Ulusçuluk ve toplumculuğun, 20.yüzyılın ilk
yarısındaki altın çağı, yerini adım adım Yeni Dünya Düzeni’nin, küresel
egemenliğine bıraktı. 20.Yüzyılın ilk yarısında ulusal bağımsızlık savaşımları
ikinci yarısında ise emperyalizm etkili oldu. Şimdi 21.yüzyıldaki son kapışma
bekleniyor. Beklenen yeni döneme yönelik sonuçlar çıkarabilmek için, ulusçu
savaşımın kimi ortak özelliklerini bir kez daha irdelemekte yarar var. Günümüz
dünyasını tanıyıp koşullarını kavramak ve geleceğimize yön verebilecek bir
bilinç düzeyine ulaşmak için bu şart.
Ülkemizde toplumsal muhalefetin ve siyasi tartışmanın yoğunlaştığı bir dönem yaşanıyor. Kendiliğinden gelişen kitlesel eylemlerin ve siyasi tartışmaların niteliğini yükseltmek amacıyla bu bloğu oluşturduk. Hiçbir parti, grup ve toplulukla bağımız yoktur. Yazar Metin Aydoğan'ın yazılarını yayınlayacağız. Düşünsel yaşamımıza katkı koyacağına inandığımız yazıların, bilimsel tartışmalara yol açmasını diliyoruz.
27 Şubat 2014 Perşembe
23 Şubat 2014 Pazar
RUS DEVRİMİ VE SOVYETLER BİRLİĞİ
24 Şubat 1917’de, Rusya’nın başkenti Petrograd’da,
açlık çeken ve eksi yirmibeş derecede ekmek kuyruklarında bekleşen halkın,
fırınlara saldırmasıyla gelişen olayların, sosyalist bir devlet ortaya
çıkaracağı kimsenin aklından geçmemişti. Günün özgün koşullarının ve iyi
örgütlenmiş bir parti yetkesinin yarattığı yeni devletin, sosyalizmi ne düzeyde
temsil edebileceği bugün yoğun olarak tartışılıyor. Ancak, gözardı edilemez bir
gerçekliktir ki, Sovyet Devleti 20.yüzyıla damgasını vurmuş ve Sosyalizmi ‘kitap
sayfalarından’ çıkararak, yaşamın içine taşımıştır.
17 Şubat 2014 Pazartesi
CUMHURİYET VE HUKUK DEVRİMİ
17 Şubat, Medeni Kanun ’un yasalaştığı gündür. Ancak, 1926 yılında gerçekleştirilenler, yasa çıkarmanın çok ötesinde bir başka boyuta sahiptir. Türk toplumu, girdiği devrimler sürecinde, hukuk alanında da büyük bir yenileşme atılımı gerçekleştirmişti; hukukta devrim yaşanmıştı. Bu devrim; evrensel hukukla çelişmeyen, Türk toplumuna uyumlu, gelişmeye açık ve devrimci bir öze sahipti. Aşağıdaki yazıyı, hukuk sefaletinin yaşandığı günümüzde yararlı olması dileğiyle yayınlıyoruz.
Osmanlı’nın
son döneminde hukuksal düzen, içinden çıkılmsı olanaksız bir karmaşa içindeydi.
Değişik alanlarda birçok mahkeme türü vardı. Konsolosluk Mahkemeleri yabancılar, Karma Mahkemeler yabancılarla Osmanlılar, Yerli Mahkemeler ise Osmanlılar arasındaki uyuşmazlıklara
bakıyordu. Bunlardan başka, geleneksel Şer-i
Mahkemeler ve Nizamiye Mahkemeleri
vardı. Ticaret hukukunda; icra-iflas, kambiyo, çek, proforma fatura, sigorta,
banka faizi gibi işlemler dine uymadığı gerekçesiyle yasaklanmıştı. Bireyleri
ilgilendiren medeni hukuk fıkıh kurallarının değişmezliği üzerine kurulmuştu.
Aile hukuku, çağın çok gerisindeydi. Bir erkek dilediği kadar kadınla
evlenebiliyor, koca üç kez boş ol
dediğinde karısını boşayabiliyordu. Çocuklarda evlenme için bir yaş sınırı
yoktu. Miras hukuku, kadına yönelik haksızlıklarla doluydu. İki erkek kardeşten
biri öldüğünde, ölenin çocukları kız ise, miras onlara değil erkek yeğenlere
kalıyordu. Cumhuriyet, Hukuk Devrimi ’ni
bu koşullar içinde ve yanlızca iki yıllık bir hazırlık döneminin sonunda yaptı.
Okuyucu aşağıdaki yazıyı; geçmişi, yapılanları ve bu günü bütün olarak
değerlendirerek ele almalıdır. Bu yapıldığında, Hukuk Devrimi ’nin anlam ve önemi daha iyi anlaşılacaktır.
10 Şubat 2014 Pazartesi
KÜRESELLEŞME VE EMEK SERMAYE ÇELİŞKİSİ
21.yüzyıla
girerken, çalışanlar açısından dünya yüzyıl öncesinin koşullarından daha iyi
bir ortam oluşturmuyor. İşçiler birçok bakımdan belki de daha kötü durumdalar.
İşçilerin bir bölümü o güne göre, belki daha çok kazanıyor daha çok geziyor ve
teknolojik nimetlerden daha çok yararlanıyor ama büyük bir bölümü çalışma ve
işsizlik sorunları nedeniyle, yaşam sevincini ve gelecek umutlarını yitirmiş
durumda. Geçmişe özlem, artık yalnızca yaşlılara ait bir duygu değil. Dünyanın
birçok yerinde insanlar, Fransız ihtilalinin “eşitlik-özgürlük-kardeşlik”
söyleminin yaşama geçmesini bekleyen işçi adayı serfler durumunda. Dünya sanki
yeni bir feodal döneme girdi.
5 Şubat 2014 Çarşamba
TÜRK YÖNETİM GELENEĞİ VE KATILIMCILIK
“Antik
Çağ Ege ve Roma Uygarlıkları” ile “Demokrasi ve Parlamentoların Ortaya Çıkışı” yazılarında, Batı
toplumlarındaki devlet biçiminin (demokrasinin) oluşumu incelendi. “Türk Yönetim Gelenekleri ve Katılımcılık”
başlıklı bu yazı ise, okuyucunun toplumlararası ayrımı görmesi amacıyla
hazırlandı. Eşitliğin ve katılımcılığın Batı toplumlarında oluşup
kurumsallaştığına olan yaygın kanının, gerçeği yansıtmadığı bu üç yazı birlikte
değerlendirildiğinde açıkça görülecektir. Özgürlüğe yönelik türe (adalet)
duygusunun topluma egemen kılınarak devlet politikası durumuna getirilmesi,
eski Türklerdeki yönetim biçiminin temel özelliğidir. Bu İslamiyetten önce de
böyleydi, sonra da böyledir. Türkler, Batı toplumları gibi köleci düzeni
yaşamadı ve devleti başından beri toplumun tümünü temsil eden toplumsal bir güç
yaptı. Bu tutum, onlara daha katılımcı, eşitlikçi ve daha özgürlükçü
yönetim biçimlerini kurabilme olanağını verdi. Batılılar bunu, sınıfsızlığın
ve mülkiyetsizliğin yarattığı geriliğin göstergesi saydı. Oysa, bu
düzen söylenenlerin tam tersi; her köken ve dinden geniş kitleleri kapsayan,
onlara kendilerini geliştirme ve ifade etme olanağı veren demokratik bir
içeriğe sahipti. İnsanlara, yaşanabilir eşitlikçi bir ortam sunulmuştu.
3 Şubat 2014 Pazartesi
DEMOKRASİ VE PARLEMENTOLARIN OLUŞUMU
Seçimler ve meclislerle halkın
kendisini yönetecek kişileri belirlemesine, bugün demokrasi deniyor. “Oy” ve “sandık” kutsanıyor ve yönetimin bu biçimde oluşturulması çağdaşlık
sayılıyor. Doğru gibi görünse de biraz düşünüp yaşananlara bakınca, bunda
bir çarpıklık olduğu görülüyor. Türkiye’de; Meclis’in oluşumu, seçim yasaları,
barajlar, dağıtılan paketler, din ticareti, para ve medya kullanımına bakınca;
oluşturulan siyasi düzenin, seçilecekleri değil seçilemeyecekleri belirleyen
bir kurmaca olduğu ortaya çıkıyor. Bu denli ilkel olmasa da “demokrasinin” çıkış yeri Batı'da da
durum farklı değil. Yönetimi orada da, halk değil egemenler belirliyor... Bu
neden böyle? Meclisler ve seçimler nasıl oluştu? Hangi gereksinimin ürünleridir?
Bu sorulara yanıt verilmesi gerekir. Bu yapıldığında şu sonuçla karşılaşılacaktır: Batı'da, bir takım “erdemli” insanlar ortaya çıkıp, halk yönetimini kendi belirlesin,
eşitlik ve özgürlük gerçekleşsin diye demokratik bir düzen kurmamıştır. “Demokrasi” denilen işleyiş; çıkarlar,
kanlı hesaplaşmalar ve çatışmalarla dolu bir sürecin sonucudur. İktidar
kavgalarının ürünüdür. Siyasi sonuçları, bizim için düşüncelerde kalan ancak
Batı için yaşamın içinden çıkan ve ekonomik dayanakları olan bu süreç, sınıflar
ve inançlar çatışmasıdır.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)