9.yüzyıldan
başlayarak 14.yüzyıla dek süren beşyüz yıl içinde; Güneybatı
Asya,
İran, Mezopotamya, Anadolu ve Müslüman egemenliğindeki
İspanya’da, sıradışı uygarlık gelişimi ve bir aydınlanma
yaşandı. İslam yayılmasına denk düşen bu uzun dönem içinde,
Antik
Çağ
yapıtları incelendi, eleştirildi, geliştirildi ve yalnızca Antik
Çağ’ı
değil, kendi dönemini de aşan görkemli bir bilimsel gelişme
yaratıldı. Ön Asya’nın büyük-küçük kentleri; okullar,
kütüphaneler, basımevleri, kağıt hamuru atölyeleri, çeviri
merkezleri ve buraları boş bırakmayan insanlarla doldu. Uyanış o
denli kapsamlı ve yaygındı ki, tarihi bilenler bile bu uyanışın
nedenlerini açıklamada zorlandılar. Dünyanın büyük bölümü
özellikle Avrupa, Orta
Çağ
karanlığını yaşarken, Bağdat’ın ya da Semerkant’ın
sokakları, birkaç dil bilen, “öğrenmek
için yapmayacağı şey olmayan”
insanlarla dolup taşıyordu.
Çağdaş Bilimin Öncüleri
Doğu
aydınlanması,
alanlarında doruğa çıkan çok sayıda bilim adamı yetiştirdi.
Bu insanlar, yaptıkları çalışmalarla dönemlerini aştılar ve
dünya bilimine ölümsüz yapıtlar armağan ettiler; yapıtlarıyla
bilimsel gelişmeye çok uzun bir süre yön verdiler, çağdaş
bilimin temellerini attılar.
Düşünceye
sınır koyan hiçbir engeli tanımadılar; araştırdılar,
incelediler ve deneylerle kanıtladıkları yeni buluşlarıyla
olağandışı bir gelişme sağladılar. Geliştirdikleri kuramlarla
gerek çağdaşlarının gerekse kendilerinden sonraki bilim
adamlarının öğretmeni oldular. Büyük bir alçak gönüllülükle
binlerce öğrenci yetiştirdiler. Sayıları ve yaptıkları, o
denli çok ve değerliydi ki, bunların tümünün bugüne
aktarılamamış olması büyük bir kültürel yitiktir.
Doğu
aydınlanmasında
yer alan bilim adamlarının tümünü, yapıtlarıyla birlikte ve
gerçek boyutuyla ele alıp incelemek; çok güç, belki de
olanaksız, bu nedenle de şimdiye dek tam olarak yapılamamış bir
iştir. İnsanlığın ortak kalıtı (mirası) olan bu konuyla,
ilerde kuşkusuz daha çok ilgilenilecek ve tarihin karanlığında
yitirilmiş gibi görünen konuyla ilgili birçok yeni bilgi, gün
ışığına çıkarılacaktır.
Bu
işin başarılmasının sorumluluğu, doğaldır ki, önce bu
kalıtın varisleri olan doğulu bilim adamlarına düşecektir.
Burada, Doğu
aydınlanmasıyla
ilgili bir bakış oluşturması amacıyla, en dikkat çekici olan
birkaç düşünür, çok özet olarak ele alınmakla yetinilecektir.
Tersi, bu yazının gerek konusu, gerekse yapabileceği bir iş
değildir.
Doğuda
bilim, her yerde olduğu gibi, “bilimlerin
bilimi”
felsefenin gelişmesiyle yükselmeye başladı. Felsefe pozitif
bilimleri, pozitif bilimler de felsefeyi geliştirdi. Birbiri içine
giren ve olumlu bir bütünlük oluşturan bu ilişki, aynı zamanda
Özdek (madde), doğaötesi (metafizik) ve mantık sorunlarından ayrılamaz
durumdaydı. Gökbilim, matematik, tıp ve başka bilimler bu
ayrılmazlığın doğal ürünleriydi.
Felsefeyle
başlayan düşünsel berraklık, nesnel bilimlere, oradan da dil
bilgisi, edebiyat, müzik ve başka dallara yayılıyordu. Her bilim
adamı, bilimin birden çok dalında uzmanlaşıyor ve iyi bir
fizikçi aynı zamanda iyi bir matematikçi, gökbilimci ya da tıpçı
olabiliyordu. Bilim adamları aynı zamanda, bir “dil
bilimci”
ve birçok dil bilen “usta
çevirmenler”di.
Dokuzuncu yüzyılda yetişen; Yahya
İbn Maseveyh,
Musa
bin Şakir
ve matematikçi üç oğlu, gökbilimci Harranlı
Sabii;
10.yüzyılda filozof Luka
el-Baalbekki,
mantıkçı Matta
bin Yunus;
bu tür bilim adamlarının ilk örnekleriydi.1
El-Kindi’nin
Önemi
Arap
düşünür Ebû
Yusuf el-Kindi
(800-872), akılla
imanı uzlaştırmaya
çalışan ve imanın
en önemli öğesinin bilgi
olduğunu kabul eden, mutezile
akımına bağlı ilk büyük İslam düşünürüdür. Felsefenin
yanı sıra gökbilim, tıp, aritmetik ve gıda bilimi dallarında da
döneminin en yetkin uzmanıydı; iyi bir çevirmendi; Aristo
çevirilerinin
tümünü denetledi; Platon’u
inceledi. Mutezile
akımını 8.yüzyılda Abbasi Devleti’nin resmi görüşü yapan
halifeler Memun
ve Mutasım’ın
koruması altında, verimli bir bilimsel yaşamı oldu ve 270 yapıt
kaleme aldı. Aristo’yu
İslam düşünce yaşamına o soktu. “Evrende
herşey birbirine neden-sonuç ilişkisiyle bağlıdır. Bu nedenle
varlıklardan birinin tam olarak bilinmesi, öbürlerinin de
bilinmesini sağlar... Dünyada değişmeyen, kalıcı hiçbir şey
yoktur, yalnızca akıl dünyasında süreklilik vardır. Bu nedenle
insan; aklın nimetlerine, Tanrı inancına, bilime ve iyi edimlere
yönelmelidir”
diyordu.2
Bu
görüşler, o dönemde düşünsel gerilik içindeki Avrupa’da,
ileri sürülmesi bir yana, akla bile getirilemeyecek denli ileri
düşüncelerdir. El-Kindi’nin
başlattığı düşünce akımı (Meşşaiyye);
Ahmet
Serakhsi,
Belkhi,
ve İbn
Sina’ya
esin kaynağı olmuş ve onlar tarafından geliştirilmiştir.3
El
Kindi,
Doğu aydınlanmasının öncülerindendi ve dönemin ortak özelliği
olan bilimde çok yönlülüğe, erişmişti. Onun ve bir kuşak
sonraki Farabi’nin
müziğe yaptığı katkı ve bu katkının Avrupa’ya etkisi, bugün
ne yazık ki unutulmuş ya da unutturulmuş ve buluşlarına
başkalarınca el
konulmuştur.
Örneğin,
müzik notalarının adları olarak kullanılan do,
re,
mi,
fa,
sol,
la,
si
hecelerinin İtalyan Arezzo’lu
Guido
tarafından bulunduğu ve Havari
Johannes
için yazılmış bir ilahinin, ilk satırlarının baş hecelerinden
alınmış olduğu ileri sürülmüştür. Oysa, bu ilahinin, nota
adlarının kullanıldığı tarihten sonra bestelendiği daha sonra
ortaya çıkmış ancak yanlışlık düzeltilmemiştir. Alman
araştırmacı Sigrid
Hunke’ye
göre Avrupalılar nota hecelerini olasılıkla; Arapça’da aynı
amaçla kulanılan; dâl,
râ,
mim,
fâ,
sat,
lâm,
sin
harflerinden almışlardır. Nitekim bu harfler 11.yüzyılda yazılan
ve içinde birçok Arapça sözcük bulunan bir Latince müzik
yapıtında görülmüştür.4
Farabi
Doğu
biliminde İlk
Öğretmen
(Hace-i
Evvel)
kabul edilen Aristo’dan
sonra, İkinci
Öğretmen (Hace-i Sani)
kabul edilen Türk düşünürü Farabi
(870-950),
yalnızca Doğunun değil, dünya bilim tarihinin en büyük bilim
insanlarından biridir.
“Türkistan’ın
Farabi kentinde doğan,
kitapları
arasında sessiz ve üretken alçak gönüllü bir yaşam süren,
ölene
dek Türk kılığıyla gezen
ve bilimin
hemen her dalıyla ilgilenen”
bu büyük bilgin; Doğu biliminde olduğu kadar, belki de ondan daha
çok, Batı biliminde etkili olmuştur.
İslam
dünyasında bilimsel düşünceyi başlatan ilk düşünürün,
el-Kindi
olduğu kabul edilir ve bu doğrudur. Ancak Farabi’nin
bilimsel düzeyi o denli yüksektir ki, el-Kindi’den
sonra gelmesine karşın, O’na ilk
İslam düşünürü
adı verilir ve bu tanıma herhangi bir karşı çıkış olmaz.5
Farabi,
bilimin hemen her alanında ürün vermiştir. Ancak, gerçek ününü;
felsefi görüşlerinden, özellikle de felsefe-din ilişkilerini
sorgulayan, bunları bütünleştirmeye çalışan görüşlerinden
almıştır. Sınır koymadığı düşüncelerinde o denli özgürdür
ki; görüşleri, bilime saygı duyulan o günkü ortamda bile kimi
çevrelerde tepki çekmiştir.
Dinsel
konuların; “nesnelerin
gerçek niteliği bilinmeden, bir takım benzetmeler ve yerini
bulmamış uyumsuz yaklaşımlarla”
ele alındığını söylemesi, büyük sorun yaratmıştı.6
Ünlü araştırmacı Brockelman
Gall’e
göre Farabi;
felsefe, siyaset, toplumbilim, fizik, canlıların evrimi, mantık ve
müzik alanlarındaki yapıtlarıyla “Batı
aydınlanmasının tohumlarını atan”
düşünürdür.7
Yapıtlarında,
anadili Türkçe’den
başka Arapça,
Farsça
ve Süryanice
kullandı. Antik
Çağ
Yunancasını iyi bildiği için, o dönemde yazılan kitapları
kaynağından okudu; Aristo’dan
çeviriler yaptı, yapılmış çevirileri gözden geçirdi.
Kitab-ül
Musiki
adlı yapıtıyla, müziğin kurallarını ve kuramını yazdı;
kitabı, 17.yüzyıla dek Avrupa müziğine yön veren temel
kaynaklardan biri oldu. Batıya, üçlü biçimin majör’deki
oranının 5/4, minör’deki
oranının 6/5 olduğunu Farabi
ve onun izleyicisi İbn-Sina
öğretti. Üçlü biçimin uzlaşmazlık
(dissonance)
yapısını gidererek onu, günümüzdeki kulakların alışık
olduğu ahenkli
ses birliği
haline getiren de oydu. Günümüzdeki piyanonun “dedesi”
sayılan kanun’u
Farabi
bulmuştu.8
Farabi
yapıtlarıyla,
yalnızca İbn-Sina,
Miskaveyh,
İhvanüssefa
gibi Doğu düşünürlerine değil, pek çok büyük Batı
düşünürüne de öncülük etti. Siyaset bilimini, insancı
(hümanist)
yaklaşımlarla, eşitliğe dayandıran Macchiavelli’den
(1469-1520) altıyüz yıl önce o geliştirdi.
İnsanların
mutluluk içinde yaşayacağı, eşitliğe dayanan toplum önermesini,
Tommaso
Campanella’dan
(1568-1639) yedi yüz, Thomas
Moore’dan
(1478-1668) altı yüz yıl önce o savunmuş, tek
dünya devleti düşüncesini
o ileri sürmüştü.
Canlıların
evrimi
konusunu Charles
Darwin’den
bin yıl önce, üstelik üstün bir kavrayışla o ele aldı.
Deneyciliği
ve nesnelliği bilime katmada eriştiği düzeye, Thomas
Hobbes
(1588-1679) ancak yedi yüz yıl sonra ulaştı; önerdiği toplumsal
sözleşmeyi,
Jean-Jacques
Rousseau
(1712-1778) dokuz yüz yıl sonra kaleme aldı.9
Farabi’nin
geliştirdiği bilimin yüksek düzeyi, birçok insana inanılmaz
gibi gelebilir ancak Farabi
bilimi, somut
bir gerçektir. O, çoğu yitmiş olsa da, yapıtlarıyla bilim
tarihinde her
türlü saygıyı hakeden
bir yere oturmuş ve geçmişte görmüş olduğu saygıyı gelecekte
de görecek olan, büyük bir bilgindir.
İngiliz
bilimcisi T.J.Boer’in,
O’nun için yaptığı şu değerlendirme, Farabi
düşüncesinin
değeri konusunda bir yaklaşım sağlamaktadır: “Farabi,
ayrı yasalardan çok tüm evrende geçerli olan tek bir yasanın
gerekliliğine inanıyordu. Farabi’nin bu inancı, yüzlerce yıl
sonra büyük fizikçi Einstein’in ‘birleştirilmiş alan’
kavramını gerçekleştirmeye çalışırken öngördüğü
düşüncenin aynısıdır.”10
Harizmi’nin
Matematiği
16.yüzyıl
ünlü İtalyan matematikçisi Gerolamo
Cardano’nun,
dünyanın
en büyük düşünürleri arasında saydığı11
Musa
el-Harizmi
(780-850) bu tanımı hak eden bir bilim adamıdır. Türkistan’ın
Harizmi
(Harzem)
bölgesindeki Hive’de
doğan bu büyük düşünür; matematik, gökbilim ve coğrafya
üzerine yapıtlar üretti ancak gerçek ününü matematikçi olarak
yaptı ve yazdığı kitapla, cebir’e
adını vererek, bilimde
ölümsüzler
arasında yerini aldı.
Harizmi
o denli büyüktü ki, Batı ve Arap tarihçiler, diğer Türk bilim
adamlarına yaptıkları gibi onu da Türk saymak istemediler, etnik
kimliğini ya açıktan yadsıdılar ya da hiç söz etmediler.
Kimileri adını doğduğu bölgeden almasına karşın, Harizmili
olduğunun şüpheli olduğunu
söylediler ve dayanaksız bu savı kanıtlamak için, “Harizmi’de
doğan bir insanın Bağdat’a gelmesinin çok zor olacağı”
gibi akıl dışı gerekçeler ileri sürdüler.12
Harizmi’yi,
kaynaklarına Arap-İslam bilgini olarak geçtiler.
Harizmi’yi
ölümsüzlüğe eriştiren iki temel yapıttan birincisi, kuramsal
yanı ağır basan “El
Cebir v’almu-kabele”
yani “Onarma
ve Eşitleştirme”
dir. Kitapta, matematiğin birçok konusunu ele alıyor ancak
denklemlerin basitleştirilmesi konusunda olağanüstü bir başarı
sağlıyordu. Yapıtın ilk sözcüğü olan el-Cebir,
o günden bugüne, tüm dillerde algebra,
ya da bizdeki cebir
biçimiyle kullanıldı, kullanılmayı da sürdürüyor.
İkinci
kitabı, ad olarak değil ama içerik olarak O’nu bir kez daha
ölümsüzlüğe taşıdı. Bu kitapta, eski Türk matematiği ile
Hint sayı dizgesinden yararlanılarak; ondalık sayılar, sayı
yazma, dört işlem (toplama, çıkarma, çarpma, bölme), kesir
hesaplarının kuralları bulunup geliştiriliyor ve her buluş,
kuramsal bir bütünlüğe ulaştırılıyordu. Özgün yazılımı
ele geçirilemeyen bu kitap, 12. yüzyılda Batıya ulaşmış ve
çevirisi yapılmıştı; eldeki nüsha Latince Liber
Algoritmi
adı verilen bu çeviridir.
Harizmi,
Liber
Algoritmi’yle
Batıya, dokuz sayıyı ve sıfırı kullanmanın basitleştirilmiş
yöntemlerini öğretti. Öğretisi, yalnızca matematikçiler
çevresiyle sınırlı kalmadı ve hızlı bir biçimde halkın
anlayacağı ve günlük işlerde kullanılan işlemler durumuna
geldi. Çeşitli okullar, özellikle Algoritm
Okulu
bu işlemleri yaymak için çaba harcadı. Alman Zerclaerli
Thomas,
13.yüzyıl Almancasıyla yazılmış kitabında bu sayıları
kullandı. Harizmi,
Avrupalıları Romen rakamlarının kısırlığından kurtarmış ve
“bilimin
her dalında kullanılan bir matematiği Batılılara öğretmişti.”13
Ön
Türk Matematiği
Helen
uygarlığı ve Roma’da sayı yoktu. Eski Mısırlılar ise bir,
iki
ve üç’ü
dik çizgilerle gösteriyordu; bir yatay çizgi dört, iki yatay
çizgi sekiz
anlamına geliyordu. On,
yüz
ve bin
ise
hiyeroglif harflerle gösteriliyordu. Babilliler sayı yazmayı, dik
ve yatay çizgiler ile her iki çizginin açı oluşturacak biçimde
kesişmesiyle sağlıyordu. Dik ve yatay çizgilerin sayısı ve
kesişme açısı değişik sayı değerlerini ifade ediyordu.
Helen’ler,
sayıları, abecelerinin 24 harfi ve Ortadoğu kökenli üç ek
işaretle yazıyordu. Romalılar’da sayılar, rakamla değil,
harflerle gösteriliyordu. Roma’da sayılar, başlangıçta
yalnızca dik çizgilerle anlatıldı; beş dik çizgi beş’i,
sekiz çizgi sekizi,
onbeş çizgi onbeş’i
gösteriyordu. Daha sonra on
çizgiye bir deste
denildi ve çapraz iki çizgiyle (X) gösterildi. Çaprazın alt
kısmının atılmasıyla oluşan işaret (V), yarım deste beş
demekti. Daha büyük sayılar için harfler devreye girdi ve elli
(L), yüz
(C), beşyüz
(D) ve bin
(M)
harfi ile gösterildi.
Romalılar,
örneğin 348 sayısını yazacaksa, bunu
“yüz-yüz-yüz/on-on-on-on/beş/bir-bir-bir”
olarak yani CCCXXXXVIII biçimindeki uzun yinelemelerle yazıyordu.
Daha büyük sayıları yazmak, başlı başına bir sorundu; çünkü
yazması uzun, kapladığı alan büyüktü. M.Ö.260 yılında
kazandıkları deniz zaferi anısına hazırladıkları kitabeye; 22
milyon sayısını yazmak için, taşa tam 220 kez yüzbin işaretini
yan yana kazımışlar, bunun için birçok taş blok kullanmışlardı.
Yüzbin’den
yüksek sayılar için herhangi bir işaret yoktu.14
Romen
rakamları
denilen bu işaretlerle, “en
basit bir hesap işlemi bile yapmak olanaklı değildi.”
Doğuda
geliştirilen ve eski çağlarda yalnızca Hintliler, Türkler ve
Mayalar’ın kullandığı, birler
hanesi’nin
bir’den
dokuz’a
dek her sayıyı ayrı işaretle göstererek yazma, insan zekasının
gerçekleştirdiği en önemli buluşlardan biridir. Dört işlemi
sayı yazısıyla yapılır duruma getiren, ondalık
sayılar’ı
ve kat
sayılar’ı
bulan ve Doğu matematiğini kuram haline getiren Harizmi’ye
tüm
insanlık özellikle Batılılar çok şey borçludur.
Harizmi’nin
doğduğu topraklar, matematiğin çok eskiden beri, üstelik
ayrıntılı olarak bilindiği yerlerdi. Ordu kurmayı ve varlığını
ona bağlamayı bir yaşam biçimi yapan Türkler, ordularını
onluk,
yüzlük,
binlik
ve onbinlik
birimler olarak örgütlüyor ve bu örgütlenmeye uygun sayı
sistemleri geliştiriyordu. On-Oklar
tanımı ve on-iki
boyluk federasyonlar, Türkler’in ondalık
sistemi
çok eskiden beri kullandıkları alanlardı. Ayrıca bu yalnızca
ordu örgütlenmesinin anlatımında değil, günlük yaşamın her
alanında yaygınca kullanılıyordu. Üstelik bir değil iki tür
ondalık
sisteme
sahiptiler.
Eski
Türkler’in sayı okuma ve yazmada kendilerine özgü yöntemleri
vardı. Örneğin, otuz
yedi
sayısına bir yandan yedi
kırk
derken öte yandan otuz
artık yedi
diyorlardı. İlk yöntem ikincisinden daha eskiydi ve açıklaması
şöyleydi: Otuz
yedi’ye
yedi
kırk
diyebilmek için önce ondalık sistemin bilinmesi gerekiyordu. Çünkü
otuzyedi,
3 x 10 (otuz) 4x10 (kırk) arasındadır.
Eski
yöntemde otuz
yedi’yi
okumak için, önce onu içine alan onluk tam sayı yani kırk
söyleniyor; daha sonra iki onluk tam sayı arasında kalan birlik
sayı olan yedi okunarak üst onluğun önüne koyuluyordu. Yedi
kırk
dendiğinde, kırk’tan
önceki otuz’dan
sonraki yedi’li sayı yani otuz
yedi
anlaşılıyordu. Türkler’in, çok eski olan (arkaik) ve grafik
olarak belgelenmiş olan ilk ondalık
sayı sistemi
buydu.15
İkinci
sistem daha gelişkindir. Burada, bir sonraki tam sayı işlemden
çıkarılmış ve artık
(+) kavramı getirilmiştir. Otuz
yedi,
(3 x10 = 30 + 7) yani otuz
artık yedi
olarak okunmuştur. Türkler, bu iki sistemi uzun süre birlikte
kullanmıştı. Daha gelişkini varken eskisinin de korunup
kullanılmasının nedeni hala anlaşılamamıştır.16
Harizmi,
Türk
matematik geleneğini temel alarak, Babil,
Helenistik,
İbrani,
Hint
metinlerini inceledi, kuramlar geliştirdi ve yapıtlarını üretti.
Çağının çok ilerisinde olan Hisabü’l-Cebr
ve L-Mukabele
adlı yapıtı, Batı matematiğini etkiledi ve uzun süre ona yön
verdi.
Kolay
kullanılabilir yöntemler içeren bu yapıtla, doğrusal
ve iki bilinmeyenli denklemlerin aritmetik çözümüne ve
Eukleidesçi
geometriye yeni
kurallar getirdi. Miras başta olmak üzere karmaşık hesaplarda
dağılım
oranlarının
saptanmasını,
basit ve sağlam kurallara bağladı. Logaritma
terimi, Batılıların Harizmi’ye
verdiği Algoritmi
adından türedi.
Fî-Zîc
adlı yapıtında gökbilim çalışmalarında kullanılacak
cetveller
(zîc)
geliştirdi. Kitâbü’l-Amel
bi’l Asturlab
ve Kitâbü’l-Amel’il
Asturlab
adlı yapıtlarında, yıldızların dünyaya göre yükseklik
derecesini saptayan aletin (usturlab) yapılış ve kullanışını
anlattı. Yer’in ve gökyüzünün haritalarını içeren atlas
hazırlanmasına katıldı. Nil’in “Cennet’ten
değil”,
Doğu Afrika’daki bir gölden çıktığını belirten ilk kişi
oldu. Bu görüşe bilim tarihinde Batlamyus-Harizmi
kuramı adı verildi.17
Harizmi’nin
İzleyicileri
Harizmi’nin
attığı temel üzerinde birçok matematikçi ve gökbilimci
yetişti. Bu insanlar, yaptıkları çalışmalarla birçok ilk’i
gerçekleştirdiler; evrensel bilime varsıllık katan, büyük bir
bilimsel kalıt bıraktılar. Arap bilginleri el-Battani
ve İbn
Yunis,
gökbilim
cetvellerini büyütüp geliştirdiler.
Batılıların
Alfraganus
adını verdiği el-Fergani,
yeryüzü
boylam dairelerinin uzunluğunu
hesapladı ve ilk kez, güneşin
görünürdeki yörüngesinin, gezegenlerde olduğu gibi zamanla geri
yöne doğru gittiğini anladı;
yapıtları birçok kez Latince’ye çevrildi.
Sabit
bin Kurra
tarihte ilk kez, güneşin
öğle yüksekliğini ve güneş yılının süresini
hesapladı. Batıda Albategnıus
adıyla ünlenen el-Battani
(877-918); dönencel
yılı,
yıldız
yılı
ve paralaks’ın
(yer merkeziyle gözlemevinin belirli bir yıldıza göre yaptıkları
açı) sürelerini ve açısını saptadı.18
Hasan
İbn–Heysem
(965-1039) gezegenlerin saydam olmayan tabakalar üzerinde
devinmelerinin (hareket etmelerinin) kuramını oluşturdu. Yıldız
ve Güneş’in ışık verdiğini, Ay’ın güneşten aldığı
ışığı yansıttığını
bulması, gökbilime yaptığı büyük bir katkıydı.19
Işık
olayları üzerindeki kuram ve hesapları altıyüz yıl Batıda
etkili oldu. Işığın kırılmasıyla ilgili bir buluşu, bilim
dünyasında, hala Alhazen
Sorunu
adını taşır. Işığın gözden çıkmadığını, tersine
nesnelerden göze geldiğini kanıtladı. “Felsefenin
görevi açık ve kesin bilgi sağlamaktır, bu niteliği
nedeniyledir ki, bütün bilimlerin anasıdır, felsefenin temelinde
mantığın bulunması bu yüzdendir”
diyordu.20
Bin yıl önce yapılan bu saptamalar, çağdaş felsefe ve mantığın
günümüzde temel aldığı düşüncelerdi.
Tıp
ve Zekeriya Razi
Avrupalılar’ın
“gelmiş
geçmiş tüm hekimlerin en büyüklerinden biri”21
dediği
ve Paris Tıp Fakültesi’nin Büyük
Anfisine
(Auditorium
Maximum),
yontusu (heykeli) dikilen Zekeriya
el-Razi
(854-932), tıp başta olmak üzere felsefe, matematik, gökbilimi,
kimya, eczacılık ve edebiyat dallarında yapıtlar veren bir
düşünür, bir bilim dehasıydı.
Horasan’ın
Rey
kentinde doğdu. İriyarı ve sarışın oldukları için Arapların,
“Rey’in
kızıl tilkileri”
dediği,22
Güneybatı
Orta
Asya
Türk boylarından geliyordu.23
Bu sıradışı bilim insanı, yapıtlarına aktardığı kuram ve
uygulamalarıyla yalnızca yaşadığı dönem de değil, günümüze
değin, bilimle ilgilenen herkes tarafından saygı ve hayranlıkla
anılmıştır.
Orta
Çağ’da
doğa bilimlerine yönelen araştırmalar, onunla başladı. İyi bir
deneyci ve iyi bir tümevarımcı (özelden genele ya da etkiden
etkene geçerek sonuç çıkarma yöntemi) olduğu kadar, Antik Grek
felsefesini tümüyle inceleyen nitelikli bir düşünürdü.
Anaksagoras
ve Empedokles
üzerinde kapsamlı incelemeler yapmıştı.
İslam
felsefesinde tabiîyyûn
adı verilen doğa düşünürlerinin öncüsüydü. Ona göre,
“bilginin
kaynağı duyumlardır ve gerçek olan evrendir”;
“ruh
ve tanrı bu gerçeğe”
yani “dünya
işlerine karışmaz”
bu işler ancak “akılla
çözülebilir”;
“sınırsız
olan insan aklı, herşeyi öğrenebilir, iyiyle kötüyü
birbirinden ayırabilir”;
bu nedenle “felsefe
ile doğa bilimleri arasında bütünleyici bir bağ kurulmalı”
ve bu bağ, her zaman korunmalıdır.24
Batılıların
Rhases
adını verdiği Razi,
döneminde hiçbir hekimin erişemeyeceği bir tıp bilgisine
ulaşmıştı ve yorulmak bilmez bir çalışmayla, bu bilgiyi
sürekli geliştirip yeniliyordu. Bilgisini arttırmak için uzun
yolculuklar yapıyor ve dönemin en ileri bilginleriyle ilişki
kuruyordu. Hiç bıkmadan, öğrencilerine hekimlik mesleğinin
yüksek ahlak değerlerini anlatıyor, şarlatanlıklarla, söz ve
yazı yoluyla sürekli savaşıyordu. Para ve malla hiç ilişkisi
olmadı. Yoksulluk içinde öldüğünde, arkasında muazzam bir
bilimsel mirastan başka hiçbir şey bırakmamıştı.
Uzun
süre sandıklarda kalan el yazmaları, Vezir İbn
el-Amid’in
ilgilenmesiyle düzenlenip basıldı. Basılacak kitap sayısı o
denli çok ve o denli nitelikliydi ki, yalnızca el-Amid
ve bilim adamları değil, kitabı basanlar bile şaşırıp
kalmışlardı.
Continens
adıyla çevrilerek Batıda uzun yıllar ders kitabı olarak okutulan
ve yalnızca tıp konularını kapsayan ansiklopedik kitap, tam bir
başyapıt’tı.
El yazmalarından oluşan diğer kitaplar; Mıknatısın
Demiri Çekmesinin Nedeni,
Uzay
Boşluğu Üzerine,
İnancın
Eleştirisi,
İlahi
Bilim,
Evrenin
Biçimi Üzerine,
Tıbbı
İçine Alan,
Bir
Saat İçinde Tedavi,
Yakınında
Hekim Bulunmayan Herkesin Kitabı
ve Çiçek
ve Kızamık Hastalıkları Üzerine
en dikkat çekici olanlarıydı.25
İlahi
Bilim
kitabında, kendinden sonraki bilim adamlarına bilimsel ahlakla
ilgili, erdemli öğütler verdi. Bu öğütlerde, bilimle uğraşan
insanların dünyaya
ait maddi ya da öbür dünyaya ait manevi
sözvermelere bağlanmamalarını, bilim
ve gerçek
için karşılaşılacak
zorluklara cesaretle göğüs germelerini
söylüyordu.
Çok
tutulan, Yakınında
Hekim Bulunmayan Herkesin Kitabı,
halk sağlığı konusunda yazılmış belki de ilk kitaptı.
Ansiklopedi biçiminde düzenlenen kitapta, her hastalık açık ve
anlaşılır biçimde anlatılıyor; hastalıklardan korunmak için
alınması gereken önlemler ve ilk müdahale yöntemleri
öğretiliyordu. Bir
Saat İçinde Tedavi’nin
önsözünde şunları yazmıştı; “Kimi
hekimler, oluşan bir hastalığın ancak uzun süre içinde tedavi
edilebileceğini söylerler. Bunu, yalnızca hastadan daha fazla
ücret alabilmek için yaparlar. Vezir, bazı hastalıkların bir
saatte iyi edilebileceğini söylemem üzerine heyecanlandı ve
benden bu konuda bir kitap yazmamı istedi. İşte bu kitap odur.”26
Tıbbı
İçine Alan
ve Çiçek
ve Kızamık Hastalıkları Üzerine
adlı kitapları, “alanlarının
şahaserleri”
kabul edilmiştir. Bunlar, özgün birer ilkyapıt
(monografi)
ve tıb bilimine konularında yön veren, temel yapıtlardı.
Kitaplarda, eski görüşlerin etkisinde kalmadan tümüyle klinik
saptamalara ve deneylere dayanılıyor, olay ve olgular doğal
süreçler içinde ele alınıyordu. Yüzlerce yıl böyle şeyler,
ne yazılmış ne de düşünülmüştü. Çiçek
ve Kızamık Hastalıkları Üzerine,
o denli etkiliydi ki, Avrupa’da, 1495-1866 arasında tam kırk kez
basılmıştı.27
Razi
öbür yapıtlarında; ısı, rüzgar ve nem koşullarının insan
sağlığı üzerinde yaptığı etkileri inceledi. Öğrencileriyle
toplu deneyler yaptı, hasta başında klinik dersler verdi. Hastane
başta olmak üzere yaşam ortamlarının tütsüleme yoluyla kötü
kokulardan arındırılmasını, hasta odalarının
havalandırılmasını, sıcak suyla sık sık yıkanılmasını ve
temiz içme suyuna önem verilmesini önerdi ve önerilerinin kent
yönetimlerince uygulanmasını sağladı. Veba görülen yerlerde
kızgın çakıllar üzerine sirke döktürerek elde ettiği
formaldehit
gazı’yla
evleri bulaşsızlaştırdı (dezenfekte etti); sülfürik
asit
ve formik
asit’i
tanımladı; cerrahide ilk kez koyun bağırsağından elde edilen
iple dikiş yapılmasını uyguladı.28
Konutların,
sağlık koşullarına uygun olması için neler yapılması
gerektiğini açıkladı. O dönem için, özellikle Batı insanına
düş gibi gelen “her
evde bir yıkanma yerinin gerektiğini”
söylüyordu. Bunların söylenip uygulandığı yıllarda, Avrupa’da
insanlar “yılda
bir ya da ençok iki kez, o da soğuk suyla”
yıkanırlar, elbiselerini “bir
kez giydiler mi, artık
parçalanıp
üzerlerinden dökülünceye dek”
yıkamazlardı. Hıristiyanlık misyonerleri, “çıplak
vücudu”
insanlara; “arzu,
tutku ve ahlaksızlığın kaynağı”
olarak tanıttığı için; “banyo
yapmak, yıkanmak hatta yalnızca soyunmak bile” günah
sayılıyordu. Pislik bir tür “iffetlilik”
göstergesi durumuna gelmişti.29
Kilise, “Tanrı’nın
eseri olan insan vücudunu”
kutsal sayıyor, ona karışılmasını, yani ameliyat yapılmasını
yasaklıyordu.30
“Doğuştan
hekim olan”
Razi,
hekimlerin meslek ahlakına yönelik görüşler ileri sürmüş,
hekim yetiştirme başta olmak üzere meslek sorunları üzerine
önermelerde bulunmuştur. Ölümünden bir yıl sonra yasalaşan
önerileri içinde; “hekimlerin
çalışabilmek için sınavla ruhsat almaları,
şarlatanlarla
hekimlik taslayan (mutatabbip) kişilerin kavuşturulması, meslek
kurallarını denetleyen tabib odasının kurulması, sahte hekimlik
ve sahte ilaçcılıkla mücadele edilmesi, genç hekimlerin
yetiştirilmesi için geliştirilecek yöntemler”
gibi konular vardı.
Devlet
hizmeti dışındaki her hekimin sınava tabi tutulması, bu sınavda
başarılı olanlara hekimlik yetkisinin verilmesi ve bu hekimlerin
tabibler
odası
gibi bir meslek örgütüne üye olmaları, o güne dek görülmüş
uygulamalar değildi. Razi’nin
yaşadığı dönemde tıp o denli ileri gitmişti ki, yalnızca
Bağdat’taki hekim sayısı, devlet memuru olanların dışında
860’tı. Aynı yıllarda Avrupa’nın, örneğin Rheingaud
kentinde bir tek hekim bile bulunmuyordu.31
Biruni
Çağı
Rus
Doğu bilimci Vasili
W.Bertold’un,
“gelmiş
geçmiş en büyük İslam bilgini”
olarak nitelediği Ahmet
el-Biruni
(973-1052) yalnızca Doğunun değil tüm Orta
Çağ’ın
en etkili düşünürlerinden biridir. Harizmi
gibi Harzem’de
doğan bu büyük Türk bilgini, yaptığı çalışmalarla kendi
dönemine olduğu kadar, belki de ondan daha çok geleceğe yön
verdi ve hemen tüm yapıtları Batı dillerine çevrildi. Bilimsel
niteliği ve düşünce zenginliği öylesine etkileyicidir ki,
Belçikalı bilim tarihçisi George
Sartun
binlerce bilim adamının yetiştiği 11.yüzyılı, “Biruni
Çağı”
olarak adlandırmıştır.32
Biruni’nin;
felsefe, gökbilim, matematik, doğa bilimleri, coğrafya ve tarih
alanlarında eriştiği bilimsel düzey ve olgunluk çok yüksektir.
Yapıtlarını sıradan okurlar için değil, bilim adamlarına
yönelik yazmıştır; bu nedenle Biruni’yi
okuyup anlamak için iyi bir eğitimden geçmiş olmak gerekir.
Yapıtlarında Arapça, Farsça, Sanskritçe, Süryanice ve Türkçe
kullanmıştır. Kullandığı Türkçe sözcüklerin yazılışında
belirgin bir ustalık olmasına karşın, Biruni
özellikle Batılı tarihçilerce Türk değil, Arap sayılmıştır.
Biruni’nin
felsefe ve tarih konusundaki görüşleri, bilim tarihinde iz
bırakan, düşünsel bir devrim niteliğindedir. El-Asarü’l-Bâkiye
ani’l Kuruni’l Hâliye
adlı kitabı tarih ve zamandizin (kronoloji) alanında önemli bir
yapıttır. Bu yapıtta tarihsel olayları, yalnızca tarihsel
sıralamaya bağlı olarak değil, toplumsal ilişkileri belirleyen
koşullar ve süreçleri de ele alarak incelemiştir. Zaman bilimiyle
ilgilenmesi nedeniyle çok geniş bir takvim araştırması yapmış;
Türk, Grek, Çin, Arap ve İran takvim dizgelerini inceleyerek
kitaba almıştır. Kuruni’l
Hâliye,
İslam dünyasında takvimler düzeni üzerine yazılmış en
ayrıntılı yapıttır.
Biruni,
nesnelliğe ve akılcılığa dayanan tarih anlayışını,
Kitabü’t-Tefhim
fi Evaili Sanaati’t Tencim yapıtıyla
bilimsel bir üstünlüğe taşıdı. Tarihsel olayları ekonomik
nedenlerle açıklayarak, toplumsal gelişimin temelinde ekonomik
ilişkilerin yattığını ileri sürüyor ve tarihi, din ve inanç
dizgeleriyle açıklamaya çalışmanın bilime aykırı olduğunu
söylüyordu. Bu görüşler, Batılıların ancak 19.yüzyılda
ulaşabildiği görüşlerdi.
Birunî,
yapıtlarında karşılığını bulan; özgün düşünceye
bağlılığı, kapsam genişliği, bağnazlıktan uzak yaklaşımı
ve özenle seçilmiş ayrıntı zenginliğiyle33
bilim tarihinin anıt isimlerinden biridir.
Gökbilimi,
matematik, fizik, yer bilimleri alanlarındaki çalışmaları, pek
çok ilkbuluş’u
ve kuramsal
yeniliği
içerir. Dönemin en nitelikli Aristo
ve Ptolemaios
eleştirisini, o yapmıştır. Dünyanın
kendi ekseni çevresinde döndüğünü
bulmuş, ufuk
alçalması açısını bularak meridyen yayı uzunluğunu
belirlemiş ve dünyanın
yarıçap uzunluğunu
hesaplamıştır. Güneşin
bir yıl boyunca, gökküresi üzerinde çizdiği daire düzleminin
gök ekvatoruna göre eğikliğini (tutulum eğikliği),
çok hassas biçimde saptamayı başarmıştır. Fizikteki büyük
başarısı, piknometre'nin (yoğunluk şişesi) ilk örneğini geliştirerek, 23 katı ve 6 sıvının özgül
ağırlığını,
bugün bilinen değerleriyle belirlemesiydi.
Su
kaynaklarını ve artezyen kuyularını, akışkanlık
mekaniği (hidrostatik)
ilkeleriyle açıkladı. Gazneli
Mahmud’la
birlikte Hindistan’a gittiğinde, bu ülkeyi daha iyi incelemek
için Sanskritçe
öğrendi. İndus havzasının, vadinin alüvyonla dolması sonucu
oluştuğunu belirledi; bu belirleme o dönem için inanılması güç
bir buluştu.
Hindistan’da
yaptığı çalışmaların en önemli sonucu, Hintlilerin kendisine
herhalde çok şey borçlu olmasını gerektiren Tahkiki
mâli’l-Hint
adlı yapıttır. Hindistan’ın kültür ve bilim tarihini
inceleyen bu yapıt, bugüne dek yapılmış en değerli Hint
çalışmalarından biridir. Yapıtta, bu büyük ülke; felsefe,
din, doğa bilimleri, edebiyat, coğrafya, hukuksal düzen, gelenek
ve görenekler bakımından kapsamlı bir biçimde inceleniyordu.
Dinsel ayrımlar ve inanç dizgeleri; önyargıdan uzak, yansız
biçimde ve her din kendi terimleri kullanılarak ele alınıyor,
tümüyle nesnel bir tutum izleniyordu.34
Biruni,
özgürlüğe verdiği önemi tüm yapıtlarına yansıtmıştır.
İnsanların, düşünce ve inançlarını, gerek dışarıdan gelen gerekse inanç adına kendi içlerinde yarattıkları engellerden
kurtarmaları gerektiğini söyler. Düşünce üzerinde baskı
oluşturacak her türlü ilişki ve girişimi yadsır, ayrımlı
düşüncelerin varlığını, gelişmenin koşulu sayar.
Sanskritçe’den
Arapça’ya çevirdiği Patancali’ye
yazdığı önsöz, özgürlük düşüncesinin bir özeti gibidir ve
son tümcesi şöyledir: “İnsanların
düşünce ve inançlarındaki çeşitlilik, gelişimin ve dünyadaki
esenliğin kaynağıdır.”35
DİPNOTLAR
- Büyük Larouuse, İletişim Yay., 10. Cilt, sf.5800
- Ana Britannica, Ana Yayıncılık A.Ş. 19.Cilt, sf.86-87
- “Felsefe Ansiklopedisi-Düşünürler Bölümü” O.Hançerlioğlu, 1 Cilt, Remzi Kit., 1985, sf.144
- “Allah’ın Güneşi Avrupa’nın Üzerinde” S.Hunke Altın Kit.Yay., 2001, sf.314
- a.g.e. sf.157
- “Tarih Boyunca İlim ve Din” A.A.Adıvar, Remzi Kit., 5.Bas. 1994, sf.80
- “Düşünce Tarihi” O.Hançerlioğlu, 5.Bas. 1993 Remzi Kit., sf.157, “Felsefe Ansiklopedisi-Düşünürler Bölümü”, 1.C., Remzi Kitap-1985, sf.158
- “Allah’ın Güneşi Avrupa’nın Üzerinde” S.Hunke Altın Kit. Yay., 2001, sf.313
- “Felsefe Ansiklopedisi-Düşünürler Bölümü”, O.Hançerlioğlu 1.Cilt, Remzi Kit.-1985, sf.158
- “The History of Philosophy in İslam” T.J. Buer sf. 109; ak. O. Hançerlioğlu “Felsefe Ansiklopedisi-Düşünürler Bölümü” 1.Cilt, Remzi Kit., 1985, sf.158
- Ana Britannica, Ana Yayıncılık A.Ş. 14.Cilt sf.435
- “Felsefe Ansiklopedisi-Düşünürler Bölümü” 1.Cilt, Remzi Kit., 1985, sf.221
- “Allah’ın Güneşi Avrupa’nın Üzerinde” S.Hunke Altın Kit. Yay., 2001, sf.49
- a.g.e. sf.37-38
- “Kök Türkler” Sencer Divitcioğlu, Yapı Kredi Yyayınları 2000, sf.221
- a.g.e. sf.222
- Ana Britannica, Ana Yayıncılık A.Ş. 14.Cilt, sf.435
- “Allah’ın Güneşi Avrupa’nın Üzerinde” S.Hunke Altın Kit.Yay., sf.80-82
- a.g.e. sf.82
- “Felsefe Ansiklopedisi-Düşünürler Bölümü” O.Hançerlioğlu, 1.Cilt, Remzi Kit., 1985, sf.268
- “Allah’ın Güneşi Avrupa’nın Üzerinde” S.Hunke Altın Kit.Yay., sf.116
- a.g.e. sf.117
- “Büyük Larousse” Gelişim Yay., 6.Cilt sf.3496
- “Felsefe Ansiklopedisi-Düşünürler Bölümü” O.Hançerlioğlu, 2.Cilt, Remzi Kit., 1985, sf.184
- “Allah’ın Güneşi Avrupa’nın Üzerinde” S.Hunke Altın Kitap Yay., sf.121-122
- a.g.e. sf.121
- a.g.e. sf.122
- “Büyük Larousse” Gelişim Yay., 6.Cilt sf.3496
- “Allah’ın Güneşi Avrupa’nın Üzerinde” S.Hunke Altın K. Yay., sf.33
- “Vücûd-u Beşer, Bir Fabrikaya Benzer” Attila İlhan, Cumhuriyet 13.08.2003
- “Allah’ın Güneşi Avrupa’nın Üzerinde” S.Hunke Altın Kit. Yay., sf.113-123
- Ana Britannica, Ana Yayınları A.Ş. 5.Cilt, sf.431
- a.g.e. sf.431
- a.g.e. sf.431
- a.g.e. sf.431
Metin bey size, sevdiklerinizle birlikte, saglikli uzun bir omur diliyor, saygi ve sevgilerimi sunuyorum.Sozsuz tesekkurler..
YanıtlaSil