Ulusçuluğu
yadsıyan ümmetçilik
ya da ulusçuluğu
ümmetçilikle
kaynaştırmağa çalışan siyasi girişimler, günümüzde
Batıcılıkla kolayca uyuşmaktadır. Uyuşmanın temelinde,
ulusçuluğu
ümmetçilik
içinde eritmeyi amaçlayan ve azgelişmiş ülkelere yönelen
küresel politikalar vardır. Ulusçuluk
konusunda yaşanmakta olan yozlaşma ve bu yozlaşmanın devlet
politikalarına yerleştirilmesi, küresel bir girişimdir. Ancak, bu
girişimi hazırlayan düşüngüsel (ideolojik) temel, yüzlerce yıl
işlenen Türk karşıtlığına dayanır. İlk dönem Arap
düşünürlerinin Türklere yönelik değerlendirmeleri, Batıdakiler
gibi bilim ve gerçeklerle ilgisi olmayan, öznel yargılardır.
Türk Karşıtlığı
Arap
kültüründe Türklere karşı olumsuz bir duruş vardır ve bu
duruş Batıdaki gibi yaygındır. Türkler’in İslam öncesindeki
yaşam biçimine olduğu kadar sonraki dönemleri de içine alan
olumsuz değerlendirmeler, eskiden başlar, bugüne dek sürer. Bu
tutumun günümüzü ilgilendiren yanı, Türk toplumu içinde Türk
olmasına karşın Türklüğü yadsıyan
ümmetçi bir anlayışın varlığı ve bu anlayışın siyasi güç
durumuna getirilerek, yönetime taşınmış olmasıdır.
Arap
kültüründeki Türk karşıtlığının incelenmesi, yalnızca
tarihsel değil, bugünü de ilgilendiren siyasi bir konudur. Dinsel
öğelerle beslenen ulus karşıtı politikayı anlamak ve dayandığı
düşüngüsel temeli bilince çıkarmak için, bu incelemenin
yapılması gereklidir.
Batıcı-Ümmetçi
Birlikteliği
Ulusçuluğu
yadsıyan ümmetçilik
ya da ulusçuluğu
ümmetçilikle
kaynaştırmağa çalışan siyasi girişimler, günümüzde
Batıcılıkla kolayca uyuşmaktadır. Uyuşmanın temelinde,
ulusçuluğu
ümmetçilik
içinde eritmeyi amaçlayan ve azgelişmiş ülkelere yönelen
küresel politikalar vardır. Ulusçuluk
konusunda yaşanmakta olan yozlaşma ve bu yozlaşmanın devlet
politikalarına yerleştirilmesi, küresel bir girişimdir. Ancak, bu
girişimi hazırlayan düşüngüsel temel, yüzlerce yıl işlenen
Türk karşıtlığına dayanır.
Batı
düşününde Türk imgesi ne ise, Arap düşününde de Türk imgesi
hemen odur. Bugün kimliğini yitirmiş Batıcı
“aydın”
tipi ile Türk kimliğini açıktan yadsıyan ümmetçinin
kolayca
bir araya gelebilmesinin nedeni budur. Bu iki kümeyi, AB ya da ABD
politikalarında birbiriyle bütünleştiren ortak payda, Avrupa
aydınlanması
ve Arap
Kültüründe
yoğun olarak işlenmiş olan Türk karşıtlığıdır. Bu
karşıtlığın günümüzdeki somut karşılığı ulus-devlet
düşmanlığıdır.
İlk
Dönem Karşıtlığı
İlk
dönem Arap düşünürlerinin Türkler hakkındaki
değerlendirmeleri, Batıdakiler gibi bilim ve gerçeklerle ilgisi
olmayan, öznel yargılardır. Fetih için Doğuya yönelen Araplar,
Türklerle yoğun biçimde çatıştıkları için, Türk
karşıtlığını yanlışlara dayanan bir yaymaca (propaganda)
olarak uygulamışlardır. Başkalarını aşağılayarak kendine
yukarda bir yer edinme yöntemini, Türkleri Araplaştırmak için
yoğun biçimde kullanıyorlardı. Bu nedenle ilk dönemlerdeki Türk
değerlendirmeleri, değerlendirmeden çok, düzeysiz bir
karalamaydı.
Mukaffa’ya
Göre Türkler
Batı
dillerine de çevrilen al-Durrat
al-Yatimâ
adlı yapıtıyla ünlü, 8.yüzyıl Arap düşünürlerinden İbn
al-Mukaffâ
bu yapıtında, değişik ulusları kendi değer ölçüsüne göre
değerlendirir ve kimi yargılarda bulunur. Mukaffâ’ya
göre; “İranlılar
büyük bilim adamları yetiştirmiştir ama onları milletlerin en
ilerisi saymak yanlıştır, çünkü yaratıcı değil
taklitçidirler. Bizanslılar mimarlık ve geometri alanlarında
başarılı olmuşlar, ancak ortaya bundan başka bir şey
koymamışlardır. Çinliler sanatkâr, ancak düşünce alanında
yetersiz, araştırma yeteneğinden yoksundurlar. Hintliler kurnazdır
ve hayal ürünü işlerle uğraşırlar.”
Mukaffâ
milliyetlerle ilgili bu değerlendirmelerin sonunda, Araplar’ın
bunların “tümünden
daha yüksek”
bir kavim olduğunu ileri sürer ve bu ilk küme içine bile
sokmadığı Türkler için şunları söyler: “Türkler,
başkalarına saldırmak için yaratılmış yırtıcı ve vahşi
hayvanlardır. Bu özellikleriyle Afrikalı zencilere benzerler,
ancak onlar kadar tembel ve miskin değillerdir.”1
“İyi
Savaşan Barbarlar”
Avrupalıların
Türkler için bugün de kullandıkları; vahşi,
barbar
ya da ilkel
gibi tanımlar, Arap düşünürlerce de ortaya atılmış ve
yaygınca kullanılmıştır. Yapıtları günümüze dek ulaşabilen
ve Farsça‘dan Arapça’ya yaptığı çevirilerle tanınan ünlü
Arap tarihçisi Cabir
el-Belazurî
(9.yüzyıl), Fütuhü’l
Büldan
adlı yapıtında; Türkler’in “iyi
savaştıklarını”
kabul eder ancak onların “ilkel”
ve “barbar”
olduğunu ileri sürerek; “Bu
barbarlar, manevra gücü olarak bizden ne kadar üstünler”
diyerek hayıflanır.2
Düzeysiz
Karalama
İbn
Fadlan,
Arap kültüründe önemli bir yeri olan, 10.yüzyıl düşünürlerinden
biridir; din bilgini, diplomat ve gezgin olarak tanınmıştır.
Abbasi Halifesinin, Müslüman olmak istemeyen Türk boylarına
gönderdiği kurula başkanlık yapmış ve yolculuğu sırasında
yaptığı gözlemlerini bir kitapta toplamıştır. Risale
adlı bu kitapta, Oğuz
boyları
ile ilgili verdiği bilgiler, inandırıcılığı olmayan ayrıntılar
ve karalama amaçlı aktarımlarla doludur.
Fadlan,
düşüncesindeki Türk imgesini, Volga boylarına yaptığı
diplomatik yolculuk sırasında (M.S.921) karşılaştığı bir
olaya bağlayarak şöyle aktarmaktadır: “Geçen
gün bir Türke rastladık. Sefil ve acılı görünüşlü, pis ve
çirkin biriydi. Durun, kimse geçmeyecek, diye bağırdı. Üçbin
at ve beşbin adamdan oluşan kervan, onun komutuna uyarak durdu.
‘Biz hakanın dostlarıyız ona gidiyoruz‘ dedik, gülmeye
başladı ve ‘hakan da kim oluyor? Sakalına tüküreyim hakanın,
bana ekmek verin’ dedi. Ona ekmek verdik. Ekmeği alıp bize döndü
ve ‘hadi geçin bakalım size acıdım’, dedi.”3
10.Yüzyılda
Irkçılık
Abbasi
vezirlerinden İbn
Sa‘dan al Arid,
(vezirlik süresi 982-985) dönemin bilim adamlarına; “hangi
millet daha üstündür”,
“Araplar’ın
başka milletlere üstün olan yanları nelerdir”
konularını içeren bir araştırma yaptırır. “Araştırmaların”
sonucu beklendiği gibi çıkar ve hemen tüm bilim adamları,
al-Mukaffa’nın
yüzelli yıl önceki görüşleri üzerinde birleşir. Aralarındaki
tek ayrım, içeriğe değil, biçime yöneliktir. Saptamalara daha
“bilimsel”
bir görünüm verilmiş, başka milletlerin olumlu yönleri biraz
daha öne çıkarılmıştır.
“Araştırmacılar”dan
biri olan Hayyam
al-Tevhidi,
birçok milletin özelliklerini sıraladıktan sonra “Arapların
milletlerin tümünden her bakımdan üstün olduğu”
sonucuna varır. Tevhidî’ye
göre; “milletleri
oluşturan ve onlara özgü olan erdemler, her milletin tüm
bireylerinde mutlaka varsayılmaz”;
“Acemler
siyasette ustadır”
ama “içlerinde
siyaset bilincinden yoksun birçok insan da vardır”.
“Türkler
cesur ve yiğit insanlar olarak tanınır”
ama birçok “korkak
Türk de vardır”;
“Her
milletin yükselme ve alçalma dönemleri olur. Daha önce geri olan
bir millet, yükselme döneminde ileri hale gelebilir”
ancak, “emsalsiz
bir dile sahip olan Araplar”
diğer milletlerden ayrımlı olarak, gerileme dönemlerinde bile
“asil,
uygar ve cömert bir millettir.”4
İbn
al-Arid’in
yaptırdığı “araştırmaya”
katılan bir başka bilim adamı olan Abû
Süleyman al-Sıgıstanî’nin
görüşleri, özellikle de Türkler üzerine olanları,
al-Mukaffa’nın
yargılarının hemen aynısıdır. Abû
Süleymân’a
göre: “Zenciler
aşağı sınıf yaratıklardır”,
onları “zavallı
hayvanlara benzet mek gerekir”.
Türkler’e gelince, onlar da “aynı
zenciler gibi, aşağı sınıf yaratıklardır”.
Ancak, onlardan farklı bir yanları vardır; “zenciler
zayıf ve zavallı yaratıklar kategorisine sokulurken, Türkler
güçlü ve vahşi hayvanlara benzetilmelidir.”5
Türk
Düşmanlığı Geleneği
Arap
düşünürleri, benzer görüşleri 10.yüzyıldan sonra da ileri
sürdüler ve Türk karşıtlığına dayanan değerlendirme ve
yorumları, Arap milliyetçiliğiyle örtüşen tarihsel bir gelenek
durumuna getirdiler. Bin yılı aşkın uzun bir dönem içinde,
eğitim kurumlarının tümünde konuyu bu biçimde ele aldılar.
Yönetimi
altında yaşadıkları 600 yıllık Osmanlı İmparatorluğu
döneminde bile bu tutum değişmedi, değişmek bir yana karşıtlık,
“din
eğitimi”
adı altında Türk toplumunun içine taşındı. Falih
Rıfkı Atay,
Zeytindağı
adlı yapıtında, Arap düşünündeki Türk imgesi ile ilgili
olarak şu değerlendirmeyi yapar: “Arap
sorunu denilen şey, Türk düşmanlığı duygusuydu. Bu duyguyu
ortadan kaldırınız, Arabistan sorunu arapsaçına döner.”6
11.yüzyıl
düşünürlerinden tarihçi
Al-Utbî B.Muhammed,
12.yüzyıl düşünürlerinden coğrafyacı Abû
Abd B.İdrisi,
fıkıhcı Yakut
Al
Hamavî
ve ilahiyatçı düşünür Abu
Muhammed al-Gazali
kendilerinden önceki düşünürlere benzer görüşler ileri
sürerler.
Al-Utbî,
Türkleri; “geniş
ve yayvan suratlı, küçük gözlü, yassı burunlu, seyrek sakallı
ve seyrek saçlı, siyah
giysiler
giyen, keskin kılıç kullanan”7;
İdrisi,
“belirleyici
özelliği hunharlık ve gaddarlık olan, ateşe tapan
putperestler.”8
Yakut
al Hamavi,
“Kana
susamış yağmacılar, karşılaştıkları her insanı yaş ve
cinsiyet ayrımı gözetmeden öldüren yaratıklar”9
olarak tanımlar.
Gazali,
Sunni
kültürünü temsil eden düşünürlerden biridir. Yapıtlarında,
yaşadığı çağı aşan bilimsel yaklaşımlarla, bilim dışı
varsayımlar iç içedir. Öylesine önemli ve ünlüdür ki, ona en
büyük bilginlerin alabildiği Hüccetü’l
İslam
unvanı verilmiştir. Horasan’lı olmasına karşın, Türk
karşıtlığının önde gelen isimlerinden biridir.
İhyâ-u
Ulûmi’d-din
adlı yapıtında, “zeka
ve düşüncede yeteneksiz olan”
Türkler’in “sapıklık
ve sapkınlık”
içinde bulunduklarını, bu nedenle “Tanrı
ve Peygamber sözlerine uygun olarak cehenneme gideceklerini”
söyler. Türkler’in “Arap
bedevisinden ve Kürtlerden farksız olduğunu”,
onlar gibi “hayvana
benzediğini”
ileri sürer yargısını şöyle sürdürür; “...Vahşi
hayvanlara benzeyen tüm yönlerine karşın Türkler, Kürtler ve
bedeviler gibi, doğal bir içgüdüyle yaşlılara saygı
gösterirler. Çünkü tecrübeye dayalı olarak yaşlıların,
keskinleşen zekâları nedeniyle üstün olduklarına inanırlar.”10
İbn
Haldun Ve Türkler
Arap
kültüründe, Türk imgesini bilime ve gerçeğe uygun olarak ele
alan, bu konuyu nesnel bir yansızlıkla inceleyen düşünürler de,
kuşkusuz vardır. “Yalnızca
Arap düşüncesinin değil, genel düşünce tarihinin de en önemli
ve aydın düşünürlerinden”11
sayılan
İbn
Haldun
ünlü yapıtı Mukaddime’de;
Türk toplumunun özelliklerini, devlet yapısını, yerleşik-göçebe
ilişkilerini, o dönem için inanılması güç düzeyde bilimsel
bir tutumla inceler.
O’na
göre; “yerleşik,
tarımcı yaşam biçimiyle barışçı; göçebe ise savaşçıdır”;
göçebelerde “dayanışma
gücü yüksektir”,
bu nedenle onlar “devlet
kurmaya çok yatkındırlar”;
“devlet
kurmak için gerekli olan güç”,
bu dayanışma sayesinde göçebelerde her zaman vardır12;
“devlet
kurmaya yatkın Türkler, savaş tekniklerinde, sanatta, bilimde ve
bilime değer vermede övgüye değer yeteneklere sahiptirler.”13
İbn
Haldun,
Mukaddime’de
Araplar’ın toplumsal alışkanlıkları ve özellikleri konusunda
son derece sert yargılarda bulunur. O’na göre Araplar, “hırsız
ve yağma ruhlu”,
“ayağını
bastığı yeri harabeye çeviren”,
“kanun
ve hukuk duygusundan yoksun”,
“toplum
düzeni duygusuna yabancı”
ve “uygarlık
düşmanı”
insanlardır; bu nedenle “yasalarla
değil, korkutucu ruhani buyruklarla ancak idare edilebilirler.”14
El-Cahiz
Ebu
Osman El-Cahiz,
(776-868), halifeliğe bağlı her tür etnik öğenin, barış ve
anlayış içinde bir arada bulunmalarına çalışan, ünlü bir
Arap ilahiyatçı, bilgin ve edebiyatçıdır. Bilimsel yapıtlarıyla
olduğu kadar, zekâsı ve yazılarında kullandığı ince
nüktelerle, herkesin saygı ve sevgisini kazanmış olan bu düşünür,
Arap olmayan Müslüman unsurların (mavâlî), Araplar kadar önemli
olduğu düşüncesini işlemiş ve geliştirmiştir.
El-Cahiz,
Feza’il
el Etrak (Türkler’in erdemleri) adlı
yapıtında, Türkler’le ilgili görüşlerini açıklamış,
ayrıca değişik Arap düşünürlerinin Türkler hakkında yaptığı
olumlu değerlendirmeleri bir araya getirmiştir. Abbasi ordusunda
Türk gücünün artarak Türkler’in bir iç
unsur
duruma gelmesi, Müslümanlar arasındaki ayrımların kaldırılmasını
savunan Cahiz’i,
bu kitabı yazmaya itmiştir. Feza’il
el Etrak,
Arap Devleti içindeki Türk yükselişinin somut karşılığıdır.
Câhiz’in
derlemesinde, Türk imgesini olumlayan yargılara yer vermeye özen
gösterilmiştir ancak gerçeklerle çelişen öznel
değerlendirmelerden de tümüyle uzak kalamamıştır. Türk
karşıtlığının yaygın olduğu o dönemde, Arap düşünürlerinin
bu eğilimden tümüyle kurtulmaları, olanaklı değildi.
Örneğin
Câhiz’in
kitabına görüşlerini aldığı Yazid
B.Mazyad,
Türkler’in; “hayalciliğe
kapılmayan gerçekçi insanlar”
olduğunu, “sonuç
çıkmayacak işlerle”
uğraşmadığını “bilmediği
işlerle”
ilgilenmediğini, “bildiği
işleri
tam
ve sağlam yaptığını”,
“içi
ve dışının bir”
olduğunu söyler. Ancak, görüşlerinin sonuna, söyledikleriyle
çelişen şu eklemeyi yapmaktan çekinmez: “Türk
yağma ve gasp ile karnını doyurmayı, kolayca egemen olmayı
yeğler (tercih eder). Av ve ganimetten başka bir şeyden
hoşlanmaz.”15
Yalnızca
Savaşçı
Cahiz
Fezâ’il
el-Etrak’ta,
Türkler’e ağır baskı ve şiddet uygulayan ve Arap tarihinde
Türkistan
fatihi
olarak anılan Kuteybe
bin Müslim’in
de görüşlerine yer verir. Kuteybe’nin
görüşlerine göre Türkler; “felsefede
Yunanlılar, sanatta Çinliler, devlet yönetimi ve siyasette
Sasaniler’in eriştiği”
düzeye, askerlik sanatı ve savaşkanlıkta erişmişlerdir.
Kuteybe,
Türkler’le savaşmış bir insan olarak, herhalde kendini
yüceltmek için, onların geliştirdiği ve kendisinin yok ettiği
uygarlığı çok iyi bilmesine karşın, yalnızca savaşkanlıklarını
öne çıkarır. Türk kent ve köylerinde gördüğü sanat
yapıtlarını sanki başkaları yapmış gibi davranır. Türkler’in
bu tür işlerden anlamadığını ileri sürer; “kahramanlarla
savaşmayı”
sevdiklerini söylemeyi de unutmaz: “Türkler;
sanat, ticaret, tarım, kanal açmak, bina yapmak ve mal edinmekle
uğraşmadılar. Yaradılışlarında olan ata binmek, avlanmak,
kahramanlarla
savaşmak
ve ganimet elde etmek gibi işlerle uğraştılar; bu işleri iyice
sağlamlaştırdılar.”16
Hadislerde
Türkler
Kaşgarlı
Mahmut,
ünlü kitabı Divan-ü
Lugat-it Türk’te
Hz.Muhammed’in,
Türkler’le ilgili görüşlerini içeren iki hadis’ini aktarır.
Birinci hadis’te, “kıyamet
belgelerinden”,
bunların “ahir
zaman karşılıklarından”
ve “Oğuz
Türkler’inin ortaya çıkacağından” söz
edilir ve şöyle söylenir: “Türk
dilini öğreniniz, çünkü onlar için uzun sürecek bir egemenlik
vardır.”17
Türkler’in
İslam’ı dünyaya yayacağını belirten ikinci hadis ise
şöyledir: “Yüce
Tanrı,
‘benim bir ordum vardır, bu orduya Türk adını verdim, onları
Doğuya yerleştirdim, bir millete kızarsam, Türkleri onların
üzerine musallat kılarım’
diyor.
İşte bu, Türkler için bütün insanlara karşı bir üstünlüktür.
Çünkü, Tanrı onlara ad vermeyi, kendi üzerine almıştır;
onları yeryüzünün en yüksek yerine, havası en temiz ülkelerine
yerleştirmiştir ve onlara ‘kendi ordum’ demiştir.”18
DİPNOTLAR
- “Kitab al-İmta, el-Mu’anasa”, al-Tevhidî (Kahire 1939) 1.Cilt, sf.70; ak. İlhan Arsel, “Arap Milliyetçiliği ve Türkler” Kaynak Yay., 6.Basım 1999, sf.118
- “Origins of the İslamic State” Philip K. Hitti, Columbia Uni. New York, 2.Cilt, sf.210; ak. a.g.e. sf.114
- “Voyage Chez les Bulgares de la Volga” Arapça’dan çeviren Marius Canard, Paris, Sinbad 1988, sf.45; ak. Stephanos Yerasimos “Türkler, Doğu ve Batı, İslam ve Laiklik” Doruk Yay., 2002, sf.15-16
- “Kitab al İmtâ Ve’l-Mu’annasa” A.Emin-A. Al Zayn (Kahire), 2.Cilt., sf.89; ak. İ.Arsel, “Arap Milliyetçiliği ve Türkler” Kaynak Yay., 6.Baskı 1999, sf.128-130
- a.g.e. sf.131
- “Zeytindağı” Falih Rıfkı Atay, sf.45; ak. Ş.S.Aydemir “Enver Paşa” 3.Cilt, Remzi Yay. 1978, sf.267
- “A History of Sultan Mahmud of Gihaznah” Al Utbî (al– Manini) Kahire 18; ak. İ.Arsel “Arap Milliyetçiliği ve Türkler” Kaynak Yay., 6.Baskı, 1999, sf.139
- “Geographie d’Edrisi”, P.A.Jaubert, Paris 1886; ak. a.g.e. sf.143
- “Dictionnaire Georgraphique et Literaire de la Perse: Extrait du Mo’djem El Bouldan de Yakut” Barbier Meynard (Paris-1861); ak. a.g.e. sf.144
- a.g.e. sf.83; ak. a.g.e. sf.145
- “Felsefe Ansiklopedisi”, Orhan Hançerlioğlu, Remzi Kit. 1985, sf.260
- “Türklerin Tarihi” Doğan Avcıoğlu, Tekin Yay. 1995, 1.Cilt, sf.209
- “The Maqaddimah an İntroduction to History” Translation from the Arabic by Franz Rosenthal, 1958 Vol II ve III sf. 353 ve 71; ak. Prof. İlhan Arsel “Arap Milliyetçiliği ve Türkler” Ankara Üniv. Hukuk Fak. Yay. 1973, sf.55
- “İbn Haldun The Maqaddimah; An Introduction to History” Franz Rosenthal, Newyork 1953, 1.Cilt sf.302–306; ak. Prof. İlhan Arsel, “Arap Milliyetçiliği ve Türkler” Kaynak Yay., 6.Basım 1999, sf.108
- “Jahiz of Basra to al-Fath İbn Khaqan on the ‘Exploits of the Turks and the Army of the Khalifate in General” C.T. Harley, Journal of the Royal Asiatic Society, London 1915, sf. 631-697; ak. a.g.e. sf.125
- a.g.e. sf.125
- “Divan-ü Lugat İt Türk” Besim Atalay, Ankara 1975, sf.4; ak. “Türkler’in Dini” Prof. Fuat Bozkurt, Cem Yay. 1995, sf.204
- a.g.e. sf.204
Metin ağabeyim, daha önce okumuştum bu güzel yazınızı, çok teşekkürler. Tekrar incelememin nedeni, en az 30 ülke anayasasında Türk düşmanlığı maddesi olduğudur. Düşmanlıklarını anayasalarına işleyenleri merak ediyorum. Sağlıklar dilerim saygıdeğer ağabeyim.
YanıtlaSil