Türkler,
çetin doğa koşullarına ve göçlerin
güçlüklerine dayanmak için örgütlü olmak zorundaydılar. Bu
zorunluluk, bilgili ve bilinçli olmayı gerektiriyordu. Bilgi ve
bilgiye ulaşmanın aracı olarak eğitime Türkler’in, neredeyse
bir yaşam sorunu
gibi önem vermelerinin temelinde yatan neden budur. Türkler
çocuklarına, her zaman ve her koşul altında, ailede ya da okulda,
yüzeysel ya da kapsamlı, hangi biçim ve nitelikte olursa olsun;
yaşam özelliklerini, geleneklerini ve ahlakını öğretmeyi
bilmişlerdir.
Eğitim ve Korunan Kimlik
Bilgiye
ve ona ulaşmanın aracı olarak eğitime, her toplum önem verir.
Ayakta kalmak için doğanın yaptığı eğitmenlik
bir yana bırakılacak olursa, önceden tasarlanan ve bu amaca
yönelmiş olan eğitim ve öğretim, kuşkusuz bir uygarlık
sorunudur ve yaşamı güzel kılan herşeyin başlangıç
noktasıdır. Eğitim, insanı insan yapan üretim eyleminin doğal
bir sonucudur ve zorunlu olarak yaşamın belirlediği koşullar
altında gelişerek ve içinde geliştiği koşulları değiştirmeye
yönelir. Bu, tüm toplumlarda böyledir.
Yaşama
Bağlı Eğitim
Türkler’in
eğitime verdiği önem, genel yaklaşımın dışında değildir
ancak yaşam biçimlerinden kaynaklanan ilgi çekici özellikleri
vardır. Türkler’e özgü olan eğitimle ilgili özelliklerin
kaynağını yine Orta
Asya’da,
büyük
göçler’de
ve göç
koşullarının yarattığı gereksinimlerde
aramak gerekecektir.
Sürekli
değişim ve uyuma dayanan göç
koşullarının, yeniliğe açık, devingen ve direngen bir yaşam
biçimini gerekli kılması, eski Türkler’i bu koşullara uygun
insanlar haline getirmişti. Bu insanlar, giriştikleri eylemin
gereği; günlük yaşamlarından gelecek kaygılarına dek
sorunlarına çözüm bulmak, toplumsal yaşamın her alanını
düşünmek ve düzenlemek zorundaydılar. Örgütlenme ve dayanışma
duygularını geliştiren bu zorunluluk, aynı zamanda ve kaçınılmaz
olarak bilgili olmayı, bunun için de öğrenmeyi gerekli kılıyordu.
Sürekli
Yenileşme
Yeni
koşullara uyup sürekli yenileşmek, üstelik bunu kimliğini
koruyarak yapmak, güç bir iştir; özel çaba ve yetenek ister. Bu
ise ancak eğitimle sağlanabilir.
Türkler,
çetin doğa koşullarına ve göçlerin
güçlüklerine dayanmak için örgütlü olmak zorundaydılar. Bu
zorunluluk, bilgili ve bilinçli olmayı gerektiriyordu. Bilgi ve
bilgiye ulaşmanın aracı olarak eğitime Türkler’in, neredeyse
bir yaşam sorunu
gibi önem vermelerinin temelinde yatan neden budur. Türkler
çocuklarına, her zaman ve her koşul altında, ailede ya da okulda,
yüzeysel ya da kapsamlı, hangi biçim ve nitelikte olursa olsun;
yaşam özelliklerini, geleneklerini ve ahlakını öğretmeyi
bilmişlerdir.
Bilgi
edinmenin en kolay belki de en sağlam yolu yaşayarak öğrenmektir.
İnsanlar, bilgiye önce böyle ulaşmıştır. Bu süreç, öncesiz
ve sonrasızdır. Ancak, bilgiyi
yaşayarak
öğrenmek,
artık bir ilkellik
göstergesidir. İnsan, kendisinden öncekilerden edindiği bilgiyi,
sonrakilere aktararak ve aktarma araçlarını bularak gelişmiştir.
Sözle
aktarım ve yaşayarak öğrenme, sınırları daralsa da hala
sürmektedir ve her zaman sürecektir. Ancak, bilgi aktarma aracı
olarak yazı ve yazının sağladığı bilimsel gelişme; önceden
tasarlanmış eğitimin yaygınlaşmasını ve eğitimin doğa ve
toplumun gelişimine yön veren bir güç durumuna gelmesini
sağlamıştır. Eğitim artık, bugünün ve geleceğin
planlanmasını sağlayan uygarlığın temel ölçütüdür. Açıktır
ki, en uygar toplumlar, en iyi eğitilmiş toplumlardır.
Eğitim
Ailede Başlar
Eski
Türkler’de eğitim, tüm toplumlarda olduğu ve bugün de sürdüğü
gibi ailede başlıyordu. Çocuk, aile ortamı içinde, hem doğrudan
hem de gördükleri ve yaşadıklarıyla dolaylı olarak
eğitiliyordu. Çocukların aile içi bakımı annenin göreviydi
ancak onların geleceğine yön verecek olan eğitimlerinden
“kız-erkek
ayırımı yapmadan” 1
anne ve baba birlikte sorumluydular.
Çocuğa
kimlik kazandırılması ve onun topluma duyarlı bir kişilikte
eğitilmesi, Türkler’in yaşamsal düzeyde önem verdiği
konulardan biriydi. Bu nedenle, çocuğa ve çocuk eğitimine çok
değer verilirdi. Çocuk, yalnızca kendisinin ve ailesinin
çıkarlarını korumak için değil, geliştirilip güçlenmesinde
sorumluluklar yükleneceği toplum için eğitilirdi. Boyun
ya da budunun
varlığını geleceğe taşıması, çocuğa ve onun eğitimine
bağlıydı.
Türkler’de
çocuk eğitimine verilen önem, ortak bir duygu olarak topluma
yerleşmiş ve günümüze dek sürmüştür. Türk ailesi, dün
olduğu gibi bugün de, çocuğunun eğitimi için her türlü
güçlüğe katlanır, onları okutmak
için elinden gelen herşeyi yapar. Bu konuda gösterdiği özveri,
toplumsal bir gelenektir.
Rus
tarihçi Vasili
Barthold,
“Moğol
İstilasına Kadar Türkistan”
adlı yapıtında, 10.yüzyılda Türk ailelerin çocuklarını
eğitmek için yaptıklarına değinir ve “yoksul
bir köylü kadının, okutmak için Semerkant’a gönderdiği
çocuklarına, yün dokuyarak baktığı”
ndan söz eder.2
Çocuğun
bakımı
ve ilk eğitimi
doğal olarak anneye aittir. Aile ve akraba töresi,
komşularla başlayan toplumsal ilişkiler, gelenekler ve inanç
biçimleri, önemli oranda anne tarafından öğretilirdi. Babanın
aile içi eğitimde tamamlayıcı bir işlevi vardı.
O,
kişilik kazandırmanın yanı sıra, erkek çocukların av ve
savaşkanlık yeteneklerini geliştirmeyi üstlenirdi ve bu eğitim
çok küçük yaşta başlardı. Bu aşamada, anneyle baba arasında
bir iş bölümü ortaya çıkar ve “kızı
anne, oğulu baba”
yetiştirirdi; Kırgızlar’da “babasız
oğul, anasız kız bakımsız (eğitimsiz
y.n.)”
sayılırdı.3
Devlet
Eğitimi
Eski
Çin belgeleri, başlangıçta ana-babanın yükümlendiği, daha
sonra kurumsallaştırarak devletin ele aldığı, “Türk
çocuklarının eğitimi”
konusunda çeşitli bilgiler içerir. Askeri eğitimin, nitelik ve
biçim olarak ele alındığı bu belgelerden birinde şunlar
söylenmektedir: “Küçük
çocuklar, koyunlara binip kuşlara, gelinciklere ve farelere ok
atarlardı... Erkek çocuklar, savaş için eğitim yapardı... Ava
giderler ve ok atma eğitimi alırlardı. Küçüklü büyüklü tüm
erkekler, son derece iyi okçudur. İki-üç yaşında çocuklar bile
ata biner, onunla gezer ve atı dörtnala sürebilirdi. Bu çocuklara
kendi boylarında yay verip, yay germek öğretilirdi. Hepsi çok
çevik ve cesurdular.”4
Ticari
Eğitim
Aral
Gölü’nden Orta
Asya’nın
içlerine dek uzanan bölgede yaşayan Maveraünnehir
Türkleri,
ticari eğitime, genel eğitim içinde özel önem verirler ve
çocuklarını küçük yaştan bilgili ve bilinçli girişimciler
olarak yetiştirirlerdi. Çin kaynaklarına göre, Semerkant
ve Buhara’da;
Türkler “çocuk
doğunca, büyüdüğünde tatlı dilli olsun diye ona şeker
verirler”,
“beş
yaşına gelen her çocuğa okuma-yazma öğretirler”
daha sonra “ticaret
eğitiminden geçirerek,
(görgüsünü arttırsın diye y.n.) komşu
ülkelere gönderirler”di.
Çinliler’e göre bu bölgenin insanları, “şarabı,
müziği ve kâr etmeyi severler, yolda şarkı söylerler”;
“ticarette
üstün, kâr etmede ustadırlar.” 5
Türkler,
ölümler nedeniyle ailelerin dağılmasına, çocukların
eğitimsiz kalmasına
ya da sahipsiz
kalıp başlarını alıp gitmesine
izin vermezlerdi. Hiçbir aile reisi ben
ölürsem çocuklarım ve eşim ne olur
diye kaygı duymaz, kendisinden sonra çocuklarına kimlerin, nasıl
bakacağını bilirdi. Bunlar, törelerle
belirlenen ve aksamadan uygulanan konulardı. Baba öldüğünde
çocukların sorumluluğu anneyle birlikte kardeşlere geçer, onlar
yeğenlerinin
bakım ve eğitimini kendi çocuklarından ayırt etmeden
yüklenirdi.6
Eğitmenler
Eski
Türkler, eğitim ve öğretimi, yalnızca bilgi edinmenin bir aracı
olarak değil, bununla birlikte ve esas olarak, milli kimliğin
korunması amacıyla ele almışlardır. Bu amaç için ileri eğitim
yöntemleri geliştirip eğitim konusunda uzmanlaşmışlardı.
Eğitim,
yazı üzerinde yoğunlaştırılarak, ilk kez Ön-Türk yazı
okullarında sistemleştirilmiştir. Tamgalı
Say
okulu dünyanın en eski ders
verilen yeridir,
yazı
burada doğmuştur.
Sülyet,
Manğıstav,
Isub-Öğ
ve Uw-On
okulları değişik abecelere kökenlik etmişlerdir.7
M.Ö.5.yüzyılda, Pers hükümdarları çocuklarını eğitmek ve
yönetime hazırlamak için İskitli öğretmen ve eğitmen
getirtirken8,
M.S.10.-11. yüzyıllarda Türk bilim adamları hemen tüm İslam
ülkelerinde dersler veriyordu. Selçuklu medreseleri, döneminde eşi
olmayan eğitim kurumlarıydı.
Rus
tarihçi Vasilyev
Dimitri,
ekibiyle birlikte, Yeni-sey
Havzası,
Sayan
ve Altay
Dağları’ndan
Sibirya’nın içlerine dek uzanan araştırmalarında, 300 kadar
Göktürk yazısıyla yazılmış mezar ve kaya yazıtı bulmuştur.
Yazıtlardan Türk tarihine yönelik yeni bilgiler aktaran
Prof.Dimitri,
“Göktürk
yazısının Türk dillerine en uygun yazı”
olduğunu belirtmiş ve bulduğu yazıtların “Türkler’de
geniş halk kitlelerinin okuma yazma bildiğini göstermesi
bakımından son derece önemli”
olduğunu söylemiştir.9
Türk
toplumunda, tüm toplumlarda olduğu gibi, devletin güçlü,
gönencin yüksek olduğu dönemlerde eğitime verilen kamusal destek
artmış, eğitim yaygınlaştırılmıştır. Güçsüzlük
dönemlerinde ise, doğal olarak bunun tersi olmuştur. Devletin
eğitime yaptığı katkının azalması önemli bir olumsuzluk
yaratmış ancak Türk insanı eğitim eylemini kesintiye
uğratmayarak, başka yöntem ve araçlarla sürdürmüştür.
Anadolu’nun yoksul ama bilge kişileri; dervişler,
aşıklar,
abdallar,
yüksek düzeyli doğal
öğretmenler
olarak her yaştan halka ulaşmışlar; tarikat,
tekke
ve zaviyeler,
halkı, hiç durmamacasına eğitmişlerdir.
Eğitim,
10.yüzyıldan sonra Türk toplumlarında, daha kuramsal hale geldi
ve çeşitlenip yayıldı. Aile eğitimi yanında, devletin ya da
vakıfların açtığı okullar, dinsel ya da mesleki eğitim veren
kurumlar oluştu; yüksek öğrenim kavramı gelişti; sübyan
mektepleri,
lonca
ve tarikat
okulları,
medreseler
kuruldu. Bilim ve felsefe alanlarında, o dönemde dünyanın en
ileri bölgesi olan Batı Asya’da, çok parlak bir eğitim düzeni
gelişti.
Medreseler
Bin
yıl boyunca sayısız bilim adamı yetiştiren merdeseler,
Karahanlılar
ve Gazneliler
döneminde ortaya çıktı. Büyük
Selçuklular
bu okulları geliştirdiler. Anadolu
Selçukluları
ve Osmanlılar
ise tüm İslam dünyasına yaydılar. Medresenin kurucusu kabul
edilen Nizamülmülk,
ilahiyat bölümlerine ağırlık verip, buraları Şii’liğe
karşı Sunni’liğin
kuramsal merkezleri yapmıştı. Ancak, bu okullarda özellikle
Anadolu’dakilerde, hemen her bilim dalında öğretim yapılıyordu.
Hukuk, dil, edebiyat, tıp, gökbilim, tarih, matematik ve özellikle
devlet adamı yetiştiren siyaset bilimi alanlarında eğitim veren
bölümler vardı.
Ülkenin
birçok kentinde kurulan medreselerde,
eğitim programları devlet merkezinde hazırlanır, tek tip eğitim
yapılır ve dönemin bilginleri dönüşümlü olarak ders verirdi.
Nizamülmülk
medreseleri;
zengin kütüphaneleri, herşeyi düşünülmüş ücretsiz yurtları
ve gerçekleştirdiği eğitim düzeyiyle, dünyanın
ilk üniversiteleri,
benzeri olmayan eğitim kurumlarıydı.10
Kadrolu
eğitim görevlilerinden ayrı olarak, İslam dünyasının ünlü
bilginleri konuk olarak çağrılırdı. Kütüphanenin
zenginleştirilmesi için, yanına para verilen kitap
toplayıcılar,
düzenli olarak çevre ülkeleri dolaşır kitap satın alırdı.
Medreseler’in
giderlerinin karşılanması için vakıflar,
yardım kuruluşları (imarethane) kurulurdu.
Nizamülmülk
Büyük
Selçuklu Veziri Nizamülmülk
(1018-1092),
Nizamiye
Medresesi
adı verilen ilk medreseyi,
dönemin ünlü bilginlerinin oluşturduğu öğretim kadrosuyla
1067’de Bağdat’ta kurdu. Girişimden başarılı sonuçlar
alınınca İsfahan,
Nişabur,
Belh,
Herat,
Basra,
Merv
ve
Amul’da
yenileri açıldı. İsfahan’daki Mescid-i
Cuma
medresesi, yalnızca eğitimiyle değil, mimari yapısıyla da bir
ilkti. Yapı, Sunni
mezhebine bağlı öğrencilerin kalabileceği dört ayrı bölümden
(eyvan)
oluşuyor ve ibadetle eğitim işlevini birlikte yerine getiriyordu.
Medrese biçiminde bir cami ya da camisi de olan bir okuldu. Mescid-i
Cuma,
Osmanlı İmparatorluğu döneminde görkemli bir olgunluğa varan
yapılar topluluğu’nun
(külliye)
da ilk örneğiydi.
Selçuklular’da
gençler, medreseye
gelinceye dek bir dizi eğitimden geçerdi. Küçük yaşta olanlar
yörelerindeki cami ya da mescid yanındaki okullarda, okuma yazma
öğrenirler11;
başarılı olanlar bir üst aşamaya alınarak medresede
okumaya hazırlanırlardı. Medrese
eğitimi ücretsizdi. Giderler, devlet ya da bu iş için kurulmuş
vakıflarca karşılanır, öğrencilere karşılıksız burs
verilirdi.
Kısa bir süre önce bulunan ve 1060 yılına ait olan bir vakıf
sözleşmesinde; ders veren bir öğretim
üyesi (müderris)
300, bir hizmetli 60 dirhem
aylık alırken; bir öğrenciye 30 dirhem
burs verildiği yazılıdır.12
Selçuklu
Medreseleri
Karahan,
Gazne
ve Selçuklu
dönemi; Türk kültürünün olduğu kadar, İslam kültürünün de
en ileri dönemidir. Bu dönemde, Çin Türkistanı’ndan Anadolu’ya
dek; kütüphaneleri, okulları, medreseleri
olmayan kent yoktur. Merv’de,
hiçbir
İslam ülkesinde bulunmayan zenginlikte
on tane büyük genel kütüphane vardır. Hastaneler, medrese’ler
ve camiler
de, ayrıca kendi kütüphanelerine sahiptir.13
Kazak kenti Otrar’ın
kütüphanesi, dünyanın en büyük kütüphanelerinden biridir.14
Eğitim
ve bilimin geliştirilmesi için vakıflar kurulmakta, devlet
bütçesinden eğitime büyük paylar ayrılmaktadır. Büyük
Selçuklular, eğitim için her yıl 600 bin dinar harcama
yapmaktadır, bu büyük bir paradır.15
El yazısıyla kitap çoğaltan binlerce kişi (istinsah)
vardır. Saygı gösterilen bir mesleğin sahipleri olarak
istinsah’lar,
devlet ya da vakıfların güvencesi altındadır. Kitap satıcılığı,
“iyi
kâr getiren”
bir uğraştır. Öğrenciler, bilim peşinde hocadan hocaya, kentten
kente giderler. Toplu okuma ve tartışma toplantıları düzenlenir;
aydınlar ve bilginler, bu toplantılarda kıyasıya tartışırlar.
Düşünce üzerinde baskı yoktur, dönemine göre “olağanüstü
özgür bir hava” yaşanmaktadır.
Fransız tarihçi Claude
Cohen
bu dönem için; “Orta
Çağ’da, hiçbir yerde ve daha sonraki İslam toplumlarının
hiçbirinde, böyle bir ambiyans
(ortam y.n.) bulunmaz”
diyecektir.16
Osmanlıda
Medreseler
Osmanlı
İmparatorluğu’nun gelişme döneminde, medreseler daha da gelişti
ve külliye durumuna geldi. Külliyeler, genellikle bir caminin
çevresinde yapılan ve medrese,
kütüphane,
sübyan
mektebi
gibi eğitim kurumlarının tümünü içeren bir yapılar
topluluğudur. Burada, doğrudan eğitim yapan bu kurumlardan başka;
sağlık
ve deliler yurdu (darüşşifa),
hastahane
(bimarhane)
gibi dolaylı eğitim yapan kurumlar ile aşevleri
(aşhane),
hamam,
sebil,
çeşme
gibi sosyal yapılar; at ve arabalar için park
yerleri (arasta);
han,
kervansaray
gibi ticaret yapıları yer alır. Ancak bunların tümünün her
külliye’de
bulunması gibi bir kural yoktur. 16.yüzyılda Mimar
Sinan’ın,
İstanbul’da yaptığı Süleymaniye
Külliyesi,
Osmanlı İmparatorluğu’nun en görkemli yapılarından biridir.
15.yüzyıldan
sonra, içinde cami ya da ticaretle ilgili birimlerin bulunmadığı,
buna karşın bugünün ilköğretim okullarına denk düşen, sübyan
mekteplerinin
bulunduğu külliyeler
yapılmaya başlandı. 16.yüzyıl Osmanlı toplumunda, kentlerdeki
külliyelerden
başlayarak cami
ve mescid’lerle
tüm ülkeye yayılan bir ilköğretim ağı yaratılmıştı.
Prof.Ömer
Lütfi Barkan’a
göre, 16.yüzyılda, yalnızca Anadolu’da; 110 medrese,
342 cami,
1055 mescid
ve 626 zaviye
(küçük tekke)
ve hankâh
(dergah)
vardı17,
her cami
ya da mescit
aynı zamanda bir sübyan
mektebi’ydi.
Bu okullarda okuma yazma başta olmak üzere, Kuran okuma, din
pratiği, davranış biçimleri, gelenekler ve yazı alışkanlığı
(meşk) öğretilirdi. 5-6 yaşlarındaki kız ve erkek çocukların
birlikte okuduğu bu okullar, dinsel ağırlıklı olmak üzere,
çocuklara toplumsal bir kimlik kazandırıyordu.18
DİPNOTLAR
- “Türk Kültürünün Gelişme Çağları” Prof.B.Ögel, Türk Dün.Araş.Vak., İst. 1988, sf.250
- “Türklerin Tarihi” Doğan Avcıoğlu, 3.Cilt, Tekin Yay., 1995, sf.1329
- “Türk Kültürünün Gelişme Çağları” Prof.B.Ögel, Türk Dün.Araş.Vak., İst. 1988, sf.247
- “Kök Türkler” Sencer Divitçioğlu, Yapı Kredi Yay., 2.Basım 2000, sf.212
- “Türklerin Tarihi” Doğan Avcıoğlu, 2.Cilt, Tekin Yay., 1995, sf.601-602
- “Türk Kültürünün Gelişme Çağları” Prof.B.Ögel, Türk Dün.Araş.Vak., İst. 1988, sf.242-245
- “Ön Türk Tarihi”, Haluk Tarcan, Kaynak Yay., 1998, sf.142
- “Tarih I, Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri” Kaynak Yay., 4.Bas. 2000, sf.69
- “Ortadoğu Uygarlık Mirası-2” M.İlmiye Çığ, Kaynak Yay., İst.-2003, sf.279
- “Orta Asya” Jean Paul Roux, Kabalcı Yay., 2001, sf.289
- “Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuruluşu” Prof. M.F.Köprülü, Ötüken Yay., 1981, sf.120
- “Orta Asya” Jean Paul Roux, Kabalcı Yay., 2001, sf.289-290
- “Tarih II, Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri” Kaynak Yay., 3.B., sf.222
- “Türklerin Tarihi” Doğan Avcıoğlu, 1.Cilt, Tekin Yay., 1995, sf.83
- “Tarih II, Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri” Kaynak Yay., 3.Bas. 2001, sf.222
- “Türklerin Tarihi” Doğan Avcıoğlu, 3.Cilt, Tekin Yay., 1995, sf. 1329
- “Osmanlı İmparatorluğu’nda Eğitim ve Bilgi Üretim Sisteminin Oluşumu ve Dönüşümü” İlhan Tekeli-Selim İlkin TTK Yay., 2.Basım 1999, sf. 9
- a.g.e. sf. 7
EVET EN VAHŞİ HAYVANLAR BİLE EĞİTİM İLE UYSALLAŞIR EHLİLEŞİR EVCİLLEŞİR. BİZDE İSE MİLLİ EĞİTİM BEBEKLERİMİZİ ALIR BİR DAHA GERİ DÖNÜŞÜ OLMASI ZOR GAYRİ MLLİ DARVİNİST BATICI AHLAKİ DEĞERLERİ KÜÇÜMSEYEN ZARARLI PARAZİT FİKİRLER İLE BEYİNLERİ TIKA BASA DOLDURULUR. ARTIK ÇOCUK DELİ KANLI OLMUŞTUR BEYNİNİN %98 İ İŞE YARAMAZ HALE GETİRİLMİŞTİR. HER TÜRLÜ ALIŞKANLIK KAZANDIRILABİLİR KOLAYCA KANDIRILIR BORÇLANDIRILIR. BÖYLECE SİGARA ALKOL UYUŞTURUCU VE İHTİYACI OLMAYAN EŞYA TÜKETİCİDİ HALİNE GELMİŞTİR
YanıtlaSilEVET EN VAHŞİ HAYVANLAR BİLE EĞİTİM İLE UYSALLAŞIR EHLİLEŞİR EVCİLLEŞİR. BİZDE İSE MİLLİ EĞİTİM BEBEKLERİMİZİ ALIR BİR DAHA GERİ DÖNÜŞÜ OLMASI ZOR GAYRİ MLLİ DARVİNİST BATICI AHLAKİ DEĞERLERİ KÜÇÜMSEYEN ZARARLI PARAZİT FİKİRLER İLE BEYİNLERİ TIKA BASA DOLDURULUR. ARTIK ÇOCUK DELİ KANLI OLMUŞTUR BEYNİNİN %98 İ İŞE YARAMAZ HALE GETİRİLMİŞTİR. HER TÜRLÜ ALIŞKANLIK KAZANDIRILABİLİR KOLAYCA KANDIRILIR BORÇLANDIRILIR. BÖYLECE SİGARA ALKOL UYUŞTURUCU VE İHTİYACI OLMAYAN EŞYA TÜKETİCİDİ HALİNE GETİRİLMİŞTİR. EN CANİ HAKSIZ OLAYLAR KARŞISINDA BİLE TEPKİSİZLEŞTİRLMİŞTİR. DÜŞÜNÜN BÖYLE BİR TOPLUMUN YÖNETİCİLERİDE BUNLARDAN BİRİ OLACAKTIR. İŞTE İSRALİN PERVASIZCA KATLİAMI UYGUR TÜRKLERİNE UYGULANAN VAHŞET ARAKAN DA FACİA. AZERBEYCANDA ERMENİ MEZALİMİ ASLA TEPKİ YOK TIK YOK. MASONLARIN İŞGALİNDE OLAN BU MİLLİ EĞİTİMİN TALİ TERBİYE KURULU DERHAL YARGILANMALI
YanıtlaSilSevgili Abdullah, söylediğin gibi Türk Milli Eğitiminini bugünkü durumu bir felaket. Ancak bu felaketin temelinde masonlar değil ( bir miktar mason da vardır elbette) Amerikalılar vardır. Bu konuda bilgi edinmek isterseniz, blogda yayınlamış olduğumuz "ABD ve Türk Milli Eğitimi" yazısını okuyabilirsiniz. Saygılarımla.
YanıtlaSil
YanıtlaSilBu Aso tasarruf ve kredi kredi sirketidir. kisisel is için bir kredi gerekiyor, ya da tüm temizlemek için kredi ihtiyaciniz varsa
Daha fazla bilgi için evisloanfirm@gmail.com: fatura lütfen bizim bizim burada e-posta ile temasa geçin. Bilginiz için, firmamiz
Eger ilgileniyorsaniz lütfen bize geri almak hemen kredi ile halletmek için,% 2 faiz oraniyla kredi vermek
2z
Onay belgesine aktarmak.
Dolgu ve dönüs
(1) Tam adi: ....................
(2) Kredi Tutari: ...............
(3) Kredi Süre: ..............
(4) Cinsiyet: .........................
(5) Cinsiyet: ...............
(6) Ülke:
(7) Ev adresi: .........
(8) E-posta adresi:
(9) Telefon numarasi: ...........
Bay Evis Philip
Sayın Aydoğan, Ahmet Taşağıl'ın dediğine göre (Kendisini muhakkak fark etmişsinizdir. Hem çalışmalarının bilimsel niteliği hemde son dönemdeki en faal eski çağ tarihçimiz)Büyük Hun Devletinin dağılmasından sonra Çin'in kuzeyine yerleşen Türkler ilk üniversiteleri kuruyorlar. Bunlar Budizm eğitimi veren okullar. Daha sonradan bildiğimiz, Karahanlıların Uygurlardan alıp uyarladığı medreselerin ilk halleri bunlar olabilir diye düşünüyorum.
YanıtlaSilMeşhur Rus bilim insanı Kropotkin'e göre biyolojik evrim Sibirya'da, dünyanın diğer bölgelerinde olduğu gibi rekabetle değil şartlar çok zor olduğu için kolektivizm ile oluşmuş. Aynı şartlar sosyal evrim içinde geçerli. Yine bundada diğer makalelerinizde bahasettiğiniz
Türklerin sahip oldukları yardımlaşma, örgütlülük, kolektivizm içinde bunun bir çıkış noktası olabileceğini düşünüyorum.
2 fikirde bilimsel olarak kanıtlanmaya muhtaç. Ancak ben olasılığını ve kanıtlanabilirliğini yüksek görüyorum.
Saygılar sunarım.