2 Mayıs 2014 Cuma

TÜRK–ARAP İLİŞKİLERİ - 1



Arap ülkeleri ve yöneticileriyle ilişki kurmak, son dönemde moda oldu. Üst düzey devlet yetkilileri, Arap coğrafyasındaki hemen her olaya ilgi gösteriyor, resmi ya da özel ilişkiler kuruyor; kamuya açıklanmayan görüşmeler yapıyor. Din inancıyla sarmalanmış Arapçılık, Türkiye’de yeniden yayılıyor, yayılma ideolojik düzeyi aşarak günlük yaşamı etkileyen baskı unsuru haline geliyor. Bu olumsuz gelişmenin geçmişten gelen dayanakları vardır. Türk-Arap ilişkileri, 13 yüzyıllık uzun bir süreci kapsar ve bu süreç Türkler için acı dolu dönemler içerir. Oysa, bunlar pek bilinmez. Arapçılığın bugün yeniden yayılması nedeniyle konu günceldir ve özellikle 20.yüzyıldaki ilişkiler, ders alınması gereken özelliğe sahiptir.


Emeviler ve Orta Asya

Bin yılı aşkın geçmişi olan ve etkisi süren Türk-Arap ilişkisi, çoğunlukla gerçeği yansıtmayan ve nesnelliğe dayanmayan bir yaklaşımla ele alınmış, genellikle inançsal ya da siyasal öncelikler öne çıkarılarak değerlendirilmiştir. Bu nedenle bilimsel içerikten yoksun bir konu olarak kalmıştır. Türkiye’de ise, Türk-Arap ilişkilerini, gerçek boyutuyla ve nesnel bir tutumla ele alanlar, din öğesinin konunun içine girmiş olması nedeniyle, kendilerini her zaman baskı altında hissetmiştir.
Türk-Arap ilişkilerini, Batılı ya da Arap tarihçilerin çoğunluğu, sürekli duruma getirdikleri Türk karşıtlığına dayandırarak ele almışlar, yaklaşım biçiminin sonucu olarak, tarihsel gerçeklerden tümüyle uzaklaşmışlardır. Bilim dışı bu tutum, eskiye giden tarihsel bir geleneğe dönüştürülerek günümüze dek gelmiştir. İşin ilginç yanı, Arap etkisiyle yetişmiş kimi Türk tarihçinin, konuya dinsel boyut vererek, belki de herkesten çok Arap yanlısı davranması; açık ya da örtülü olarak Türk karşıtlığı yapabilmesidir. Geniş bir araştırmacı kümesi, konu Türk-Arap ilişkileri olduğunda, tarih ve din arasında sıkışıp kalmaktadır.

Türk-İslam İlişkisi

İslamiyeti 9.yüzyıldan sonra kabul etmeye başlayan Türkler, büyük bir çoğunlukla, bin yılı aşkın bir süredir, bu dine bağlı olarak yaşamaktadır. Çatışmalarla dolu, uzun bir süreçten geçerek benimsedikleri bu dinin edilgen inananları olmamış, Müslüman olan diğer milletlerden ayrımlı olarak, bu dini çok geniş bir coğrafyaya yayarak kurumsallaştırmış ve korumuşlardır.
Peygamber’in söz ve davranışlarından oluşan “Hadis’lerin toparlanmasını” Türkler sağlamış, “Sunni mezhebinin oluşumunu” Türkler gerçekleştirmiştir.1 “İslam dünyasının en büyük ve en seçkin” bilim adamları, “en parlak iki düşünürü”, “İlk Müslüman matematikçi” Orta Asyalı’dır.2 Haçlı seferlerine karşı koyanlar, İstanbul’u alanlar, İslamiyet’i Avrupa’nın ortasına dek götürenler Türkler’dir.
Türkler, İslamiyetten çok şey alıp ona çok şey verdiler; onunla bütünleşip gerçek temsilcileri ve yayıcıları oldular. Konumları ve temsil ettikleri güç nedeniyle, Türk-Arap ilişkilerinde din açısından üzerlerinde baskı oluşturacak hiçbir eksikleri yoktu. Bu konuda yapılacak incelemeler, varılacak yargılar, din değil bir tarih sorunuydu; tarih ise inanca değil, bilime bağlı olarak ele alınmalıydı. Ancak, ne ilginçtir ki, Türkiye’de böyle yapılmadı, tarih çoğunlukla dine bağlı olarak yorumlandı. Bu yaklaşım biçimiyle, Türk tarihinin bozulmaya uğraması kaçınılmazdı, öyle de oldu.

İlk İlişki; Emevi Saldırısı

Türk-Arap ilişkileri, İslamiyet’ten sonra 8.yüzyılda, Emeviler’in Türk bölgelerine saldırısıyla başladı ve hemen tüm Türk boyları, kendilerini yoğun bir şiddet içinde buldular. Saldırılarda kullanılan ideolojik gerekçe İslam’ın yayılması, gizlenen gerçek amaç ise, varsıl Türk ve Acem bölgelerinin yağma edilmesiydi. Emeviler, Ortadoğu’yu yağmalamak için Hıristiyanlığı kullanan Haçlılar gibi, yöneldikleri eylemin din için savaş (cihat) olduğunu söylüyor, Emevilerin Orta Asya ve İran Yaylasında yaptıklarını görmezlikten gelmek, üstelik bunu inanç adına yapmak; tarihe olduğu kadar, herhalde ondan daha çok, dine karşı saygısızlık olacaktır.

İslamiyet ve Emeviler

Emevilerin İslam içindeki konumları, tutum ve davranışları oldukça tartışmalıdır. “Arap ve İslam geleneğine aykırı olarak, Halifeliği babadan oğula geçen bir hanedanlık”3 yapan, “tam olarak inanmadıkları İslamiyet’i, çoğu kez hor gören”4 halifeler çıkaran, “din dışı görünüm veren bir devlet”5 kuran, “Halifelik için Mekke’ye saldırıp Kabe’yi yıkan”6 Emevilerin, İslamiyet’ten çok kendi çıkarlarını düşünmeleri ve bunun için yağmaya girişmeleri bilinmeyen bir sonuç değildir.
Emevi siyaseti, İslamiyet’in temel ilkelerine aykırı olarak, Araplar’ın başka kavim ve topluluklara üstün olduğu düşüncesine dayanıyordu. Bu ırkçı siyasete göre; “Arap hükmetmek, geri kalan herkes ona hizmet etmek için yaratılmıştır”, bu nedenle “Araplar yalnızca yönetim ve siyaset işleriyle uğraşmalıdır”7; “köleleri, küfürden imana çıkaran” onlardır, bu nedenle Türk, İranlı ya da diğer Müslüman kavimler, kendilerini bu duruma yükselttiği için “Araplar’a sonsuz bir minnet (borçluluk duygusu y.n.) duymalıdırlar”, çünkü “kölenin görevi efendisine mutlak itaattır”.8 Arap olmayan Müslümanlar “künye (soy adı y.n.) alamazlar, künye almak yalnızca Araplar’ın hakkıdır.”9 (Türkler, Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışına dek soyadı almamışlar, soyadı ilk kez 1934 yılında çıkarılan 2525 sayılı yasayla alınmıştır.)
Emeviler; Arap olmayanlar’ın (mevali) arkasında namaz kılmaz, birlikte dolaşmaz, onlara ikinci sınıf insan ya da köle gözüyle bakar; “Türkler’in mal ve canlarını kendilerine helal” sayardı.10 Ele geçirilen yerlerde, servete el koyma, Arapça’yı zorunlu kılma ve zora dayalı eritme (asimilasyon) Emevi politikasının değişmez ilkeleriydi. Arap olmayan anneden doğan prensler tahta çıkamaz, kadı (hakim) olamazdı. Kitabe, mezar, anıt, dinsel yapı ve heykel gibi sanat yapıtlarını, put diyerek yok ederlerdi.11
Emeviler, Arap olmayan halklara o denli kötü davranmışlardı ki, değişik milletten Arap karşıtları, siyasi örgütler kurdular ve İslam tarihinde şuubiye adı verilen bu örgütler aracılığıyla, Emevilere karşı savaştılar.12 Şuubiye savaşımı ve bu savaşıma neden olan Emevi tutumu, daha sonra ortadan kalktı ancak olumsuz etkileri belki de bugüne dek gelen, tarihsel bir birikim yarattı. Zeine, Araplar’ın diğer Müslüman halklara bakışı konusunda şunları söylemektedir: “İslam; Farslılar, Hintliler (ve Türkler y.n.) gibi Arap olmayan ulusların da dini haline gelince, Araplar hala Arapçılıkları konusunda bilinçli olmayı sürdürdüler ve kendilerini ‘müşteki’ uluslardan üstün gördüler. Arap Müslümanların ‘yabancı’ Müslümanlar’a, onları ‘inançsızlıktan kurtararak’ büyük bir lütufta bulunduklarına inanıyorlardı.”13

Orta Asya’nın Varsıllığı

Emeviler, önce Türk bölgelerine saldırdılar. Kendi açılarından haklıydılar. Orta Asya’nın Güneybatısı’nda yer alan Toharistan ve Maveraünnehir bölgeleri, o dönemde yüksek bir uygarlık ve gönenç dönemi yaşıyordu. Çin, Hint, İran ve Bizans arasındaki ticaret, tümüyle bu bölgenin elindeydi. Yalnızca Buhara Hanlığı’nda 40 büyük kent, değişik büyüklükte 1000’den çok köy vardı.14 Semerkant, Baykent, Herat, Belh gibi kentler göz kamaştıran bir varsıllık içindeydi. Buhara’da kağıt fabrikaları, ipekli kumaş ve halı tezgahları, değerli taşlar ve maden işleyen atölyeler, durmadan çalışıyor ve yalnızca kendi bölgesine değil, çok uzak yerlere de mal gönderiyordu.
Çin belgelerine göre, Buhara ve Kusaniye’deki Türk evleri birer sanat şahaseriydi, Tusi tapınağındaki altın ve gümüş heykeller, pırlanta, zümrüt ve yakutla işlenen süs eşyaları, benzersiz ve hayret vericiydi.15 Maveraünnehir’de eğitim o denli gelişmişti ki, Suğdakların her köyünde bir okul vardı. Bilim, bilgelik ve kültür alanlarında, yalnızca çevre ülkeleri değil, Mısır ve Anadolu’ya dek, çok geniş bir bölgeyi etkileyen ve örnek alınan yapıtlar veriliyordu. 730 yılında diplomatik bir kurulla Tohoristan’dan Çin’e gönderilen Nanto adlı Türk bilim adamının beraberinde götürdüğü tıbbi malzeme ve ilaçları, Çin hekimleri o güne dek hiç görmemişlerdi.16

Emevi Vahşeti

8.yüzyılın ortalarına dek süren yetmiş yıllık Emevi saldırısı, Türkler için, şiddet ve acıyla dolu kanlı bir dönemdir. Kent ve köyler yakılıp yıkılmış, servetler yağmalanmış, onbinlerce insan öldürülmüş, bir o kadarı da tutsak edilerek pazarlarda satılmıştı. Okullar kapatılmış, bilim adamları ya ölmüş ya da başka yerlere gitmişti.
Arapça öğrenmek ve yazmak zorunlu kılınmış, bu zorunluluk ödünsüz bir biçimde uygulanmıştı. (O dönemden sonra yapıtlarını Arapça yazmak zorunda kalan ünlü Türk bilim adamı ve düşünürler, bu nedenle hep Arap sayılmıştır.)
Döneminde dünyanın en ileri bölgelerinden olan Horasan ve Maveraünnehir yıkıntı haline gelmişti. Kentler öyle yağmalanmıştı ki ünlü İranlı tarihçi ve din bilgini Taberi’nin (838-923) aktarımına göre, “Baykent’ten elde edilen ‘hadsiz hesapsız’ ganimet o denli çoktu ki; Katipler bunları saya saya bitiremiyordu.”17 Türk bölgelerinin eski varsıl durumuna erişebilmesi için, uzunca bir süre gerekecektir.

Kırım Ve Yağma

Emevi Sultanı Abdülmelik bin Mervan’ın halifeliği döneminde (685-705) Irak valisi yaptığı Haccac bin Yusuf ve Horasan valisi yaptığı Kuteybe bin Müslim, Türk toplumuna büyük zarar vermiştir.
Halk arasında zalim olarak anılan ve tarihe bu tanımla geçen Haccac, Müslüman olmayan Türk kadar, Müslüman Arap da öldürmüş bir kişidir. 692’de Mekke’yi kuşattığında, yedi ay süren kuşatma boyunca ölçüsüz şiddet kullanmış ve binlerce Müslüman Arap öldürmüştü. Kenti savunan ve Hicret’ten sonra doğan ilk Müslüman çocuğu olduğu için, Hz.Muhammed’in çok sevdiği Abdullah bin Zübeyr’i, 70 yaşında olmasına karşın öldürtmüştü.18 Irak valiliği sırasında, ilk İslam mezhebi olan Hariciliğin 120 bin taraftarını kılıçtan geçirmişti.19
Tarihçi J.Welhausen’in “başarılarını vicdansızlığına borçlu olduğunu” söylediği20 Kuteybe, Haccac’ın uyguladığı şiddet yöntemlerini daha da geliştirerek, tümüyle Türkler üzerinde uyguladı. Bölgenin en “güzel” yerleşim yeri olan Baykent’e, “kentin zarar görmemesi için” direnilmemesine ve bu konuda “anlaşma yapılmasına” karşın; serbestçe girdiği kenti yağmalayarak yakıp yıkmış, “eli silah tutan erkeklerin tümünü” öldürtmüş, kadın ve çocukları tutsak pazarlarına yollatmıştı.21

Köle Pazarları

Kuteybe, Buhara’da 50 bin, Semerkant’ta 30 bin genç insanı tutsak etti, bunları satılmak üzere Irak ve Mısır’a yolladı.22 Türk köleler Arap ülkelerinde çok tutuluyor ve yüksek bedellerle satılıyordu; sağlıklı herhangi bir kölenin fiyatı 300 dinar’ken Türk köle 600 dinara alıcı buluyordu.23
10.yüzyıl Arap coğrafyacısı İbn Havkal seyahatnamesinde, Türk kölelerin “güzelliğinden” ve “pahalılığından” söz eder ve şunları söyler: “En değerli köleler, Türk topraklarından gelenlerdir. Dünyadaki bütün köleler içinde Türkler’in bir eşi daha yoktur. Çok değerlidirler ve güzellikte üzerlerine yoktur. Horasan’da bir Türk çocuğunun 3 bin dinara satıldığını gördüm. Türk köle kızlarının fiyatı hep 3 bin dinardır.”24
Emeviler’in kural tanımayan kırımı, bir başka varsıl Türk kenti Talkan’da sürdü. Talkan Kağanı Şehrek’in kenti terk etmesi nedeniyle savaşmadan başeğen (teslim olan) Türk halkı, ibret olsun diye ayırımsız kılıçtan geçirildi, kalanlar da kent girişindeki yolun iki yanına asıldılar. Asılanların oluşturduğu yolun uzunluğu 4 fersah (24 kilometre) tutuyordu.25 Buhara ele geçirildikten sonra Araplaşmayı sağlamak için, halkın günlük yaşamı üzerinde ağır bir baskı kurdu; koyulan kurallara uyulup uyulmadığını denetlemek ve durumu yönetime bildirmek için, her eve bir Arap yerleştirdi.26

Türklerin Müslüman Olması

Türk halkı, Emevi yıkımının ağır sonuçlarına karşın, toplumsal geleneklerini ve kimliklerini korumayı sürdürdüler. Zora boyun eğmeyen yapıları nedeniyle Müslümanlığı kabul etmeleri, Emevi baskısıyla değil, daha sonra kendi istek ve bilinçli seçimleriyle oldu.
Orta Asyalı sufi dervişlerin bilgesel olgunluğu olan barışçı çağrıları, İslam’ın eşitliği öne çıkaran ilkeleri ve Abbasi döneminde oluşan olumlu ortam, bu süreci hızlandırdı. İslam’ın; “toprağı Tanrı’nın mülkü sayan”, onu “eşit paylaştıran”, savaş gelirlerinin beşte birini “savaşa katılamayan bakıma muhtaç insanlara ayıran” v.b. ilkeleri, kamucu bir geleneğe sahip Türkler’e uygun geliyor ve Emevi baskısı dışındaki gerçek İslam’ı öğrendikçe ona katılıyorlardı.
Hikmet Kıvılcımlı (1902-1971) konuyla ilgili şu saptamayı yapmaktadır: “İlk fütühatçı (zafer kazanan y.n.) gazi Müslüman ululardan hangisi dünya malına mülküne metelik verdi? Cennetle müjdelenmiş ilk İslam halifelerinden hangisi, zengin ganimetlerden, halife hakkıdır diye herkese düşen paydan başka bir leblebi tanesi fazlasını aldı? Hangisi kişi özel mülkü diyerek kamunun ortak malına el uzattı. Bizim atalarımızın gönül verdikleri İslamlık buydu. Bugün Türkiye’nin dağdaki, çöldeki yalın ayak köylüleri, İslamlığa bunun için hala canla başla bağlıdırlar. Atalarımıza karşı duyulan sevgi ve saygı da bu kaynaktan fışkırır...” 27

Bilimin Gücü

Türkler, daha sonra giderek artan biçimde Arap topraklarının içine girdiler ve her yerde olduğu gibi Araplar içinde de etkili bir unsur oldular. Kabul edip sahiplendikleri Müslümanlığı yaymakla kalmadılar, ilahiyat ve hukuk başta olmak üzere, ona düşünsel katkıda bulundular.
Kuran’dan sonra gelen ve en sağlam hadis kitabı olan” Sahihi Buhari’yi Buharalı bir Türk bilgini olan Mehmet İsmail yazdı. Türk bilim adamı ve düşünürleri; bilgelik, bilim, din, hukuk alanlarında önemli yapıtlar ürettiler, usul kitapları yazdılar. Günümüze dek elden ele dolaşan Hidaye’yi Merginanlı bir Türk yazdı. Hint bilim ve bilgeliğini, İslam dünyasına ve Avrupa’ya tanıtan Ebu Reyhani Biruni Harzemli bir Türktü. “Türkler’in Müslüman olduktan sonra İslamiyet’e katkıları, Araplar’dan çok oldu”.28

Abbasiler ve Yükselen Türk Etkisi


Emevi Devleti 750’de yıkıldı. Haşimi soyundan Ebu’l Abbas, II.Mervan’ı yenerek Emevi egemenliğine son verdi. Bilim ve düşüncede gelişmeye açık, yeni bir dönem başlatacak Abbasi Devleti’ni kurdu. Abbasi döneminde Türk-Arap ilişkileri, birbirini tamamlayan bir bütünlüğe ulaşarak yeni bir döneme girdi.
Türkler, İslam tarihinin en parlak dönemini yaratan Abbasi Devleti’nin hem kuruluşunda hem de sürdürülmesinde, belirleyici güç olarak yer aldılar. Tarihte 8.yüzyıldan 13.yüzyıla dek 500 yıl yaşamış görünen ancak Arap yönetimindeki “gerçek yaşam süresi yalnızca 83 yıl olan” Abbasi Devleti, geri kalan dönemde “Türkler’in eline geçti ve Araplar devletteki yönetim erkini yitirdiler”.29
Halifeliği Emevilerden alarak Abbasiler’e veren ve halk öykülerinde destansı anlatımlarla bir söylence kahramanı haline gelen Ebu Müslim Horasani (719-755) bir Türk komutanıydı. Devletin yaşatılması ve Halifeliğin 500 yıl Abbasi sultanlarının elinde kalabilmesi, Türkler’in “koruyucu siyasetiyle” mümkün olabilmişti. Bizans sınırına yerleşen Türk boyları, Abbasi Devleti için en büyük güvenceydi. Halifenin Hassa Ordusu (hükümdarı korumakla görevli özel ordu), Horasan ve Samarra garnizonları, tümüyle Türk askerlerden oluşuyordu.30
754’de Başvezir olan ve Abbasi Devleti’nin mimarı kabul edilen Halit İbn Bermek Belhli bir Türk’tü.31 Bermek, kısa bir süre içinde devletin işleyişini örgütledi, yeni bir akçalı düzen geliştirdi, orduyu yeniden yapılandırdı ve iç ayaklanmaları bastırdı. Kendinden sonra oğlu Yahya İbn Bermek, uygulamaları sürdürmüş ve İstanbul’u almak için, İslam ordularının başında Üsküdar’a dek gelen, ünlü Harun Reşit’i (766-809) yetiştirmişti. Halife Mutasım dönemine gelindiğinde, Hassa Ordusu’ndan ayrı olarak devletin hemen tüm üst düzey siyasal ve yönetsel kadroları Türkler’in elinde bulunuyordu.
Mutasım, Bağdat’ın yakınında yalnızca Türkler’in kalabileceği Samra kentini kurmuş, kendini güvende hissettiği için yaşamını, ölene dek bu kentin ortasında sürdürmüştü. Türklere o denli güveniyor ve Türk kültürüne öyle önem veriyordu ki, askerlerin Orta Asya geleneklerinden kaynaklanan “milli özellik ve sağlamlıklarını yitirmemeleri için” özel kurallar koymuştu. Bu kurallara göre, Hassa askerleri ancak Türk kızlarıyla evlenecek ve onları hiçbir nedenle boşayamayacaktı. Askerlerle evlenen kızlar, yaşamları boyunca devlet hazinesinden aylık alacak, buna karşılık “ailelerinden aldıkları terbiyeyi” evlerinde sürdüreceklerdi.32
Arapların Herodot’u” olarak tanımlanan ünlü tarihçi Hüseyin El-Mesudi (9.yüzyıl), Abbasi Hassa Ordusu’ndan şöyle söz etmektedir: “Bu ordu genç, dinç, güzel ve levent askerlerden oluşuyordu. Ordu erleri; ipekli elbiseleri, sırmalı kumaşları, sırmalı kılıç askılarıyla herkesin beğenisini ve saygısını kazanıyordu. Bu Türkler sayesindedir ki, Abbasi Devleti’nin etkisi kökleşti, İslam şevketi (büyüklüğü y.n.) yükseldi.”33

Türkler “Yönetici Sınıf” Oluyor

Türkler’in, İspanya’dan Horasan’a dek yayılmış olan Abbasi İmparatorluğu’nda, yönetici sınıf haline gelerek İslam toplumuyla kaynaşması, Orta Asya’da geniş ilgi uyandırdı. Türkler artık, Emevi döneminde olduğu gibi köle kabul edilmiyor, İslam toplumunun saygın üyeleri oluyordu. Bu nedenle Fergana, Sağdiyan, Üsrusana ya da Tohoristan’daki Türk boyları Abbasi halifeliğinin uyruğu olmakta artık alçaltıcı bir durum görmüyorlardı. Çünkü bu İmparatorlukta gerçek egemenler Araplar değil, Türklerdi.
Bu egemenlik o denli gerçekti ki; örneğin, 862’yle 872 arasındaki on yılda tam dört halife, Türkler tarafından tahttan indirilmiş ve onların yerine başkaları çıkarılmıştı. Bu dönemde Türk kumandanlar, Bağdat halifelerini hemen tümüyle kendilerine bağlamışlar onları yönetir duruma gelmişlerdi.34
Yedisu bölgesiyle Seyhun’un doğu ve kuzeyindeki Karluklar, Seyhun’un aşağılarına dek gelen Oğuzlar, Batıdaki bu gelişmelere kayıtsız kalmadılar, “Seyhun boylarından Irak’a doğru” bir “Türk akını” başladı. İslam tarihinin düşünce ve inanç özgürlüğü bakımından en parlak dönemi olan Halife Vasık devrinde, bu akın üst düzeye çıktı; Memun’un Doğu eyaletlerini yönetirken uyguladığı barışçı siyaset, Müslümanlığın Türkler arasında yayılmasını hızlandırdı.35
Abbasi dönemiyle birlikte Emevi yıkımını atlatmaya çalışan Türkler, Türk-Arap ilişkilerinin yönünü belki bilmeden değiştirdiler ve kısa bir süre içinde yönetimi ele geçirdiler. Kültürel gelişkinlik, siyasi-askeri örgütlenme yeteneği ve eğitim düzeyleri; bu olanağı onlara veriyordu. 10.yüzyılda değişik biçimlerde belirginleşen bu üstünlük, 20.yüzyıla dek bin yıl sürdü. Bu süre içinde kurulan çok sayıda devlette her zaman Türkler yöneten, Araplar ise yönetilen konumda oldular.

Yöneticilikten Devlet Kurmaya

Arapların yaşadığı topraklarda kurulan ilk Türk devleti, Mısır’da kurulan Tolunoğulları’ydı (868-905). Daha sonra yine Mısır’da Akşit (935-969) ve Memluk (1250-1517) devletleri kuruldu. Samanoğulları (874-999), Karahanlılar (932-1212), Gazneliler (962-1183), Gorlulular (1148-1215); İran Yaylası ile Orta Asya’da kurulan ve Araplarla ilişki geliştiren diğer Müslüman Türk devletleriydi.
Büyük Selçuklular, Mısır dışındaki Abbasi topraklarının tümünü egemenlikleri altına aldılar, egemenliklerini daha sonra Anadolu’ya dek genişlettiler.
Osmanlı İmparatorluğu döneminde; Arabistan, Mısır, Kuzey Afrika ve Ortadoğu’yu, yani Araplar’ın yaşadığı toprakların tümünü ele geçirdiler. Müslümanlığı, Hindistan’dan Avrupa’nın içlerine dek, çok geniş bir alana yaydılar.
İranlı tarihçi Yahya Armajani, 1970 yılında İngilizce olarak yayımladığı Middle Eeast, Past and Present adlı yapıtında, bin yıllık Türk egemenlik döneminin, Araplar ve İslamiyet için taşıdığı önemi şöyle dile getirecektir: “İslam, Türkler’e çok şey borçludur. Eğer Türkler tarih sahnesinde görülmemiş olsalardı, Müslümanlığın başına neler geleceğini görmek zor değildir. Selçuklu Türkleri; Abbasi yönetimini, bir yandan Şii Fatımilere, diğer yandan Haçlılar’a karşı korumuşlardır. Anadolu’ya İslam’ı yerleştirenler onlardır; İslam bayrağını Viyana kapılarına dek götürenler, yine onlardır.”36


Abbasi Aydınlığı

Abbasiler’den 20.yüzyıla dek bin yıl Türk yönetimi altında yaşayan Araplar, bu uzun süre içinde tarihlerinin en çatışmasız ve huzurlu dönemini geçirdi. Egemenlik altına aldığı her topluma gelişmeye dayanan yasal haklar tanıyan Türk yönetimi, Araplar’a herkesten daha çok, hatta kendi halkına bile tanımadığı ayrıcalıklar verdi. Osmanlı yönetimi, dörtyüz yıl boyunca onları dış saldırılardan korudu; Arap vilayetlerine kimseye vermediği özerklik hakları tanıdı37; Arap unsurunu “incitmemek” için her şeyi yaptı.
Prof.Zeine, Türklerin egemenliği altına aldığı toplumlara ve Araplar’a karşı tutumu için şunları söyleyecektir: “Türkler İmparatorluklarındaki Türk olmayan unsurları sindirmek için hiçbir girişimde bulunmamışlardır. Araplar, bu unsurların arasında en büyük olanıydı. Öyle ki, Arap vilayetlerinde Türkler ‘yabancı’ gibi kalıyorlardı.”38
Osmanlı İmparatorluğu’nda Araplar, Müslüman oldukları için Hıristiyan uyrukluların verdiği haraç ve cizye vergileri ödemiyor, askere gitmiyor, angaryada çalıştırılmıyorlardı. Kavm-i necip (soyu temiz kavim) denilerek yüksek saygı görüyorlar, korunmaya layık halkların en başında yer alıyorlar ve dünyanın hiçbir devleti tarafından rahatsız edilemiyorlardı. “Kutsal yerlerin bakımı için” Mekke emirine düzenli ve yüksek para yardımı yapılıyordu.
Araplar’a o dönemde tanınan bu ayrıcalıklar, günümüzde Amerikalılar’ın Irak’ta, İsrailliler’in Filistin’de yaptıkları ile karşılaştırıldığında Türk yönetiminin niteliği daha iyi anlaşılacaktır. Arap dünyasının bugünkü parçalanmışlığı gözönüne getirilirse, bu karşılaştırma daha da önem kazanacak ve Türk yönetiminin Araplar için ne anlama geldiği daha iyi görülecektir.
DİPNOTLAR

1         “Orta Asya”, Jean Paul Roux, Kabalcı Yay., 1999, sf.277
2         a.g.e. sf.277
3         Büyük Larousse, Gelişim Yay., 6.Cilt, sf.3669
4         “Tarih II. Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri” Kaynak Yay., 1997, 3.Bas., sf.146
5         Ana Britannica, 11.Cilt, sf.232
6         a.g.e. 1.Cilt, sf.19
7         “Türk-Arap İlişkileri ve Arap Milliyetçiliğinin Doğuşu” Zeine N.Zeine, Gelenek Yay., 203, sf.126
8         “Türkler’in Dini”, Fuat Bozkurt, Cem Yay., 1995, sf.157
9         a.g.e. sf.157
10      “İslam Tarihi”, Doç. Bahriye Üçok, Ankara 1983, sf. 56; ak. Fuat Bozkurt “Türklerin Dini” Cem Yay., 1995, sf.184
11      “Tarih II. Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri” Kaynak Yay., 1997, sf.147
12      “Tarih II. Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri” Kaynak Yay., 1997, sf.147
13      “Türk Arap İlişkileri ve Arap Milliyetçiliğinin Doğuşu” Zeine N.Zeine, Gelenek Yay., 2003, sf.122
14      “Tarih II. Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri” Kaynak Yay., 1997, 3.Bas., sf.141
15      a.g.e. sf.142
16      a.g.e. sf.142
17      “Milletler ve Hükümdarlar Tarihi” Ebû Câfer Teberî, Milli Eğitim Yay., ak; Zekeriya Kitapçı
18      Ana Biritannica 1.Cilt, sf.19
19      a.g.e. 14.Cilt, sf.275
20      “Nasıl Müslüman Olduk” Erdoğan Aydın, Başak Yay., 3.Bas. 1994, sf.71
21      “Tarih II. Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri” Kaynak Yay., 3.Bas. 2001, sf.144
22      “Yeni İslam Tarihi ve Türkistan” Zekeriya Kitapçı, 1.Cilt, sf. 287; ak. Erdoğan Aydın
23      “Türklerin Tarihi” Doğan Avcıoğlu, 3.Cilt Tekin Yay., 1995, sf.1176
24      “The Ghaznavides”, Boswort, sf. 209; ak. D.Avcıoğlu, 3.Cilt, Tekin Yay. 1995,  sf.1176
25   İbn Dahkan’dan akt.Zekeriya Kitapçı, “Yeni İslam Tarihi Ve Türkistan” 1.Cilt, sf. 249; ak. Erdoğan Aydın, “Nasıl Müslüman Olduk” Başak Yay., 3.Basım 1994, sf.84
26      Nasıl Müslüman Olduk” Erdoğan Aydın, Başak Yay., 3.Bas.1994, sf.75
27      “Osmanlı Tarihinin Maddesi” Dr. Hikmet Kıvılcımlı, Tarihsel Maddecilik Yay. 1974, sf.14
28      “Tarih II. Kemalist Eğitimin Tarih Kitabı” Kaynak Yay., 3.Bas. 2001, sf.163
29      “Türkler’in Dini”, Fuat Bozkurt, Cem Yay., 1995, sf.189
30      Ana Britannica, 1.Cilt, sf.13
31      “Tarih II. Kemalist Eğitimin Tarih Kitabı” Kaynak Yay., 3.Bas. 2001, sf.149
32      a.g.e. sf.149, 151 ve 160
33      a.g.e. sf.157
34      a.g.e. sf.151
35      a.g.e. sf.156
36      “Middle East, Post and Present” Yahya Armajani, Prentice Hall Inc. NewJarsey, 1970, sf. 157 ak; a.g.e., sf.233-234
37    “Türk Arap İlişkileri ve Arap Milliyetçiliğinin Doğuşu” Z.N.Zeine, “Türk Arap İlişkileri ve Arap Milliyetçiliğinin Doğuşu” Gelenek Yay., 2003, sf.19
38   “The Resources of Turkey” J. Lewis Farley, sf. 2, 3; ak. Z.N. Zeine, “Türk Arap İlişkileri ve Arap Milliyetçiliğinin Doğuşu” Gelenek Yay., 2003, sf.19

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder