Hançerlioğlu “Felsefe Ansiklopedisi-Düşünürler Bölümü” 1.Cilt, Remzi Kit., 1985, sf.158
  11. Ana Britannica, Ana Yayıncılık A.Ş. 14.Cilt sf.435
  12. Felsefe Ansiklopedisi-Düşünürler Bölümü” 1.Cilt, Remzi Kit., 1985, sf.221
  13. Allah’ın Güneşi Avrupa’nın Üzerinde” S.Hunke Altın Kit. Yay., 2001, sf.49
  14. a.g.e. sf.37-38
  15. Kök Türkler” Sencer Divitcioğlu, Yapı Kredi Yyayınları 2000, sf.221
  16. a.g.e. sf.222
  17. Ana Britannica, Ana Yayıncılık A.Ş. 14.Cilt, sf.435
  18. Allah’ın Güneşi Avrupa’nın Üzerinde” S.Hunke Altın Kit.Yay., sf.80-82
  19. a.g.e. sf.82
  20. Felsefe Ansiklopedisi-Düşünürler Bölümü” O.Hançerlioğlu, 1.Cilt, Remzi Kit., 1985, sf.268
  21. Allah’ın Güneşi Avrupa’nın Üzerinde” S.Hunke Altın Kit.Yay., sf.116
  22. a.g.e. sf.117
  23. Büyük Larousse” Gelişim Yay., 6.Cilt sf.3496
  24. Felsefe Ansiklopedisi-Düşünürler Bölümü” O.Hançerlioğlu, 2.Cilt, Remzi Kit., 1985, sf.184
  25. Allah’ın Güneşi Avrupa’nın Üzerinde” S.Hunke Altın Kitap Yay., sf.121-122
  26. a.g.e. sf.121
  27. a.g.e. sf.122
  28. Büyük Larousse” Gelişim Yay., 6.Cilt sf.3496
  29. Allah’ın Güneşi Avrupa’nın Üzerinde” S.Hunke Altın K. Yay., sf.33
  30. Vücûd-u Beşer, Bir Fabrikaya Benzer” Attila İlhan, Cumhuriyet 13.08.2003
  31. Allah’ın Güneşi Avrupa’nın Üzerinde” S.Hunke Altın Kit. Yay., sf.113-123
  32. Ana Britannica, Ana Yayınları A.Ş. 5.Cilt, sf.431
  33. a.g.e. sf.431
  34. a.g.e. sf.431
  35. a.g.e. sf.431

1 yorum:

  1. Metin bey size, sevdiklerinizle birlikte, saglikli uzun bir omur diliyor, saygi ve sevgilerimi sunuyorum.Sozsuz tesekkurler..

    YanıtlaSil