68
Kuşağının
en belirgin özelliği, eylem ve düşüncede toplum çıkarlarını
önde tutan bir anlayışa sahip olması, olay ve gelişmelere
kişisel değil toplumsal bir anlayışla bakmasıdır. Kaynağını
ulusal bağımsızlık istencinden alan düşünsel yapısına,
ilkelerine ve halkın değerlerine birinci derecede önem vermiştir.
Savaşım biçimini Kemalizmden
almıştır ancak yaşadığı dönemi ve bu dönemin özelliklerini
inceleyerek, sürekli arayış ve yenileşme çabası içinde
olmuştur... Düşünce ve davranışlara sorgulayıcı tutum
egemendir; öğrenme ve bilinçlenme istemi yüksektir. 68’lilerde
okumak, neredeyse yaşamsal bir gereksinim, bir tutku olmuştur.
Okumak, öğrenmek, öğrendiğini uygulamak, o günlerin en geçerli
ve en çok değer verilen davranış biçimiydi... Okuyup öğrenmek
ve eylem içinde olmak, gençliğe yüksek düzeyli bir özgüven
duygusu vermişti. Gençler okuyup öğrendikçe, çevresindeki
insanlardan, özellikle de ülkeyi yöneten politikacılardan çok
daha ileri bir konuma gelmişler ve bu durum onların, yaşlarından
beklenemeyecek düzeyde özgüven kazanmasına yol açmıştı. O
dönemdeki gençlik örgütlerinin genel kurulları,
üniversitelerdeki açık oturum, panel ya da forumlar, yalnızca o
günlerdeki değil, bugünkü parti kurultaylarından çok daha
ilerdeydi. Konuşma ve tartışmalar, çok daha nitelikliydi;
bilimsel içeriğe sahipti. Panel ya da forumlar 6–7 saat sürer,
salonlarda oturacak yer kalmazdı. O dönemde yaşanan aşılması
güç sorun, eylem düzenlemek değil düzenlenecek eylem için salon
bulmaktı.
Filiz
Akgül : Sizce
68
Kuşağının
genel kültürü ya da dönemin popüler kültürünü, bir başka
deyişle, siz 68’lilerin yaşam biçimini nasıl
tanımlayabilirsiniz?
Metin
Aydoğan :
68
kuşağı
olarak tanımlanan gençlik hareketi, dönemin ülke ve dünya
koşullarından etkilenerek ortaya çıkan, kendine özgü niteliği
olan, günümüzden çok ayrımlı değer yargılarına sahip,
kararlı, direngen ve devrimci bir gençlik savaşımıydı. İçinde,
gençliğinden gelen kimi yanlışlıkları içerse de belirleyici
özelliği, yurtseverliğe dayanan antiemperyalist bir öze sahip
olmasıdır. O dönemin gençleri olarak bizler için tek doğru ve
vazgeçilmez olan, Türkiye’nin ve tüm yoksul ulusların haklarını
savunmak, bunun için emperyalizme karşı çıkmaktı. Anlayışımızın
temelinde yer alan bu bakış, insanlığın sömürü ve baskıdan
kurtularak ilerlemesini amaç edindiği için haklıydı ve bu
nedenle canlılığı olan, yaşamla bütünleşen kültürel bir
zenginliği içeriyordu.
O
yıllarda dünyanın hemen her yerinde ortaya çıkan gençlik
devinimleri (hareketleri) içinde emperyalizmi kavrama açısından;
en bilinçli, en özverili ve en atak olanı Türkiye’deki gençlik
devinimiydi. Bu da çok doğaldı, çünkü Türkiye, yüzyıl
başında bağımsızlık savaşı veren Kemalist devrimi yaşamış
bir ülkeydi. 68
Kuşağı
olarak bizim varlığımızı ve kültürel varsıllığımızı bu
devrim oluşturuyordu. Sahip olduğumuz herşeyi, ulusal bağımsızlığı
gerçekleştiren devrime borçlu olduğumuzu biliyorduk. Devrimi
korumanın ve geliştirmenin Türkiye’nin geleceğini korumak ve
geliştirmek olduğunu kavramıştık. İnançlarımız için
özveride bulunmayı görev sayıyorduk. Nitekim devinimin en önünde
yer alanlar, yaşamlarını, çok genç yaşta olmalarına karşın
vermekten çekinmediler. Bizim dünyaya bakışımız ve yaşam
biçimimiz temel olarak almaya
değil vermeye,
kendini değil ülkeyi düşünmeye dayanıyordu.
Filiz
Akgül : Dönemin
gençliğinin en belirgin niteliği ve kendilerinden önceki kuşakla
karşılaştırıldığında öne çıkan ayrımlar nelerdir?
Metin
Aydoğan :
68
Kuşağının
bence en belirgin özelliği, eylem ve düşüncede toplum
çıkarlarını önde tutan bir anlayışa sahip olması, olay ve
gelişmelere kişisel değil toplumsal bir anlayışla bakmasıdır.
Kaynağını ulusal bağımsızlık istencinden alan düşüngüsel
(ideolojik) yapısına, ilkelerine ve halkın değerlerine birinci
derecede önem vermiştir. Savaşım biçimini Kemalizmden
almıştır ancak yaşadığı dönemi ve bu dönemin özelliklerini
inceleyerek, sürekli olarak arayış ve yenileşme çabası içinde
olmuştur. Yeterli ya da yetersiz, doğru ya da yanlış, çok iş
yapılmış; devinime yön veren kendine özgü kuramsal bir çerçeve
oluşturmuştur. İnceleme ve araştırmada, sınırlayıcı hiçbir
baskı kabul edilmemiş, Türkiye ve dünyadaki düşünce
akımlarına; özellikle de ulusal bağımsızlık düşüncesine
yüksek ilgi göstermiştir.
Araştırmacı
ve sorgulayıcı tutum, halkın ve ülkenin gerçeklerine
yabancılaşmadığı sürece, bir gençlik deviniminden
beklenmeyecek düzeyde kültürel bir birikim, düşünsel bir
varsıllık yaratmış ve kitleselleşmiştir. Ancak, daha sonra
yaratıcı araştırmanın yerini öykünmenin (taklit) almaya
başlaması, özellikle de o günün geçerli sosyalist akımlarına
öykülenilmesi, yaratıcılığın yitirilmesine yol açmıştır.
Sosyalist düşüncenin derinliğine kavranmadan yüzeysel
aktarımlarla kabul edilip savunulması hem bölünmelere yol açmış
hem de, devinimin önce gençlik kitlesinden daha sonra halktan
uzaklaşılmasına yol açmıştır. Bu olumsuz etkilenme aynı
zamanda 68 deviniminin düşüngüsel sonu olmuştur.
Öğrenme
ve bilinçlenme istemi, inceleme ve araştırmayı bu da çok
okumayı, tartışmayı, kültürel düzeyin yükselmesini ve eylemi
gerekli kılmıştır. 68’lilerde okumak ve daha çok okumak,
neredeyse yaşamsal bir gereksinim olmuştu. Okumak, öğrenmek,
öğrendiğini uygulamak, o günlerin en geçerli ve en çok değer
verilen davranış biçimiydi. Bu çok hızlı bir süreçti. Varsıl
ya da ünlü
olmak,
iyi giyinmek, gösterişli biçimde yaşamak değil; okumak, eylem
içinde olmak ve halkı sevmek geçerli değer yargılarıydı.
Gençlik, kendi içinde yarattığı bu yargıyla, toplumun hemen tüm
kesimlerini etkilemeyi başarmıştı. Kitle örgütleri, sendikalar,
sanatçılar, aydınlar gençlerden etkileniyor ve Türkiye yalnızca
Atatürk
döneminde
gördüğü bir aydınlanma, bir aydın uyanışı yaşıyordu.
Okulda, otobüste, trende, vapurda hemen herkesin ama özellikle
gençlerin elinde hep birer kitap görürdünüz. Türkiye’nin o
zamanki nüfusu bugünkünün yarısı kadar olmasına karşın,
kitaplar baskılarını 5’er bin adet yapardı. Kültürel
etkinlikler, tiyatrolar, forumlar, panel ve tartışmalar her zaman
dolu olurdu.
Okuyup
öğrenmek ve eylem içinde olmak, o dönem gençliğine yüksek
düzeyli bir özgüven duygusu vermişti. Gençler okuyup öğrendikçe,
çevresindeki insanlardan, özellikle de ülkeyi yöneten
politikacılardan çok daha ileri bir konuma gelmişler ve bu durum
onların, yaşlarından beklenemeyecek düzeyde özgüven kazanmasına
yol açmıştı. O dönemdeki gençlik örgütlerinin genel
kurulları, üniversitelerdeki açık oturum, panel ya da forumlar,
yalnızca o günlerdeki değil, bugünkü parti kurultaylarından çok
daha ilerdeydi. Konuşma ve tartışmalar, çok daha nitelikliydi;
bilimsel içeriğe sahipti. Panel ya da forumlar 6–7 saat sürer,
salonlarda oturacak yer kalmazdı. O dönemde yaşadığımız
aşılması güç sorun, eylem düzenleme değil düzenleyeceğimiz
eylem için salon bulmaktı.
Filiz
Akgül :
Türkiye’nin ve Osmanlı yönetimindeki Türk halkının genel
olarak politik kültürü ele alındığında, 68
kuşağını
ilk yapan özellikler var mıdır?
Metin
Aydoğan :
Türkiye aydınlanma dönemini 1923 ile 1938 arasındaki 15 yıllık
devrimler döneminde yani Atatürk
dönemine
sığdırmış bir ülkeydi. Cumhuriyetten önce geçmişe dayanan
önemsenecek bir aydınlanma birikimi yoktu, Atatürk
öldükten sonra devrimlerden geri dönüş süreci başlamıştı.
1938 ile 1968 arasındaki 30 yıllık geri dönüş sürecine karşın,
Türkiye’de bu denli ileri ve nitelikli bir gençlik eylemini nasıl
ortaya çıkabildiğini hep düşünmüşümdür.
Cumhuriyet,
Osmanlıdan aydın denilebilecek hemen hiçbir yetkin kadro
almamıştı. Devrimler, önce onu yürütecek kadroları yaratarak
ve çok sınırlı bir kadroyla başarılmıştı. Osmanlıda gençlik
devinimi diyebileceğimiz oluşumlar çok cılızdı ve harbiye,
tıbbıye
ve mülkiye
ile sınırlıydı. Okumuş Gençliğin büyük bölümünü suhte
adı
verilen medrese öğrencileri oluşturuyordu. Gerici bir anlayışla
eğitilen ve tutuculuğun vurucu gücü durumuna gelen suhteler,
işsiz kaldıklarında ayaklanırlar ve ses getiren eylemler
yaparlardı. 1876’daki suhte
ayaklanmasına,
Fatih ve Beyazıt medrese öğrencileri de katılmış ve bu
katılımın Sultan Abdülaziz’in
tahtan indirilmesinde etkisi olmuştu.
Cumhuriyet
kurulduğunda okuma yazma oranı yüzde 10’un altındaydı. Aydın
sayılabilecek insanlar, İstanbul ile Selanik’te bulunan ve ciddi
bir örgütlenme gerçekleştiremeyen, genellikle Batı etkisinde
kalmış yarı–aydın kişilerden oluşuyordu. Bunlardan yalnızca
ittihatçılar ulusal hakları savunuyor ancak, onlar da içinde
yaşadıkları dünyayı gerçek boyutuyla kavrayamıyor,
sömürgeciliği, emperyalizmi bilmiyorlardı.
Toplumsal
yapının geri ve örgütsüz olduğu, aydın denilebilecek
kadroların ortaya çıkmadığı, aydın geleneği ve birikimi
olmayan bir toplumdan, Mustafa
Kemal
gibi ileri niteliklere sahip bir aydının çıkması gerçekten
şaşırtıcıdır. Mustafa
Kemal,
gerek Kurtuluş Savaşı süresince, gerekse devrimler döneminde
eylemine uygun yetişmiş kadro bulmada çok zorlanmıştır. “Ben
mücadelemi mollalarla yürüttüm, çünkü yetişmiş insan yoktu”
derken çok haklıydı. Cumhuriyet kuruluşunda, yapılan eylemin
bilincinde olan insan hemen hiç yoktu ya da çok azdı.
Kurtuluş
Savaşı ve onu tam bağımsızlıkla bütünleştiren Türk Devrimi,
kendi aydınını da yaratmıştır. 15 yıllık kısa dönem,
sıradışı dönüşümler gerçekleştirmiştir. Ancak, zamanın
kısalığı, devrimi koruyacak kadroların nitelik–nicelik olarak
yeterli düzeyde yetiştirilememesine neden olmuştur. Atatürk’ün
ölümüyle başlayan, 1945’den sonra yoğunlaşan geri dönüş
süreci, devrimi koruyup geliştirecek kadro yetiştirmek bir yana,
var olan sınırlı kadroları da devletin üst görevlerinden
ayıklandılar (tasfiye edildiler).
68
Hareketi, geri dönüş sürecinin ve ABD etkisinin yayılıp,
yerleştiği bir dönemde, bu girişime tepki olarak gelişti.
Gençler, Kurtuluş Savaşı’nı, devrimleri, geri dönüş
uygulamalarını ve bu uygulamaların arkasındaki itici gücü
oluşturan emperyalizmi görmüş ve buna karşı örgütlenip
savaşıma girişmişlerdi. Eriştikleri düşünsel düzey, olay ve
olguları gerçek boyutuyla görme olanağını onlara veriyor bu
nedenle de eylemler etkili oluyordu.
68
Gençlik deviniminin dayandığı düşünsel temel, en azından
çıkışı ve yayılış döneminde, tartışmasız bir biçimde
ulusal bağımsızlık ve Kemalist
devrimdir. Bu gerçek, devinimin ilk dönemlerinde söylem ve eylem
olarak açıkça ortaya konmuştur. Daha sonra ortaya çıkan söylem
değişikliği ve yabancılaşma eğilimi, bu gerçeği
değiştirmemektedir. 68 Devinimi, kendisini var eden Kemalist
devrim
ilkelerine bağlı kaldığı sürece gelişip güçlenmiş,
Kemalizmden
uzaklaştığı oranda varlık nedenini yitirerek yok olmuştur.
68
Kuşağını
oluşturanlar, genellikle 1940–1950 arasında doğanlardır. Geri
dönüş süreci 1940’lardan sonra başladığına göre bu süreç
içinde çocukluğunu yaşayan gençlerin, daha sonra günün geçerli
siyasetine karşı bu derece kararlı ve sert bir karşı koyma içine
girmelerinin nedenini bilmek gerekir, Bunun bence iki nedeni vardır.
Birincisi, 68
Kuşağı
bir tepki devinimidir; anti–Kemalist sürece gençliğin gösterdiği
dirençtir. İkincisi, bu kuşağın ağılıklı olarak Türk
Devrimi’ni koruyacak kadroları yetiştiren ve kısa sürede
eriştiği yüksek ulusal bilinç nedeniyle kapatılan köy
enstitülüler başta olmak üzere Cumhuriyet öğretmenleri
tarafından yetiştirilmesidir. 68’lilerin; eğilimleri, değer
yargıları ve ileride geliştirecekleri bilinç düzeyleri, önemli
oranda, Cumhuriyet’e bağlı bu eğitim kadrosu tarafından
oluşturulmuştur. Köy enstitülerine ve oradan yetişen
öğretmenlere karşı sürdürülen sürekli baskı, daha sonra ve
daha yeğin (şiddetli) olarak 68
Kuşağına
da uygulanmıştır.
68
Kuşağını
“ilk”
kılan süreci, bu bütünlük içinde ele almalıyız. Bu
yapıldığında “ilk”
den çok, bir dönemin söz konusu olduğu görülecektir. 68,
kuşkusuz bir “ilk”
di ancak bu “ilk”,
Kemalist devrimle başlayan Köy Enstitüleriyle süren, bir
birikimin ürünüydü.
Filiz
Akgül :
Siz 68’lileri, siz olmaya iten nedenler nedir? Bu özelliklerin ve
niteliklerin oluşmasına olanak veren iç ve dış dinamikler sizce
nelerdir?
Metin
Aydoğan :
68’lileri 68’li yapan nedenleri, özellikle dayandığı iç
devimselliği (dinamiği)
sanırım
yukarıda yeterince açıkladım. Dış
devimselliğe
gelince, dışarıda gelişen eylemler Türkiye’deki politik
gelişmeleri kuşkusuz ilgilendiriyordu. Dışarıdaki emperyalist
saldırganlık ve buna karşı oluşan tepki, yalnızca Türkiye’yi
değil, ezilen ülkelerin tümünü etkiliyordu. ABD, Vietnam’da
vahşi ve haksız bir savaş sürdürüyor, dünyanın her yerinde
darbeler düzenliyordu. Buna karşın ulusal kurtuluş savaşlarının
yayılmasını önleyemiyordu, Afrika, Güney Amerika ve Asya’da
güçlü ulusal ve toplumsal devinimler ortaya çıkıyordu.
Dünyadaki ilk anti–emperyalist devrimi başaran bir ülkenin
gençlerinin, bu gelişmelerden etkilenmemesi olanaksızdı;
gelişmelere tepki gösterecek birikim Türkiye’de henüz
tüketilmemişti ve bu birikimin eyleme dönüşmesi kaçınılmazdı.
68’liler,
kendi ülke sorunlarına olduğu kadar, dünya sorunlarıyla da
yakından ilgilendiler ve özellikle yoksul ülkelerde uluslararası
dayanışma eğilimi içinde oldular. İşçilerin, köylülerin,
öğretmenlerin ve kendilerinin; ekonomik–demokratik hakları için
savaşım verdikleri gibi, uluslararası gelişmelere karşı
duyarlılık gösterdiler, tepkilerini eyleme dönüştürdüler. Ve
her iki konuda da, bir gençlik deviniminden beklenmeyecek düzeyde
etkili ve başarılı oldular; büyük bir kitlesel güç yarattılar.
Güçlenmeleri
ve ses getiren eylemlerle halka ulaşmaya başlamaları, politik
çevrelerin tepkisiyle karşılaştı. Silahlı saldırılara
uğradılar ve sokak ortalarında öldürüldüler. Kendilerini
koruma gerekçesiyle silahlandılar. Niteliklerine ve konumlarına
yabancı bir çatışma ortamına çekildiler. Aralarına sokulan
kışkırtıcılar (ajan–provakatörler) aracılığıyla gerek
düşünsel gerekse eylemsel sapma içine sürüklendiler. Bir
gençlik devinimiydiler ve kendilerine altından kalkamayacakları
erekler seçmişlerdi. Sapmaya ve karışmaya (müdahale) son derece
açıktılar.
Hem
kendi içlerinden hem de dışardan ama kesinlikle bir merkezden
yürütülen kışkırtıcı karışmalarla amaçlarından çok
ayrımlı bir konuma getirildiler, çıkışları her yerden
tıkanmıştı. Ancak, tüm sarılmışlıklarına karşın
inanılması güç bir direnç gösterdiler ve çatıştılar. 20–22
yaşında gençler gözlerini kırpmadan ölüme gidiyordu
68
Gençliği, söylediklerinin ve yaptıklarının arkasında durmuş,
ülkeye sahip çıkmış ve çok ağır bir bedel ödemiştir.
Silahlı saldırıların başlamasından sonra, öğrencile
derslerinden çok öldürülen arkadaşlarının cenazelerine gider
olmuştu.
Filiz
Akgül :
12 Eylül 82 Anayasası, 24 Ocak 1980 kararları ve Özal,
sizce
Türk kültürüne nasıl bir etki yapmışlardır? Yapılanların,
80 öncesi 80 sonrası kültüre yeniden yapılanan değer
yargılarına etkisi nedir? 98
Kuşağı
diyebileceğimiz bugünün gençliğini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Metin
Aydoğan :
12 Eylül’ü, 24 Ocak 1980 ekonomik kararlarıyla birlikte sormanız
çok yerindedir. 12 Eylül neredeyse bir iç savaş durumuna
gelen/getirilen iç çatışmayı durdurma adına yapıldı ve
söylendiği gibi çatışmalar durduruldu. Bu girişimi, gerçek
boyutuyla kavramak için, 80 öncesindeki eylemlerin ortaya çıkışını,
uygulanış biçimini ve yurt dışıyla ilişkilerini incelemek
gerekir. Bu ise, başlıbaşına ayrıca ele alınması gereken
önemli bir konudur. Ancak, 24
Ocak 1980 Ekonomik Kararlarını,
sorduğunuz sorunun yanıtını verebilmek için kısa da olsa ele
almak gerekir.
1980
yılında Başbakan olan Süleyman
Demirel,
Başbakan Müsteşarlığına getirdiği Turgut
Özal’a
1979 sonunda bir Ekonomik
İstikrar Programı
hazırlama görevi verdi. IMF’nin istekleri yönünde kısa sürede
hazırlanan izlenceyle
(programla),
Türkiye tek taraflı ve tam olarak yabancı sermayeye açılıyor,
tarım, ticaret ve sanayide ulusal ereklerden vazgeçiliyor, Türk
Lirasının değer yitirmesi günlük kur ayarlamalarıyla sürekli
duruma getiriliyor; milli kambiyo rejiminden vazgeçiliyor, ithalat
liberasyonu
adıyla
dış alım serbest duruma getiriliyor, kotalar kaldırılıyor ve
kamu yatırımları kısıtlanıyordu. KİT’lerin özeleştirileceği,
temel ürünlerde destek fiyatlarının kaldırılacağı, ücret
artışlarının düşük tutulacağı, tarım ürünlerindeki taban
fiyatlarının sınırlanacağı açıklanıyordu.
Türkiye
Cumhuriyeti’nin kuruluştaki yönelmeleriyle tam bir karşıtlık
içindeki bu uygulamaların sonucu, Özal
dönemi
denilen gerçekte ise IMF’ye
tam teslimiyet dönemi
denilmesi gereken bir süreç ortaya çıktı. Bu sürecin sonu,
bugün yaşanan ve Türkiye’yi çöküşe götüren sorunlar yumağı
oldu. Aydınlar üzerinde kurulan yıldırıcı baskı ve eğitimde
sağlanan bozulmalar, halkı yoksullaştıran ekonomik uygulamalarla
birleşince, ulus devleti ortadan kaldıracak bir ortam oluştu.
Yaşanan
sorunlardan en çok etkilenen kuşkusuz gençliktir. Çünkü,
gençlik dediğimiz toplumsal kesim, geleceği yaşayacak
insanlardır. Bu nedenle ülkenin içine düştüğü olumsuzluk en
çok onları ilgilendirmesi gerekir. 12 Eylül dönemi öylesine bir
kültürel bozulma yaratmıştır ki, Özal
gençliği
adı verilen bu gençlik, kendisinin ve ülkesinin haklarını
kavramaktan uzak bir konuma getirilmiştir; tam bir sinizm (hiçbir
değere sahip olmama) içindedir.
Varsıllaşma,
gösterişli yaşam, gibi isteklerin tek yanlı olarak ele
alındığında, bir değer oluşturmayacağı ve bunların yalnızca
istek olarak kalacağı açıktır. Üretmeden tüketmenin,
çalışmadan yaşamanın nasıl bir değer yargısı oluşturacağı
bellidir. Bu yargı kişiyi, kendisinden başkasını düşünmeyen,
bu nedenle insanlıktan uzaklaştıran ilkel bir konuma
sürükleyecektir. Bencilliğin sonu, varsıllık ya da gösterişli
yaşam elde edilse bile mutsuzluktur.
Kimileri,
sizin doğru bir tanımla 98
Kuşağı
adını verdiğiniz bugünün gençliğini; çok gelişkin iyi
yetişmiş ve çağa uyum gösteren, yabancı dil bilen gençler
olarak tanımlamaktadır. Bu tanımı yapanlar, dikkat ederseniz,
çarpık düzenin sürmesini isteyen, ekonomi ve siyasete egemen
olanlar, bağlı olarak küreselleşmeyi yani emperyalizmi
savunanlardır. 98 kuşağının bir bölümü, pahalı okullarda ve
iyi koşullarda okuyup teknolojik
bilgiler
edinseler de (bu bilgilerin niteliği ayrı tartışma konusudur),
yaşamı ve dünyayı tanımamaktadırlar. Nereden geldikleri, ne
oldukları ve ne olmaları gerektiğinden habersizdirler. Özal
döneminin,
gençlik açısından Türk kültürüne yaptığı katkı işte bu
gençlerdir. Ayrıca bu kültürsüzlük
kuşkusuz yalnızca gençleri kapsamamaktadır.
Ancak,
açık olan bir gerçek vardır. İnsanlığın gelişimi her zaman
ve her koşulda sürecektir, bunu durdurmak olanaksızdır. Doğada
ve toplumda olumlu ya da olumsuz her gelişim kendi karşıtını da
doğuracaktır. Bugün, kendilerine verilen eğitim nedeniyle
gerçekleri göremeyen gençlik, ilerde, sorunlarla karşılaşacak,
yaşadığı sorunları öğrenmeye çalışacak ve edineceği
bilgiyi bilince çıkarmayı başaracaktır. Sizin çalışmalarınız
ve nitelikli sorularınız bunu göstermiyor mu?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder