Arap
ülkeleri ve yöneticileriyle ilişki kurmak, son dönemde moda oldu.
Üst düzey devlet yetkilileri, Arap coğrafyasındaki hemen her
olaya ilgi gösteriyor, resmi ya da özel ilişkiler kuruyor; kamuya
açıklanmayan görüşmeler yapıyor. Din inancıyla sarmalanmış
Arapçılık, Türkiye’de yeniden yayılıyor, yayılma ideolojik
düzeyi aşarak günlük yaşamı etkileyen baskı unsuru haline
geliyor. Bu olumsuz gelişmenin geçmişten gelen dayanakları
vardır. Türk-Arap ilişkileri, 13 yüzyıllık uzun bir süreci
kapsar ve bu süreç Türkler için acı dolu dönemler içerir.
Oysa, bunlar pek bilinmez. Arapçılığın bugün yeniden yayılması
nedeniyle konu günceldir ve özellikle 20.yüzyıldaki ilişkiler,
ders alınması gereken özelliğe sahiptir.
Emeviler ve Orta Asya
Bin
yılı aşkın geçmişi olan ve etkisi süren Türk-Arap ilişkisi,
çoğunlukla gerçeği yansıtmayan ve nesnelliğe dayanmayan bir
yaklaşımla ele alınmış, genellikle inançsal ya da siyasal
öncelikler öne çıkarılarak değerlendirilmiştir. Bu nedenle
bilimsel içerikten yoksun bir konu olarak kalmıştır. Türkiye’de
ise, Türk-Arap ilişkilerini, gerçek boyutuyla ve nesnel bir
tutumla ele alanlar, din öğesinin konunun içine girmiş olması
nedeniyle, kendilerini her zaman baskı altında hissetmiştir.
Türk-Arap
ilişkilerini, Batılı ya da Arap tarihçilerin çoğunluğu,
sürekli duruma getirdikleri Türk karşıtlığına dayandırarak
ele almışlar, yaklaşım biçiminin sonucu olarak, tarihsel
gerçeklerden tümüyle uzaklaşmışlardır. Bilim dışı bu tutum,
eskiye giden tarihsel bir geleneğe dönüştürülerek günümüze
dek gelmiştir. İşin ilginç yanı, Arap etkisiyle yetişmiş kimi
Türk tarihçinin, konuya dinsel boyut vererek, belki de herkesten
çok Arap
yanlısı davranması;
açık ya da örtülü olarak Türk karşıtlığı yapabilmesidir.
Geniş bir araştırmacı kümesi, konu Türk-Arap
ilişkileri
olduğunda, tarih ve din arasında sıkışıp kalmaktadır.
Türk-İslam
İlişkisi
İslamiyeti
9.yüzyıldan
sonra kabul etmeye başlayan Türkler, büyük bir çoğunlukla, bin
yılı aşkın bir süredir, bu dine bağlı olarak yaşamaktadır.
Çatışmalarla dolu, uzun bir süreçten geçerek benimsedikleri bu
dinin edilgen inananları olmamış, Müslüman olan diğer
milletlerden ayrımlı olarak, bu dini çok geniş bir coğrafyaya
yayarak kurumsallaştırmış ve korumuşlardır.
Peygamber’in
söz ve davranışlarından oluşan “Hadis’lerin
toparlanmasını”
Türkler sağlamış, “Sunni
mezhebinin oluşumunu”
Türkler gerçekleştirmiştir.1
“İslam
dünyasının en büyük ve en seçkin”
bilim adamları, “en
parlak iki düşünürü”,
“İlk
Müslüman matematikçi”
Orta
Asyalı’dır.2
Haçlı seferlerine karşı koyanlar, İstanbul’u alanlar,
İslamiyet’i Avrupa’nın ortasına dek götürenler Türkler’dir.
Türkler,
İslamiyetten çok şey alıp ona çok şey verdiler; onunla
bütünleşip gerçek
temsilcileri
ve yayıcıları
oldular. Konumları ve temsil ettikleri güç nedeniyle, Türk-Arap
ilişkilerinde
din açısından üzerlerinde baskı oluşturacak hiçbir eksikleri
yoktu. Bu konuda yapılacak incelemeler, varılacak yargılar, din
değil bir tarih sorunuydu; tarih ise inanca değil, bilime bağlı
olarak ele alınmalıydı. Ancak, ne ilginçtir ki, Türkiye’de
böyle yapılmadı, tarih çoğunlukla dine bağlı olarak
yorumlandı. Bu yaklaşım biçimiyle, Türk tarihinin bozulmaya
uğraması kaçınılmazdı, öyle de oldu.
İlk
İlişki; Emevi Saldırısı
Türk-Arap
ilişkileri,
İslamiyet’ten sonra 8.yüzyılda, Emeviler’in
Türk bölgelerine saldırısıyla başladı ve hemen tüm Türk
boyları, kendilerini yoğun bir şiddet içinde buldular.
Saldırılarda kullanılan ideolojik gerekçe İslam’ın
yayılması,
gizlenen gerçek amaç ise, varsıl Türk ve Acem bölgelerinin yağma
edilmesiydi.
Emeviler, Ortadoğu’yu yağmalamak
için Hıristiyanlığı kullanan Haçlılar
gibi, yöneldikleri eylemin din
için savaş (cihat)
olduğunu söylüyor, Emeviler’in
Orta
Asya
ve İran
Yaylası’nda
yaptıklarını görmezlikten gelmek, üstelik bunu inanç adına
yapmak; tarihe olduğu kadar, herhalde ondan daha çok, dine karşı
saygısızlık olacaktır.
İslamiyet
ve Emeviler
Emeviler’in
İslam içindeki konumları, tutum ve davranışları oldukça
tartışmalıdır. “Arap
ve İslam geleneğine aykırı olarak, Halifeliği babadan oğula
geçen bir hanedanlık”3
yapan, “tam
olarak inanmadıkları İslamiyet’i, çoğu kez hor gören”4
halifeler
çıkaran, “din
dışı görünüm veren bir devlet”5
kuran,
“Halifelik
için Mekke’ye saldırıp Kabe’yi yıkan”6
Emevilerin,
İslamiyet’ten çok kendi çıkarlarını düşünmeleri ve bunun
için yağmaya
girişmeleri bilinmeyen bir sonuç değildir.
Emevi
siyaseti, İslamiyet’in temel ilkelerine aykırı olarak,
Araplar’ın başka kavim ve topluluklara üstün olduğu
düşüncesine dayanıyordu. Bu ırkçı siyasete göre; “Arap
hükmetmek, geri kalan herkes ona hizmet etmek için yaratılmıştır”,
bu nedenle “Araplar
yalnızca yönetim ve siyaset işleriyle uğraşmalıdır”7;
“köleleri,
küfürden imana çıkaran”
onlardır, bu nedenle Türk, İranlı ya da diğer Müslüman
kavimler, kendilerini bu duruma yükselttiği için “Araplar’a
sonsuz bir minnet
(borçluluk duygusu y.n.) duymalıdırlar”,
çünkü “kölenin
görevi efendisine mutlak itaattır”.8
Arap
olmayan Müslümanlar “künye
(soy adı y.n.) alamazlar,
künye almak yalnızca Araplar’ın hakkıdır.”9
(Türkler,
Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışına dek soyadı
almamışlar, soyadı ilk kez 1934 yılında çıkarılan 2525 sayılı
yasayla alınmıştır.)
Emeviler;
Arap olmayanlar’ın
(mevali)
arkasında namaz kılmaz, birlikte dolaşmaz, onlara ikinci sınıf
insan ya da köle gözüyle bakar; “Türkler’in
mal ve canlarını kendilerine helal”
sayardı.10
Ele
geçirilen yerlerde, servete
el koyma,
Arapça’yı
zorunlu kılma
ve zora
dayalı eritme (asimilasyon)
Emevi politikasının değişmez ilkeleriydi. Arap olmayan anneden
doğan prensler tahta çıkamaz, kadı (hakim) olamazdı. Kitabe,
mezar, anıt, dinsel yapı ve heykel gibi sanat yapıtlarını, put
diyerek yok ederlerdi.11
Emeviler,
Arap olmayan halklara o denli kötü davranmışlardı ki, değişik
milletten Arap karşıtları, siyasi örgütler kurdular ve İslam
tarihinde şuubiye
adı verilen bu örgütler aracılığıyla, Emevilere
karşı savaştılar.12
Şuubiye
savaşımı ve bu savaşıma neden olan Emevi
tutumu, daha sonra ortadan kalktı ancak olumsuz etkileri belki de
bugüne dek gelen, tarihsel bir birikim yarattı. Zeine,
Araplar’ın diğer Müslüman halklara bakışı konusunda şunları
söylemektedir: “İslam;
Farslılar, Hintliler (ve
Türkler y.n.)
gibi Arap
olmayan
ulusların da dini haline gelince, Araplar hala Arapçılıkları
konusunda bilinçli olmayı sürdürdüler ve kendilerini ‘müşteki’
uluslardan üstün gördüler. Arap Müslümanların ‘yabancı’
Müslümanlar’a, onları ‘inançsızlıktan kurtararak’ büyük
bir lütufta bulunduklarına inanıyorlardı.”13
Orta
Asya’nın Varsıllığı
Emeviler,
önce Türk bölgelerine saldırdılar. Kendi açılarından
haklıydılar. Orta
Asya’nın
Güneybatısı’nda yer alan Toharistan
ve Maveraünnehir
bölgeleri, o dönemde yüksek bir uygarlık ve gönenç dönemi
yaşıyordu. Çin, Hint, İran ve Bizans arasındaki ticaret, tümüyle
bu bölgenin elindeydi. Yalnızca Buhara
Hanlığı’nda
40 büyük kent, değişik büyüklükte 1000’den çok köy
vardı.14
Semerkant,
Baykent,
Herat,
Belh
gibi kentler göz kamaştıran bir varsıllık içindeydi. Buhara’da
kağıt fabrikaları, ipekli kumaş ve halı tezgahları, değerli
taşlar ve maden işleyen atölyeler, durmadan
çalışıyor
ve yalnızca kendi bölgesine değil, çok uzak yerlere de mal
gönderiyordu.
Çin
belgelerine göre, Buhara
ve Kusaniye’deki
Türk evleri birer sanat
şahaseriydi,
Tusi
tapınağındaki altın ve gümüş heykeller, pırlanta, zümrüt ve
yakutla işlenen süs eşyaları, benzersiz
ve hayret
vericiydi.15
Maveraünnehir’de
eğitim o denli gelişmişti ki, Suğdakların
her köyünde bir okul vardı. Bilim, bilgelik ve kültür
alanlarında, yalnızca çevre ülkeleri değil, Mısır ve
Anadolu’ya dek, çok geniş bir bölgeyi etkileyen ve örnek alınan
yapıtlar veriliyordu. 730 yılında diplomatik bir kurulla
Tohoristan’dan
Çin’e gönderilen Nanto
adlı Türk bilim adamının beraberinde götürdüğü tıbbi
malzeme ve ilaçları, Çin hekimleri o güne dek hiç
görmemişlerdi.16
Emevi
Vahşeti
8.yüzyılın
ortalarına dek süren yetmiş yıllık Emevi saldırısı, Türkler
için, şiddet ve acıyla dolu kanlı bir dönemdir. Kent ve köyler
yakılıp yıkılmış, servetler yağmalanmış, onbinlerce insan
öldürülmüş, bir o kadarı da tutsak edilerek pazarlarda
satılmıştı. Okullar kapatılmış, bilim adamları ya ölmüş ya
da başka yerlere gitmişti.
Arapça
öğrenmek ve yazmak zorunlu kılınmış, bu zorunluluk ödünsüz
bir biçimde uygulanmıştı. (O dönemden sonra yapıtlarını
Arapça yazmak zorunda kalan ünlü Türk bilim adamı ve düşünürler,
bu nedenle hep Arap sayılmıştır.)
Döneminde
dünyanın en ileri bölgelerinden olan Horasan
ve Maveraünnehir
yıkıntı haline gelmişti. Kentler öyle yağmalanmıştı ki ünlü
İranlı tarihçi ve din bilgini Taberi’nin
(838-923) aktarımına göre, “Baykent’ten
elde edilen ‘hadsiz hesapsız’ ganimet o denli çoktu ki;
Katipler bunları saya saya bitiremiyordu.”17
Türk
bölgelerinin eski varsıl durumuna erişebilmesi için, uzunca bir
süre gerekecektir.
Kırım
Ve Yağma
Emevi
Sultanı Abdülmelik
bin Mervan’ın
halifeliği döneminde (685-705) Irak valisi yaptığı Haccac
bin Yusuf
ve Horasan valisi yaptığı Kuteybe
bin
Müslim,
Türk toplumuna büyük zarar vermiştir.
Halk
arasında zalim
olarak anılan ve tarihe bu tanımla geçen Haccac,
Müslüman olmayan Türk kadar, Müslüman Arap da öldürmüş bir
kişidir. 692’de Mekke’yi
kuşattığında, yedi ay süren kuşatma boyunca ölçüsüz şiddet
kullanmış ve binlerce Müslüman Arap öldürmüştü. Kenti
savunan ve Hicret’ten
sonra doğan ilk Müslüman çocuğu olduğu için, Hz.Muhammed’in
çok sevdiği Abdullah
bin Zübeyr’i,
70 yaşında olmasına karşın öldürtmüştü.18
Irak
valiliği sırasında, ilk İslam mezhebi olan Hariciliğin
120 bin taraftarını kılıçtan geçirmişti.19
Tarihçi
J.Welhausen’in
“başarılarını
vicdansızlığına borçlu olduğunu”
söylediği20
Kuteybe,
Haccac’ın
uyguladığı şiddet yöntemlerini daha da geliştirerek, tümüyle
Türkler üzerinde uyguladı. Bölgenin en “güzel”
yerleşim yeri olan Baykent’e,
“kentin
zarar görmemesi için”
direnilmemesine ve bu konuda “anlaşma
yapılmasına”
karşın; serbestçe girdiği kenti yağmalayarak yakıp yıkmış,
“eli
silah tutan erkeklerin tümünü”
öldürtmüş, kadın ve çocukları tutsak pazarlarına
yollatmıştı.21
Köle
Pazarları
Kuteybe,
Buhara’da
50 bin, Semerkant’ta
30 bin genç insanı tutsak etti, bunları satılmak üzere Irak ve
Mısır’a yolladı.22
Türk köleler Arap ülkelerinde çok tutuluyor ve yüksek bedellerle
satılıyordu; sağlıklı herhangi bir kölenin fiyatı 300
dinar’ken
Türk köle 600 dinara
alıcı buluyordu.23
10.yüzyıl
Arap coğrafyacısı İbn
Havkal
seyahatnamesinde,
Türk kölelerin “güzelliğinden”
ve “pahalılığından”
söz eder ve şunları söyler: “En
değerli köleler, Türk topraklarından gelenlerdir. Dünyadaki
bütün köleler içinde Türkler’in bir eşi daha yoktur. Çok
değerlidirler ve güzellikte üzerlerine yoktur. Horasan’da bir
Türk çocuğunun 3 bin dinara satıldığını gördüm. Türk köle
kızlarının fiyatı hep 3 bin dinardır.”24
Emeviler’in
kural tanımayan kırımı, bir başka varsıl Türk kenti Talkan’da
sürdü. Talkan
Kağanı
Şehrek’in
kenti terk etmesi nedeniyle savaşmadan başeğen (teslim olan) Türk
halkı, ibret
olsun
diye ayırımsız kılıçtan geçirildi, kalanlar da kent
girişindeki yolun iki yanına asıldılar. Asılanların oluşturduğu
yolun uzunluğu 4 fersah
(24
kilometre) tutuyordu.25
Buhara
ele geçirildikten sonra Araplaşmayı sağlamak için, halkın
günlük yaşamı üzerinde ağır bir baskı kurdu; koyulan
kurallara uyulup uyulmadığını denetlemek ve durumu yönetime
bildirmek için, her eve bir Arap yerleştirdi.26
Türklerin
Müslüman Olması
Türk
halkı, Emevi
yıkımının ağır sonuçlarına karşın, toplumsal geleneklerini
ve kimliklerini korumayı sürdürdüler. Zora boyun eğmeyen
yapıları nedeniyle Müslümanlığı kabul etmeleri, Emevi
baskısıyla değil, daha sonra kendi istek ve bilinçli seçimleriyle
oldu.
Orta
Asyalı sufi
dervişlerin bilgesel olgunluğu olan barışçı çağrıları,
İslam’ın eşitliği öne çıkaran ilkeleri ve Abbasi döneminde
oluşan olumlu ortam, bu süreci hızlandırdı. İslam’ın;
“toprağı
Tanrı’nın mülkü sayan”,
onu “eşit
paylaştıran”,
savaş gelirlerinin beşte birini “savaşa
katılamayan bakıma muhtaç insanlara ayıran”
v.b. ilkeleri, kamucu bir geleneğe sahip Türkler’e uygun geliyor
ve Emevi
baskısı dışındaki gerçek İslam’ı öğrendikçe ona
katılıyorlardı.
Hikmet
Kıvılcımlı
(1902-1971) konuyla ilgili şu saptamayı yapmaktadır: “İlk
fütühatçı
(zafer kazanan y.n.) gazi
Müslüman ululardan hangisi dünya malına mülküne metelik verdi?
Cennetle müjdelenmiş ilk İslam halifelerinden hangisi, zengin
ganimetlerden, halife hakkıdır diye herkese düşen paydan başka
bir leblebi tanesi fazlasını aldı? Hangisi kişi özel mülkü
diyerek kamunun ortak malına el uzattı. Bizim atalarımızın gönül
verdikleri İslamlık buydu. Bugün Türkiye’nin dağdaki, çöldeki
yalın ayak köylüleri, İslamlığa bunun
için hala canla başla bağlıdırlar. Atalarımıza karşı duyulan
sevgi ve saygı da bu kaynaktan fışkırır...” 27
Bilimin
Gücü
Türkler,
daha sonra giderek artan biçimde Arap topraklarının içine
girdiler ve her yerde olduğu gibi Araplar içinde de etkili bir
unsur oldular. Kabul edip sahiplendikleri Müslümanlığı yaymakla
kalmadılar, ilahiyat ve hukuk başta olmak üzere, ona düşünsel
katkıda bulundular.
“Kuran’dan
sonra gelen ve en sağlam hadis kitabı olan”
Sahihi
Buhari’yi
Buharalı bir Türk bilgini olan Mehmet
İsmail
yazdı. Türk bilim adamı ve düşünürleri; bilgelik, bilim, din,
hukuk alanlarında önemli yapıtlar ürettiler, usul kitapları
yazdılar. Günümüze dek elden ele dolaşan Hidaye’yi
Merginanlı
bir Türk yazdı. Hint bilim ve bilgeliğini, İslam dünyasına ve
Avrupa’ya tanıtan Ebu
Reyhani Biruni
Harzemli bir Türktü. “Türkler’in
Müslüman olduktan sonra İslamiyet’e katkıları, Araplar’dan
çok oldu”.28
Abbasiler ve Yükselen Türk Etkisi
Emevi
Devleti 750’de yıkıldı. Haşimi
soyundan
Ebu’l
Abbas,
II.Mervan’ı
yenerek Emevi egemenliğine son verdi. Bilim ve düşüncede
gelişmeye açık, yeni bir dönem başlatacak Abbasi
Devleti’ni
kurdu. Abbasi döneminde Türk-Arap ilişkileri, birbirini tamamlayan
bir bütünlüğe ulaşarak yeni bir döneme girdi.
Türkler,
İslam tarihinin en parlak dönemini yaratan Abbasi
Devleti’nin
hem kuruluşunda hem de sürdürülmesinde, belirleyici güç olarak
yer aldılar. Tarihte 8.yüzyıldan 13.yüzyıla dek 500 yıl yaşamış
görünen ancak Arap yönetimindeki “gerçek
yaşam süresi yalnızca 83 yıl olan”
Abbasi
Devleti,
geri kalan dönemde “Türkler’in
eline geçti ve Araplar devletteki yönetim erkini yitirdiler”.29
Halifeliği
Emevilerden
alarak Abbasiler’e
veren ve halk öykülerinde destansı anlatımlarla bir söylence
kahramanı haline gelen Ebu
Müslim Horasani
(719-755) bir Türk komutanıydı. Devletin yaşatılması ve
Halifeliğin 500 yıl Abbasi
sultanlarının elinde kalabilmesi, Türkler’in “koruyucu
siyasetiyle”
mümkün olabilmişti. Bizans sınırına yerleşen Türk boyları,
Abbasi
Devleti
için en büyük güvenceydi. Halifenin Hassa
Ordusu
(hükümdarı korumakla görevli özel ordu), Horasan
ve Samarra
garnizonları,
tümüyle Türk askerlerden oluşuyordu.30
754’de
Başvezir olan ve Abbasi
Devleti’nin
mimarı kabul edilen Halit
İbn Bermek
Belhli
bir Türk’tü.31
Bermek,
kısa bir süre içinde devletin işleyişini örgütledi, yeni bir
akçalı düzen geliştirdi, orduyu yeniden yapılandırdı ve iç
ayaklanmaları bastırdı. Kendinden sonra oğlu Yahya
İbn Bermek,
uygulamaları sürdürmüş ve İstanbul’u almak için, İslam
ordularının başında Üsküdar’a dek gelen, ünlü Harun
Reşit’i
(766-809) yetiştirmişti. Halife Mutasım
dönemine gelindiğinde, Hassa
Ordusu’ndan
ayrı olarak devletin hemen tüm üst düzey siyasal ve yönetsel
kadroları Türkler’in elinde bulunuyordu.
Mutasım,
Bağdat’ın yakınında yalnızca Türkler’in kalabileceği Samra
kentini kurmuş, kendini güvende hissettiği için yaşamını,
ölene dek bu kentin ortasında sürdürmüştü. Türklere o denli
güveniyor ve Türk kültürüne öyle önem veriyordu ki, askerlerin
Orta
Asya
geleneklerinden kaynaklanan “milli
özellik ve sağlamlıklarını yitirmemeleri için”
özel kurallar koymuştu. Bu kurallara göre, Hassa
askerleri
ancak Türk kızlarıyla evlenecek ve onları hiçbir nedenle
boşayamayacaktı. Askerlerle evlenen kızlar, yaşamları boyunca
devlet hazinesinden aylık alacak, buna karşılık “ailelerinden
aldıkları terbiyeyi”
evlerinde sürdüreceklerdi.32
“Arapların
Herodot’u”
olarak tanımlanan ünlü tarihçi Hüseyin
El-Mesudi
(9.yüzyıl), Abbasi Hassa
Ordusu’ndan
şöyle söz etmektedir: “Bu
ordu genç, dinç, güzel ve levent askerlerden oluşuyordu. Ordu
erleri; ipekli elbiseleri, sırmalı kumaşları, sırmalı kılıç
askılarıyla herkesin beğenisini ve saygısını kazanıyordu. Bu
Türkler sayesindedir ki, Abbasi Devleti’nin etkisi kökleşti,
İslam şevketi
(büyüklüğü y.n.) yükseldi.”33
Türkler
“Yönetici Sınıf” Oluyor
Türkler’in,
İspanya’dan Horasan’a
dek yayılmış olan Abbasi İmparatorluğu’nda, yönetici
sınıf
haline gelerek İslam toplumuyla kaynaşması, Orta
Asya’da
geniş ilgi uyandırdı. Türkler artık, Emevi
döneminde olduğu gibi köle
kabul edilmiyor, İslam toplumunun saygın üyeleri oluyordu. Bu
nedenle Fergana,
Sağdiyan,
Üsrusana
ya da Tohoristan’daki
Türk boyları Abbasi halifeliğinin uyruğu olmakta artık alçaltıcı
bir durum görmüyorlardı. Çünkü bu İmparatorlukta gerçek
egemenler
Araplar değil, Türklerdi.
Bu
egemenlik o denli gerçekti ki; örneğin, 862’yle 872 arasındaki
on yılda tam dört halife, Türkler tarafından tahttan indirilmiş
ve onların yerine başkaları çıkarılmıştı. Bu dönemde Türk
kumandanlar, Bağdat halifelerini hemen tümüyle kendilerine
bağlamışlar onları yönetir duruma gelmişlerdi.34
Yedisu
bölgesiyle Seyhun’un
doğu ve kuzeyindeki Karluklar,
Seyhun’un aşağılarına dek gelen Oğuzlar,
Batıdaki bu gelişmelere kayıtsız kalmadılar, “Seyhun
boylarından Irak’a doğru”
bir “Türk
akını”
başladı. İslam tarihinin düşünce ve inanç özgürlüğü
bakımından en parlak dönemi olan Halife
Vasık
devrinde, bu akın
üst düzeye çıktı; Memun’un
Doğu eyaletlerini yönetirken uyguladığı barışçı siyaset,
Müslümanlığın Türkler arasında yayılmasını hızlandırdı.35
Abbasi
dönemiyle birlikte Emevi
yıkımını atlatmaya çalışan Türkler, Türk-Arap
ilişkilerinin
yönünü belki bilmeden değiştirdiler ve kısa bir süre içinde
yönetimi ele geçirdiler. Kültürel gelişkinlik, siyasi-askeri
örgütlenme yeteneği ve eğitim düzeyleri; bu olanağı onlara
veriyordu. 10.yüzyılda değişik biçimlerde belirginleşen bu
üstünlük, 20.yüzyıla dek bin yıl sürdü. Bu süre içinde
kurulan çok sayıda devlette her zaman Türkler yöneten,
Araplar ise yönetilen
konumda oldular.
Yöneticilikten
Devlet Kurmaya
Arapların
yaşadığı topraklarda kurulan ilk Türk devleti, Mısır’da
kurulan Tolunoğulları’ydı
(868-905). Daha sonra yine Mısır’da Akşit
(935-969) ve Memluk
(1250-1517) devletleri kuruldu. Samanoğulları
(874-999), Karahanlılar
(932-1212), Gazneliler
(962-1183), Gorlulular
(1148-1215); İran
Yaylası
ile Orta
Asya’da
kurulan ve Araplarla ilişki geliştiren diğer Müslüman Türk
devletleriydi.
Büyük
Selçuklular,
Mısır dışındaki Abbasi topraklarının tümünü egemenlikleri
altına aldılar, egemenliklerini daha sonra Anadolu’ya dek
genişlettiler.
Osmanlı
İmparatorluğu döneminde; Arabistan, Mısır, Kuzey Afrika ve
Ortadoğu’yu, yani Araplar’ın yaşadığı toprakların tümünü
ele geçirdiler. Müslümanlığı, Hindistan’dan Avrupa’nın
içlerine dek, çok geniş bir alana yaydılar.
İranlı
tarihçi Yahya
Armajani,
1970 yılında İngilizce olarak yayımladığı Middle
Eeast, Past and Present
adlı yapıtında, bin yıllık Türk egemenlik döneminin, Araplar
ve İslamiyet için taşıdığı önemi şöyle dile getirecektir:
“İslam,
Türkler’e çok şey borçludur. Eğer Türkler tarih sahnesinde
görülmemiş olsalardı, Müslümanlığın başına neler
geleceğini görmek zor değildir. Selçuklu Türkleri; Abbasi
yönetimini, bir yandan Şii Fatımilere, diğer yandan Haçlılar’a
karşı korumuşlardır. Anadolu’ya İslam’ı yerleştirenler
onlardır; İslam bayrağını Viyana kapılarına dek götürenler,
yine onlardır.”36
Abbasi
Aydınlığı
Abbasiler’den
20.yüzyıla dek bin yıl Türk yönetimi altında yaşayan Araplar,
bu uzun süre içinde tarihlerinin en çatışmasız ve huzurlu
dönemini geçirdi. Egemenlik altına aldığı her topluma gelişmeye
dayanan yasal haklar tanıyan Türk yönetimi, Araplar’a herkesten
daha çok, hatta kendi halkına bile tanımadığı ayrıcalıklar
verdi. Osmanlı yönetimi, dörtyüz yıl boyunca onları dış
saldırılardan korudu; Arap vilayetlerine kimseye vermediği
özerklik hakları tanıdı37;
Arap unsurunu “incitmemek”
için her şeyi yaptı.
Prof.Zeine,
Türklerin egemenliği altına aldığı toplumlara ve Araplar’a
karşı tutumu için şunları söyleyecektir: “Türkler
İmparatorluklarındaki Türk olmayan unsurları sindirmek için
hiçbir girişimde bulunmamışlardır. Araplar, bu unsurların
arasında en büyük olanıydı. Öyle ki, Arap vilayetlerinde
Türkler ‘yabancı’ gibi kalıyorlardı.”38
Osmanlı
İmparatorluğu’nda Araplar, Müslüman oldukları için Hıristiyan
uyrukluların verdiği haraç
ve cizye
vergileri ödemiyor, askere gitmiyor, angaryada
çalıştırılmıyorlardı. Kavm-i
necip
(soyu temiz kavim) denilerek yüksek saygı görüyorlar, korunmaya
layık halkların
en başında yer alıyorlar ve dünyanın hiçbir devleti tarafından
rahatsız edilemiyorlardı. “Kutsal
yerlerin bakımı için”
Mekke emirine düzenli ve yüksek para yardımı yapılıyordu.
Araplar’a
o dönemde tanınan bu ayrıcalıklar, günümüzde Amerikalılar’ın
Irak’ta, İsrailliler’in Filistin’de yaptıkları ile
karşılaştırıldığında Türk yönetiminin niteliği daha iyi
anlaşılacaktır. Arap dünyasının bugünkü parçalanmışlığı
gözönüne getirilirse, bu karşılaştırma daha da önem kazanacak
ve Türk yönetiminin Araplar için ne anlama geldiği daha iyi
görülecektir.
DİPNOTLAR
1
“Orta Asya”, Jean
Paul Roux, Kabalcı Yay., 1999, sf.277
2
a.g.e. sf.277
3
Büyük Larousse, Gelişim Yay., 6.Cilt,
sf.3669
4
“Tarih II. Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri”
Kaynak Yay., 1997, 3.Bas., sf.146
5
Ana Britannica, 11.Cilt, sf.232
6
a.g.e. 1.Cilt, sf.19
7
“Türk-Arap İlişkileri ve Arap
Milliyetçiliğinin Doğuşu” Zeine N.Zeine, Gelenek Yay., 203,
sf.126
8
“Türkler’in Dini”, Fuat
Bozkurt, Cem Yay., 1995, sf.157
9
a.g.e. sf.157
10
“İslam Tarihi”, Doç. Bahriye Üçok,
Ankara 1983, sf. 56; ak. Fuat Bozkurt “Türklerin Dini” Cem Yay.,
1995, sf.184
11
“Tarih II. Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri”
Kaynak Yay., 1997, sf.147
12
“Tarih II. Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri”
Kaynak Yay., 1997, sf.147
13
“Türk Arap İlişkileri ve Arap
Milliyetçiliğinin Doğuşu” Zeine N.Zeine, Gelenek Yay., 2003,
sf.122
14
“Tarih II. Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri”
Kaynak Yay., 1997, 3.Bas., sf.141
15
a.g.e. sf.142
16
a.g.e. sf.142
17
“Milletler ve Hükümdarlar Tarihi” Ebû
Câfer Teberî, Milli Eğitim Yay., ak; Zekeriya Kitapçı
18
Ana Biritannica 1.Cilt, sf.19
19
a.g.e. 14.Cilt, sf.275
20
“Nasıl Müslüman Olduk” Erdoğan
Aydın, Başak Yay., 3.Bas. 1994, sf.71
21
“Tarih II. Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri”
Kaynak Yay., 3.Bas. 2001, sf.144
22
“Yeni İslam Tarihi ve Türkistan” Zekeriya
Kitapçı, 1.Cilt, sf. 287; ak. Erdoğan Aydın
23
“Türklerin Tarihi” Doğan
Avcıoğlu, 3.Cilt Tekin Yay., 1995, sf.1176
24
“The Ghaznavides”,
Boswort, sf. 209; ak. D.Avcıoğlu, 3.Cilt, Tekin Yay. 1995, sf.1176
25 İbn Dahkan’dan akt.Zekeriya
Kitapçı, “Yeni İslam Tarihi Ve Türkistan” 1.Cilt, sf. 249; ak. Erdoğan
Aydın, “Nasıl Müslüman Olduk” Başak Yay., 3.Basım 1994, sf.84
26
Nasıl Müslüman Olduk” Erdoğan Aydın,
Başak Yay., 3.Bas.1994, sf.75
27
“Osmanlı Tarihinin Maddesi” Dr.
Hikmet Kıvılcımlı, Tarihsel Maddecilik Yay. 1974, sf.14
28
“Tarih II. Kemalist Eğitimin Tarih Kitabı”
Kaynak Yay., 3.Bas. 2001, sf.163
29
“Türkler’in Dini”, Fuat
Bozkurt, Cem Yay., 1995, sf.189
30
Ana Britannica, 1.Cilt, sf.13
31
“Tarih II. Kemalist Eğitimin Tarih Kitabı”
Kaynak Yay., 3.Bas. 2001, sf.149
32
a.g.e. sf.149, 151 ve 160
33
a.g.e. sf.157
34
a.g.e. sf.151
35
a.g.e. sf.156
36
“Middle East, Post and Present” Yahya
Armajani, Prentice Hall Inc. NewJarsey, 1970, sf. 157 ak;
a.g.e., sf.233-234
37 “Türk Arap İlişkileri ve Arap
Milliyetçiliğinin Doğuşu” Z.N.Zeine, “Türk Arap İlişkileri
ve Arap Milliyetçiliğinin Doğuşu” Gelenek Yay., 2003, sf.19
38 “The Resources of Turkey” J.
Lewis Farley, sf. 2, 3; ak. Z.N. Zeine, “Türk Arap İlişkileri ve
Arap Milliyetçiliğinin Doğuşu” Gelenek Yay., 2003, sf.19
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder